18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 ŞUBAT 2015 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 ‘Muhafaza Altına Alınırken’ Ölmek ‘Paket’in Gereksizliği Kameramana Yansıdı!.. AB Bakanı Volkan Bozkır’ı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın eski tercümanı olan selefi Egemen Bağış’a benzetmek hem haksızlık hem saygısızlık. Bozkır, Türk Dışişleri’nin kıdemli büyükelçilerindendi. Turgut Özal’a ve Süleyman Demirel’e uzun yıllar danışmanlık, Brüksel’de AB temsilciliği, Ankara’da AB Genel Sekreterliği yaptı. Önce milletvekili, sonra AB Bakanı oldu. Çok da iyi oldu. Tayyip Bey’i geçelim. Davutoğlu, Çavuşoğlu, vs. dahil AKP içinde AB dosyasına onun kadar hâkim olan hiç kimse yok. Bozkır, önceki gün TV’de ülkemizin “Güvenlik Paketi”ne olan ihtiyacını anlatırken yana yakıla “Polis yetkisiz. Okul önlerinde öğrencilere esrar satanların üstünü bile arama olanağı yok!” diye yakınıyordu. HHH AB Bakanı’nı yalanlayan ne yazık ki bizzat polis (hem de trafik polisi) oldu. Ardından da Ankara Valisi! “Kar lastiği” yok diye, aracı durdurulan kameraman Yılmaz Koçyılmaz (43) yola devam etmekte ısrar edince ve tartışma çıkarınca, trafik polisi kendisini yere yatırdı. Arkasından kollarını kelepçeleyerek itekaka ekip aracına soktu. Cebinde taşıdığı “TC Başbakanlık” başlıklı “Sarı Basın Kartı” da “Kalp ve tansiyon hastasıyım!” demesi de hiç fayda etmedi... Sonrası dünkü Cumhuriyet’te idi. Ankara Valisi’nin açıklaması da bugünkü gazetelerde. Vali diyor ki: “Darp izi yok. Kendisi muhafaza altına alındı! Sonra da “Polisin yetkisi yok, ‘güvenlik paketi’” bırakıldı!” diye tantana yapıyorlar. Yüzükoyun yere yatırılan, üçdört İşsiz ve kalp hastası bir kameraman polis tarafından kolları kıvrılarak bunun gerçek olmadığını canı ile bileklerine arkadan kelepçe ödeyerek ortaya koydu. takılan kalp hastası birisinin Trafik polisleri bile demek ölmesi için “darp izi”ne ne ki, bugünkü yasalara göre kadar gerek var? canını sıkan herkesi yere yatırıp Vali Bey ayrıntıya girmiyor. kelepçeleyebiliyor... Ayrıntıya gerek olmadığını o Buna da polislerin ildeki en da biliyor. büyük patronu bir vali bey Çünkü bu tür bir işlemin “muhafaza altına almak(!)” kendisi bizatihi “darp”tır. diyor!!. “İzi” ise Koçyılmaz’ın artık Muhafaza, devlet modasına çarpmayan kalbi üzerindedir. uygun Osmanlıca; “Hıfzetmek” HHH kökünden türemiş “hafız” ile Vali Bey’in, “Muhafaza altına Yılmaz aynı aileden bir söz. alındı” demesi tam bir “şecaat Koçyılmaz Ama ilk kez “insan” için arz etme” halidir. kullananı görüyoruz. Tamamını ve tercümesini Mallar, eşya veya hayvanlar söyleyip, “kendisini mert bir Kıptiye” muhafaza altına alınır. benzetmek suç olabilir, “muhafaza İnsan hapsedilir, gözaltına alınır. altına alınmayı” gerektirebilir. Vali Beyimiz, tezeğin adını Çünkü idare hukumuza göre, “Valiler de illerde Cumhurbaşkanını temsil ediyor.” Aman ha! Çok şükür, insanlık ve ülkemiz, şecaat arz etmeyen ve hatta mert olmayan Kıptilik anlayışının olumsuz anlamını çoktan geride bıraktı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Günümüzün Roman, eskinin cefakâr istifası RTE’nin “İnlerine gireceğiz!” Kıpti yurttaşları bu cümleden olarak, planına darbe mi? Kaçak Saraylı Cumhurbaşkanımıza, Davutoğlu’nun Tayyip Bey’e, Büyük Roman Ödülü’nü layık gördüler. “Hakan Bey bana lazım!” demesi, Ama sakın ola ki, kar lastiksiz “Başbakan olarak seçimden sonra araç kullanmasınlar ve polisle falan devam edeceğim” anlamına tartışmaya girmesinler. gelmiyor mu? Yoksa... Bu durumda, Tayyip Bey ilk Mazeret bildirerek yola devam fırsatta Davutoğlu’nun davulunu da etmeye çalışan eski (yani işsiz) tokmağını da elinden almaz mı? kameraman Yılmaz’ın başına gelenler Tayyip Bey, “Sır küpü” dediği gelebilir. Fidan’ı acaba Saray’ın arka HHH bahçesine dikmek ve dibine de Başta Tayyip Bey, arkasından da boy sırasıyla, tüm iktidar erkânı haftalardır değiştirerek kokusunu değiştirmek istiyor. Emniyet güçlerinin işlediği suçu örtmek üzere Osmanlıca döktürüyor. Ama bu arada yeni ve ek bir yasaya gerek olmadan polisin istediği anda hem de şiddet kullarak her yurttaş “muhafaza altına alabileceğini” de ilan etmiş oluyor. Bu olay, Kürt sorunu veya Tayyip Bey’in egzantriklikleri ile doğrudan bir ilişkisi olmadığı için Avrupa gazetelerinde yer almayacak. Dolayısıyla AB Bakanı Bozkır’ın haberi de olmayacak. Değerli bakan yardımcısı ve geçen dönemlerin milletvekili Alaaddin Büyükkaya ise yeniden aday olmak için istifa etti. Kendisine eşi veya dostları kameraman olayını aktarmalıdırlar. Kar lastiği tartışmasına giren yurttaşların bile “Arkadan kelepçelenerek muhafaza altına alındığını” anlatmalıdırlar. Ve bir daha TV’lere çıkıp da “okul önlerinde esrar satanların bile üstlerini arayamayan polis edebiyatı”nı ya İçişleri Bakanı Ala’ya ya da selefi Bağış’a bağışlamalıdır. Parti Devleti Yeni Türkiye’nin ileri demokrasisi, parti devletiyle polis devletinin kucaklaşmasıdır. Onca aymazlık, yağmacılık, yolsuzluk hatta hırsızlık benzeri koşullarda işlemeyen istifa mekanizması, iş milletvekilliğine gelince değişiyor. Tüm birimler ve kuruluşların zirvelerindeki AKP kadrolaşması, söz konusu milletvekilliği olunca istifa sağanağına dönüştü. Tepedeki bürokratlar koşar adım, koltuklarını boşaltıyor. Kuşkusuz her biri milletvekili yapılmayacak. Hesapta, adaylık sıfatıyla gelecekte yükselme arayışıdır bu koşturma! HHH Hiçbir iktidar döneminde bu denli partizanlık görülmedi. Valiler, kaymakamlar, rektörler, yargı üyeleri, bakanlık birimleri bu kadar iktidar yanlısı, görevlisi olmadı. Bu nasıl sağlandı? Çoğunlukla siyasal İslamın zemininde Cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırı kadrolar yetiştirilerek. Bugün illegal yapı ilan edilen ve tasfiye edilmeye çalışılan Gülen Cemaati eliyle... Yıllardır sürdürülen örtülü bir yapılanmayla ışık evlerinde valiler, kaymakamlar, yargıçlar, polis ve askerler yetiştirildi. Hak, hukuk, adalet demeden, sahte sınavlarla, çalınan sorularla, torpillerle yükseldiler birçoğu. AKPcemaat el ele, sayısız kumpasla ve nihayetinde korku imparatorluğu dönemleri yaratıldı. HHH Partizanlığın ulaştığı boyut, Demokrat Parti dönemini aratmıyor. Valilerin çoğu AKP’nin il başkanı, kaymakamlar ilçe başkanı gibi çalışıyor. Daha bu hafta... Cumhurbaşkanı RTE’den aldığı ilhamla Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, süt programı etkinliğinde bir okulda karatahtaya Arapça “Sağlıklı süt için” diye yazdı. Bu ülkede harf devrimi rafa mı kalktı, Giresun’dayken kızların etek boyuyla ilgili genelge yayımlayan vali bey? Bu kez İzmir Valiliği’nden Birleşik Haziran Hareketi’nin “laik ve bilimsel eğitim” talep eden boykot eylemine getirilen yasak. Neymiş? “BHH isimli yapılanmanın izleyeceği yol ile mücadele yöntemi sayın Cumhurbaşkanı, sayın Başbakan ile AK Parti politikalarına karşıymış...” Gezi Parkı eylemleri yeniden canlandırılmak isteniyormuş. Boykota katılanlara disiplin işlemi yapılsınmış!.. Eğer bu eylem suçsa, yargı var, mahkemeler var. Demokratik bir isteme karşı valiliğin AKP sözcülüğüne bürünmesi, yanlış bir tutumdur. Ayrıca İzmir bu türden iktidar yanlısı, yasakçı ve tehditkâr tavırları yadırgayan bir kent. Mustafa Toprak’tan önceki valiler döneminde sergilenmeyen bir yaklaşım... Neyi anımsadık bu durumda? Gezi eylemlerinde ellerinde sopalarla sokaklarda gösterici kovalayan, döven sivil polisleri... Ülkenin tarihine “kara bir kare” olarak yerleşen, Kordon’da genç bir kızı saçlarından çekerek tartaklayan resmi güvenlik görevlisini... Valilik kararıyla, kapatılan il özel idaresi ve belediyelerin malvarlıklarının muhalif yerel yönetimler yerine Hazine’ye, bakanlıklara ve Diyanet İşleri’ne verilmesini... Yerel seçimlerde “Sen İzmir Valisi misin, yoksa AKP’nin il başkanı mı?” diyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun sözlerini... Bunların üstüne iç güvenlik yasasıyla valilere verilecek yetkileri de eklerseniz vay demokrasinin haline. Parti devletiyle polis devleti el ele... Sır Küpü İçin Sırsız Sorular Dolmabahçe’de Org. Büyükanıt’tan aldığı ve “Mezara kadar götüreceğim!” dediği sırrı mı koyacaktı? Hakan Fidan, Öcalan’a da “Yoruldum. Azıcık Meclis’te dinleneyim!” diyerek onu kıskandıracak bir hırtlık yapmayacağına göre, “süreç masası”nı ne tür bir özür beyanı ile terk etti? Öcalan’a, “Sen de yoruldun. Biraz daha sabır. 2019 seçimlerinde TBMM’de sürece devam ederiz!” demiş olabilir mi? İki hissedarın eleştirilerine gazeteciler sert tepki gösterdi Le Monde’da patronajla Gırtlak Gırtlağa mı? Hiç de yerinde, zamanında bir başlık değil sanırım; ne var ki, “TBMM”nin “Anayasa Komisyonu Başkanı” olan Burhan Kuzu: “Biri çıkıp da ‘Başkanlık sistemi diktatörlük getirir’ dediğinde ‘gırtlaklamak’ istiyorum!” diyorsa... “Eh, ne de olsa o koca bir Milletvekili, istediğini diyebilir (!)” diyenler olsa da, gırtlaklayacağı yalnız “bir kişi” mi? “Başkanlık, diktatörlük getirir!” diyenler, “bin” değil, “yüz bin” değil, “milyonlar”ca... Peki, bu milyonlar “kuzu” gibi öylece boyunlarını uzatıp duracaklar mı? Ya onlar da görüşlerinde direnip, “Kuzu”yu gırtlaklamak isterlerse... Toplum “gırtlak gırtlağa” mı gelecek... İstenen bu mu? Ayrıca, “AKP Milletvekili B. Kuzu”, yılların bir “hukuk” profesörü... Gençlere “hukuk”u, “adalet”i ve bunların nasıl sağlanacağını, nasıl uygulanacağını öğreten bir üniversite hocası... Bu durumda “gırtlaklamak”, bir uygulama örneği mi oluyor dersiniz? Böylece “B. Kuzu” gündemdeki tartışmanın “RTE Başkanlık Sistemi” üzerine değil, yalnızca “Başkanlık Sistemi” ile ilgili olduğunu ortaya koymaya çalışıyor. “R.T. Erdoğan” da tam gaz “Başkanlık sistemi”nin ne denli imrenilecek sonuçlar verdiğini, “ABD”yi örnek göstererek ortaya koyuyor; kuşkusuz ordakinin bir “Clinton Başkanlık Sistemi”, bir “Obama Başkanlık Sistemi” olmadığından söz etmeksizin. Ne ki “Erdoğan”, ne denli söz etmese de, “ABD”yi örnekler örneklemez, insan bu ülkenin hiç olmazsa son yılların başkanlarını, R.T. Erdoğan’la ‘karşılaştırmak’tan pek kaçınamıyor. Bu başkanların arasında, “tüm gençliği”, bir dinsel tarikatın “terörist” olarak da damgalanan liderinin “dizleri dibinde” oturarak yoğrulmuş olanı var mıdır? “Yürütme” ve “yasama”yı, doğrudan kendine bağlamayı düşünen, isteyen bir “Başkan” olabilir mi “ABD Başkanlık Sistemi”nde? Hele bu sistemin temeli olan, “bağımsız” ve çok “güçlü yargı”yı kontrolüne alıp, “yandaş” bir “yargı”ya dönüştürebilir mi “Başkan”? Yönetimde her düzeydeki yöneticinin mal varlığı da içinde olan her konuda “hesap verebilirliği” kuralını, bir “ABD Başkanı” yadsıyabilir mi? Günümüzde, artık açıkça “4. güç” olarak kabul edilen “basın”ı muhalefet ediyor diye sindirebilir mi, susturabilir mi “ABD”nin bir “Başkanı?” Bir “ABD Başkanı”, “ABD Anayasası”nı “hiç”e sayabilir mi? “Yok”muş gibi davranabilir mi? Hele bir “Başkan” üstelik inanılamaz bir rahatlıkla“halk”a “yalan” söyleyebilir mi? Bugün dile getirdiğinin, ertesi gün tam “karşıtını” yine inanılmaz bir rahatlık içinde“Amerikan” halkının karşısına çıkıp söyleyebilir mi? Dahası, “sabah” bastıra bastıra “kara”, “kapkara” dediğine, henüz güneş batmadan, bu kez “ak”, “akpak” diyebilir mi? “ABD Başkanı”, “Amerika Birleşik Devletleri” nin “Kurucu Başkanı” olan “G. Washington”a, saygısızca dil uzatabilir mi? “Kurucu Başkan”ın, “manevi huzurunda” yapılan saygı duruşunu “Sap gibi duruyorlar!” diyerek hiç sıkılmadan utanmadan alaya alabilir mi? “ABD Başkanı”, kendisinin yanında olmayan, görüşlerini benimsemeyip eleştiren, ülkesinin aydınlarının, bilim adamlarının, üniversite hocalarının, rektörlerinin, yazarlarının, sanatçılarının yıllarca tutuklanmaları için kurulan “tezgâh”lara bilinçle “göz yumar” mı? Bir “ABD Başkanı” aynı tutumla “Amerikan Silahlı Kuvvetleri”nin generaline, amiraline dek uzanan, yurtiçinde ve yurtdışında görev başında olan yüzlerce komutanın yıllar boyu tutuklu kalması için kurulan “kumpas”lara da göz yumar mı, yumabilir mi? Bir “ABD Başkanı”, “yolsuzlukla, rüşvetle” açıkça suçlanan “üst düzey” yöneticilerini, meclislerinde “aklandırtıp”, bir “üst mahkeme”de yargılanmalarını engelleyebilir mi? Bir “ABD Başkanı”, ülkesinin korumaya alınmış, dünyaca ünlü bir “SİT” bölgesinde, kaçak “villa” yaptırıp keyifle oturarak günü gün eder mi? Edebilir mi? Konu, açığa çıkıp gündeme oturunca, “Başkan” bu bölgeyi “3. sınıf” koruma alanına döndürtebilir mi? Hayır! Olamaz! Öteki olasılıkların da hiçbiri olamaz! Neden? Peki, bizde olabilir mi? Bunların “en âlâsı” oluyor, yapılıyor. Yapan kim? Peki öyleyse “R.T. Erdoğan” neden “Başkanlık” diye tutturuyor. Değerli dostlar, en iyisi biz soğuğa aldırmadan yarın “Beşiktaş”ta buluşup konuşalım... Dış Haberler Servisi Fransa’nın önde gelen solcu gazetesi Le Monde’da, HSBC’nin İsviçre kolunun müşterilerinin paralarını gizlemeleri ve vergi kaçırmalarına yardım etmekle suçlanmasına dair haberlerin yayımı, önde gelen iki hissedarla gazetecileri karşı karşıya getirdi. “SwissLeaks” diye anılan skandalda, listedeki isimlerin yayımlanmasına gazetenin denetim kurulunun başkanlığını da yapan Yves Saint Laurent modaevinin kurucularından Pierre Berge ile banker Matthieu Pigasse’den eleştiri gelmesi üzerine Le Monde’da çalışan gazeteciler sert tepki gösterdi. Gazetenin 2010’daki darboğazdan kurtulmasında payı olanlardan Berge, SwissLeaks’teki isimlerin bu şekilde yayımını “jurnalcilik” diye niteleyip, “Bir gazetenin rolü insanların isimlerini bu şekilde ortaya atmak mıdır? Onların bağımsızlık kazanmasına bunun için mi izin verildi” diye sordu. Ardından Pigasse’den kaygılarını yansıtan bir açıklama geldi: “Halkın çıkarları doğrultusun SwissLeaks krizi Berge Paris’teki HSBC binası ‘Jurnalcilik’ eleştirisi Pigasse da bilgilerin açığa çıkarılmasıyla, mali açıdan McCarthycilik’e düşme arasında bir dengenin bulunması gerekmekte.” Ama Pigasse, Le Monde’un yaptığı işlerle gurur duyduğunu da ekledi. Le Monde’daki gazeteciler sendikası özellikle Berge’in açıklamasını kınadı. Gazetenin editoryal yönetimi de bağımsız haberciliğe atıf yaparak tepkisini “Bu editoryal içeriği ihlal etmektir. Hisse sahiplerinin rolü şirketin stratejisini belirlemektir, haber anlayışına eğilmek değil” açıklamasıyla dile getirdi. 2010’da Berge, Pigasse’ın yanı sıra 3. büyük hissedar olan telekom devi Xavier Niel, Le Monde ile yaptıkları anlaşmada gazetenin editoryal bağımsızlığını garanti etmişlerdi. Son olayda Pigasse’nin sessiz kalması dikkat çekti. BULMACA SEDAT YAŞAYAN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Denizci 1 likte yelkeni 2 bir bordadan öbür borda 3 ya geçirme. 4 2/ Motorun 5 boşa çalışması... Lisan. 3/ 6 Atların taşın 7 ması için ya 8 pılmış kapa9 lı taşıma aracı... Kendini 1 2 3 4 5 6 7 8 9 çeşitli eğlencelere 1 D O Y UM B A T vermiş olan kimse. 2 Ü F Ü R ÜM N Ü 4/ Yüz metrekare K A R A P A N tutarında yüzey öl 3 L A L A N çüsü birimi... He 4 G O L diye, bağış... Ni 5 E L E J İ T A Y şan, alamet. 5/ Ju 6 R A N A O R S A les Verne’in “De 7 M İ K A DO H niz Altında Yirmi 8 N A C A K N A Ş Bin Fersah” adlı 9 E N İ R S A K İ romanındaki düşsel denizaltının adı. 6/ Kılıcın keskin yanı. 7/ Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmi birlik... Asya’da bir ülke. 8/ Yeşilırmak’ın antik dönemlerdeki adı... Tanrıtanımaz. 9/ Geceyle gündüzün eşit olduğu dönem... Argoda çok çalışan öğrenciye verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Bir işi başka birine yüklemeye argoda verilen ad. 2/ Bir geminin başka bir gemiden ya da kıyıdan açılması... “Uslan ey uslan artık” ihtiyar olmaktasın” (Şarkı). 3/ Bir ilimiz... Ele avuca sığmaz olan kimse. 4/ Güzel sanat... Soyundan gelinen kimse... Parola. 5/ Dünyanın ilk nükleer denizaltısının adı. 6/ “El atına binmiş satıyor” (Türkü). 7/ Yeniçeri kışlası... Okyanus. 8/ “Süsen” de denilen bir süs bitkisi... Yunan mitolojisinde tutku tanrıçası 9/ İstek ve tutkularda ölçülü davranma erdemi... Nâzım Hikmet’in bir tiyatro oyunu. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle