23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Neşeli mozaik Fransa yolcusu Hatay’daki kazılarda ortaya çıkartılan ve üzerinde “Neşeli ol, hayatını yaşa” yazdığı iddia edilen Roma dönemine ait mozaik, Hatay Büyükşehir Belediyesi tarafından, Paris’teki UNESCO binasında düzenlenecek özel lansmanda sergilenecek. Anadolu’nun mozaiklerini tüm dünyaya tanıtmayı amaçlayan TURKEY ONE Derneği’nce Hatay’ın yanı sıra Gaziantep, Şanlıurfa ve Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyeleri’nin de desteğiyle düzenlenecek lansmanda ‘neşeli’ mozaik de UNESCO delegelerine, uluslararası yatırımcılara, akademisyen ve sanatçılara, sanata yatırım yapan kuruluşlara ve diplomatik çevrelere tanıtılacak. l DHA Perşembe 20 Ekim 2016 EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN TASARIM: FUNDA YAŞAR ERDOĞDU kultur@cumhuriyet.com.tr ‘Serbest bırakın’ Aslı Erdoğan 15 Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz, Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışında Aslı Erdoğan’ın serbest bırakılması çağrısında bulundu Frankfurt Kitap Fuarı’nın önceki akşam yapılan açılış törenine, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un Türkiye’deki tutuklu yazarlar ve gazeteciler için yaptığı özgürlük çağrısı damga vurdu. Her yıl ekim ayında düzenlenen ve dünyanın en büyük kitap fuarı olarak bilinen etkinliğin açılışında konuşan Schulz, Türkiye’deki darbe girişiminin ardından başlayan tutuklama furyasında cezaevine konulan yazar Aslı Erdoğan ve tutuklu diğer yazar ve gazetecilerle “tam bir dayanışma içinde” olduğunu söyledi. Schulz konuşmasında “Türk hükümetine açık çağrımdır: Bu insanları serbest bırakın.” dedi. Alman hükümetine çağrı Avrupa Parlamentosu Başkanı Mar (Soldan sağa) Belçika Kraliçesi Mathilde ile Kral Philippe, Hollanda Kralı tin Schulz’un yanı sıra Belçika Kralı Phi WillemAlexander ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz. lippe, Belçika Kraliçesi Mathilde ve Hollanda Kralı WillemAlexander gibi önem Can Dündar’dan dayanışma çağrısıli davetlilerin de hazır bulunduğu tö rende ayrıca Alman Yayıncılar ve Kitap Satıcıları Birliği Başkanı Heinrich Riethmuller de bir konuşma yaptı ve Aslı Erdoğan’ın cezaevinden yazdığı mektubu okudu. Riethmuller konuşmasında, Avrupa Komisyonu’na ve Alman hükümetine de Aslı Erdoğan’ın serbest bırakılması yönünde baskı yapmaları çağrı TÜRKÇEDE Can Yayınları tarafından basılan “Tutuklandık” kitabının Almancada yayımlanmasına ilişkin dün sabah fuar alanında düzenlenen basın toplantısında konuşan gazetemiz yazarı Can Dündar, Türkiye’de hükümeti eleştirmeyi göze alan sadece üç gazete ve bir televizyon kanalı kaldığına vurgu yaptı. Yine dün Alman kanalı ARD’ye açıklamalarda bulunan Dündar, Türkiye’deki tutuklu yazar ve gazetecilerle dayanışmak için çağrıda da bulundu. Dündar, şunları söyledi: “Bugün Türkiye’de 130 gazeteci ve yazar hapishanede. Hapishanede sında bulundu ve fuara gelen konukların ki yazarların kitaplarını basarak destek verebilirsiniz. Tutuklu gazete bu konuda düzenlenen imza kampanya cilerin yarım kalan öykülerini Alman gazeteciler devam ettirebilirler. sına katılabileceklerini söyledi. Onlara köşe verebilir ve seslerini duyurmalarına yardımcı olabilirler.” ASLI ERDOĞAN’IN MEKTUBU ‘Edebiyat her diktatörü yener’ “İstanbul’da bir cezaevinden, akıl hastanesiyle eski cüzam hastanesi arasına sıkışmış, ‘Kadın Tutukevinden’, sizlere, edebiyatçılara sesleniyorum. Taşların, betonun, dikenli tellerin ardından, bir kuyudan seslenir gibi: Burada, benim ülkemde, akıl almaz bir hoyratlıkla çürümeye terk edilen ‘vicdan’; neredeyse alışkanlıkla öldürülmeye çalışılan ise HAKİKAT. Nasıl başarıyor, bilmiyorum, ama edebiyat her diktatörü eninde sonunda ‘yenmeyi’ başarmıştır... Kendi kanımızla yazdığımız ‘edebiyat’ ki ben buna HAKİKAT diyorum. Selamlarımla, Aslı Erdoğan” TYS’de ‘kapı duvar’! Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) 1995’ten be ri kullandığı Yıldız Sarayı’ndaki mekânından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sözleşmeyi tek taraflı feshetmesiyle çıkarılmış bulunuyor. Sendikaya yeni mekân gösterilmediği gibi TYS’nin 42 yıllık arşivi de söz konusu odada kapalı tutulmakta. Bakanlık’tan yanıt alamayan TYS çareyi kamuoyuna mektup yazmakta buldu. Bildiride kurumun Yaşar Kemal’den, Aziz Nesin’den bugünlere getirdiği özel arşiv belgelerinin Yıldız Sarayı’nda tutsak edildiği vurgulandı. Mektupta yer verilen şu ifadeler durumun ciddiyetini anlamak açısından çarpıcı ipuçları veriyor: “1995’te Kültür Bakanlığı’ndan sözleşmeyle odayı kullanım hakkını alan TYS, yine Kültür Bakanlığı’nın sözleşmeyi tek taraflı kaldırdığını bildiren yazısıyla odaya kilit vurmak zorunda kalmıştır. Daha doğrusu, binada onarım gerekçesiyle TYS Merkez Odası’nın kapısı sökülüp yerine duvar örülmüştür. Deyim yerindeyse ‘kapı, duvar!’ olmuştur.” Mektup TYS’nin kamuoyuna yaptığı şu çağrıyla sonlanıyor: “TYS’nin dilini, birikimini tutsaklaştırmak, ülkenin yazı geleneğini silmektir. Bu yaralayıcı, aşağılayıcı tutumun yalnızca yazarlara değil, halkımıza da yönelik olduğunu düşünüyoruz. Bunun için halkımızı ve kamuoyunu TYS’nin yanında olmaya çağırıyoruz.” 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nden notlar ‘İnsan hep toprağına dönmeyi düşler’ 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin ‘Ulusal Yarışma’ bölü münde yarışan Tayfur Aydın’ın yazıp yö nettiği “Siyah Karga”nın gösterimi önce ki gün yapıldı. Aydın’ın ilk filmi “İzRêç” Uluslararası İstanbul Film Festivali Onat Kutlar Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olmuş tu. “Siyah Karga” Fransa’da yaşayan İran asıllı oyuncu Sara’nın ansızın babasından aldığı bir mektupla Türkiye üzerinden, il legal yollardan yasaklı oldu ğu ülkesine dönüşünü an latıyor. Tayfur Aydın ilk fil mindeki gibi bir geri dönüş hikâyesi işliyor bu filminde CEREN ÇIPLAK de. Onun sinema dilinin kilit kelimesi de aslında “iz”. Tayfur Aydın, kendisinin de his settiği derin acıların izinden gidiyor... ‘Hissettiğim gibi çekiyorum' l İlk filminiz “İz” de bir geri dönüş hikâyesi. Sancınız geri dönüş üzerine mi? Evet. Bende de herkes gibi doğduğum topraklara dönme isteği var. Babam memur olduğu için görev dolayısıyla küçükken tam bir yere alıştığımda oradan ayrılırdık. Dünyanın neresinde olursan ol, bıraktığın yere, kendi toprağına dönmeyi her zaman düşlersin. Yollar benim hayatımın önemli bir parçası. Gidenin arkasından bakmak gelenin yolunu gözlemek... l “İz”de gördüğüm bazı kamera açılarını bu filmde de gördüm. Teknik olarak da bir dili mi konuşmayı düşünüyorsunuz? Aynı görüntü yönetmeni Emre Konuk ile çalıştım. Mekânları çok iyi biliyorum. Kadrajları hissettiğim gibi çekiyorum. Teknik ön çalışma yapıyorum ama kamerayı nereye kuracağım üzerinde çok durmuyorum. Atmosfer ve şartlar o anı çok ‘Siyah Karga’da bir geri dönüş hikâyesini karga metaforu üzerinden işleyen Tayfur Aydın, kendi çektiği derin acıların izinden gidiyor değiştirebiliyor. Film daha yakın kadraj larla, daha yakın lenslerle başlıyor. Sara kendi toprağına yaklaştıkça geniş kadra ja geçiyorum. l Neden böyle bir kadraj? Mesela Ha lil doğrudan bize bakıyor. Onun yüzünü bize kadrajlıyorsunuz... İzleyici hikâyenin içine girdikçe, biz an lattıkça ve seyirci de tanıdıkça aslında farkına varmadan hikâyeden uzaklaşır. Ben Tayfur Aydın ‘de seyirci hikâyeden uzaklaştığında ka rakterin gelip seyircinin yüzüne bakarak yeniden bağ kurmasını istiyorum. Bir de karakter doğrudan seyircinin gözüne bakarak seyirciyi sorguluyor o an... ‘O karakterler sizsiniz' l Seyirci, karakteri ve karakter üzerinden hayatı, insanı vb. sorgular ancak siz dediğiniz gibi karakterin yüzünü bize döndürerek bizi sorgulamasını istediniz. Neden? Hayallerin için aileni, toprağını bırakıp gitmeyi göze aldığında büyük şeyler feda edersin. Hayallerin için gidip büyük kazanımlar büyük başarılar elde edebilirsin. Çünkü o karakterler sizsiniz, biziz... Hayallerini l Bir geri dönüş hikâyesini neden gerçekleştirebilirsin karga metaforu üzerine kurdunuz? Çoğu kişi kargayı uğursuz olarak görür ama kargalar çok zeki ve uzun yaşayan hayvanlardır. Kargalar sürüden ayrıldıktan sonra kendi doğduğu yere doğru yol alırlar. Sürü dı ama ailede derin izler bırakırsın. Ve hayat boyunca o derin izin peşinden gitmek istersin. şında kargalar görürüz ve onlar genellikle yaşlı kargalar olur. Bu ‘Albüm’de sen de varsın! ‘Albüm’ filmi bu topluma tutulan bir ayna... Ancak o aynaya bakmak istemeyenler de var 23. Uluslararası Adana Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen”, “En İyi Senaryo” ve “En İyi Sanat Yönetmeni” ödüllerini alan “Albüm”ün gösterimi önceki gün yapıldı. Filmin yö ri. Filmdeki o insanların bazıla rı komşumuz, arkadaşımız... O insanları tanıyoruz. Ancak bazı seyirciler ısrarla o karakterlerin ve yaptıklarının bu toplu Filmin başrollerini Şebnem Bozoklu ile Murat Kılıç paylaşıyor. netmeni Mehmet Can Mertoğlu, gösterim sonrası seyircilerin so rularını yanıtladı. Evlat edindiği ni gizlemeye çalışan bir çiftin hikâyesini miza hi bir dille anlatan film aslında sert bir Mehmet Can Mertoğlu toplumsal eleşti ma ait olmadığını dile getirerek yönetmen Mertoğlu’nu eleştirdi. Mertoğlu da “Ben de bu toplumda yaşıyorum. Böyle insanlar çevremde var. Onların yaşadıklarına dikkat çekmek istedim. Sizin kafanızda bazı gerçeklikler var” diye cevap verdi. Film, bize bizi gösteriyor ancak bize tutulan aynaya bakmak istemeyenler de var. ‘ Madam gibi ölmek... Üzerinde çok konuşuldu, yazıldı çizil di, ancak vurgulamak istediğim kimi noktalar var. Erdoğan’ın Trabzon Havalimanı’ndaki konuşmasının her tümcesi çok ciddi sorunlar içeriyor. Ben özellikle “Bir adam gibi ölmek var, bir de madam gibi” faslına döneceğim. Önce o tümceyi önü ve arkasıyla okuyalım: “Dünyanın makamları nerede kalıyor? Burada kalıyor. Paran pulun her şeyin nerede kalıyor? Burada kalıyor. Cumhurbaşkanı olsan ne yazar, başbakan olsan ne yazar, multimilyarder olsan ne yazar? Hepsi geçici. Ne diyordum size hatırlayın, biz bir gün ölmeyecek miyiz? Öleceğiz. Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim. Sonra bizi defnedecekleri yer ne kadar? İki metreküp değil mi? Oraya gömecekler.” Üslubun “inceliği, zarifliği, seviyesi, derinliği” bir yana; Saray’da yaşayan, multimilyarder, yani büyük servet edinmiş, şatafatlı yaşamı yeğlemiş; koruma ordusuyla dolaşan, zırhlı arabalardan inmeyen, bir kente geldiğinde trafiği durduran kişi söylüyor... Karşısındakini aptal yerine koyan, gülüp geçeceğimiz tümceler... Ama gülüp geçemeyeceğimiz yanı da var bu söylemin. yNeenfrideet ndiülirneithmeepk “Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var.” O aradaki söylesem mi söylemesem mi tereddüdü vahim... “Yani ben daha neler söylerim de, kendimi tutuyorum” anlamında... İnsanın “ya bir de tutmasa” diyeceği geliyor. Bu cümle kendi başına nefret dilidir. Eril dildir. Cinsiyetçi dildir. Kurgusu, erkeklik, erkekliğin üstünlüğü üzerine yapılmıştır. Ayırımcı dildir. Kadın düşmanı dildir. Bu dil, ırkçı bir dildir. Cinsiyet kadar ırk ve din ayırımcılığı da yapmaktadır. Rum, Ermeni, Yahudi kadınları aşağılayan dildir. Müslüman olmayan kadını aşağılamak, Müslüman kadını aşağılamaktan farksızdır. Bu dil, kadının ölümünü bile aşağılayan dildir. Bu dil, yaşamı değil, ölümü yücelten ve kutsayan bir dildir. (Nene Hatun’lara gitmeye gerek yok, Türkan Saylan’dan Gülbahar’a, 15 Temmuz’da ölen kadınlara dek binlerce örnek var...) Bu dilin ülkenin başındaki tarafından sık sık kullanılması, sokaktaki adamın kullanmasından bin kez daha tehlikelidir. Çünkü örnek oluşturur. Özendirir. Ayırımcı bir algıyı yeniden ve yeniden yayar, çoğaltır ve kanıksatır. Değerler hiyerarşisini sıfırlar... Sonuç olarak nefret dili sistematik bir biçimde kendi kendini üretir. Tüm kadınlara hakaret Nefret dilinin hep yeniden üretilmesi, toplumdaki ayırımı, ayrışmayı, fay hatlarını, uçurumları, düşmanlıkları, kin öfke intikam tutkularını, düşmanlığı ve şiddeti körüklemekten başka bir şeye yaramıyor. (Kadın cinayetlerinin artmasından, şiddetin kanıksanmasına, toplumun sinir krizleri geçirmesine uzanan bu yelpazeyi yaşıyoruz zaten!) Erdoğan’ın bu sözleri üzerine yanında bulunan Emine Erdoğan’ın gülmesi... Bu da çok vahim... Yani bu nefret diline, bu kadın düşmanı dile, gülebiliyor. Bizler, bir kadına yapılan hakaret, taciz, tehdit, saldırının, tüm kadınlara yapılmış sayıldığını biliyoruz. Ama aynı zamanda tüm kadınlara yönelik genel bir aşağılamanın tek tek her kadını da hedef aldığının bilincindeyiz. Yani o hakareti ya da saldırıyı yapanın annesini, eşini, kız kardeşini, kızını da hedef alıyor. Dinleyiciler arasında kadın var mıydı bilmiyorum. Ama var idiyse, hiç kuşkusuz onlar da gülmüşler, alkışlamışlardır. Yani onaylamışlardır. Bu onay, söylemeye gerek var mı, şiddeti normalleştirmek, kanıksatmak ve çoğaltmaktan yana işlev görüyor. Şiddetin kanıksandığı, “normalleştiği” ortamlarda, şiddetin çoğaldığını bilim insanları çoktan ortaya koydu. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp! Cehaletin prim yaptığı ülkemizde bu söylediklerim neye yarar doğrusu onu da bilemiyorum... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle