29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 26 Ağustos 2017 EDİTÖR: Serkan Ozan haber 11 CUMHURİYET DAVASINDA ARKADAŞLARIMIZIN TUTUKLULUĞU 300. GÜNÜNDE İddiaları çürüttük adalet bekliyoruz Gazetemizin yayın politikasının hedef alındığı soruşturma kapsa malarıyla çürütmelerine rağmen soyut gerekçelerle tahliye edilmedi. mında asılsız iddialarla tutuk Fethullah Gülen Terör Örgü lanan Genel Yayın Yönetmeni tü (FETÖ) üyeliği suçlamasıyla miz Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay, Ya CANAN COŞKUN bir ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet ve 67 yıla kadar hapis yın Danışmanımız Kadri Gür cezası ile yargılanan savcı Mu sel 300, muhabirimiz Ahmet Şık 239, rat İnam, yürüttüğü soruşturma kap muhasebe çalışanımız Emre İper ise samında gazetemizde yayımlanan ha 142 gündür tutuklu bulunuyor. 4 ya berleri kanıt sayarak 12 yazar ve yö zar ve yöneticimiz 24 Temmuz’da baş neticimizi tutuklatmıştı. 9 aylık hak layan yargılamanın ilk duruşmasında sız tutukluluğun ardından İstanbul yöneltilen bütün suçlamaları savun 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk GAZETECİLER, MESLEKTAŞLARININ HukukunTUTUKLULUĞUNU DEĞERLENDİRDİ: dışındayız l Yargının değeri aşındı SEDAT ERGİN (Hürriyet): Bu hadisede artık hukukun dışındaki bir alanda hareket ettiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Karşımızdaki durumu hukuk terimleri, hukuk kavramları içinde değerlendirebilmemiz mümkün değil. Cumhuriyet mensuplarının maruz bırakıldıkları durum, Türkiye’de hukukun ve yargının değerinin aşınması, gerilemesi gibi çok vahim bir sonuç yaratıyor. Arkadaşlarımızın yaşadığı mağduriyete ek olarak, daha genel bir şekilde herkesi içine alan, ülkemizde hukuk güvenliğinin tehlikede olduğunu gösteren bir olumsuzluk bu. Hukuk sisteminin inandırıcılığı üzerinde büyük bir gölge olarak asılı duruyor. l EğER BİRAZ VİCDAN VARSA... Hasan Cemal (T24): Ne hukuk devleti ne kanun devleti kaldı. Bunun ne kadar sürdürebilir veya sürdürülemez olduğu konusunda da fazla bir şey söylemek ya da öngörüde bulunmak kolay değil. Gazetecilik suç değildir, sözcükleri yasaklayamazsınız, tutuklayamazsınız. Türkiye’de de bu geçerli olacak ve belki klişe gibi geliyor ama gerçeği de ifade ediyor: “Bu dünya despotlara kalmadı, kalmayacak.” O yüzden sevgili Kadri, Akın, Murat, Ahmet ve Emre’nin demir parmaklık arkasında tutulmalarını sağlamak ancak despotizmle mümkün. Biraz adalet ve vicdan varsa daha fazla hapiste tutulamazlar. l TERAZİ ŞAŞARSA YANARIZ MEHMET OCAKTAN (Karar): Bütün mahkemelerde tutuksuz yargılama esastır. Hukukun böyle öngörmesinin nedenlerinden biri özgürlükleri esas aldığı içindir. Delilleri karartma veya kaçma şüphesi yoksa tutuksuz yargılama gerekli. Bütün dileğim tutuksuz olarak yargılama sürecinin devam etmesidir. 15 Temmuz ihaneti nedeniyle yargı da siyasal iktidar da birtakım şeylere hassas davranıyor ama sonuçta suçu olmayan insanların mağduriyetine sebep olunmamalı. Adaletin tecellisi önemlidir. Siyasi iktidarlar hatalar yaparlar, seçim gelir halk gerekli kararı verir. Ancak adaletin terazisi şaşarsa hepimiz yanarız. l AKILLA AÇIKLAMAK İMKâNSIZ DOĞAN TILIÇ (BirGün): Akılla, hukukla, bilinen normlarla açıklamak kolay değil. 300 günü anlamak mümkün değil. Basın ve ifade özgürlüğü insan haklarının en önemlilerinden biri. Böyle evrensel bir hak, toplumsal adaletin olmadığı bir dönemde güvence altına alınamıyor. Gazetecilik suç değildir. Doğasında sorgulamak, soru sormak, eleştirmek vardır. Bunu yaptığı için insanlar cezaevine atılıyorsa demokrasinin en temel ilkesi ortadan kalkmış demektir. 11 Eylül için biz arkadaşlarımızı aramızda göreceğimizi düşünelim. Yazdıkları, çizdikleri, sorguladıkları için cezaevinde bulunanların çıkması için bir dönüm olur. l BİR SÜRE SIKINTI YAŞANACAK ALİ BAYRAMOĞLU: Bu tutukluluklar bir skandal. Burada iddia edilen, ortaya atılan tutukluluk nedenleri kanıt değil. Hukuk siteminin tanımladığı delil sınıfına girmiyor. Savcı ve hâkimlerin siyasi, kanaatleri ve akıl yürütmeleri üstünden dava dosyasına girmiş ve tırnak içinde bir gerçeklik olarak kabul edilmiş bulunuyor. Dava bu açıdan son dönem siyasal sistemin gittiği otokrat sistemi tanımlayan bir dava. Tutuklulukların devam etmesi siyasi iktidarın kararlı olduğu ve Türkiye’nin bir süre daha sıkıntı yaşayacağını gösteriyor. Basın özgürlüğü açısında kabul edilmez, Umarım bu arkadaşlarımız hürriyetlerine kavuşurlar. l FİİLİ CEZAYA DÖNÜŞTÜ MURAT YETKİN (Hürriyet Daily News): Gazeteci arkadaşlarımızın haklarında somut kanıtlar da olmaksızın tutuklu olarak yargılanması daha ilk gününde yanlıştı, 300’üncü gününde de yanlıştır; bunu kabul edemiyorum. Meslektaşlarımızın fiili cezaya dönüştürülen tutukluluk hallerinin son bulmasını, tahliye edilmelerini gerekli görüyor, talep ediyor ve bunu bekliyorum. duruşmada okur temsilcimiz Güray Öz, yazarımız Hakan Kara, avukatlarımız Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör, çizerimiz Musa Kart, yöneticimiz Önder Çelik ve Kitap eki Yayın Yönetmenimiz Turhan Günay tahliye edilmiş, Murat Sabuncu, Akın Atalay, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık hakkında ise ‘kuvvetli suç şüphesi’ gibi klişe bir gerekçe ile tutukluluğun devamı kararı verilmişti. İlk duruşmanın ardından ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla tutuklanan Emre İper hakkında hazırlanan iddianame de bu mahkemeye yollanmış, dosya yazar ve yöneticilerimizin dosyası ile birleştirilmişti. 1908’den bu yana her sene basında sansürün kaldırılması nedeniyle bayram olarak kutlanan 24 Temmuz’da başlayan Cumhuriyet davasında yazar ve yöneticilerimiz savunmaları ile gazetecilik ve hukuk dersi vermişti. Savunmalarda 300 gündür süren tutukluluğun haksız, tutukluluğa gerekçe gösterilen delillerin asılsız olduğunu vurgulayan savunmalardan anekdot değeri taşıyan birkaçını aktarıyoruz. ATALAY’IN SAVUNMASINDAN Yazar ve yöneticilerimizin telefon görüşmeleri incelemesinin yanı sıra ailelerin ve hatta yıllar önce ayrıldıkları eski eşlerinin dahi banka hesapları Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından incelemeye alındı. İnceleme sonunda hazırlanan rapordaki irtibatlandırma çabasının zorlama olduğunu İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay şu sözlerle anlattı: “28 Mart 2011’de EFT yoluyla 2.500.TL gönderdiğim Hü seyin Aktaş bir parkeci. Oturduğum evin salonundaki parkeyi yenileme işinin karşılığı olarak kendisine yapılan bir ödeme söz konusu. İşte bundan yola çıkan savcı mealen ve mecazen diyor ki; ‘Ey Akın Atalay, bundan 6 buçuk yıl önce evindeki parke işlerini yaptırıp karşılığında 2.500.TL ödediğin Hüseyin Aktaş’ın bir oğlu var. Oğlunun adı Atilla. İşte bu Atilla bir gün Bursa’daki bir restoranda yemek yiyor. Yemek yediği restoranı işleten Boğaziçi Tic. Ltd. Şirketi ile bu şirketin sahibi olan Şaban Aydın hakkında MASAK’ın raporu var. Ver bakalım hesabını!..’ Ne desem?” SABUNCU’NUN SAVUNMASINDAN Murat Sabuncu’ya mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ sorular yöneltti. Dağ’ın “Can Dündar’ın yurtdışına çıkmasından sonra 1 Eylül 2016’ya kadarki flu dönemde manşetleri kimin belirlediği” şeklindeki sorusuna “Yazıişleri masasında belirleniyordu. Ama ‘Cumhuriyet’ ve ‘flu’ sözleri bir araya gelemez. O dönemi de ben üstleniyorum” dedi. Sabuncu, “Taşıdığınız sıfat gözetildiğinde terör ile ilgili haberlerde kriteriniz nedir” sorusuna ise “Cumhuriyet ayrım gözetmeden bütün siyasal şiddet eylemlerini terör olarak görür” karşılığını verdi. Cumhuriyet Kitap eki nin 31 Ekim’deki Cumhuriyet operasyonundan önce Türkiye’de bugüne kadar tutuklanmış, öldürülmüş yayıncıları ve yazarları kapak yaptığını anımsatan Sabun cu, şöyle devam etmişti: “Turhan Günay adının oraya ekleneceğini bilmiyordu. Burada Cumhuriyet’e özel bir parantez açmak gerek: Bu gazetede Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. Bize karşı hangi itham ileri sürülürse sürülsün, hangi be del ödetilmeye çalışılırsa çalışılsın Biz Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Hrant Dink, Musa Anter ve Me tin Göktepe’nin yolundan dönmedik, dönmeyeceğiz.” GÜRSEL’İN SAVUNMASINDAN Soruşturma kapsamında yazar ve yöneticilerimizin “ByLock kullanıcısı kişilerle ‘iletişim kayıtları’ olduğu” öne sürülmüştü. Tetikçiliği ile bilinen Cem Küçük, 26 Temmuz’da Türkiye gazetesinde yazdığı yazıda adeta mahkemeye talimat vermiş, Kadri Gürsel ve Akın Atalay dışındaki yazar ve yöneticilerimizin tahliye edilmesi gerektiğini yazmıştı. Bir gün sonra yazdığı yazıda da aynı isimleri sıralamış, ceza alacaklarını yazmış, Ahmet Şık için de ‘Allah taksiratını affetsin’ demişti. Mahkeme de Küçük’ün sıraladığı isimleri tahliye etmemiş, Gürsel’in tutukluluğa devam gerekçesi olarak da “ByLock kullanıcısı kişilerle olağanın dışında sayıda görüştüğünün bir gerçeklik olduğunu” iddia etmişti. Gürsel savunmasında bu suçlamaya şöyle yanıt vermişti: “İddia edilen toplam 112 kişiden 102’si ile olduğu iddia edilen iletişim, tamamen tek taraflı (85) SMS ve/veya (17) tek taraflı arama kaydıdır. Bana gelen SMS’lerin hiçbirine cevap vermediğim için benim bu kişilerle herhangi bir iletişim kaydımın bulunduğu iddia edilemez. Olsa olsa aksinden, yani sadece onların benimle irtibat kurma gayretlerinden bahsetmek mümkündür. Bu gayretleri de başarısız kalmıştır. Diğer bir anlatımla, bu kişilerin benimle iletişim kayıtları vardır, benim onlarla iletişim kaydım yoktur.” AHMET ŞIK’IN SAVUNMASINDAN Duruşmada Ahmet Şık’ın “savunma değil itham” olarak adlandırdığı konuşması sırasında mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, Şık’a gazeteciliğin sınırı olup olmadığını sormuştu. Şık ile Dağ arasındaki konuşma şöyleydi: Hâkim: Gazetecilik sınırsız özgürlük içerir mi? Gazeteciliği anlattığınız burada sanık sıfatı taşıyan herkes gazeteci? Gazeteciliğin sınırları var mıdır? Şık: Gazeteciliğin sınırını belirleyen şey; hakikatle kurduğu bağ, kamusal çıkardır. Hakikatı anlatan her şey haberdir. Gazeteciliği belirleyen evrensel kuralları var elbette. Hakikatle kurduğu bağda bir sıkıntı var mı yok mu ve kamusal bir çıkar gözetir mi gözetmez mi, buna bakılır. Barışı ve yaşamı kutsamak gerekir.  Hâkim: Barışı ve yaşamı kutsamak önemli dediniz. İddianamede bazı yazılarınız var. Bunlar bu koşulları kapsıyor mu? Şık: 27 yıldır gazeteciyim, ben Türkiye yargısına basın özgürlü ğü nedir diye anlatmaktan yoruldum.  Hâkim: İddianame... Şık: Siz o iddianameyi çok ciddiye al mayın. 27 yıldır gazeteciyim tek bir yazım tekzip edilmedi. Bunca yalanın dolaşımda olduğu bir ortamda bu gurur verici bir şey. Hâkim: ‘MİT Reyhanlı katliamını biliyordu’ haberini neden teyit etmediniz? Şık: Nasıl edeyim, MİT’i mi arayayım mesela? MİT yaptım der mi? Siz, ciddi soruyorum bu haberlerimi okudunuz mu? Hâkim: MİT TIR’ları haberine ne diyorsunuz? Şık: Gurur duyuyorum. Hâkim: Savcı Kiraz’ı öldürenler le konuşmanız barışı ve yaşamı savunmaya uyuyor mu? Şık: İsterseniz sorularımı okuyun birlikte karar verelim. Benim bayrağın arkasına gizleyecek bir suçum, dinin arkasına gizleyecek bir günahım yok. Cüppelerinizin insanların canından ve özgürlüğünden yapıldığını bilin. Türkiye cumhurreisliği polis devleti Bir ülkede polis ve yardımcı kolluk güçlerinin, ülke nüfusuna oranının hızla artması, o ülkede yönetimin otoriterleşmesinin, güvenlik devleti görünümü altında polis devletinin kurulmasının şaşmaz göstergelerinden biridir. Bunun bir ileri aşaması, doğrudan siyasal amaçlı kolluk kuvveti kurmak ve geliştirmektir. Genellikle gizli servis kılıfı altında yürütülen siyasal polisin yaygınlaşması, mahkemelerde istihbarat örgütünün fezlekelerinin tartışılmaz delil olarak kullanılması, o ülkenin totalitarizm sularında yüzmeye başladığını gösterir. Artık zihniyet polisi, ahlak polisi, siyasal denetim polisi, hayatın çeşitli alanlarında gözetim, denetleme ve “önleyici müdahale” yetkilerini kullanıyordur. Bütün otoriter rejimler, bir noktadan sonra polis devleti olmaya, istihbarat örgütünün Önder’in/Şef’in/Reis’in şahsi örgütüne dönüşmesine açıktırlar. Hatta mahkumdurlar. Bu tür siyasal polis uygulamalarının son derece karanlık tarihi örnekleri arasında, Romanya’da Çavuşesku zamanında Securitate, günümüz Rusya’sında FSB’nin selefi KGB, Mussolini faşizminde OVRA, Nazi Almanya’sında GESTAPO, Doğu Almanya’da STASI, Arnavutluk’ta SİGURİMİ, Şili’de Pinochet diktatörlüğünde DINA vb. sayılabilir. HHH Türkiye’de de rejim totaliter eğilimlerini giderek daha fazla gösteriyor. Bir yanda, eğitim ve kültür alanında İslamcımilliyetçi bir tek tipleşmeyi artan bir yoğunluk ve yaygınlıkta dayatıyor. Diğer yanda, devletin içinde, doğrudan Reis’e bağlı bir istihbarat teşkilatını giderek daha fazla siyasal polise dönüştürüyor. Bunun yanında, kamu kuruluşları içinde kadro artışı en yüksek kurumun Emniyet teşkilatı olması, kamu yatırımları içinde cezaevi inşaatının ön sıralarda gelmesi, gidişatın yönünü daha açık biçimde gösteriyor. Dün açıklanan KHK. 7 bin 500’ü bekçi olmak üzere, 31 bin 000 kadro Emniyet Genel Müdürlüğü’ne verildi. Bu teşkilat içinde Özel Harekât Başkanlığı kuruldu. Gece bekçilerinin, güvenlik yanında, giderek ahlak bekçisi görevi yapmaları riski yüksek. İktidar aldığı KHK yetkisini, aylardır yaptığı gibi, darbe girişimiyle ilgili olmayan konularda yoğun biçimde kullanılıyor. Anayasayı açıkça çiğneyerek, yeni bir devlet teşkilatlanması örgütlüyor ve bunu yaparken, KHK’lere hukuki kılıf sağlayan olağanüstü halin, geçici değil, gerçek kalıcı anayasal düzen olduğunu ilan etmiş oluyor. OHAL ismen bir gün yürürlükten kalksa da bu rejim ayakta kaldıkça, ruhen olağanüstü hal varlığını sürdürmeye devam edecek. Bunun son işareti, KHK ile MİT yasasına getirilen değişiklikler. MİT’in cumhurbaşkanına bağlanması, Reis’in 2019’daki değişimi beklemeden, bütünüyle kendi denetiminde bir siyasal polis oluşturma telaşını ele veriyor. Bundan böyle, MİT personelinin atama, derece yükselmesi, kademe ilerlemesi ve disiplin hükümlerini düzenleme yetkisi, yurtdışı görevlendirme talimatları, alacakları özel hizmet zammının miktarı, bu teşkilata sözleşmeli personel alımı ve ödenecek ücretler, Reis tarafından belirlenecek. MİT, Milli Savunma Bakanlığı ve TSK içinde de istihbarat faaliyeti yürütme yetkisine sahip olacak. MİT’in 2019’u beklemeden, aynı zamanda parti genel başkanı olan ama cumhurbaşkanı olarak yaptığı işler konusunda sorumsuz olan bir Reis’e bütünüyle bağlanması, iktidarın tek elde toplanmasının yanında, aşırı şahsileştiğini gösteriyor. Sanki bu son önlemlerle Reis, kendi partisinden, kendi hükümetinden de şüphe ederek, doğrudan ve bütünüyle kendi denetiminde olacak bir gizli polis teşkilatına güvenliğini teslim etmeyi arzuluyor. Bu arzu totaliter diktatörlüklerde istisani değildir. Bütün totaliter rejimlerde, reisler en çok kendi çevrelerinin kendilerini alaşağı etmesinden korkar ve ona karşı önlem alırlar. 2019’u bile beklemeden yürürlüğe giren cumhurreisliği devletinin yaptığı gibi. ByLock’u yok ama ByLock’tan tutuklu Gazetemizin 142 gündür ByLock kullandığı iddiasıyla tutuklu bulunan muhasebe çalışanı Emre İper’in telefonunda ByLock bulamayan Emniyet, özel hayatın gizliliğini çiğneyerek, WhatsApp programındaki konuşmalarını dosyaya doldurmuştu. İper hakkında ByLock kullanıcısı olmadığına ilişkin adli bilişim uzmanı raporu da bulunuyor. İper, hakkındaki iddianamenin ana davanın görüldüğü İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyayla birleştirilmesi üzerine 11 Eylül’de yapılacak Cumhuriyet davasında savunma yapacak. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle