17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 ARALIK 2013 PAZARTESİ 2 EMRE KONGAR geçen günkü sütununda Erdoğan iktidarının son günlerini mükemmel anlatmıştı. Yürek burkucu bir çöküntü hikâyesi: Anlamlı bir devletin en sorumlu makamına kadar yükselen bir politikacının koltuğunu kaybediş sürecine ilişkin olarak. zülüyorsunuz ama neye, niçin Ü üzüldüğünüzü tam kestiremeden. Söz konusu kişi son derece zeki ve OLAYLAR VE GÖRÜŞLER dümen kırıp onların zırhlılarından Haliç semtlerine propaganda salvoları açmak hiç yakışık almadı. Kurnazlığa yaklaşan zekilik ister istemez Kasımpaşalı Tayyip’in hırsını artırmış ve başını döndürmüştür. imdi kendi hataları ve hakkındaki söylentiler yüzünden siyaset sahnesinden dışlanmaya doğru gitmekte olan o politikacı başka türlü değerlendirilebilecek niteliklerini de alıp gitmekte. Bir an önce gitmesi, yetkisizleştirilmesi, hiçbir şey yapamaz duruma gelmesi isteniyor. Hatta cezalandırılması, bileklerinde kelepçeyle dolaştırılması için sabırsızlananlar bile var. Elbet onlara katılacak, sadist uygulamalarını paylaşacak kadar katı yürekli olamazsınız. Birikmiş kin ve hınç da bir bakıma ona karşı birikmiş tepki, hınç da rahatsız edicidir. Hikâyenin hüzün verici yanı da bu. akat bütün bu duyguları silen, yok eden bir başka değişikliğin yaşandığını da unutmayalım. Devletin başından uzaklaşan kişi giderayak devleti de yıkarcasına kural değişiklikleri yapmaya kalkıştı. Sanki “ben yıkıldım, devlet de yıkılsın” demek istedi. Başlı başına bu tutumu bile içinizde acıma, üzülme namına ne varsa onları da yıkmış olmalı. Söz konusu kişinin iktidar yılları boyunca gerçek bir devlet adamı gibi davranmadığını zaten biliyordunuz ama kendi yıkılırken devleti de yıkarak gitmeye de hakkı olmamalıydı. Şimdi, olanları bir yana bırakmak ve zedelenip yıkılma raddesine gelen devleti yeniden gerçek Cumhuriyetçi temeller üzerinde kurup insan haklarına, özgürlüğe ve değişik kimliklere saygılı ama ulus kavramından ödün vermeyen demokratik sistemi yüceltmenin tam zamanıdır. Ana muhalefet başta olmak üzere bütün cumhuriyetçi güçler geçmişten hesap sorma ve cezalandırma peşinde koşma yerine onarmaya, yenilemeye ve yapıcılığa yönelmelidirler. Önümüzdeki yerel seçimlerden başlayarak güven verici cumhurbaşkanı seçimi ile genel seçimler, bu inancı gerçekleştirmek için bir daha kolay bulunmaz bir fırsat sayılmalıdır. Bir Bitişin Hüznü Ş ve Geleceğin Şevki olumsuzlukları gidermeye fazlasıyla yetebilir ve yetiyor. Keşke, zekilik ve beceriklilik yerine alçakgönüllülük, sabırlılık, göz doygunluğu gibi sıradan nitelikler edinmiş olabilseydi. Onlarla hırslı kasaba politikacısı izlenimlerini silip birinci sınıf bir politikacı yaratmak o sayede çok doğru işler yapılabilirdi. elgelelim, bu tip insanlara musallat olan o meşum hastalığa o da yakalandı: Bu zor kazanılmış nitelikleri halkının, hatta onlarla inşa edebileceği ulusunun hizmetine vermek yerine, tam aksine sömürücülerle kaynaşmak, onların âlemlerinde mest olmak, onların gemilerine (pardon yatlarına) binmek, hatta o yanlış bir rotaya Kara Devrimin Çocukları Kavga Ediyor OKTAY EKŞİ CHP İstanbul Milletvekili becerikli. O makama gelişinde elbet çeşitli yeteneklerinin payı olduğu kesin ama en çok da yine bunlar, yani zekâ ve beceri. Ayrıca, varlıklı ve nüfuzlu toplum kesiminden gelmeyen bir “halk çocuğu.” Zaten, yürüyüşüne kadar her davranışı bunu belli etmekte. Bunlara bakarak ya da bunları duyarak onun hakkında kolayca “kasaba politikacısı” hükmüne varabilirdiniz. Ama çizilmesi gereken portre o kadar basit değil. Bir kere, olumsuz koşulları yenmenin verdiği bir “hayat deneyimi” var. Donanım ve bilgi eksikliği mi? İnanç dünyasına yakınlık ve elbette o çarpıcı zekâyla, beceriklik bu eksikleri ve G T F ürkiye bir büyük kavgaya tanıklık ediyor. Bu bir “kişiler kavgası” değil. Ortada buradakinin adı konmamış olsa da devrimlerin bilinen bir kuralının uygulaması var: “Her devrim önce kendi evlatlarını yer!” Gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 3 Kasım 2002 seçiminde iktidara gelmesiyle Türkiye’de bir “kara devrim”in kapısı açıldı. Ama bunu çok az sayıda aydın hariç kimse fark etmedi. Çünkü Türkiye’nin demokratik rejim geçmişi bu kapının “hukuku çiğnemeden” açılmasına imkân veriyordu. O yüzden “seçim” aracı kullanıldı. Zaten ilk yıllarda asıl çehresini göstermedi. Çünkü geride kalan Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi deneyimleri çok temkinli olmak gerektiğini öğretmişti. Kaldı ki öncü kadrodakilerin kültürü “riyakârlığı” yani “ikiyüzlü” olmayı meşru sayıyordu. O nedenle sadece yurtiçindeki kamuoyu değil, yurtdışındaki dostdüşman da Türkiye’deki “kara devrim”e gidişin farkına varamadı. Hatta yaşananlar ve yeni gelenler içeride ve dışarıda övgülerle karşılandı. Örneğin içeride “demokratikleşme” görüntülü adımlar pek çok aydını olumlu yönde etkiledi. Bunlar Türkiye’nin “Avrupa Birliği”yle ve “Batılı değer sistemleriyle” bütünleşmeyi istediği izlenimlerini güçlendirdi. Ancak “enerjisi ve çalışkanlığıyla” takdir toplayan AKP iktidarı 22 Temmuz 2007 seçiminden güçlenerek çıkınca, AKP lideri Tayyip Erdoğan aynen Adnan Menderes’in 1954 seçiminden güçlenerek çıkması üzerine yaptığı gibidaha önce sadece hayal ettiklerini artık gerçekleştirebileceğine karar verdi. Ve kara devrimin yaşama geçirilmesi süreci başladı. Önce Tayyip Erdoğan’ın her zaman nefretle baktığı ve “bertaraf edilecek ilk düşman” olarak gördüğü “medya”dan başlandı. Doğru metot, “önce en büyüğü sindirmek” ti. Yasa, hukuk dinlemeden Doğan Medya Grubu’na dünya medya tarihinde görülmemiş düzeyde (3 milyar 800 milyon TL. tutarında) vergi cezası verildi. Sonra kalan medya organları tek tek sindirilerek, el değiştirtilerek iktidarın uydusu yapıldı. Medyadaki “özgür ses” oranı yazılı basında sırf tiraj bazında yüzde 810’a, elektronik medyada yüzde 35’e, internet medyasında (tahminen) yüzde 15’e kadar geriletildi. Kamuoyunu uyarabilecek sesler kısılınca sıra bir karşıdevrime (kara devrime) izin vermeyeceği bilinen “askeri” tasfiye etmeye geldi. Gerçekten çeteleşmiş olduğu bilinen bir küçük kliği cezalandırmak isteniyormuş gibi göstererek aslı olsun olmasın birçok “suç” dosyası açılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi büyük çapta hapse atıldı. Bu çok sorunlu operasyon “kara devrim” ortağı iki gücün işbirliği olmadan gerçekleştirilemezdi. Nitekim 2008’in başında başlayan operasyon tam beş yıl sürdü. Bu sırada pek çok insanın başı uydurma kanıtlarla yandı. “Tasfiye” mahkemeleri, “suç” veya “suçlu” aramadı. Zaten kanıt diye dosyaya konanların gerçekten kanıt olup olmadığını sanıklarla avukatların feryadına rağmen sorgulayan da olmadı. Mahkum edilip 30 se ne yahut ömür boyu hapis yatmak için “iyi bir Atatürkçü olmak” nerdeyse yeter sayıldı. Karşıdevrim veya “kara devrim”, “başı ezilmesi gerekenlerin” hüküm giyip bertaraf edilmeleriyle amacına ulaşmış sayıldı. Çünkü Atatürk Cumhuriyetini tarihe gömüp kara devrimin özlediği İslam Cumhuriyetini kurmanın altyapısı hazırlanmıştı. Lakin o aşamada bir sorun çıktı: Tasfiye Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Fethullah Gülen cemaatinin aktif işbirliğiyle gerçekleşmişti ama iki taraf da birbirinden memnun değildi. Çünkü AKP iktidarı (daha doğrusu Tayyip Erdoğan) Gülen cemaatinin baskılarından, taleplerinden hatta “iktidar ortağı” görünmesinden şikâyetçiydi. Bir şekilde onlara da haddini bildirmek istiyordu. Elinde “cemaatin militan deposu” gibi gördüğü, akıllı ve çalışkan öğrencileri seçip koruyarak önce “Fethullahçı” yaptığı, sonra da devlet kadrolarına yerleştirmek için kullandığı “dershaneler” kozu vardı. Bunları kapatırsa cemaatin “insan kaynağını” kurutabilirdi. Tayyip Erdoğan “dershaneleri kapatma” projesini açıklayınca kıyamet koptu. Ortaklık bitti. Ve taraflar göze göz, dişe diş kavgaya girişti. Bu sırada ortaya çıktı ki “sevgi”den, “terbiye”den, “edep”ten, “dürüstlük”ten, “hoşgörü”den, “adalet”ten, “hak”tan, “özgürlük”ten, “insan onuruna saygı”dan, “fitne” dedikleri her neyse ona, “yalan”a, “iftira”ya, ”hakaret”e karşı olduklarından söz edenler (iki taraf da bu iddiadadır) meğer sokaktaki kâğıt hamallarından farklı bir lisan kullanmıyormuş. O yüzden “firavun”dan “harami”ye, “müfteri”den “in”e (in bilindiği gibi ayıların sığındığı kaya kovuklarına denir) kadar kullanılmadık kötü söz kalmadı. Şimdi sıra, “kara devrim”in kendi çocuklarını yemesine geldi. Ama hangisinin ötekini yiyeceği henüz belli değil. Kavganın dışında kalanlar bu aşamada olayları dikkatle değerlendirmeli: Yaşananlara “duygusal” açıdan bakarsak, “Bu kavga Tayyip Erdoğan’ı bitirecekse, sorun yok, bundan memnun oluruz ” diyebiliriz. Ama böyle bir bitişin Türkiye için iyi mi, kötü mü olacağını da hesap etmeliyiz. Unutmayalım ki Tayyip Erdoğan seçimle gelen ve “seçimle gitmesi mümkün olan” biridir. Kavganın öteki ortağı iktidar olursa, onun gitmesi diye bir ihtimal söz konusu bile değildir. Hukuk açısından bakarsak, önce aynen dün olduğu gibi, bu süreç içinde de her türlü “sahte kanıt”a, “gizli tanık” ifadesine ve hatta “gizli olması gereken soruşturma bilgilerinin medyaya servis edilmesi” dahil her türlü hukuksuzluğa karşı çıkmalıyız. Dahası “hukuku çiğneyen savcı, yargıç dahil kim varsa cezalandırılmasını” istemeliyiz. Siyasi boyutuna gelince… Hükümetin dört bakanı hakkındaki suçlamaların hiç değilse (aslında TBMM Genel Kurulu’nda olması lazım) AKP Meclis Grubu’nda tartışılmasını ve bu hükümete güven duyulup duyulmadığının oylanmasını talep etmeliyiz. Ama hepsinden önemlisi, bu “kara devrim” sürecini tersine çevirip Türkiye’mizi tekrar Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete kavuşturmalıyız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle