14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 12 Ağustos 2016 TASARIM: SERPİL ÜNAY Dünyanın dört bir yanındaki Ortodoks Yunanlar ve Rumlar yarından sonra, 15 Ağustos günü en önemli dini günlerinden biri olan Meryem Ana Yortusu’nu kutlayacaklar. Meryem Ana’nın Tanrı tarafından çağrıldığı gün kabul edilen 15 Ağustos’u, yılın belli bir bölümünü geçirdiğim Gökçeada/İmroz’da Rum komşularımızın nasıl bir heyecan ve sevinçle beklediklerinin yakından tanığıyım. Sadece komşularımız mı? Hayır. Kıbrıs’ta Rum teröristlerin Türk köylerine yaptıkları baskın ve kıyımlara misilleme olarak 1965 yılı başından itibaren uyguladıkları yaptırımlar sonucu adayı terk etmek zorunda kalan Gökçeadalı/İmrozlu Rumlar da Meryem Ana Yortusu’nu eski yurtlarında kutlamak için akın ediyorlar adaya. Bizim köyümüz Bademli/Gliki eski bir Rum köyü. Kış aylarında köyde her türlü zorluğa rağmen köylerini terk etmemiş olan bir avuç Rum ile sonradan geriye dönen biriki kişiden oluşan 12 kişilik Rum nüfus yaşıyor. İlkbaharla birlikte bu sayı artıyor. Gelen Rumların neredeyse tümü T.C. yurttaşı, aralarında çifte uyruklular olduğu gibi Yunan uyruklular da var. Ağustos başından itibaren köye gelen Rumların sayısı artıyor, sayı 150’yi buluyor. Son gelenlerdeki artışın nedeni Meryem Ana Yortusu’nu atalarının ya da küçük yaşta terk ettikle Köyümüzde hüzün ri köylerinde kutlamak. Tatilleri, yıllık izinleri, bütçeleri buna göre planlanıyor. HHH Köydeki komşuluk ilişkileri örnek nitelikte, Türk Rum, MüslümanHıristiyan ayrımı kesinlikle yok. İnsanlar birbirlerine akraba kadar yakın. Meryem Ana Yortusu akşam köy meydanında yemekli, danslı bir eğlenceyle kutlanıyor. Hazırlıklar sabahtan başlıyor, koyunlar kesiliyor, büyük kazanlarda pişiriliyor, yanında keşkek sunuluyor. İsteyenler ayrıca dilediklerini beraberlerinde getiriyorlar. Eğlenceye yalnızca Rumlar değil, köyde yaşayan tüm Türkler de katılıyor. Aynı kıstas Şeker ve Kurban bayramlarında da kutlanıyor. Köy meydanında kutlanan bayram yemeklerine köyde yaşayan tüm Rumlar da katılıyor. Kimi bayram yemeklerine İmroz/Gökçeada ve Bozcaada/Tenedos Metropoliti Kirilos da geliyor. Kısacası, köyümüze dostluk, huzur, dinginlik egemen fakat müzik, dans, eğlence de göz ardı edilmiyor. HHH Bu yıl ise durum farklı. Darbe girişimi sırasında verilen 240 şehit ve 1535 yaralı Türkiye’nin her yerini olduğu gibi adanın Rum köylerini de etkiledi. Adanın diğer iki Rum köyü olan Tepeköy/Agridya ve Zeytinliköy/Aya Teodoroi’nin Rum muhtarları ile köyümüzün muhtarı Argiris Bahcevanis bir araya gelerek bu yıl Meryem Ana Yortusu’nu toplu yemekle, eğlenceyle kutlamama kararı aldılar; kararlarını Gökçeada Kaymakamlığı’na bildirdiler. Kaymakam ise “Biz devlet olarak karışmayız, karar sizin” diyerek uğurladı muhtarları. Ben bu karar gibi, bu karar nedeniyle düş kırıklığı yaşayan Rum dostlarımızın anlayışlarını saygıyla karşılıyorum. Bu yıl Meryem Ana Yortusu sade ve hüzünlü geçecek. Umarız bir yıl sonraki 15 Ağustos’a kadar Türkiye esenliğine, huzura, barışa yeniden kavuşur bizler de geleneklerimizi keyfimizce yaşar, yaşatırız. Istıkrarsız yenı denge!Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR:ÖZGÜRMUMCUveSİNEMUSERKARA [email protected] Doç. Dr. HAKAN GÜNEŞ İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Türkiye NATO’dan çıkıyor ya da çıkarılıyor mu? Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) uzanacak bir sürece mi girildi? 15 Ağustos darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan tablo 65. Hükümet ve Erdoğan’ın dış politika kararlarını ne ölçüde etkileyecek? AKP antiAmerikancı , “milli” bir dış politika çizgisi mi izleyecek? Erdoğan ve Putin arasında gerçekleşen 9 Ağustos Petersburg Zirvesi tüm bu soruları yeniden üst sıralara taşıdı. Türk, Rus ve Batı basını ve diplomatik çevreleri bu soruları sormakla beraber süreci birbirinden hayli farklı okuyorlar. Daha gerçekçi bir okuma için hem TürkRusBatı ilişkilerinin tarihselyapısal dinamiklerine hem de Türkiye’deki iç ve dış siyasetin yeni parametrelerine birlikte bakmak yararlı olacaktır. Süreci okumak Anımsamak gerekir ise Erdoğan’ın özür mektubu ile Rusya’yla normalleşme çabaları Ortadoğu siyasetinin bütünüyle iflas ettiğini kabul etme noktasında gündeme gelmişti. Bu iflas 65. Hükümet programında resmen kayda da geçirildi. 15 Temmuz darbe girişimi ise Petersburg görüşmesini sağlayan değil, sadece hızlandıran ve güçlendiren bir etki yarattı. Tıpkı bir önceki anda Türkiye’nin baş etmekte hayli zorlandığı kendi içinde süren savaşa benzin dökecek yeni düşmanlar edindiği 24 Kasım 2015 tarihli uçak düşürme hadisesinden (NATO desteği alamaya çalıştığı son kozunun yıkılması ile) geri dönüp “az düşman çok dost” siyasetine hızla sarılması gibi. Rus Stinger füzeleri Rusya ile normalleşme çabası esasen Suriye merkezli Ortadoğu siyasetinin iflası ve üstüne Kürt sorununda yeni bir muarız kazanma riskinin ortaya çıkması ile ilgili idi. Afganistan’da Sovyet ordusunu çok zor durumda bırakan Amerikan Stinger füzelerinin Son 10 yılda büyük zikzaklar çizen Türkiye dış politikasında yine yeni bir eşikte miyiz sorusuna yanıt arıyoruz... 15 Temmuz darbe girişimi, Petersburg görüşmesini sağlayan değil, sadece hızlandıran ve güçlendiren bir etki yarattı. çok alt bir Rus modelinin PKK militanlarının omzunda görülmesi uçak krizine Rusya’nın verebileceği yanıtın küçük bir örneği idi. Özür mektubunu başlatan kanal söylendiği gibi Cavit Çağlar’ın hatırıyla değil helikopter ve uçakların düşürülmesini sağlayacak “Rus Stinger”ları ile açıldı. Doğu’ya yanaşmak Öte yandan Suriye ve Kürt sorununu bağlamları dışında da önemli uyumsuzluklar yaşayan TürkBatı ilişkileri 15 Temmuz sonrasında benzer her zamanda olduğu gibi Ankara’yı klasik dış politika denklemine sürükledi: Batı ile pazarlık için Doğu’ya biraz yanaşmak. Davutoğlu, Batı ile ilişkilerin ivme kaybettiği ikinci AKP hükümeti döneminde bu durumu “Oku Batı’ya fırlatmak için Yayı Doğu’ya germek” olarak ifade ediyordu. Bu durum ne Türkiye’ye ne de Türkiye’de AKP dönemine özgüdür. Dış politika seçeneklerinizi (iktisadisiyasiaskeri) çeşitlendirmek müttefiklerinizle pazarlık gücünüzü arttırır, anlaşmazlıklarınızda onlara bazı sınırları anımsatır. Dünya tarihinde olduğu gibi Türkiye tarihi de buna benzer çok sayı da örnek olaya tanıklık etmiştir. Hatta bu türden olayların kıyaslamasına başvurarak AKP ve AKP sermayesinin yapısal sınırlarını görüp Batı karşısında en zayıf “dik duruş” örneklerinden birisinin nasıl yeni “bir dünya kuruluşu” olarak pazarlandığını da fark ederiz. Tarihten örnekler… İlk önemli örnek Atatürk döneminden: İngiltere’nin Musul müzakerelerindeki tutumu ve bu çerçevede Şeyh Sait olayındaki rolü karşılığında TürkSovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması devreye sokulmuştur. Tarihimizin en Amerikancı başbakanı olan Adnan Menderes’in bile son dönemde Sovyetler ile yeni bir denge kurma çabalarına girişmesi olayını unutmamak gerekir. 1964 Kıbrıs olaylarını takip eden günlerde Türkiye’yi yalnız bırakabileceği tehdidin savuran ABD Başkanı Johnson’ın meşhur mektubundan sonra Demirel’in girişimleri ile 1967’de bağıtlanacak TürkSovyet Sınai ve Ticari işbirliği antlaşması ile Türkiye’de İskenderun DemirÇelik, Seydişehir Alüminyum, Aliağa Petrol Rafineri si Bandırma’da sülfürik asit, Artvin’de kontrplak fabrikası vb. açılmış, Oymapınar Hidroelektrik Santralı yapılmıştır. Bugün konuşulan Nükleer santral ve diğer projelerden katbekat daha büyük girdiler bu anlaşma ve yakınlaşma sayesinde mümkün olabilmişti. Yine benzer gerilimler 1974 Kıbrıs Harekâtı döneminde çıktığında da ABD’nin silah ambargosuna rağmen Ecevit karar verdiğini politikayı uygulamaktan vazgeçmemişti. Bu dönemlerde söz konusu liderler Batı ile ağız dalaşı yapmamış, arkasında duramayacağı tehditleri ima etmemiş ama belli sınırlar içinde karşıdiplomatik hamlelerle duruşlarını ve güçlerini de ortaya koymuşlardı. YciuhratntadaanNtaiAtom’ecruikluakn!cılık, AKP liderliğinin Soğuk Savaş döneminde Demirel’in yahut Ecevit’in (ki ikisi için de antiAmerikancı demek çok çok zor olacaktır) gösterdiği kadar bile “milli” duruş sergilediğini söylemek çok zor. Üstelik Atatürk, Demirel ya da Ecevit Batı ile ilişkilerine ayar verirken, Türkiye içinde Batı ile birlikte kodlanan değerleri hedef tahtasına koydurmamışlardı. ErdoğanYıldırım yönetiminin meydanlarda yaydığı havanın aksine hem NATO hem de Cumhurbaşkanlığı sözcüleri Petersburg zirvesi sonrasında karşılıklı güvenlerini sürdürdüklerini hemen açıkladılar. Kâhin olmaya gerek yok Sadece 3 ay önce Suudlar ile İslam Ordusu ve Polisi kurma projesi ön planda iken şimdi Şangay’ı konuşuyor olmamızda şaşırılacak bir durum yok. Gelecek ay ise AB’ye girişimizin hızlandığı müjdesini duyup sonra yine Riyad ve Doha ilişkilerini merkeze alan tartışmaları yapmak durumunda kalabiliriz. Bütün bu zikzakların ülkenin dış siyaset kapasitesini küçültürken ABD ve Batı ile pazarlıkta da Ankara’nın elinin zayıflatmaya devam edeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. 12 ağustos 2016 SAYI: 33182 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.24 04.13 04.42 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06.04 13.16 17.05 05.51 13.01 16.48 06.16 13.24 17.09 Akşam 20.16 19.58 20.18 Yatsı 21.47 21.27 21.44 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] yorum 13 ‘Birlik ve Beraberlik’ “94 yıl” önce, “Batı Emperyalizmi”ne karşı yapılan “Ulusal Kurtuluş Savaşı”mızı sonuçlandıran “30 Ağustos Zaferi”dir; kısaca değinirsek, “TC Devleti”nin de, Başkomutan Atatürk’ün önderliğinde kazanılan bu büyük “Zafer”in ürünü olduğu dünya tarihinde yerini çoktan almıştır. Ne var ki, tam “94 yıl” sonra bu “TC Devleti”nin Savunma Bakanı, “30 Ağustos Zaferi kutlanmayacaktır!” diye bir “fetva” salıverdi; hepimiz duyduk, okuduk. Demek ki, iktidarda bu görüşte olan ve üç “Kuvvet Komutanlıklar”ın bağlanacağı bir “Milli Savunma Bakanı” var. “Yanıldım, kutlanacak!” demesi bu gerçeği değiştirmez. Ayrıca “15 Temmuz”da, “FETÖ”cü askerlerce yapılan, ülkemizi kana bulayacak bir darbenin halkımızın desteği, birlikteliğiyle ordumuz tarafından bastırılmasını “Başbakan Binali Yıldırım, yeni “Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırdı; kuşkusuz bu “Kurtuluş Savaşı”nın “Başkomutan”ı tıpkı “Atatürk gibi (!)” “Recep Tayyip Erdoğan”dı... Bu durumda, “Kurtuluş Savaşı” ve “Başkomutanlık” da belirlendiğine göre, “eşitlik” sağlanmış olmuyor mu? Dahası, bunu aşmak da söz konusu edilmedi değil... Öyle de olsa, önce şu “eşitlenme”nin anlamına değinelim; ama yine bir ayraç (parantez) açtıktan sonra. Değerli dostlar, yaşadığımız daha doğrusu bize yaşatılan şu süreçte “birlik ve beraberlik” çağrısına uymak, özellikle de bu birlikteliği “korumak” temel “görevimiz” olmalı; dolaysiyle bizden istenenin anlamını tüm boyutlarıyla anımsayıp, kavrayıp bilinçlice yaparsak, bu “birlik beraberlik” sürecinin “de” kullanılmasının, kesilmeye kalkışılmasının, “takıyye” olmasının önüne geçilebilir, engellenebilir diyorum; ne dersiniz? Yine ayracı kapatıp konumuza, yaşadığımız şu sürecin, “Kurtuluş Savaşı” ve “Başkomutanlık” üzerinden “Atatürk” ile bir “eşitlik algılaması” sağladığı konusuna dönersek, her şeyden önce, “Atatürk”ün hiç “aldandım!”, “aldatıldım!” demediğini bilmemiz; dahası “Başkan Kenan Evren”in bile, Almanya’daki Türk din görevlilerine, şeriatçı “Rabıta” örgütünden aylık verilmesini onaylaması konusunda, “Aynı koşullar altında bugün yine imzalardım!” demesini de sanırım anımsamak gerekir. Dahası bu konuda, Osmanlı döneminde tek buyurgan olan padişahlardan hiçbirinin halkına karşı, “Ben o zaman şu işlerde yanılmışım!” dediğinin, tarih kitaplarında yer almadığından söz edilir; ayrıca gerek padişahlar gerekse yardımcıları olan paşaların günahlarını “Tanrı katında” bağışlatmak için sessiz sedasız camiler, türlü hayratlar yaptırdıkları da kuşkusuz bilinir. Gerçi, bu tür “af” konusuyla bağlantıları olarak Erdoğan da sultanların yolunu izleyip, İstanbul’un Çamlıca Tepesi’ne bir cami kondurdu; ne ki, yine de “aldandım!”, “aldatıldım!” demek zorunda kaldı; gerçi caminin parası halktan çıkmıştı... Ayrıca “af dileme”nin geçerli olması için bir sınır da olmalı, “1980”li yılların sonlarına doğru “Güney Kore”nin devlet başkanı görevinden çekilip, malından mülkünden vazgeçerek, halkından da “özür” dileyerek bir manastırda yaşamaya karar vermişti; ne var ki, yıllarca süren baskılarla halkını “korku” içinde yaşatan Başkan’ın bu dileğini gençler kabul etmemişler, günlerce süren gösterilerde bulunmuşlardı. Özellikle, devlet yöneticilerinin “yanılmaları”, “aldanmaları” konusunda Cumhuriyet’in unutulmaz yazarlarından “Melih Cevdet Anday”ın yine “1980”lerin sonundaki yazılarından birinde: “Yanılan bir yönetici ise, yıllar yılı yanlışlarının ayırdına varmadıysa, çevresini korkutup sindirdiyse, hep haklı olduğunu savunduysa, böyle bir adamın günün birinde çıkıp, ‘Ben o zaman yanılmışım!’ demesini uygarlık mı sanacağız?” diye sorar ve şöyle sürdürür: “Bir kişinin yanılgısının sonuçları yalnız ona ve belki yakınlarına zarar verir; ama o kişi devlet yönetiminde önemli bir yerde oturuyorsa, onun yanılgısının sonuçları bütün halkına ve ülkeye zarar verir...” M.C. Anday günümüzde yaşasaydı ne derdi? Üstelik günümüzde, “yanılmaaldanma” dışında “aldatılmak!” da var; üstelik yıllarca, yıllarca... Anday yazısını: “Bütün yöneticiler ‘demokrasiyi’ içtenlikle istemelidirler ki, onlara yanlışları boyuna söylensin, böylece yanlışın ömrü uzun sürmesin!” diye bitirir. Katılmamak olanaksız; ne ki, “demokrasi”yi “tramvay” gibi istediğin yerde inip terk edilen bir “araç” olarak gören “devlet başkanları” için geçerli olur. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğü’nden tescili yapılmış 01.06.1994 tarih ve 94/212 sayılı sanatçı Cem Karaca’nın “Safinaz” adlı eser işletme belgesi zayi olmuştur. Yenisi alınacağından dolayı hükmü yoktur. Kalan Ses Görüntü Film Yapım San. ve Tic. Ltd. Şti. Gazi Üniversitesi Polatlı Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu’ndan almış olduğum bankamatik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. EZGİ ÖZTÜRK Gazi Üniversitesi Polatlı Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu’ndan almış olduğum bankamatik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. KUBİLAY KORUYUCU C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle