16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 27 Ocak 2016 EDİTÖR: Münevver Oskay TASARIM: ECE KURTULUŞ dizi 7 2 endi ülkelerinde “vasıflı” elemanlarsa dahi Suriyelileri burada beceri ve birikimlerinin çok altında, aşikâr bir çifte stardartla çalışmaya mecbur eden bir sistem oturmuş. Şimdiye dek kayıt dışı olarak çalıştırıldıkları sektörlerin başında tekstil ve hizmet sektörü geliyor. Kadınlar daha çok temizlik işlerini tercih ediyor. Tekstil, bir dönem Moğolistanlılar, Afganlar, İranlılar, Iraklılar derken, geçmişten beri mağdur göçmen emeğine yaslanan bir sektör. 2013’ten sonra Çağlayan dışında, İkitelli, Esenyurt, Merter civarındaki atölyelerde Suriyeliler ağırlıkta. Daha önce işi bilmeyenlere atölyelerde sıkça düşen vazife ortacılık. Bu da makineler arasında malları taşıma, getirgötür işleri demek. Gözümüzle görmedik ama altıyedi yaşında çocukların dahi çalıştırıldığı söyleniyor. Savunma olarak “Çocuğu çalıştırmayayım da tinerci mi olsun” diyen patron işitilmiş mesela. Geçici koruma statüsündeki Suriyelilere çalışma izninin yolunu açan yeni yönetmeliğin yayınlandığı günlerde Çağlayan’ın, duvarları “Sendika, sigorta, 8 saat çalışma” yazılı sokaklarındayız. Hanlara, apartmanlara yayılmış irili ufaklı atölyelerin sayısının son dönemde 1000’den 100200 civarına indiği söyleniyor. Bunun birinci sebebi ana pazarlardan sayılan Ortadoğu’da kimsenin şu anda kılık kıyafet düşünecek halde olmayışı. İkinci gerekçe de Rusya’yla kriz. Bunun dışında bölgedeki kentsel dönüşümün yansıması da söz konusu. İroniktir, Çağlayan Adalet Sarayı’nın yapılması dahi açılan kafeler, ofisler ve yükselen kiralarla çehreyi değiştirmeye başlamış. Küçüle küçüle beş kişi kalmış bir atölyenin sahibi Esat Yıldız, “Zarar ettiğimiz halde iş yok” diyor. 13 yaşından beri çalışan 67 yaşındaki bir işçi “40 sene önce sigortam, yolum, yemeğim vardı. Çocuk okutuyordum, yine de yetiyordu, şu an faturalara bile yetemiyoruz. 30 sene sonra ilk defa eşim bir bankanın mutfağında çalışmak zorunda kaldı. Bizim patron geçen hafta bize 200 lira verdi, kendi 100 aldı. Adam ne yapsın?” diyor. Sektörün hazin halini konuşurken ceketleri taşıyan gencin ağzından tek kelime çıkmıyor. Çünkü 19 yaşındaki Yusuf’un bildiği Türkçe kelime sayısı yirmiyi geçmez. Sekiz ay önce geldiği Çağlayan’da el kol hareketleriyle tarif edilen işi yapmaya çabalıyor Yusuf. Geçenlerde iki kabanın cebini yanlışlıkla ters takmış ve bunun maliyeti bu küçük atölye için mühim. “Önce yolladım” diyor Esat Bey, “terlikleriyle geldi, kapıdan gitmedi. Benim halimi görüyorsun, ama içim de el vermedi, geri aldık” diyor ve ekliyor: “Madem insanları getirdiler, beslemeyi de düşünsünler. Sigortaymış, ara ki bulasın. Suriyeliler KOBİ’lerde çalışsın diye çıkarmışlardır kanunu...” 35 liraya bitirmeleri gereken kabanı, sırf işi almak için 20 liraya dikiyorlar. Bu siparişten sonrası meçhul. Ve bunların ortasında Yusuf duruyor, sessiz, ürkek. Hayatta kalacak, Halep’teki altı kardeşine para yollayacak. Öğrendiği ilk kelimelerle kurduğu cümle: Zor hayat. Çalışma izni, adını bildiği bir umut bile değil. Girdiğimiz bazı atölylerde ustabaşları konuşma heveslisi olmuyor, hele ki Suriyeliler mevzuu... “Arka tarafa geçmeseniz” gibi cümeleler duyabiliyorsunuz. Herkesin, devletin dahi bildiği ama konuşmamayı tercih ettiği hakikatler. Mardinli Kürt İsmail Çulpan’ın kadın giyimi üzerine atölyesinde eskiden 65 kişi çalışırken, şimdi ancak üçdört makine işliyor. “İki ay öncesine kadar çalışanların yarısı Suriyeliydi ama iş yok. Eksi 200 bindeyiz, biz yine iyi sayılırız.” Suriyelilerin sektörü başta çok rahatlattığını ama artık Suriyeli çalıştırmak istemediğini söylüyor açıkça. “Tamam zor durumdalar, insancıl yaklaşmak lazım ama benim insanım işsizken niye Suriyeliye iş vereyim diyorum.” Çulpan, Arapça bildiği için Çağlayan Karakolu’nda kimi hadiselerde tercüme için yardıma gidiyormuş. Suriyelilerin dertlerinin başında dil sorunuyla katmerlenen hak arayamama geliyor. Çulpan’ın kişisel şikâyetiyse, yaygın bir kanıyı temsil ediyor: “100’ü kayıtlıysa, 200’ü değil. Toplanıp makine yakmalar, bıçaklamalar, hırsızlık, maalesef Suriyelilerin bir de böyle yanı var. Adam savaştan gelmiş, kaybedecek bir şeyi yok, beyni donmuş, düşünmüyor. Ben artık uğraşmak istemiyorum. Devlet, sen de madem bunları aldın, bir çare bul.” Krizdeki sektörün faturası en alttakilere, onların da dibindekilere kesilmiş. Kaldırımlarda kulağınıza Arapça cümleler çalınıyor, lokanta vitrinleri, loş hanların duvarlarındaki ilanlar onların anlayacağı dilde. Ama Suriyelileri kimse anlamıyor. Bu bir dil sorunu da değil. K Savaştan kaçıp İstanbul’un tekstil atölyelerinde tutunmaya çalışan Suriyelilerin yaşamını iki kelime özetliyor: Zor hayat Halepli Yusuf bir tekstil atölyesinde “ortacı’ olarak çalışıyor. Krizdeki sektörün ceremesini en alttakiler çekiyor. Onun hayali altı kardeşine para yollamak. Vedat ARIK ‘Çalışma izni değil insanlık istiyorum’ Şu Biden’ın Ettiği olitik mücadelenin, her düzeyde, her düzlemde farklı çelişkileri dikkate alan, onları gören, onlara göre değişen ya da değiştiren bir karakteri olduğu; bu karakterin hiçbir kesinlik taşımadığı söylenebilir. Çelişkileri kavrama çabasının haklı bir öfkeye gereksinim duyduğunu, öfke olmaksızın mücadele azminin eksik kalacağını söyleyelim de hem işe yaramaz bir determinizmden, her şeyi çözüveren mekanik kurgulardan kurtaralım, hem de umutsuzluğun sarmalına düşmekten kurtulalım. HHH Bunları ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın bizi, solu, solda bazı kesimleri öfkelendiren ziyareti nedeniyle yazıyorum. Bu Biden STK temsilcileriyle, temsil kabiliyeti olsun olmasın, ki nasıl olsun, gazetecilerle, hapisteki arkadaşımız Can’ın eşi ve oğluyla görüştü. Akademisyenlerin bildirisinin içeriğini değil, neydi o Voltaire meseli; “katılmıyorum ama canımı veririm” miydi, ama yayımlanma hakkını savundu. Nifak tohumlarını saçıp gitti! HHH Hiçbir etkisi yoktur, olmayacaktır. Her düzeyde, düzlemde çelişkilerimiz durdukları yerde durmaktadır, duracaktır; çünkü o çelişkilerin tahlili, zamanmekân içinde çözüm yolları bizim yaptığımıza, ettiğimize bağlıdır. Bu arada hasımlarımızın, hısımlarımızın yaptıkları ettikleri de sonucun ne olacağı konusunda umutlarımızı yok etmese de, belirleyici olmayı sürdürüyor olabilecektir. Ne diyorum ben arkadaş, şaşırdım da yolu mu yitirdim. HHH Esasa gelelim: Öfkelenmek iyidir. Daha iyisi; öfkenin yanına çelişkilerin zenginliğini, hasımların canını sıkan ya da onları sevindiren, olanaklarını zenginleştiren ya da daraltan, bize alan açan ya da yolumuzu tıkayanları görüp göstermek, mümkünse fikir birliği içinde üstüne üstüne gitmektir. Ama daha baştan bilelim ki, hasımlarımız arasındaki çelişkiler esasa değgin değildir, arızidir, geçicidir, o çelişkilerin içinden bize sonuç bakımından ekmek çıkmaz. HHH İşte bu Biden meselesinde söylenenlere söylenmeyenlere bakıp, ki onlar da çok önemlidir, bir bardak suda fırtına koparmanın âlemi yoktur. Durumu anlama bakımından, “Osmanlı torunları nerede bu emperyalistlerle anlaşamıyorlar, ne istiyorlar da alamıyorlar, alıp veremedikleri nedir” gibi sorular işe yarar. Emperyalist politikacı, söz dinlemeyen, “dinlemem işte” diye diklenen müttefikini hizalamak için bizim hakkımızı hukukumuzu koruyormuş gibi yapabilir; yapsın, bize bir zararı yoktur. Zararı eğer biz umudumuzu ona bağlar, “işte tamam şimdi ayvayı yediler” havasına girersek olacaktır. HHH Böyle bir havaya girmeyeceğimiz de baştan bellidir. Bellidir, çünkü biz her zaman tahlillerimizin içine öfkemizi yerleştirmeyi bilen insanlar, şerbetli solcularız, öyle değil mi? Öyledir, öyleyiz. Bize gerekli olan hiçbir şeyi es geçmemek, öfkeyi analizlerimize katık etmek, ne demiş öfkesinin içi boş MHP’nin pardon Vatan Partisi’nin ağzı bozuk yardımcı başkanı, “emperyaliste çakmaktır!” HHH Bu arada benim okurlardan gelen “durum bu kadar mı umutsuz” sorusuna “o kadar da değil dünya hâlâ dönüyor, işte kanıtları” derdindeki yazıma Metin Çulhaoğlu’nun İleri Haber’deki analizini ekleyeyim de somut durumun çok katmanlı somut tahliline yeniden dikkat çekmiş olalım. Düzlemler ve düzlemler arasındaki ilişkilerin doğru kavranması bizi, hiç kuşku yok, gereksiz öfkelerden de koruyacaktır. P ‘Terlikleriyle geldi’ . pça ilan dolu Duvarlar Ara ‘Yaklaşınca kaçılacak insanlar değiliz’ ğle yemeği molasında, çoğunlukla Suriyeli işçilerin gittiği bir pastanedeyiz. 24 yaşındaki Nizar üç yıl önce, Halep’ten Kilis’e askerlerin nöbet değişimi sırasında kaçak geçmiş. Orada zaten makineci olduğu için önce tekstilde çalışmış. Şu an alanında iş bulmak zor; haftalık 250 liraya bir mobilyacıda zımpara yapıyor. Evde birlikte kaldığı insan sayısını söylerken gülüyor: 11 kişi! Kendi atölyesini açmak gibi bir hayali var Nizar’ın. Umutları burada. “19 yaşındayım, hayattan daha bir şey görmedim” diyor Eşref. Ailesiyle Halep’ten çıkıp Şam’la Tartus arasında rejimin kontrolü altında olan bir bölgeye taşınmışlar. Hâlâ orada olan ailesiyle iki yıl yaşadıktan sonra askerlik yaşı gelen Eşref, bir yıl iki ay önce Türkiye’ye kaçmış. “Buraya çok meraklı değilim, savaş durulsun hemen giderim” diyor. Eşref öfkeli çünkü genç yaşında çok yorulmuş. Cebinden çıkarıp gösterdiğine benzeyen Geçici Koruma Belgesi sahibi Suriyelilere resmi çalışma izni verilebileceği haberini ilk bizden duydu. “Sigorta güzel Ö 19 yaşındaki Eşref, sigortadan önce insanca muamele görmek istediğini söylüyor. dir ama ben önce insan gibi görülmek istiyorum. Gözümüzün önünde aynı iş için Türklere 500, bize 300 veriyorlar. Bir şey olursa ilk gönderilen yine biziz. 500 liralık ev bize 1000 lira. Devlet gerçekten Suriyeliler için bir şey yapmak istese önce okul açar, dil öğrenmemizi sağlar. Biz yaklaşınca kaçılacak insanlar değiliz. Çalışma izni değil ben insanlık istiyorum.” Sultanahmet bombacısının önce Suriyeli olarak duyurulması anında hayatlarını etkilemiş; bakışların değiştiğini hissetmişler. “Savaştan kaçmışız. Buraya gelenlerin sadece yaşamak istediğini neden anlamıyorlar?” diye yakınıyor Eşref. Neden anlamıyorlar? ‘Benim insanım işsizken...’ SENDİKALAR NASIL BAKIYOR: uriyeli işçiler sendikaların ne kadar gündeminde? İrfan Kaygısız, DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’nda uzman. Bu sorunun muhatabı olmasının öncelikli nedeniyse kamu sektörü sendikalarının üye olduğu küresel federasyon PSI’nın talebiyle “Suriyeli Mültecilerin Kamu Hizmetlerine Erişimi” başlıklı bir rapor hazırlamış olması. İzmir ve Hatay’da yaptıkları araştırmanın sonuçları 6 Şubat’ta kamuoyuna duyurulacak. Geçen hafta DİSK Genel Başkanı Kani Beko Suriyelilere çalışma izniyle ilgili bir açıklama yapmıştı; eşitlik ilkesine aykırı düzenlemenin ciddi toplumsal sorunlar doğurabileceğine dikkat çekiyordu. Somut adım sorarsanız, İrfan Kaygısız şimdiye dek Suriyelileri içeren tek sendikal faaliyetin Hatay’da bu süreçte mağdur ‘Rekabet arttıkça işçiler arasında gerilim artacak’ S “İşsizliği artıracaktır. Son dönemde ‘Para beğenmiyorsunuz, Suriyelileri mi çalıştıralım?’ gibi bir tehdit oluştu. Böyle kayıtlı hale gelmesiyle mevcut çalışanlara basınç olacak, çalışma koşulları ağırlaşacak. Çünkü daha ucuza rakip var. Üstelik işten atılma korkusuyla işverene daha bağımlı çalışmaya da hazırlar. Düzenleme, Suriyeli nitelikli elemanları da daha ucuza çalıştırmanın yolunu açacak. Mühendisi alıp yine mühendislik yaptıracaklar ama asgari ücret verecekler.” Kaygısız, sendikaların Suriyeli işçiler için eşit haklar talep etmesi gerektiğini söylüyor. Sendikalaşma hakkı da dahil. “İnsani duyarlılığın, demokratik taleplerin ötesinde, üyelerinin hakları için bunu savunmaları, ucuz işgücü rekabetini ortadan kaldırması lazım sendikaların. Hayat, ‘Nereden geldi bunlar’ diyen ırkçı bir sendikacıya da Suriyelilere sahip çıkmayı dayatıyor aslında. Fakat şu anda çok da gündemlerinde değil.” Taşeronlaşmanın ilk yıllarında kadrolu işçilerle taşoron işçiler arasındaki gerilimi hatırlatıyor Kaygısız. Psikolojik üstünlükle Türkiyeli işçilerin fabrikalarda Suriyelileri ezmeye çalışacaklarını düşünüyor. “Bunu daha önce Kürtler ya da Almanya’daki Türk işçiler yaşıyordu. Çatışma ve rekabet arttıkça işçiler arasında gerilim EK artacak, ‘iş barışı’ bozulacak.” EC ydın’ın Didim ilçesinden Yunan adalarına geçmek isteyen mültecilerin bindiği bot alabora oldu. Sahil Güvenlik ekipleri 5 kişinin cesedine ulaşırken, bir erkek kurtarıldı. Kayıp 16 kişi için havadan ve denizden arama kurtarma çalışması başlatıldı. Grubun Bulamaç Adası’na geçmeye çalıştığı öğrenildi. Yunanistan’da yayın yapan ‘www.migrantreport.org’ adlı sitesi, BM Mülteci Ajansı’ndan alıntı yaparak, Yunan adalarına geçen mülteci rakamlarının yer aldığı bir rapor hazırladı. Ege’de yılın ilk 17 gününde Türkiye kıyılarından Yunan adalarına geçen mülteci sayısının 36 bin 528 olduğu, 149 mültecinin ise yaşamını yitirdiği duyuruldu. Göçmenleri Kurtarma ve Yardım Komisyonu’nda görevli Mustafa isimli Suriye uyruklu görevlinin, Midilli sahiline vuran bebeğin cesedi başında dua ederken çekilmiş görüntüleri de sosyal paylaşım sitelerinde yayınlandı. l Haber Merkezi Ege’de yine facia: 5 ölü, 16 kayıp A 17 günde 149 kişi Çağlayan atölyeleri bir bir kapanıyor. olan sağlık personeli nedeniyle yapılan görüşmeler olduğunu söylüyor. “Sendikal harekete dair genel eleştirinin yansıması olan ‘Ben üyemin sorunlarıyla ilgilenirim’ anlayışı burada da geçerli. Suriyelilerin koşullarına toplumsal bir mesele ya da toplamda bir işçi sınıfı sorunu olarak çok bakılmıyor” diyor. Çünkü ucuza rakip var Geçici koruma statüsündeki Suriyelilere verilen çalışma izni, Kaygısız’a göre zorlama bir ara statü. İşçi hakları perspektifinden ne gibi sonuçları olabilir peki? İrfan Kaygısız SÜ R C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle