28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 15 Kasım 2015 yorum TASARIM: ZARİFE SELÇUK 22 tatürk Orman Çiftliği, 600 yıllık saltanata son vererek Cumhuriyet rejimini kuran bir toplumun, bir liderin yoktan var ettiği bir değerdir. Atatürk Orman Çiftliği’ne inşa edilen Kaçak Saray ise topluma mal olmuş bir mülk, bir üretim değil, toplumsal varlıkları tüketen bir kara deliktir. Atatürk Orman Çiftliği, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelesi vererek kurulan, Cumhuriyet’in kendi öz varlıklarıyla oluşturulan bir model. Bu model, bugün hepimizin demokrasi ve özgürlükler mücadelesinde olmazsa olmazlarımız niteliğindeki değerleri barındırıyor. AOÇ, laiklik, bilim, cinsiyet eşitliği, kamusal alan, sanayileşme, kendine yeterlik, kalkınma, ortak yaşam, planlı kentleşme, nitelikli yapılaşma, paylaşarak öğrenmek, kültür ve demokrasi istemlerimizin kurucu mekânı haline gelen bir okul. HHH 1925 yılının Mayıs ayında bozkırın ortasına kurulan üç çadırın anlamı büyüktür. Çiftlik sahibi Mustafa Kemal’e, gelecekteki çiftliğin müdürü ve çalışanlara ait olan bu çadırlar, ortak mücadele azminin ilk barınaklarıdır. Genç Cumhuriyet’in başkentinde, bozkırın ortasında yeni bir fikrin mekânlarını inşa etmek, toprağı tohumla, fidanla buluşturmak; Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki yeni bir savaşımdır. İnsan ve üretim ilişkisini bütünsellik içinde ele alan AOÇ, kuruluş sü A “Cahiller sizin kötülük yaptığınızı sanırken iyilik yapmak, soylu bir tercihtir.” ALFRED CAPUS ri, ortak çamaşırhane, ortak lokanta, hamam, fırın, sosyal alanlar inşa edilmiştir. İşçilerin hastalanması halinde hastane masrafları ve ilaçlarının çiftlik idaresi tarafından karşılanması, mekânla birlikte insanın yaşamsal ihtiyaçlarını da bir arada düşünen sosyal devlet anlayışının ürünüdür. Ortak yaşam üniteleriyle komünal bir nüvenin varlığına işaret eden Atatürk Orman Çiftliği, toplumsal bir işçi mahallesinin ender örneklerindendir. Eğitim, üretim ve paylaşımda kadın ile erkek eşitliğinin ilk denendiği toplumsal eşitlik alanı olan Atatürk Orman Çiftliği, özgürlükçüdür. Hiçbir sürecinde ve topraklarının hiçbir metrekaresinde cinsiyet ayrımcılığına rastlanmaz. Kadın ve erkek eşit koşullarda, aynı mekânlarda bulunur. Ernest Egli’nin AOÇ’de inşa ettiği modern yapıların bugün yok olma tehdidi, aynı zamanda Cumhuriyet’i temsil eden modernizm fikrinin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Kaçak Saray’ın OsmanlıSelçuklu tarzında yapılması ise AKP’nin top lumu ileriye ve çağdaşlığa değil, zamanı geriye götürmeye çalıştığının önemli bir göstergesidir.* *Tezcan Karakuş Candan, Ali Hakkan ve Gökçe Bolat’ın KAÇAK SARAY/Kibir, İsraf, Hukuksuzluk başlıklı inceleme kitabından alıntılardır (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015) Özyönetim nedir? ısaca özyönetim, yerel halkın kendi seçtiği meclis kararlarıyla yönetilmesi halidir. 12 Ağustos 2015’te KCK’nin isteğiyle Güneydoğu’da yedi ilçede “özyönetim” ilan edildi. İller özyönetimin dışında bırakıldı. Şimdi diyeceksiniz ki, hem devletin tüm imkânlarından faydalanıp, “belediye gelirleri, su, elektrik, ulaşım” gibi hem de özyönetim nasıl olacak? Olabilir. İyi niyetli düşünüldüğünde özyönetim demokrasiyi bir adım öne götüren, merkezi otoriteyi halk yararına devre dışı bırakan bir yönetim biçimidir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde uygulanan bir tercihtir. Yerel halkın seçtiklerinin daha sıkı takibini sağlar. Şeffaflık en temel unsur haline gelir. Yöneten Kaf Dağı’nın arkasında değil, sokaktadır. Hesap vereceğini bilir. Vergilerinin nerelerde harcanacağı, seçenler tarafından belirlenir. Buraya kadar iyi güzel. Şimdi hiç sevmediğim bir sözcüğü kullanıp “ama” diyeceğim. Böyle bir idare biçimi, ülkedeki mevcut anayasanın teminatı altında olmak zorundadır. Anayasada böyle bir yönetim şekline ait hiçbir açıklama yoksa, ne yazık ki, bu yönetim biçimi illegal olarak tanımlanır. Devlete başkaldırmak olarak görülür. Devletin olaya müdahalesini meşru kılar. Öyle de oldu. Devlet tüm otoritesiyle, orantısız güç kullanarak özyönetim ilan eden bölge insanlarını cezalandırma yoluna gitti. Bu durumda bölgedeki PKK tarafından silahlandırılmış, (bu silahlandırmadan devletin pekâlâ haberi vardı) doğduğu günden beri savaş içinde büyümüş gençlerden oluşan özsavunma birlikGücü gücü yetene... leri bölgelerini savunmaya başladılar. Karışıklık, ölümler bundan sonra geldi. Oysa devlet gerçekten bölgenin sorunlarını çözmeye yönelen bir tavır gösterseydi bu bölgelerdeki sivil toplum kuruluşlarıyla, barolarla, belediye başkanlarıyla hatta özyönetim ilan eden meclisle görüşüp, bu özyönetim biçimini görüşmeye açacağını, yeni anayasa yapılırken bu talebin gündeme geleceğini söyleyebilir, tarafların uzlaşmasıyla daha sağlıklı bir uygulamaya geçirebilirdi. Sorunlar tartışılarak, kamuoyuna şeffaf bir biçimde sunularak, karşılıklı bir müzakereyle çözülebilecekken hem devlet hem de özünde son derece demokratik bir yönetim biçimi olan özyönetimi bölgeye taşıyan KCK ve PKK çatışmayı tercih etti. KCK ve PKK, devleti özyönetime bu çatışmalarla razı edebileceğini düşündü, devletse gerçek anlamda hiçbir demokratik düşünceye kulak asmadığını ve asmayacağını şiddetle gösterme yoluna gitti. Sonuç Silvan’da olduğu gibi, ölü çocuklarının küçücük bedenlerini kokmasın diye buzdolabında saklayan aileler, sokağa çıkma yasağının ne olduğunu bir türlü anlamayan, ev içinde bunalan çocukların kapı önlerinde vurulması, onlarca işyerinin tahrip edilmesi ve insanların göçüne neden oldu. Şimdi ne olacak, Abdullah Öcalan’ın bir sözü vardı, “Bundan böyle ben bile isyan edenleri durduramam”. Evet, gelinen nokta bu. Bölge halkı bunca travmatik olaydan sonra vazgeçmez, öyleyse devlet anayasal olarak yurttaşlarının en temel hakkı olan yaşama hakkını bir biçimde savunmak durumundadır. Bu da tarafların yeniden masaya oturmaları ve hep birlikte en birinci bir hakkı “yaşama hakkını” savunmalarından geçer. Aksi takdirde bu böyle sürüp gider. Ve tüm ülke, biriken yüzlerce sorunu tartışamaz hale gelir. Bileşik kaplar misali ülkenin bir bölümünde savaş devam ederken diğer bölümünde işler yolunda gitmez. Gitmiyor da! K Kamu çiftliğinden sulta sarayına recinde işçilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir ortak yaşam kültürüne ev sahipliği yapmıştır. Çiftliğin planlanmasında, 1932’de Ankara’nın nazım planını yapan Alman mimar ve şehir planlamacısı Hermann Jansen ve Ernest Egli görev almıştır. Araziler üzerinde tasarlanan binaların büyük bölümü, Egli’nin imzasını taşımaktadır. Cumhuriyet’in erken dönem modern mimarlığının aktörlerinden olan Ernest Egli, SelçukluOsmanlı mimarisinden koparak yüzünü modernizme dönen Cumhuriyet’in temsil ettiği değerleri AOÇ’de uygulamıştır. HHH Çalışanların barınma ihtiyaçları için önce lojmanlar, bekâr ve şoför evle G nOKTASı bı, son çıkan yangınla da anlaşıldığı gibi yok edilmek istenen AOÇ’nin niçin AKP zihniyetinin hedefi haline geldiğinin, “düşman ideoloji” simgesi gibi görüldüğünün gerçek öyküsü. Okurken, apaçık olup göremediğim gerçek dank etti kafama: AOÇ, eğitim alanındaki Köy Enstitülerinin tarımdaki karşılığıydı! Tıpkı Köy Enstitüleri gibi, AOÇ’deki modern toplum modelinin amacı da bu ülke insanlarını kulluktan yurttaşlığa taşımaktı. Ve tıpkı Köy Enstitüleri gibi, yurttaş değil kullar yetiştiren, toplumu ileriye değil geriye götüren bir sulta tarafından yok ediliyor. imarlar Odası AnkaM ra Şubesi yöneticilerinin yazdığı Kaçak Saray kita KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY Suriye savaşı Paris’e sıçradı uriye’deki savaş, Avrupa’nın göbeğine, Paris’e taşındı… Önce bunu görmek lazım: Paris’i teslim alan şiddet sarmalı herhangi bir “terör” olayı değil, bir “savaş!” Cihat saldırılarını Hollande’ın bizzat kendisi bu sözlerle; “Bu bir savaş eylemi” diye tanımlıyor. “Savaş eylemi”nin, “Fransa’nın içinde uzantıları olmakla beraber; dışardan kontrol edildiğini ve de Fransa’nın sınırları dışında planlandığını” söylüyor. Henüz her şey çok taze, haberler kısıtlı ama en korkunç kayıpların yaşandığı Bataclan konser salonunda, çok sayıda izleyiciyi infaz ettikten sonra kendini patlatan kamikazelerden birinin “Bu Suriye için!” dediğini ve olay yerinde bir “Suriye pasaportunun” bulunduğunu biliyoruz. Bunlar, Suriye’deki savaşın Paris’e taşındığı izlenimini güçlendiriyor. Keza alınan önlemler de “savaş halindeki bir ülkede” alınan çok uç önlemleri andırıyor. Fransa çapında bir küresel ülkenin “sınırları kapatılıyor” ve en son Cezayir savaşı yıllarında kaldığı düşünülen “OHAL” ilan ediliyor. S nilgun@cumhuriyet.com.tr kısmen de olsa engellenemez” deniyor. Önümüzdeki günlerde bu konular çok tartışılacak. Tartışılan bir başka konu, “saldırıların mesajı” olacak. “Saldırıların mesajının ilk adresi”, statyumdaki bombaların hemen dibindeki Hollande. Charlie Hebdo günlerinde ülkeye verdiği “birlik beraberlik” mesajları ve büyük Paris yürüyüşüyle puan toplayan Hollande, son saldırıdan darbeyle çıkıyor. Saldırının ardından yaptığı ilk TV konuşmasında sesi titreyen ve sarsılmış görülen Fransa devlet başkanı, başta istihbarat açığı olmak üzerekontrolü elinden kaçırmış lider izlenimi yaratıyor. Saldırının ikinci açık adresi sıradan Fransız yurttaşları. “Markete giderken bile korkacaksınız!” tehditleriyle göz dağı veren militanlar, Ortadoğu’daki enkazın üzerinde Avrupalıların eski korunaklı yaşamlarına devam edemeyeceklerinin sinyalini veriyorlar. Mesajların yanında Paris’in kaçınılmaz sonuçları var… Hepsine burada yer veremeyeceğim ancak bizim açımızdan birinci dereceden önemli sonuç; Türkiye’ye IŞİD’le mücadele kapsamında konulan baskının artması olacak. Suriye’de bir kara harekâtı bağlamında özellikle Türkiye’ye baskı artacak. Ve nihayet G20 gündemine ekonomiden çok Paris saldırısı ile Suriye savaşı damga vuracak. Türkiye’ye baskı artar 15 KASıM 2015 SAYı: 32911 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ORHAn ERİnÇ AKın ATAlAY İcra Kurulu Başkanı Genel Yayın Yönetmeni CAn DünDAR Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu l Haber Reklam Tanıtım ve Halkla İlişkiler Genel Koordinatörü Ayşe Cemal Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Ahmet Rasim İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Halit Ziya Sok. No: 14 Çankaya 06550 Ankara Bulvarı 1352 S. 2/3 İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. Işıklar kenti karardı İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.14 04.57 05.19 nAMAZ VAKİTlERİ Güneş Öğle İkindi 06.44 11 .56 14.30 06.26 11 .40 14.17 06.45 12.03 14.43 Akşam 16.55 16.42 17.08 Yatsı 18.18 18.03 18.28 “Işıklar kenti Paris”in ışıkları sönüyor: Kentin simgesi olan Eyfel kararıyor… Devlet başkanları düzeyindeki ziyaretler askıya alınıyor. Hollande’ın G20 seferi, Ruhani’nin Paris ziyareti iptal ediliyor. Hollande’ın “IŞİD” diye belir lediği cihatçılar düşünün ki… Paris gibi bir metropolün merkezini… Saat 21.30’dan gece yarısına dek 3 saat teslim alıyorlar. Önce bir kafeyi tarıyorlar… Sonra başka bir restoranı kana buluyorlar… Eşzamanlı olarak Hollande’ın bulunduğu stadyumda bombalar patlatıyorlar… İki başka restoranı kan banyosuna buluyorlar… Nihayet 1500 kişilik Bataclan konser salonunu, saatlerce rehin alıyorlar. Fransa’da bugüne dek görülen bu en kanlı eylem, çapı ve dinamiğiyle, “Mumbai saldırılarına” benzetiliyor. 2008’deki “Mumbai saldırılarında” hatırlanabileceği gibi böyle, küresel bir kentte, beş yıldızlı oteller, tanınmış bir restoran, tren istasyonu, bir polis karakolu, bir Musevi cemaati merkezi ve de iki hastane dahil olmak üzere, peşi sıra sekiz farklı merkez vurulmuştu. O saldırılarda da son “Paris saldırıları”nda olduğu gibi çok büyük “istihbarat zaafından” bahsedilmiş; istihbarat örgütlerinin bunca kapsamlı ve geniş bir operasyonun önceden haber alamamış olmaları ciddi eleştirilere yol açmıştı. Bu kez de işte aynı sorular soruluyor: “Fransa’ya savaş açma boyutundaki bir eylem, nasıl olur da öngörülemez? Veya konomide sıfır büyümeyi savunan çevrecileri o zamanlar pek ciddiye almazlardı. “Radikal” derlerdi. Anarşist, hippi, hayalperest, marjinal, entel, solcu, komünist dendiği de olurdu. Tartışma sertleştiğinde konu vatan hainliğine kadar uzanırdı. Sözünü ettiğim dönem 80’li yıllar... Genç bir kadınla bir adamın tartışmasını anımsıyorum. “Sınırlı bir dünyada sınırsız ekonomik büyüme olabilir mi” diyordu kadın, “Onca yıl hep büyümeye öncelik verdik. Ne oldu? Doğayı tükettik. Zengin daha zengin oldu, fakir daha da fakirleşti. Artık insanların yaşam kalitesini arttırmaya odaklanmalıyız. Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz.” Dennis Meadows’un ünlü “Büyümenin Sınırları” raporundan söz ediyor, Ivan Illich ve Adre Gorz’dan alıntılarla konuyu anlatıyordu. Adam birden kadının sözünü kesti: “Sen feminist misin?” “Evet ama konumuz o değil. Feminizmi sana daha sonra anlatırım. Aslında her iki konuyu birlikte de anlatabilirim ama sen anlamakta sıkıntı yaşarsın.” “Niye, aptal mıyım ben?” “Yok canım. Sadece erkeksin.” Bir anlık suskunluk... “Anlamadım” dedi adam. Kadın karşılık verdi: “Ben de onu söylüyorum. Erkekler iki konuyla aynı anda ilgilenebilme yeteneğinden ne yazık ki yoksunlar. Ama bu senin suçun değil, üzülme canım.” HHH İklim Forumu’ndayım. 50’yi aşkın oturumda hep kadınlar ön planda. Fırtına vadisini savunan kadınlar o kadar etkileyiciler ki, onlar konuşurken bazı dinleyicilerin gözleri yaşarıyor. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Fikret Adaman, büyümenin fetiş haline getirilmesinin yarattığı tehlikeleri anlatıyor. Ekonomide frene basmaktan hatta geri vitese takmaktan söz ediyor. Fakat bugün artık konu ekonomik büyüme tartışmalarının çok ötesine geçti. İklim değişikliği, geri dönülmesi giderek güçleşen bir krize dönüşüyor. Çevrecilere göre bunun en büyük sorumlusu G20 ülkeleri ve iç içe oldukları küresel şirketler. İklim değişikliğine neden olan sera gazı salımlarının yüzde seksenini bu ülkeler gerçekleştiriyor. “Eğer biz dur demezsek, eşitsizlik üzerine kurulan bu sistem doğayı, insan emeğini, canlıları, havayı, suyu, toprağı sömürüp yok etmeye devam edecek” diyor çevreciler. Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmayı gerçekten istiyorsak çevrecilerin sözlerine kulak vermeliyiz: “Fosil yakıtlardan vazgeçmek zorundayız. Yenilenebilir kaynaklara yönelmeliyiz. Üretim tarzımızı değiştirmeliyiz. Çöp yaratmayacak üretim modelleri, teknolojileri geliştirmemiz gerekiyor. Tüketime odaklanmış yaşam biçimlerimizi sürdürmemiz artık mümkün değil. Her şeyi değiştirmek zorundayız ve bunun için herkese ihtiyaç var. Gidilebilecek başka bir gezegen yok. Nuh’un gemisi yok. Mücadeleden başka çare yok.” Paris’te bu ayın sonunda başlayacak iklim zirvesi elbette çok önemli. Fakat belli ki zirvede iklim krizinin çözümüne yönelik kararlar yetersiz kalacak ve 2016 iklim krizine karşı eylemlerin giderek yoğunlaştığı bir yıl olacak. HHH Türkiye’de iklim değişikliğinin çok ciddi bir sorun olduğunu düşünenlerin oranı 2010 yılında yüzde 74 düzeyindeymiş. Pew araştırma şirketinin son anketine göre bu oran yüzde 37’ye gerilemiş. Türkiye, iklim değişikliği risk algısının en hızlı gerilediği ülke olmuş. Ne oluyor bu ülkeye? İklim için harekete geçin E SAYISAL LOTO 05, 09, 13, 25, 30 ve 40 6 BİLEN: 1 milyon 025 bin 495 TL (5 kişi) 5 BİLEN: Bin 945 TL, 4 BİLEN: 36.80’er TL, 3 BİLEN: 6.35’er TL C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle