06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 26 Nisan 2017 EDİTÖR: PELİN ÜNKER TASARIM: BAHADIR AKTAŞ YALANCI BAHAR ekonomi 9 Borsa ve TL küresel rüzgârı arkasına alarak son dönemde iyi performans gösterse de bu rüzgâr tersine dönebilir. Reformlar ve AB ile ilişkiler piyasalar için kritik Fransa’da seçimlerin sonucu, Brexit’in bir benzerinin Fransa’da yaşanması ihtimali ni azaltırken küresel piyasalarda ciddi bir risk iştahını da beraberinde getir di. Diğer yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın politikalarının enflasyonu artıracağı beklentisiyle küresel piyasalar uzun zamandır pozitif. Daha önce referandum riski nedeniyle küresel pi yasalardaki pozitif hava PELİN ÜNKER dan olumsuz ayrışan Türkiye piyasaları da uzun za man aradan sonra ilk kez diğer gelişen piyasalar gibi bu gelişme lerden olumlu etkilendi. Dolar/TL 3.58 ile iki ayın en düşük seviyesine kadar indi. Borsa İstanbul 94 bin puanı geçe rek tarihi rekorunu kırdı. Ancak bu olumlu hava fazla uzun sür meyebilir. Çünkü piyasalar için de orta vadede kritik olan ekonomik reformlar ve AB ile ilişkiler. Türk Lirası, Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’yi yeniden denetim sürecine al masıyla dolar/TL gün içinde 3.60’a geri döndü bile. Bu, gelecek dönemde AB ile ilişkilerin daha yakından takip edilece ği anlamına geliyor. Diğer yandan piya salardaki bahar havası reel ekonominin iyiye gittiğine işaret etmiyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek 17 Nisan’da reform gündemine dönüleceğini açıkla sa da hükümetten bu konuda herhangi bir adım gelmedi. Aksine siyasi gündem hâlâ ön planda. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yeniden AKP Genel Başka nı seçileceği olağanüstü kongre ve bu kapsamdaki siyasi gelişmeler piyasaların takibinde olacak. Bu nedenle piyasalar verdiği avansı kısa sürede geri alabilir. Kayıplar geri alınmadı Kurda son günlerde yaşanan düşüş ise liranın yeterince güçlendiği anlamına gelmiyor. Türk Lirası gelişen ülke para birimleri içinde yılbaşından bu yana değer yitiren tek para birimi olmayı sürdürüyor. 30 Aralık’ta dolar/TL 3.5176 seviyesindey di. Buna göre TL yılbaşından bu yana halen yüzde 1.85 kayıpta. Aynı dönemde Rus Rublesi, Meksika Pezosu, Brezilya Reali’nin de aralarında olduğu yedi gelişen ülke para birimi dolara karşı yükseldi. Meksika Pezosu’ndaki yükseliş yüzde 10’a ulaştı. Uzun zamandır dip seviyelerde hareket eden Borsa İstanbul (BIST) 100 Endeksi ise yeniden satışa dönse de günü 94 bin 634 puandan kapattı. SİYASİ RİSKLER DEVAM EDİYOR Ekonomist Gizmen Nalbantlı, “Referandum sonrası yabancı bankaların hisse senetlerinin hedef fiyatlarını yükseltmesi ile güçlenen yükseliş, Fransa seçimleri sonrası borsaya rekor getirdi. Borsada bir önceki zirve seviyesinin üzerindeki kapanışlar 95 bin 500’lere kadar yükselişin devamını getirebilir. Ancak bilanço dönemi sonrasına dikkat etmek gerekiyor. Özellikle bankalardaki yükselişte iyi bilanço beklentileri satın alınıyor. Teknik olarak 88 bin90 bin bölgesi aşağı yönlü geçilmedikçe yukarı trend sürecek” dedi. Nalbantlı’ya göre, “Piyasada referandum stresi azalsa da bu siyasi risklerin bittiği anlamına gelmiyor. Yurtdışı piyasalarda azalan risk algısı jeopolitik risklerin artmasıyla yeniden ar tabilir. Diğer tarafta Fed’in faiz artışları gelişen piyasalardaki iyimserliği değiştirebilir. Kurlarda görülebilecek yükseliş tahvil ve borsayı olumsuz etkileyebilir. AB ile ilişkilerde orta vadede piyasaları etkileyecek önemli risk faktörü olarak karşımıza çıkıyor.” Gizmen Nalbantlı ‘Merkez, faizleri sabit tutacak’ JPMorgan, Merkez Bankası’nın bugünkü Para Politikası Kurulu toplantısında faizlerde değişikliğe gitmesini beklemiyor. Bankanın 25 Nisan tarihli raporuna göre Merkez, gecelik borçlanma faizini (koridorun alt sınırı) yüzde 7.25, 1 hafta vadeli repo faizini (politika faizi) yüzde 8.00, gecelik borç verme faizini (üst sınır) yüzde 9.25 ve geç likidite penceresi faizini yüzde 11.75’te sabit tutacak. JPMorgan, enflasyondaki artışın temel nedeni kur geçişkenliği olduğundan, daha fazla sıkılaştırmaya ihtiyaç olmadığını kaydetti. l Ekonomi Servisi Dijitalleşme kurumlar için kritik Türk Sanayicileri ve İşadamları Der neği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, “Verimlilik ve rekabet baskısı yenilikçi fikirlere yatırım yapmayı, ürün ve hizmetlerin tasarım, üretim ve sunumunda teknolojiyi odağa almayı gerektiriyor. Kurumların dijitalleşmesi, gelecekte hayatta kalabilmeleri için yaşamsal ve en kritik konu haline geliyor” dedi. “Dijitalleşen Dünyada Ekonominin İtici Gücü: eticaret” raporunun tanıtımında konuşan Bilecik, küresel di namiklerin hızla değiştiği günümüzde, Türkiye’nin de dev dijital dönüşüm dalgasında ayakta kalacak ekonomiler arasında yer almayı hedeflemesi gerektiğini söyledi. Bilecik, dünyada eticaretin perakendeden aldığı pay yüzde 8.5 iken, Türkiye’de oranın 2016 itibarıyla yüzde 3.5 olduğuna dikkat çekti. l Ekonomi Servisi Erol Bilecik Pimaş’tan bir tasfiye kararı daha PVC, kapı ve pencere sektörünün köklü şirketlerden biri olan Pimapen’in kurucusu Pimaş, Türkiye’de tek üretim tesisi olan Gebze fabrikasını kapatma kararından sonra bu kez de Rusya’da tasfiye kararı aldı. Pimaş, Rusya’daki bağlı ortaklığı Enwin Rus’un faaliyetlerini 2015 yılında durdurmuştu. Şirketin yönetim kurulu, tasfiye işlemlerine başlamaya karar verdi. l Ekonomi Servisi u Ekonomik gelişmelerle orantılı zam alamadığı için ortalama maaş alan bir memurun aylık zararı 1085 lira, en düşük dereceli memurun aylık zararı 515 lira olarak hesaplandı. Gıda fiyatları arttı yoksulluk katlandı Türkİş: Bekâr bir işçinin yaşama maliyeti aylık 1900 lira KamuSen: Ortalama memur maaşı yüzde 40 zararda MUSTAFA ÇAKIR Ekonomik gelişmelerle orantılı zam alamadığı için ortalama maaş alan bir memurun aylık zararı 1085 liraya çıkarken, asgari ücret 1404 lira olmasına karşın bekâr bir çalışanın yaşayabilmesi için yapması gereken aylık harcama tutarı 1900 liraya dayandı. Türkİş’in nisan ayı “açlıkyoksulluk” araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1518 TL, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 4 bin 944.63 TL oldu. Memur da aynı Türkiye KamuSen ArGe Merkezi’nin yaptığı araştırmada ise memur maaşlarının 2002’den beri büyüme ve enflasyonla orantılı olarak artmadığına dikkat çekildi. Araştırmada ortalama memur maaşının olması gerekenden yüzde 40.1, en düşük memur maaşının yüzde 25.3 daha düşük kaldığı belirlendi. Araştırmaya göre, 20022016 arasında ekonomi 6.2 kat genişlerken en düşük dereceli memur maaşı 5.7, ortalama memur maaşı 5.1 kat arttı. l ANKARA Domatesin fiyatı uçuyor Son günlerde fiyatı 56 lirayı aşan domatesin ateşi tarla mahsulleri çıkana kadar düşmeyecek. Geçen yıl seralara çok ekilen domatesler para etmeyince bu sene üreticiler yüzde 30 daha az ürün ekti. Antalya’daki seraları bir de don vurunca domates fiyatları tavan yaptı. Seralarda domates hasadı sona ererken, fiyatların düşmesi için tarla mahsulü domateslerin çıkması bekleniyor. l Ekonomi Servisi Doğalgaz tüketiminde rekor Hava sıcaklığının mevsim normallerinin altında seyretmesi ilk çeyrek tüketiminin beklentilerin 3 milyar metreküp üzerinde gelmesine neden oldu. Tüketimin yıl sonunda ise 47.5 milyar metreküplük ilk beklentiyi aşıp 50 milyar metreküple rekor kırması bekleniyor. Türkiye Doğalgaz Dağıtıcıları Birliği Derneği Başkanı Yaşar Arslan, “Isınma amaçlı tüketime ilave olarak elektrik üretimi amaçlı doğalgaz tüketiminde de olacağı beklentisi ağırlık kazandı. Bu yıl 50 milyar metreküpe yaklaşan bir tüketimle tüm zamanların rekoru gerçekleşebilir” dedi. l Ekonomi Servisi Rusya’dan petrol uyarısı Rusya, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyeleri ve üye olmayan ülkeler arasında yapılan üretim anlaşması 30 Haziran sonrasına uzatılmazsa üretimini 30 yılın en yüksek seviyesine çıkarabileceğini açıkladı. OPEC, Rusya ve üye olmayan bazı diğer ülkeler 2017’nin ilk yarısında petrol üretimini günde 1.8 milyon varil düşürmek konusunda anlaşmaya varmışlardı. Rusya’nın üretim kesintilerine günlük katkısı yaklaşık 300 bin varil. Eski ‘sol’ popülizmden yeni ‘sağ’ popülizme Politik iktisat yazınına sessiz sedasız yeni bir kavram eklendi: “Sağ popülizm”. Kavram, özellikle kapitalizmin küresel krizi ile birlikte iktisadi durgunluğa koşut olarak demokratik kurumlardaki çöküntüyü, artan siyasi şiddeti ve küreselleşmenin “nimetlerinden” faydalanamayan dışlanmışların, marjinallerin ve yoksullaşan kitlelerin özlemlerine yanıt arayışlarını içeriyor. ABD ve Avrupa’da (yeniden) yükselen milliyetçilik ve ırkçılık ve bunların Le Pen, Trump ve Brexit ve benzeri biçimlerde boy göstermesi, kavramı “güncel” bir gerçeklik haline dönüştürmekte. Peki, söz konusu dönüşümleri aktarmak için kullanılan ve önüne “yeni” ve “sağ” sıfatları eklenerek güncellenmeye çalışılan bu sözcük, gerçekten ne derece anlamlı? Önce “popülizm” kavramının geleneksel öğelerini anımsayalım. “Popülizm” İkinci Dünya Savaşı sonrasının son derece özgün koşullarında, “sosyal refah devletinin” ve buna dayanak sağlayan “Keynesgil genişleyici politikaların” bir uzantısı olarak şekillenmişti. İki Dünya Savaşı ve 1930’ların Büyük Buhranı’nın ardından Fordist montaj hattı teknolojisinin sunmuş olduğu yüksek üretkenlik artışları bütün dünyada hızlı bir sermaye birikimi ve büyüme döngüsü yaratmaktaydı. “Kapitalizmin Altın Çağı” denilen bu süreçte, işçi sınıfı (özellikle sanayi işçisi) toplusözleşmeli sendikal haklara kavuşurken devlet aygıtı emekçi orta sınıflara ücretsiz (ya da göreli ucuz) eğitim, sağlık ve sosyal hizmet olanakları sunarak orta sınıfların gelişmesine ve kendisini yeniden üretebilmesine olanak sağlıyordu. Aynı zamanda da sermaye, artan üretkenlik kazanımları sayesinde işçi sınıfının sosyal kazanımlarını “hoş görüyle” karşılamak durumundaydı. Kırsal köylülük de dahil olmak üzere, emekçi kesimlere yönelik bu genişleyici politikalar “sol” siyasi bir duruş ile birleştirilip “popülizm” kavramıyla karşılanır oldu. Juan Perön’un Arjantin’inden esinlenerek, kavram “Peronizm” diye de anılmaktaydı. Ancak burada bir not ekleyelim. “Popülizmin” ve sosyal refah devletinin bu dönemdeki göreceli yüksek büyüme ve refah artışlarını sadece uygulanmakta olan genişleyici Keynesgil politikalara ve Fordist teknolojinin yüksek üretkenlik kazanımlarına bağlamak doğru olmayacaktır. Zira bu dönemde geri planda bir yandan da iç ve dış göçmenlerin yarattığı ve kentlerin dış çeperlerine yerleşmiş (Türkiye’de gecekondular, Latin Amerika’da favalelalar) kent yoksullarının ucuz işgücü deposu olarak insanlık dışı koşullarda sömürülmesi ve kadın emeğinin ev ekonomisi dahilinde ücretsiz olarak üretim sürecine dolaylı olarak dahil edilirken emeklerinin karşılıksız bırakılarak hipersömürüye açılması olguları bahsettiğimiz sosyal refah devleti politikalarının “finansmanını” kolaylaştırmaktaydı. HHH Ancak 1970’lere gelindiğinde artık bu bahsettiğimiz kent yoksulları ve sosyal olarak dışlanmış kitleler, örgütlü işçi sınıfının sınıfsal talepleri ile buluşmaya başladılar. Tüm dünyada sol toplumsal muhalefet yükselişe geçmekteydi. Aynı zamanda da Fordist üretim teknolojisinin sınırlarına ulaşılmış, olgunlaşan teknolojik yenilikler önce Uzak Asya’da daha sonraları da Latin Amerika ve diğer “yeni sanayileşen ülkelerde” taklit edilmeye başlanmış idi. Küreselleşme süreci derinleşip rekabet şiddetlendikçe, gelişmiş ülkelerin sanayi sektörlerinde kâr oranları çöktü; kapitalizm krizi ertelemek için yepyeni tasarımlara yöneldi, finansallaşma, serbestleştirme, esnekleştirme ve sosyal refah devletinin tasfiyesi... Bu politikalar 1980’ler boyunca neoliberalizm adıyla anılageldi. Amerikalı Marxist Coğrafyacı David Harvey bu dönüşümü “kapitalizm 1980’lerden bu yana değişik çalışıyor” sözleriyle özetleyecekti. Kapitalizm küresel rekabete açıldıkça ve sermaye heterojenleşip farklılaştıkça ona bağlı olan emek süreçleri de farklılaşmakta, parçalanmakta ve marjinalleşmekteydi. Bir yanda marjinal enformal emek, diğer yanda örgütlü (sendikal vb. haklardan hâlâ yararlanmayı sürdürebilen) formal işgücü ayrımı derinleşti. Bu parçalı yapıya bir de göçmen işgücü eklenmeye başlarken sistem de kabaca 1990’lardan bu yana yeni üretkenlik kazanımlarını sağlayamamaktaydı. Bu ortamda kapitalist sisteme karşı olası toplumsal muhalefetin bastırılması ise ancak milliyetçi/etnik/cinsiyete dayalı ayrımcılıkların körüklenmesini gerekli kılacaktı. “Yeni sağ popülizm” denilen olgu (aslında doğrudan neofaşizm) işte bu ortamda yeşerdi. Ancak bu koşullar altında sermayenin artık liberal burjuva demokrasisinin maliyetlerini karşılayamadığı ve demokrasi kurumlarının da sermaye birikimi önünde ayakbağı olduğu görülecektir. Samir Amin’in deyişiyle “kapitalizm artık dünyayı savaş konjonktürü olmadan yönetemez” konuma sürüklenmektedir. Kısacası, 21. yüzyıl kapitalizminin birikim koşulları savaş, şiddet ve baskı içermektedir. Burjuva demokrasisi ve kurumları sermaye birikimi önüne engeller çıkartan bir gereksiz maliyet unsuruna dönüşmüştür. Yukarıda yazının başlığını “Sol” Popülizmden Yeni “Sağ” Popülizme diye yanlış yazmışım; bu gözlemler ışığında doğrusu, “Sol” Popülizmden, “NeoFaşizme” olmalıydı. Okuyucularımdan özür dilerim. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle