03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Çağdaş Sanatlar Merkezi yeni sezona hazır Çankaya Belediyesi, Çağdaş Sanatlar Merkezi’ni yeniliyor. 216 kişilik konser ve konferans salonunun yanı sıra 5 sanat galerisi bulunan merkez 29 Eylül’de yeni sezo na başlayacak. 7 katlı olarak inşa edilen ve 4 katı sanat etkinliklerine tahsis edilen Merkez, sezon açılışını “Boşluk” sergisi ile yapacak. 26 sanatçının eserlerinin yer alaca ğı Boşluk, ziyaretçilerini disiplinlerarası bir yolculuğa çıkaracak. Sergi, ÇSM’nin Füreya Koral ve Andrey Gennadiyeviç Karlov Sergi Salonları’nda 26 Ekim’e kadar görülebilir. Pazartesi 21 Ağustos 2017 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK [email protected] 15 Akıncı’dan Fotoğraf: Mehmet Emin Taylaner yeni CD ‘Escher Günlükleri’... KONUK YAZAR SERHAN BALİ Hani bazen sosyal medyada rastlarız ya, ‘falan manzara veya kişi filanca ülkede olsaydı şu kadar ‘like’ alırdı’ diye. Şevket Akıncı için de öyle düşünüyorum, o da dünyanın herhangi bir gelişmiş ülkesinde yaşıyor olsaydı, şimdi el üstünde tutulan bir yıldız olurdu. Geçenlerde yayımlanan Escher Chronicles (Escher Günlükleri) adlı yeni CD kaydını dinlediğimde bu düşüncem pekişti (Akıncı’nın ülkesinden ziyade dünya avantgarde müzik çevrelerinde daha çok tanındığının altını çizelim). 1972 İzmir doğumlu besteci, doğaçlamacı, aranjör ve prodüktör Şevket Akıncı, Berklee Müzik Koleji çıkışlı. 1994’te okulunu bitirdikten sonra kariyerinde cazdan avantgarde’a, country, folk ve Klasik Türk Müziği’nden elektronica’ya, punktan özgür doğaçlamaya birçok farklı türde kayıtlar yaptı, konserler verdi. 2005’de Korhan Erel’le birlikte kurduğu özgür doğaçlama grubu Islak Köpek, Akıncı’nın Türkiye sınırları içinde belki de en iyi bilinen işi. Grup ismini The Marmara Oteli’nin önünde yağmur yağdığı sırada bile uyuklamaya devam eden miskin bir köpekten almış. A.K. Müzik’ten yeni çıkan Escher Chronicles adlı nefis albümü üzerine sohbet etme fırsatı bulduğum Akıncı’ya sorduğum ilk soru, albümü dinlerken nasıl bir yol izlememiz gerektiği üzerineydi. n Acaba, kitapçıkta kendi sözleriyle gayet güzel açıkladığı Escher desenlerinin içine dalarak mı dinlemeliydik her eseri? Escher Vakfı, resimleri albümün kitapçığına basmamıza izin vermedi maalesef ama evet, amacım aslında buydu. O yüzden, arzu ederlerse resimlere bakarak müziğimi dinleme lerini öneririm, ama şunu da unutmadan: Escher’in işlerini birebir müziğe aktarmaktansa, çoğunlukla, Escher’in üzerimde bıraktığı izlenimlerin peşinden gittim. ‘Asıl zamanımı alan bütçe oldu’ n Albümde yer bulan eserleri bestelemek 78 ayınızı almış. Bu sürecin ilk aylarında sürekli yanlış yönlere gittim, gitarla oda müziği yazmak kadar zor bir şey yok ama kulaktan yapmaya çalışınca işler düzeldi. Asıl zamanımı alan ise bütçe için ge rekli finansmanı sağlamak ve Escher Vakfı’nın cevabını beklemekti ki tüm bunlar iki yıl sürdü. n Escher’in illüstrasyonlarından yola çıkarak besteler yapan bir müzisyenin bu kült Hollandalı grafik sanatçısıyla olan hukukunu da merak ediyorum elbette. Escher zamanı resmedebilen ender ressamlardan. Resim gibi mekânsal bir sanatla müzik gibi zaman sal bir sanatın kesiştiği ilginç noktadır Escher ama onun zaman anlayışı Batı’daki gibi çizgi sel değil Doğu’daki gibi döngüseldir. Doğu’nun dü Şef Orhun Orhon... n Ülkemizde avantgarde müzik yorumculuğu alanında bugüne kadar çok güzel işler yapan, çalgısında usta müzisyenlerden bir araya gelen Hezarfen Ensemble bu albümde yer alan tüm eserleri şef Orhun Orhon yönetiminde kaydetmiş. Kayıtların çoğunluğu MİAM Stüdyoları’nda yapılmış. Hezarfen’le ilgili düşünceleriniz nedir? Hezarfen Ensemble’la beni, daha önce birlikte doğaçlama yaptığım, çaldığım perküsyoncu Amy Salsgiver tanıştırdı. Bu yüzden kendisine son derece minnettarım. Direktörlerden Ulrich Mertin başta olmak üzere topluluktaki her müzisyen son de rece disiplinli, özverili, yardımsever ve en önemlisi maceracı! Yoğun bir programları var ama bu yoğunluk içinde o maceracı ruhu muhafaza etmeleri ve onu her yeni eser için tazelemeleri çok değerli. Hezarfen bugün sadece Türkiye’de değil dünya üzerinde çağdaş müzik yorumlayan en iyi topluluklardan biri. Çok sevdiğim orkestra şefi Orhun Orhon da bu ekiple sık çalışır. Onlarla çalışmak benim için büyük bir şanstı. Bu birliktelik umarım kalıcı olur çünkü hepsi de benim ne yapmak istediğimi çok iyi anladı. Albümün henüz tarihi belli olmayan galasında tekrar bir araya geleceğiz. Şevket Akıncı şünce dünyasına ilgi duyduğum sıralarda çıktı Escher karşıma ve sanırım en çok bu açıdan beni cezbetti. İlgimi çeken bir diğer nokta ise, Escher’in eserlerinin müzikal olması. Bunu kendisi de söyler; örneğin, Metamorfoz adlı işine yatay baktığınızda ritim görürsünüz, dikey baktığınızda ise kontrpuan. Escher’e henüz dalmadan önce de müzikte benim için en öne çıkan iki öğe ritim ve kontrpuandı. Müzikle başka sanatların birlikte var olabildiği postmodern bir dönemdeyiz ve gittikçe daha çok sanatçı ‘kategori dışı’ işler çıkartıyor. Ne şanslıyım ki, son 50 yılın bestecileri bu anlamda çok iyi örnekler verdiler ve ben bu işlerden ilham alabildim. Escher’i de müzikle anlatıp bu son derece özgün sanatçıya saygılarımı sunmak istedim. Bunda ne kadar başarılı oldum bilemem ama samimi olmaya çalıştım. ‘Deleuze’ün ‘Anlamın Mantığı’ bana kılavuz oldu' n Douglas Hofstadter’in GödelEscherBach: Bir Ebedi Gökçe Belik Lewis Carroll’ın İzinde Zihinlere ve Makinelere Dair Metaforik Bir Füg’ kitabı 2011 yılında yayımlandığında içine dalmış ve girdaplar içinde kaybolmuştum. Sizin, çıktığınız Escher yolculuğunda bu kitap size kılavuzluk etti mi? Doğrusunu isterseniz, bu kitaptan çok, Deleuze’ün Anlamın Mantığı adlı kitabı bana kılavuz oldu. O kitapta Deleuze, Lewis Carroll’ın zihin haritasını çizer. Okuduğum en iyi yazım kılavuzudur. Lewis Caroll, Escher için son derece doğru bir referanstır kanımca. Escher’in merdivenleri gibi ‘imkânsız obje’lerine bakın, bunlar pekâlâ Caroll’ın Alis Harikalar Diyarında adlı kitabında da yer alabilirlermiş. Jerry Lewis yaşamını yitirdi ABD’li ünlü komedyen, aktör, şarkıcı, yönetmen ve senarist Jerry Lewis 91 yaşındaydı ABD’li efsane komedyen Jerry Lewis, 91 yaşında hayata gözlerini yumdu. 1950 ve 60’ların en popüler komedyenlerinden biri olan Lewis, 194956 arası şarkıcı Dean Martin’le çevirdiği filmler ve 1963 tarihli “The Nutty Professor” (Aşk Hocası) filmiyle doruğa ulaş Jerry Lewis tırdığı “slapstick” türü komedilerle meşhur oldu. Ama bunların ötesinde çok yönlü bir sanatçı ve iyi bir komedi yazarıydı. 1982’de Martin Scorsese’nin yönettiği, Robert De Niro ile başro lü paylaştığı “The King of Comedy” (Komedi Kralı), 1993’te Emir Kusturica’nın yönettiği, Johnny Depp ile başrolü paylaştığı “Arizona Dream” (Arizona Rüyası) filmleriyle yeni kuşaklara da ulaşan ve sinemaseverlerde silinmez izler bırakan Lewis, Kas Distrofisi Derneği için 2.6 milyar bağış toplamak gibi bir dizi hayırsever faaliyete de imza atmıştı. Kronik kalp hastalığının yanı sıra birçok sağlık sorunu bulunan Lewis’in dün doğal nedenlerden öldüğü açıklandı. ‘Ülkemizin kültürüne ihanet’ Fatma Girik, Antalya Film Festivali’nde ‘Ulusal Yarışma’nın kaldırılmasına sert tepki gösterdi. 54.Uluslararası Antalya Film diğini belirterek, “Bu festival geleneğini Festivali’nden ‘Ulusal yok saymak, ülkemi Yarışma’ kategorisi zin kültürüne de iha nin kaldırılmasına yö nettir. Kaldı ki biz nelik tepkiler sürüyor. uluslararası festival Yeşilçam’ın efsane lere katılma başarısı oyuncusu Fatma Girik, nı elde etme zengin değişiklikle ilgili sert liğini göstermiş bir tepki gösterdi. Girik’in sinemanın gücüyüz. görüşleri, SineSen he Derdimiz uluslarara sabından paylaşıldı. Fatma Girik sı festivallere karşı “Bir karenin 100 yıl olmak değil. Başka lık hatırı vardır. 100 bir organizasyon da yıllık aşk, Türkiye’de sinema ve yapılabilir ama bu Antalya Film seyirci ilişkisi” diyen Girik, bu Festivali’mizin isminden ‘ulusal’ değişiklikle bütün sinema tarihi kelimesinin kaldırılmasını ge mizin, 100 yıllık aşkın inkâr edil rektirmez” dedi. Yılmaz Güney’in rol aldığı ‘Hudutların Kanunu’ adlı filmden bir kare. Scorsese bu kez Akad’ı seçti Oscarlı sinemacı Martin Scorsese, Dünya Sineması Projesi’nin 2. seçkisinde Ömer Lütfi Akad’ın ‘’Hudutların Kanunu’’ (1966) adlı filmine yer verdi. Projenin ilk ayağında da Metin Erksan’ın ‘’Susuz Yaz’’ (1963) adlı filmine yer veren Scorsese bu sefer seçki için toplam 7 film seçti. Scoesese’nin 2007’de kurduğu ve tüm dünyadan önemli başyapıtları restore ederek korumaya alan The Film Foundation (Film Vakfı) için oluşturduğu ve Criterion tarafından DVD ve Bluray formatlarında satışa sunulan bu ikinci seçkide şu filmler yer alıyor: ‘’Insiang’’ (Lino Brocka Filipinler), ‘’Mysterious Object At Noon’’ (Apichatpong Weerasethakul Tayland), ‘’Revenge’’ (Ermek Shinarbaev Kazakistan), ‘’Limite’’ (Mario Peixoto Brezilya), ‘’Hudutların Kanunu’’ ve ‘’Taipei Story’’ (Edward Yang Tayvan). 9 diskten oluşan kutu setinde gazeteci/sinemacı Bilge Ebiri’nin filme dair yazdığı bir yazı ve yapımcı Mevlüt Akkaya ile yapılmış bir video röportaj da var. Gergedanın suçu ne? Çoğulculuğun değil çoğunluk tahakkümünün ağır bastığı, farklı düşüncelerin özgürce ifade edilip tartışılabilmesine kapıların kapatılıp siyasetin biat üzerinden tanımlanmaya başladığı ortamlar otoriterliğin doğal fideliğini oluştururlar. Bu fidelikte simgeler, hatta tek tek sözcükler zaman içinde değişen, kendi temsil boyutlarını çok aşan değerler yüklenir, deyim yerindeyse birer mayına dönüşürler. Tarkovski’nin, geçilmemesi gereken sınırın (“kırmızı çizgi” de diyebilirsiniz) ötesine yolculuğu anlattığı unutulmaz “İz Sürücü” (“Stalker”) filminin “iç mekânda yaratılmış çöl” sahnesindeki gibi, yanlış bir adımda mayın tarlası canlanır, mayınlar art arda patlamaya başlar ayaklarınızın altında. Asabiyye parçalanınca... Aslında siyasetin tüm ezici etkisine karşın, söz konusu olan bir kültürel ortamdır. Çünkü siyasetin kapsayabildiği zaman diliminden çok daha uzun süreli bir aralığa ve çok daha derinlemesine yerleşmiştir, kendine bir tür “yaşam alanı” oluşturmuş, toplumun genlerine sızacak zamanı bulmuştur. İki yanında mayın tarlalarının kurulduğu simgesel sınır(lar), toplumu fay hattı (hatları) gibi ortasından yarar, parçalar. Bu, aynı zamanda toplumları bir arada tutan çimentonun da giderek ufalanması, dağılması anlamına gelir. Çünkü kurucu “toplumsal sözleşme” simgeler savaşında ifadesini bulan “ötekileştirici düşman hukukları”nın pençesinde rafa kaldırılmıştır. Temel sözleşmelerin, yani hukuk, etik gibi hem egemen olduğu hem de içselleştirildiği varsayılan değer manzumelerinin rafa kalkması, bir yandan sürü psikolojisini diğer yandan ilginç bir paradoks sonucu daha fazla parçalanmayı ve hizipleşmeyi teşvik eder. Çünkü bireysel güvence artık genel kurallara uymakta değil, iktidar odaklarına yakın olmakta aranır. O nedenle bir yandan hamaset, diğer yandan ayak oyunları hız kazanır. İstediğiniz kadar “birlik, beraberlik” nutukları atın, İbn Haldun’un meşhur tanımıyla, “asabiyye” parçalanmıştır artık. Toplumsal fars Etraflarına topladıkları küçük ya da büyük kalabalıklarla küçük ya da büyük güç odakları oluşturarak varlıklarını sürdüren küçük ya da büyük derebeyler, merkezden çevreye doğru yaydıkları biat kültürüne ve bol bol hamasete yaslanarak iktidarlarını sürdürmeye çalışırlar. Çünkü iktidarsız yapamazlar. Bu, kısmen onların, çok daha geniş ölçüde de onlara maruz kalanların trajedisidir. Sorgulamadan yürüyormuş gibi görünen kalabalıklar ise bir yandan sürüden farklı ses çıkarmamaya, diğer yandan da sürü içinde öne geçmeye çabalarlar, bu amaçla tepişip dururlar. Bu da onların komedisidir. Sonuçta ortaya, bir tarafı “Macbeth”e, diğer tarafı “Gergedan”a uzanan bir toplumsal trajikomedi, bir fars çıkar. Ve hepimiz ruhlarımız paramparça bir halde, mayın tarlalarında korku içinde koşuşurken güleriz ağlanacak halimize, ya da ağlarız gülünecek halimize... Simgelerle başladım, simgelerle ilgili bir soruyla bitireyim. Simgelerin “zamanın ruhu”na göre belirlenen, farklı anlam katmanları içinde şekillenen ilginç yolculukları oluyor. Acaba Ionesco “Gergedan”ı 1959’da değil de, insanın bu gezegene gelmiş hem en yaratıcı hem de en yok edici canlı olduğu konusunda artık fazla bir kuşkuya yer kalmayan günümüzde kaleme alsaydı, bu kadar insanmerkezci davranır, zavallı gergedana bu kadar haksızlık eder miydi? ‘MTV Unplugged’ dönüyor Müzik tarihinde kült haline gelen performanslarla akılda kalan MTV Unplugged seri Nirvana si geri dönüyor. Özellikle 19891999 yılları arasında Nirvana, Pearl Jam, Eric Clapton, Bob Dylan, Björk, The Cure, Sting, R.E.M., Neil Young gibi isimlerin müzik performansları ile hatırlanan MTV Unplugged serisi bu kez farklı bir formatla izleyiciyle buluşacak. Müzisyenlerin veya grupların ilk konserlerini verdikleri, hiç çalmadıkları veya kendilerinin istedikleri mekânlarda gerçekleştirecekleri performanslardan oluşacak olan MTV Unplugged’ın 8 Eylül’de yeni bölümleriyle yayımlanması bekleniyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle