18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 NİSAN 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Adalet Buysa... Bir kitap sonunda, ama yaşadığımız bir toplumdaki adaletin içyüzünü apaçık gösteren bir mizah şaheseri: “Yargıtatör”... Mustafa Balbay yaşamış, görmüş, duymuş, anlamış, şimdi de bir güldürü, ama acıklı bir güldürü olarak bizlere sunmuş. Bir bildiri, hem sert hem dostça bir sergileyiş! “Yargıtatör”ün yargıcı da savcısı da gerçekte var. Perdenin öteki yanında insanları sorguluyor, yargılıyor, cezalar veriyor! Uygun gördükleri cezalar dört kez müebbet!.. Şuna idam demeye niye çekiniyorsun? Kim ki sana karşı çıkıyor, kim seni dinlemiyor, kim demokrasi diye bir gerçeğe inanmış, ver cezasını... Benim kuşağım sehpalarda asılı insanları birkaç kez gördü. Bir daha görmemek için dört kez müebbeti çıkardılar. Alıyorsun, atıyorsun, ölene kadar içerde kalacak. Ömrü altmış yetmiş yılsa, o kadar! Sonrası herkesin gideceği yer, sonsuzluk... Yaz geldi, mutlu bir dönem başlıyor. Denizler, göller, kırlar sizi bekliyor. Yaşamın en güzel bir dönemine giriyoruz. Hepsini unutmak mı? Toplumun ne halde olduğunu, nice insanların, binlerce yurttaşın içine itildiği çıkmazların günden güne daha da arttığını görmek mi? İlkyazın sevinci birden karabasana dönüşür? Bu karabasanda yaşamak hepimiz içindir artık. Yerken, içerken, gülerken, severken, sevişirken birdenbire bir öksüzlük duymak, budur işte!.. Öyle bir tatsızlık. İnsanlıktan uzaklaşma durumu... Mayıs ayı sevinç ayı!.. 23 Nisan, 1 Mayıs, derken 19 Mayıs... Gözümüzü karanlıklara kapatıp yalnız aydınlıkları görmek özlemi!.. Okuyun “Yargıtatör”ü... Fırsat bulursanız sahnede de seyredin. Ne tür komiklikler içinde yaşadığımızı anlayın... Terör, Ödün Verilerek ve Güç Kazandırılarak Bitirilemez! Avrupa Birliği, ABD ve diğer birçok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmesine yıllarca uğraşılan ve terör örgütü olarak kabul ettirilen PKK, artık hükümetle pazarlık yapan siyasi parti konumuna getirilmiştir. PKK milyarlar harcasaydı bu başarıyı sağlayamazdı. Hükümet Habur olayından ders çıkaracağına, tam tersini yaparak, PKK’ye büyük prestij kazandırdı ve isteklerine boyun eğdi! T Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal Bilimci erörle didişen tek ülke Türkiye olmamıştır. İki ülkenin terörle savaş deneyimine göz atarak konuyu irdelemekte yarar var. 1959 yılında Franco diktatörlüğüne karşı kurulan ve İspanya’dan bağımsız Bask devleti için 50 yıl savaşan ETA, İspanya demokrasiye geçtikten ve Bask’lara geniş haklar verildikten sonra da teröre devam etti. ETA, yüzlerce terör saldırısıyla 823 kişinin ölümüne neden oldu. İspanya hükümetleri “kaba kuvvete son vermedikçe ETA ile görüşme yapılmaz” kararlı tavrını korudu. Birçok ETA yöneticisi tutuklandı. 5 Eylül 2011 tarihinde ETA kendine yakın bir gazeteye ve BBC’ye gönderdiği video duyurusuyla “Demokratik sürecin gelişmesi için artık silahları kullanmayacağını” kamuoyuna açıkladı. 20 Ekim 2011 tarihinde de ETA silahlı savaşa kesin olarak son verdi. Bask bölgesinde ETA’yı destekleyen geniş bir kesim olmasına karşın, İspanya devleti “silahlar susmadıkca ETA ile görüşme yapmayarak” ve teröre asla boyun eğmeyerek bu sonucu elde etti. le görüşmeler yaparak çözüm bulmaya çalışırlar. Tamillerin bazı istekleri kabul edilir. Ne var ki terör örgütü adada “Tamillere ait” ayrı bir devletin kurulması için silahlı eylemlerini sürdürür. Bu kanlı savaşta 20 milyon nüfuslu ülkede, 80 bin ile 100 bin kişi yaşamını kaybeder. Mahinda Rojapaksa devlet başkanı olunca terörü savaşla bitirmeye karar verir. Ağustos 2006’dan Mayıs 2009’a değin süren askeri operasyonlarda 6261 asker, polis yaşamını kaybeder. Askeri operasyonla “Tamil Aslanları” örgütünün lider kadroları kıskaca alınır. Koloniyal döneminden beri “böl ve yönet” stratejisini burada da uygulayan ve Tamilleri destekleyen İngiltere, aracı olmaya ve teröristleri kurtarmaya kalkar. Devlet Başkanı Mahinda Rojapaksa terörü bitirmekte kararlıdır ve “Tamil Aslanları” yönetici kadroları 18 Mayıs 2009 tarihinde öldürülür. Böylece Sri Lanka’da terör son bulur. Sri Lanka yeniden turizm odağı ülke olmaya başlar. Kısaca özetlenen bu iki çok farklı örnek, terörle başarılı savaşın nasıl olabileceğini kanıtıyla göstermektedir. Türkiye bu örneklerin tam aksine, terör örgütüne büyük güç kazandırma, uluslararası platformda terör örgütü olmaktan arındırma ve henüz tam açıklanmayan ödünler verme yolunu seçmiştir. Nevruz kutlamaları esnasında Öcalan’ın yazılı mesajı yüz binlere büyük bir şovla aktarılır. Aynı şova, Kandil’de terör örgütü elebaşları tarafından düzenlenen basın konferansına, yüzden fazla gazetecinin katılmasına onay verilir. Oysa ETA örneğinde olduğu gibi, Öcalan’ın mesajı da iki basına gönderilen açıklamayla yapılabilir, Kandil şovuna izin verilmeyebilirdi. Yanlış politikalarla güçlendirilen PKK, tüm isteklerini almadıkça terörden vazgeçmeyecektir. PKK, hükümetle pazarlığında, anayasanın istekleri doğrultusunda biçim lenmesinde, Öcalan’ın affedilmesinde ısrar edeceğini açıklıyor. İlginç olan, AKP ile PKK ve Meclis’teki temsilcisi partinin “yeni anayasa” konusundaki isteklerinin örtüşmesidir. Ne var ki PKK, orta veya uzun sürede Türkiye, Irak, Suriye ve İran Kürtlerinden oluşacak bir Kürt devletinin kurulması ana amacından asla vazgeçmeyecektir. Ancak buna şu anda koşullar elvermediğinden, öncelikle gerekli altyapının oluşması stratejisi izlenmektedir. Kuzey Irak Kürt Federe Devleti’ne, yakında Suriye Kürt federe kısmı ve gelecekte de “Türkiye Kürt özerk bölgesinin” eklenmesi istenmektedir. İran’a bir askeri müdahale olursa, orada da Kürt federe bölgesi devreye sokulacaktır. Bu amaçlarını saklamayanlar, bu dört devlette 2025 milyon nüfusu olan “Kürtlerin neden kendi ülkeleri olmasın” görüşünü ısrarla savunmaktadırlar. Doğrusu, kendini Türk veya Kürt kökenli Türk olarak görmeyenlerin, kendileri bakımından bu görüşü savunmaları, kanımca yadırganmamalıdır da. Asla kabul edilmemesi ve ödün verilmemesi gereken konu, bu amaca terör yoluyla ulaşılmaya çalışılmasıdır. ABD kendi güdümündeki Sayın Başbakan Erdoğan’ı, orta vadeli bu projeye ikna etmişe benziyor. Hatta Araplara rağmen kurulacak bu Kürt devletinin korunması yükümlülüğünün de Türkiye’ye verileceği, böylece Türkiye’nin oradaki zengin petrol kaynaklarından da geniş ölçüde yararlanabileceği mesajını vermektedir. ABD’nin çıkar ekseninde yürütülen politikaların, Türkiye ve Türk halkı yararına olamayacağı çok kesindir. Tıpkı bu eksende yapılan 1971 ve 1980 askeri darbeleri ve özellikle 1980 sonrası ABD piyonu darbeci paşaların, sol görüşlü ve Kürt kökenli insanlara karşı uyguladıkları faşizan baskılar ve politikalarda görüldüğü gibi. Kürtçenin yasaklanması, Kürt kimliğinin reddedilmesi ve farklı düşünenlere yapılan insanlık dışı işkenceler, PKK gibi bir örgütün ortaya çıkmasının temel kaynağıdır. Çoktan yargılanması gereken kişiler Silivri’de olanlar değil, Evren Paşa ve yandaşları darbeci generallerdir. Ne var ki ne AKP ve ne de özel yetkili mahkemeler, bu kişilerden bilinen nedenlerden hesap sormayı istememektedir. Namlulardan Ayran Fışkırıyor! Çok kısa bir süre önce, 29 Mart gecesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan televizyonlarda konuştu... Silahlarıyla sınır geçmeye çalışan PKK’lilere güvenlik güçlerinin müdahale etmemesinin yasal açıdan mümkün olmadığını vurguladı, “Silahlarını ister gömsünler, ister mağarada bırakıp gitsinler” dedi ve ilave etti: “Güvenlik güçlerinin sessiz kalması mümkün değil.” Barış sürecinde ne verildiği sorusuna da “Öcalan’a 12 kanallı televizyon verdik. Orada kendi takımını da, Türkiye’yi de izliyor” yanıtını veren Erdoğan, “Benim verdiğim vereceğim budur” dedi. Buna karşılık, PKK’nin dağdaki lideri Murat Karayılan 25 Nisan’da Kandil’de, 8 Mayıs’ta başlayacak çekilmenin kendi bildikleri yöntemlerle ve yollardan silah bırakılmadan yapılacağını, silah bırakmanın ancak, ilerde barış sürecinin üçüncü aşaması olarak düşünülebileceğini söyledi! Karayılan’nın belirttiği aşamalar ve silah bırakmanın takvimi şöyle: “Uygulanmakta olan ateşkes ve gerilla güçlerimizin başarılı bir biçimde geri çekilmesiyle birlikte birinci aşama sona erecektir. İkinci aşama, sorunun kalıcı çözümü için, daha çok devletin ve hükümetin yükümlülüklerini yerine getireceği aşamadır... Koruculuk, özel tim, vb. tüm özel savaş yapılarının devre dışı edilmesi ve demokratik sivil toplum zihniyetine uygun bir ortamın oluşturulması gereklidir. Özellikle Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak, Kürt halkının inkârını sona erdirecek, varlığını ve özgürlüğünü kabul edecek, tüm kimliklerin, inançların ve mezheplerin hak ve özgürlüklerini garanti altına alacak, eşitliğini sağlayacak olan yeni demokratik bir anayasanın yapılması hayatidir. Bu görevin gerçekleşmesiyle birlikte, üçüncü aşama olan normalleşme süreci başlamış olacaktır. Önder Apo dahil herkesin özgürleşeceği bu sürecin pratikleşmesi paralelinde silahın tümden devre dışı kılınması ve gerillanın silahsızlanması gündeme girecektir.” Bu açıklamadan sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 26 Nisan’da milli içkimizin bira değil, ayran olduğunu belirti: Böylece çekilme süreciyle birlikte, hem biranın bir zamanlar “milli içkimiz” olduğunu ilk kez öğrenmiş olduk hem de bugünkü milli içkimizin kımız değil, ayran olduğunu! Birdenbire şiirimizin, tarihimizin ve yeme içme kültürümüzün büyük üstadı Yahya Kemal’i anımsadım: Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle… Ayranlarla geçtik Dicle’den kafilelerle! Türkiye’ye verilen mesaj Diğer ismiyle Seylon (Sri Lanka) örneğine bakalım. Turizm cenneti bu ada ülkede, Budizm mensubu çoğunluk halk Singalezler ile Hindu inancı mensubu Tamiller yaşamaktadır. Hindistan kıyısına yakın bölgede yaşayan Tamiller, oradan da aldıkları cesaret ve destekle, adada bağımsız bir “Tamil” devleti kurulması için “Tamil Aslanları” ismiyle bir örgüt kurarlar. 1983 tarihinden sonra da amaçlarına ulaşmak için yoğun teröre başvururlar. Tamillerin yaşadığı bölgenin bir kesiminde de zaman zaman kurtarılmış bölge ilan ederler ve Tamil halkının da geniş desteğini alırlar. Terör, ülkenin ana kaynağı olan turizmin büyük zarar görmesine neden olur. Değişik hükümetler, zaman zaman “Tamil Aslanları” terör örgütüy Diğer örnek Sri Lanka Gelişmişlikte Türkiye’nin Yeri Bir değerlendirme kuruluşunun kredi notumuzu bir kademe artırmasını zafer çığlıklarıyla karşılıyoruz. Oysa her şey ekonomiden, ekonomik büyüklükten ve böbürlenmekten ibaret değil. Ülkelerin gelişmişliği, ulusal gelirin hakça paylaşılmasının yanı sıra insana verilen değer ve insanların mutluluğuyla, yani genel yaşam kalitesiyle ölçülüyor. nel sıralaması var. Buna göre Türkiye 142 ülke arasında 89’uncu konumda… Tacikistan, Gana ve Kırgızistan’ın hemen arkasında, El Salvador ve Nikaragua’nın hemen önünde. Bu arada genel sıralamada parlak konumdaki ülkelere de bir göz atalım. İskandinav ülkeleri ilk sıraları paylaşıyor: Norveç birinci, Danimarka ikinci, İsveç üçüncü sırada. 12’nci sırada ABD, 13’üncü sırada Birleşik Krallık, 14’üncü sırada Almanya var. Daha sonra Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP’nin İnsani Gelişme Raporu 14 Mart’ta yayımlandı. O rapora göre Türkiye 2012’de 90’ıncı sırada yer alıyor. Görüldüğü gibi raporlardaki sıralamalarda Türkiye’nin konumu pek farklı değil. O rapor da ulusal gelir, eğitim, sağlık, adil gelir dağılımı, cinsiyet eşitliği, iyi yaşam koşulları verilerine göre biçimleniyor. UNDP raporları kapsamında Özlem Yüzak’ın Cumhuriyet’te çıkan bir yazısında önemli bir saptaması vardı: “1996 yılındaki İnsani Gelişme Raporu’nda istenmeyen 5 büyüme tipi açıklanmıştı. İstihdam yaratmayan büyüme, eşitsizlikleri artıran büyüme, toplumun en dezavantajlı kesiminin katılımını engelleyen büyüme, kayıt dışı büyüme, geleceği (doğal kaynakların ve çevrenin doğru kullanımını) gözetmeyen büyüme” (1). Türkiye’nin ne yazık ki bu ilkelere göre büyümediğini biliyoruz. Yine kısa bir süre önce, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), “2013 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu”nu yayımladı. O rapora göre Türkiye 179 ülke arasında 154’üncü sırada... Bir önceki yıla göre 6 sıra gerileyen Türkiye’ye raporda “Yakışıksız Bölgesel Modeller” başlığı altında yer verilmiş. 2005’te 98’inci sırada olan Türkiye o tarihten beri sıralamada geri gidiyor (2). Görüldüğü gibi ülkemizin durumu bu somut verilere göre hiç de parlak sayılmaz. Karnemiz böyle... Eksiklerimizi giderip kırık notlarımızı düzeltmemiz gerekiyor. Bir değerlendirme kuruluşunun kredi notumuzu bir kademe artırmasını zafer çığlıklarıyla karşılıyoruz. Oysa her şey ekonomiden, ekonomik büyüklükten ve böbürlenmekten ibaret değil. Ülkelerin gelişmişliği, ulusal gelirin hakça paylaşılmasının yanı sıra insana verilen değer ve insanların mutluluğuyla, yani genel yaşam kalitesiyle ölçülüyor. 2023 hedefine öncelikle bu insani değerlerin konması daha doğru olmaz mı? 90’ıncı sırada olmak Türkiye’ye yakışmıyor. 1. Özlem Yüzak, İnsani Gelişmişlik, Türkiye ve Dünya, Cumhuriyet, 20 Mart 2013. 2.iyad.org.tr, Internet Yayıncıları Derneği haber portalı. T Doğan HASOL ürkiye ekonomisinin, ulusal gelir boyutuyla dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi konumunda olduğunu biliyoruz. Zaten bu nedenle de G20’ler arasındayız. Bir yandan da hükümetin 2023 yılında ekonomiyi dünyanın 10’uncu büyüğü haline getirmeyi hedeflediği sürekli olarak tekrarlanıyor. Ne var ki ekonomik büyüklük önemli ama her şey demek değil. Bizde ulusal gelirin nüfusa dağılımındaki çarpıklığın yanı sıra toplumun huzur, dirlik düzenlik ve refahını belirleyen bileşenlerde de sorunlar görülüyor. Ülkelerin gelişmişlik derecelerinin belirlenmesinde yalnızca ekonomik büyüklük, hatta kişi başına ulusal gelir rakamları yeterli ölçütler değil, insani gelişmişlik çok önemli… Ulusal gelirin hakça dağılımı, insan hakları, kadınerkek eşitliği, fırsat eşitliği, çağdaş eğitim, sağlık, güvenlik, adalet, bireysel özgürlük gibi veriler de belirleyici oluyor. Ülkelerin, başarılarını (ya da başarısızlıklarını) bu anlamda saptayan araştırmalar, göstergeler var. Uluslararası çeşitli kurumlar ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirlemek üzere yıl boyunca araştırmalar yapıyor, sonra da sonuçları yıllık raporlar halinde açıklıyorlar. Bu kuruluşlardan biri olan The Legatum Institute, 2012 yılına ilişkin raporunu “2012 Legatum Prosperity Index” adı altında yayımladı. Araştırma dünya nüfusunun yüzde 96’sını, dünya ekonomisinin yüzde 99’unu kapsıyor. Varlık ve refah düzeyi konusundaki en gelişmiş araştırma olarak bilinen rapor, ülkeleri yalnızca ekonomilerinin büyüklüğüyle ele almıyor, yukarıda da belirttiğimiz gibi, insani gelişmelere ilişkin vazgeçilmez evrensel değerler göz önünde tutuluyor. Legatum Enstitüsü’nün 142 ülkeyi kapsayan 2012 raporunda ülkeler, yaşam kalitesini sağladığı kabul edilen 8 temel alanda irdeleniyor. Rapora göre Türkiye, çeşitli yönleriyle ele alınan ekonomide 74’üncü sıraya düşüyor. girişimcilik ve fırsatlarda 55’inci, kamu yönetiminde 46’ncı, eğitimde 91’inci, sağlıkta 58’inci, güvenlikte 93’üncü, kişisel özgürlükte 127’nci, sosyal sermayede 133’üncü. Raporun bir de ge
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle