05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 27 Aralık 2017 TASARIM: FUNDA YAŞAR ER [email protected] RİSKLERİN GÖLGESİNDE EKONOMİ 4 Kamunun borcunun iki, özelin borcunun ise yedi kat arttığına dikkat çeken Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, ekonomi için bir dizi riskin yanı sıra, geçilmeyen köprü, muayene olunmayan hastane için kaynak aktarılan mekanizmadan, geleceğinden endişe ediyor Yurttaşın cebindeOLCAYBÜYÜKTAŞ [email protected] isklerin gölgesindeki ekonomi için değerlendirmesine, “or Rta vadeli planda (OVP) 2017 TÜ FE tahmini yüzde 9.5, MB Enflasyon Raporu’nda yüzde 9.8’di. Halbu yangınki tüm göstergeler 2017’nin çift hane var li bir enflasyonla kapatılacağını göste riyor. Daha da önemlisi, ekim sonu itibarıyla 2016’da düşük kur ve enerji fiyatları nedeniyle yüzde 2.84 olan ÜFE 2017’de yüzde 17.28’e yükselmiş durumda. Bu haliyle maliyet enflasyonu Hayri Kozanoğlu olarak sade yurttaşın yaşamını etkileyecek. Son iki ayda doların yüzde 17 sıçradığını hatırlarsak, yaklaşık yüzde 15 hesaplanan “geçirgenlik etkisi “nedeniyle kur da enflasyona bir 2.5 puan katkı yapacak, bu yurttaşın cebine 6 ay içerisinde hayat pahalılığı olarak yansıyacak. Gıda ve alkolsüz içecekler ve ulaştırma gibi, düşük gelirlilerin tüketim sepetinde ağırlığı fazla olan kalemlerin fiyatının ortalama enflasyondan daha fazla artması da, yoksulların enflasyondan belinin dahi fazla bükülmesine yol açıyor” sözleriyle başlayan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Merkez Altınbaş Üniversitesi öğretim üyesi. Prof. Dr. Mustafa Hayri Kozanoğlu’nun BirGün gazetesinde düzenli yazıları yayımlanıyor. ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’ne araştırma görevlisi olarak girdi; yüksek lisans ve doktorasını işletme finansmanı konusunda yaptı. Bir ara Eximbank’ta görev aldıktan sonra, 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’ne girmiştir. Bir dönem ÖDP başkanlığını yaptı. Evli ve iki çocuk babası. Aralarında Küresel Krizin Anatomisi, Neoliberalizmin Gerçek 100’ü, Küreselleşme Heyulası’nın bulunduğu birçok kitabın yazarı. Bankası’nın (MB) tüm öngörülerinde, bir taraftan Saray’ı sıçratmayacak, öte yandan “piyasalarda” ciddiyetsiz izlenimi yaratmayacak bir, “orta yol” tutturmaya çalıştığını dile getirdi. Birkaç gündür okuduğunuz dizi için görüştüğümüz Kozanoğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlardan ortaya çıkan tablonun satırbaşları şöyle: Fiyatlar yukarı çıkacak Şirketler de, özellikle kur kaynaklı girdi maliyetlerinin artması sonucu, fiyatları yukarı çekme eğilimine girecekler. Talebin, azalan satın alma gücü nedeniyle yeterince artmaması, muhtemelen maliyetleri tümüyle fiyatlara yansıtamamalarını getirecek. Deneyimlerimizden bildiğimiz gibi, bu bahanelerle ücretleri reel olarak düşürmeye çalışacaklar. Bu tablo ise, “stagflasyon” diye adlandırılan, durgunluk içerisinde enflasyona davetiye çıkarır oHsçriapyzıtaçvyuila1lye7arrırşabaiyn’rtyttKstoiiorıimmaağyoBlalylşlaaıaizaaaşnMaınndanyrnadıngddneoankscudıaaocdranğöerbaknasğaiucuyblneikıerlimrld’yudinzemSneboag,ıduyadnnhilaÜeerir,eyakfayatFnylçueaaiyE6şraartPcsd’’intıcdsdyaariaadioedykozrğafmlenbiyiın.çkntuüiaDiılrnnizyrbd,da. ieer ne yazık ki... İşsizlik can sıkıcı Psikolojik sınır aşıldıManşet işsizlik oranı evet iki hane Reel sektörün li yüzde 10.6 ama, hâlâ tarım istihdamı yüzde 20’lerde seyreden bir ülkeyi, ta Son açıklanan rakamlara göre Türkiye’nin dış borçları 432.3 ekonomik krizler hep özel sektörün dış borç yükümlülüklerini, kamunun döviz açığı sıkıntılı rımda çalışanların oranının yüzde 12 olduğu gelişmiş ülkelerle karşılaştırmak için, en son yüzde 12.8 olan tarım dışı işsizlik oranına bakmak daha anlamlı görünüyor. Genç nüfustaki işsizliğin yüzde 20.6 olması, işgücüne yeni katılan genç nesillere iş kapıları açamamamız gibi daha vahim bir duruma işaret ediyor. AKP’nin sözcüleri ne zaman Avrupa ile bir sorun yaşansa, AB’nin çöken ekonomisinden dem vururlar. Bu teşhis kısmen doğruluk payı içerse de, en son rakamlar Avro bölgesi işsizliğinin yüzde 9.1’e gerilediğine işaret ediyor. Aslında bu istatistik de yanıltıcı olabilir; çünkü AB’de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 50, ortalama yüzde 56.5; yüzde 9 civarı işsizliği göz önüne alınca çalışma yaşındaki her 100 kişinin 51’inin istihdam edilebilmesi gibi parlak olmayan bir sonuç çıkıyor. Gelgelelim, Türkiye’de erkeklerin yüzde 71’inin işgücü piyasasına çıkmasına karşın (AB’nin 10 puan üzeri bir oran), kadınlarda yüzde 30 civarında. Dolayısıyla her 100 kişinin 50’sinin emek piyasasına katılması, bunların ancak 44’ünün iş bulması gibi çarpık, AB’nin de gerisinde bir performans ortaya çıkıyor. milyar dolara ulaşmış durumda. Bu, GSYH’nin yüzde 51.8’ine denk geliyor ki, 2002’den beri yüzde 50’lik psikolojik sınır ilk kez aşılmış oluyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana, kamunun dış borcu kabataslak 2 kat artarken, özel sektörün dış borç stoku 43 milyar dolardan 302 milyar dolara yükselip 7 kat sıçradı. Ama hatırlanırsa 1994, 1999, 2001, daha önce 1979’da yaşanan üstlenmesiyle sonuçlanmıştı. Son tahlilde faturayı ödeyen de hep vergi mükellefi sade yurttaş olmuştu. Uluslararası sermayenin mutemet adamı Kemal Derviş’in, “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın belkemiğini yabancı bankaların alacaklarını eksiksiz tahsili oluşturuyordu. Doğrusu bu kez de bende böyle bir endişe söz konusu. Ne iş var ne de okul Diğer önemli bir istatistik ise, “ne bir işe sahip olan, ne de eğitim süreçlerinde bulunanların” oranını veriyor. Bu istatistik, bir bakıma bir ülkenin geleceğinin aynası. OECD’de yüzde 14.5 oranı yetkilileri kaygılandırırken, Türkiye’de oran yüzde 30 civarında. Çünkü bir işi bulunmayan, becerisini geliştirme şansı da bulamayanların, emek piyasasından kalıcı dışlanma tehlikesi var. Ayrıca bu gençlerin ebeveynleri de işsizse ciddi bir yoksulluk tehlikesi baş gösteriyor. Ayrıca, Türkiye özelinde, dış borç ların yüksek düzeyi, özellikle reel sektörün 300 milyar doları aşan borç yükü, ekonomi politikasının Saray’ın ufkuyla sınırlı bir vizyona sahip olduğu algılaması, her gün hiçbir ekonomi öğretisine sığmayan açıklamaların ekonomi ile ilgili bakanların ağzına sakız olması, ülkenin stratejik ve jeopolitik risklerinin sürekli yalpalayan dış politika nedeniyle artması, bu güvensizlik ortamının yerleşikleri de döviz tevdiat hesaplarına yönelmeye teşvik etmesi gibi etmenler, doların 4 TL’ye dayanmasının temel nedenleri olarak sıralanabilir. Türkiye ekonomisi tartışılırken çok dile getirilen rakamlardan birisi de, reel sektörün 212 milyar dolar döviz açığı. Türkiye’nin önümüzdeki 1 yılda ödemesi gereken 170 milyar dolar dış borcu, muhtemelen yıl sonunu 40 milyar doların üzerinde kapatacak cari açığı bulunuyor. Bu da önümüzdeki yıl 210 milyar dolar taze döviz kaynağına ihtiyaç duyulması anlamına geliyor. 2017’nin 9 ayında gerçekleşen 31.1 milyar dolar cari açığın, 23.5 milyar doları portföy yatırımlarından finanse edilirken, sadece 2.5 milyar dolar taze kredi sağlanabildi. Bunun diğer anlamı, cari açığın yüzde 75’inin “sıcak para” denilen, yani borsaya, devlet iç borçlanma senetlerine ve repoya gelen ve anında ülkeyi terk etme eğilimine girebilecek kaynaklardan sağlanmış olması. Türkiye’ye ilişkin kredi limitlerinin daraltıldığı yolundaki haberler, önümüzdeki dönemde cari açığın baş ağrıtacağını gösteriyor. Demokrasi yoksa ekonomi de düzlüğe çıkmaz Asıl yük aktarılan kaynak Artık kimse Merkez Bankası’na inanmıyor. Buna Cumhurbaşkanı da dahil ama “beni dinlemiyorsunuz, faizleri indirseniz böyle olmaz” iddiasında. Sadece piyasa aktörlerinin değil ekonomiden sorumlu bakanların ve Merkez Bankası yönetiminin de bu iddiaya katılmadıkları belli. Ama Merkez üzerindeki baskı nedeniyle gereken faiz artırımına da gidemiyor. Son PPK toplantısında “ne şiş yansın ne kebap” tadında fonlama faizinde 0.5 puanlık artış yaptılar. Yatırımcılar 1 puan artış bekliyordu. Bu koşullarda enflasyonda sert ve kalıcı bir düşüş beklenmi yor. Önümüzdeki iki ay baz etksiyle bir gerileme olacak ama sonra ne olacağı beli değil. Çift haneli enflasyon iyice katılaştı. Banka faizleri yüksek düzeylerini uzun süre koruyacak. Yüksek faizler ve belirsizlik tüketici ve yatırımcı davranışlarını olumsuz etkilemeye devam edecek. Son aylarda gerek tüketici güveninde gerek reel kesim güvenindeki sürekli düşüşler bu yüksek enflasyonyüksek faiz ortamının bir yansıması olarak değerlendirilmeli. Faiz politikası hususunda bu kadar tezat varken ne kur ne de fiyat istikrarı sağlanır. Kırılgan beşli artık kader Bir ekonomi, dizginsiz sermaye akımlarına düzenlemeler getirebilir, “sıcak paraya” yönelik vergi ve stopajları artırabilir, o takdirde benim gibi kamucu iktisatçılardan da destek alabilir. Ama sizin Cumhurbaşkanınız Avrupa Parlamentosu Başkanı’na “Ben senin ne fırıldak olduğunu bilmez miyim?” diye amiyane ifadelerle hitap ediyorsa; yine Türkiye’de en büyük doğrudan sermaye yatırımcısı Hollandalıların “karakterine, cibilliyetine” saydırıyorsa, bu külhani üslup kendi dinci ve şoven kitlesini tatmin etmek dışında hiçbir yarar sağlamaz, aksine bugün gözlemlediğimiz gibi ekonomiyi olumsuz etkiler. Bir ülke politik ve jeostratejik ittifaklarını da gözden geçirebilir; ne var ki, evvelki yıl Çin’le füze anlaşması imzalar sonra bunu NATO telkinleriyle iptal ederseniz; şimdi Rusya’dan S400 füzesavar sistemi alacağınızı ilan eder, ama ekonominin geleceği AB’ye yapılacak ihracata bağlı kalmaya devam ederse, bütün üretim standartlarınızı, lisansları, tedarik zinciri diye tabir edilen çok uluslu şirketlerin üretim ağlarını AB çıpasıyla şekillendirirseniz, “sıcak paranın” kaynağı büyük ölçüde Batı’ysa “altı kaval, üstü şeşhane” bir ekonomipolitik anlayışla yol alamazsınız; PakistanKuveytMısır ile birlikte “kırılgan beşli” üyeliğinden kurtulamazsınız. Bu olan bitene çözüm önerisi olarak; ülkenin “demokrasi, insan hakları, gösteri ve toplanma özgürlüğü, basın özgürlüğü, akademik özgürlükler” benzeri konularda yol almadan, ekonomiyi düzlüğe çıkaracak teknik politika önerileri yapmanın bir sonuç getireceğini de, anlam taşıyacağını da düşünmüyorum. Ancak sade yurttaşlara; enflasyonun şaha kalktığı dönemde “enflasyon+büyümenin” gerisinde ücret artışlarına karşı direnin; işsizlik sigortası fonunda biriken 110 milyar TL’nizin başka amaçlar doğrultusunda kullanılmasına izin vermeyin; emekçinin hakkına sahip çıkmak yerine, Saray propagandasına alet olan yandaş sendikalara prim vermeyin; liyakata dayanmayan tüm atamaları teşhir edin; sakın ha dövizle borçlanmayın ; en son Man Adası skandalındaki gibi yolsuzluk ve rüşvet vakalarına karşı tepki göstermekten yılmayın; önümüzdeki önce yerel, sonra genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ülkenin bu karanlıktan kurtulması için sorumluluk üstlenin gibi bazı pratik önerilerde bulunabilirim. BİTTİ dizi 9 İstihdamın dinamikleri Dünya ekonomisinin günümüze damgasını vuran güçlü eğilimlerinden birisi sanayisizleşme olarak değerlendiriliyor. Sanayisizleşme kavramı ile, olgunlaşmış sanayi toplumlarının artık işgücü ve diğer kaynaklarını giderek sanayi sektöründen, inovasyon ve yüksek teknolojili hizmetler sektörlerine kaydırma süreci anlatılmakta. Sanayiden giderek aktarılan işgücü ile birlikte sanayi katma değerinin toplam milli gelir, sanayi istihdamının da toplam istihdam içerisindeki payının azalması kaçınılmaz olduğu için, söz konusu sürecin sanayisizleşme kavramı ile betimlenmesi son derece doğal. Bu sürecin “doğal olmayan” yönleri de var kuşkusuz. Aslında daha çok gelişmiş, sanayi toplumlarının bir niteliği olarak değerlendirilen bu olgu, hizmetler sektörüne aktarılması beklenen işgücünün yeterli eğitim düzeyine sahip nitelikte olmaması durumunda yapısal olarak genişleyen işsizlik ve bunun yol açacağı sosyal dışlanma sorunlarıyla yüz yüze geleceği çok açık. Bugün ABD ve Avrupa’da birçok ekonomide gözlenen yapısal işsizlik ve bunun yol açtığı faşizan, sağ popülist eğilimleri güçlendirmesi bu olgunun yansımaları arasında. Konunun bir de Türkiye benzeri gelişmekte olan ülkelerde yaşanmakta olan olgunlaşmamış sanayisizleşme boyutu var. Taklit ve montaj sanayilerine dayalı sanayileşme sürecine sürüklenip ulusal sanayilerde gelişme olgunluğunu tamamlamadan, doğrudan doğruya spekülatif köpüklere dayanan hizmetler sektörlerine (ve Türkiye ve benzer birçok ülkede inşaata) işgücünü aktarmaya başlaması bir dizi yapısal sorunu da beraberinde getiriyor. Örneğin, hizmetler sektöründe inovasyon ve yüksek teknolojili ürün üretme kapasitesinin henüz geliştirilememiş olması nedeniyle, söz konusu istihdam güvencesiz ve marjinalleştirilmiş biçimde hipersömürü altında çalışmaya itiliyor; sanayileşme sürecinin getirdiği kazanımlar geciktikçe demokratik bir dizi kurumun da oluşturulamadan işlevini yitirdiği gözleniyor. Türkiye’de de istihdamın yakın dönem tarihsel dinamikleri bu sürecin izlerini taşımakta. HHH Türkiye’de istihdamın dönemsel dinamiklerini yakından gözleyebilmek için mevsimsel etkilerden arındırılmış işgücü verilerini inceleyeceğiz. TÜİK’in yayımlamakta olduğu istatistiklere göre, 2017 Eylül ayı itibarıyla tarım dışı istihdam 22 milyon 957 bin kişi olarak tahmin edilmekte. 2015 başına görece bu rakam tarımdışı sektörlerde net 2 milyon 56 bin kişilik istihdam artışına tekabül ediyor. 2 sene 9 aylık sürede yüzde 10 artış demek. Söz konusu sürede elde edilen toplam artışın yüzde 87.4’ü hizmetler sektörüne, yüzde 9.7’si ise inşaat sektörüne ait. Sanayide istihdam edilenlerin sayısındaki artış sadece 72 bin kişi ve toplam istihdam artışının sadece yüzde 3.5’ini oluşturmakta. Bsiunnduen2s0o1n5ubcauşnıdndaatayrüımzddeış2ı5i.s6tihodlaanmsaiçn2e0a1r7yii istihdamının payı, 2017 Eylül’ünde yüzde 23.6 olduğu görülmekte. Söz konusu oran 2005 başında yüzde 29 idi. Aşağıdaki grafik son 12 yılın gelişmelerini özetliyor. 2017 Türkiye’de sanayi istihdamının payı gerilerken inşaat ve hizmetler olgunlaşmamış bir dönüşüm içinde gözüküyor. 2015 Sanayi Strateji Belgesi ise sanayi istihdamını 2026 yılına değin iki misline (yani 4 milyondan, 8 milyon kişiye) çıkartmayı hedefliyor. Bu hedef ne derece gerçekçi? Mevcut eğitim(sizleştirme) sistemi ile arazi rantlarına ve spekülatif köpüklere dayalı büyüme stratejisiyle bu hedef bir iyi niyet temennisi olmaktan öteye geçmiyor. İsdemir’de sözleşme İsdemir ile Hakİş Konfederasyonu arasında, ağustosta başlayan süreç anlaşmayla sonuçlandı. İşçi sendikası ve işveren arasında 3107 işçiyi kapsayan 26’ncı dönem toplu iş sözleşmesi imzalandı. OYAK Maden Metalürji Grubu şirketlerinden İskenderun Demir Çelik Fabrikası (İsdemir) ve Hakİş Konfederasyonu arasında üç yıllık toplu iş sözleşmesi imzalandı. Sözleşmedeki zam oranları hakkında bilgi verilmezken, açıklamanın cuma günü işveren ve işçi sendikası tarafından ortak yapılacak bir mitingle duyurulacağı belirtildi. Sözleşmeye ilişkin konuşan bir işçi “Bir hafta geçmiş daha ne zam alındığını bilmiyoruz.” dedi. l Ekonomi Servisi Oc. MEayly.. Oc. MEayly.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle