16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 KASIM 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 19 AKP’nin kıdem tazminatında fon önerisi Türkİş, Hakİş, DİSK ve TİSK’in katılımıyla görüşülecek Kıdemde son buluşma Kim ne dedi? DİSK Genel Başkanı Kani Beko: Kıdem tazminatı sadece para gözüyle değerlendirilmemeli. Kıdem tazminatı aynı zamanda işyerinde çalışan işçilerin iş güvencesi anlamına geliyor. DİSK’in kıdem tazminatına dair kırmızı çizgileri bellidir ve konfederasyonumuz, bu kırmızı çizgileri çiğneyen herhangi bir pazarlığa girmeyi reddetmektedir. Hakİş Genel Başkanı Mahmut Arslan: Kıdem tazminatı fonunu isterken talebimiz, var olan haklarımızın güvence altına alındığı bir çözüm. Hakİş, mevcut kazanılmış haklarda geriye gidişe neden olacak herhangi bir düzenlemeyi asla kabul edemez, bunu tartışma konusu dahi yapmaz. TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik: Teklifimiz, mevcut ve çalışan işçilerimizin kıdem tazminatı haklarının muhafaza edilmesi ama onların müktesep haklarına riayet edilirken işverenin müktesep haklarına da hürmet gösterilerek yeni işe girecek işçiler için OECD ortalamalarını geçmeyecek şekilde düzenlenmesidir. ‘Dua’ Demokrasisi! Başbakan, hemen her gün, en son yükseköğretim öğrencilerinin aynı evi paylaşmasına gösterdiği tepki gibi, kamuoyunda yoğun tartışma ve gerilim yaratan yeni bir konuyu gündeme getiriyor. Sağın önde gelen yazar ve yorumcularından Taha Akyol Başbakan’ın hoşgörülü, itidalli ve anlayışlı davranması için dua ediyorum diyor (Hürriyet, 6, 7 Kasım). Akyol, yalnız son iki yazısıyla değil üç yıla yakın bir süredir aynı duayı ediyormuş; “Başbakan … sıcak ve kapsayıcı üsluba döner inşallah” diye yazmış. Yazmış da dinleyen kim? HHH İnsanoğlu, tam anlamıyla çaresiz kaldığında duaya başvurur. Bu fotoğraf ülke demokrasisinin acınacak çaresizliğini yansıtıyor. Gerçek şudur ki, AKP iktidarı tarafından yıllar boyu özgürlük, eşitlik ve hukukun üstünlüğü gibi demokrasinin evrensel ilkelerinden daha da uzaklaştırılan ülke siyaseti tam bir tıkanma noktasına doğru taşınıyor. Aslında bu bir fotoğraf değil, sinema filmi; demokrasi tarihimizde 1950’li yıllardan sonra aralıklarla yaşanan sağcı başbakanların sandıktan çıktım istediğimi yaparım; hesabını yalnızca sandıkta veririm anlayışının yeni bir karesidir görülen. Oysa demokrasi iki seçim arasındaki işleyişi ve niteliğiyle gerçek demokrasi olur ya da olmaz. Yarım asırdır şöyle ya da böyle halkı sandığa götürmeyi başaran ülke demokrasisi, iki sandık arasında hesap vermekten kaçan, böylelikle bir şeyleri gizleyen iktidarların elinde tökezliyor; yere düşüyor. Geçmişte yaşanan demokrasinin çöküntü süreçleri askerlerin yönetime el koyması sonucunu doğuruyordu. Günümüzde el koyma olasılığı yok; iyi ki de yok! Bu durumda, AKP iktidarının beynine, gerçek demokrasinin yalnızca sandıktan çıkmak olmadığını iyice yerleştirmek yaşamsal ve kaçınılmaz oluyor. HHH Akyol, bir örnek; sanırım sorumluluğu ya da o dünyanın kavramıyla günahı en az olanlardan. Başbakan’a asıl karşı çıkması gerekenler AKP iktidarından doğrudan ya da dolaylı olarak yararlandıktan; milletvekilliği ve bakanlık yaptıktan sonra dışlanan ve gidişin yanlış olduğunun ayırdına varanlardır. Başbakan’a dur demesi gereken önemli bir kesim de kendilerini özgürlükçü, eşitlikçi ve solcu görmelerine karşın bu partinin gerçek niteliğini görmezden gelen ve gözü kapalı hizmet sunarak onu iktidara taşıyan, sonra da yanlışlarını görmezlikten gelerek sürekli destekleyen yazar ve yorumculardır. Bunların bazılarının utangaçça ve geç kalmış da olsa artık yeter diyebilmeleri, olumludur; ancak yeterli değildir. Sorun çok büyük; öyle işi inşallah ile geçiştirmek; çözümü Allah’a havale etmek ya da ötede beride fısıltılarla Başbakan yanlış yapıyor, bundan utanıyorum kolaycılığına kaçmak yok! Ülkenin gerçekten demokrasi isteyen tüm kişi ve kuruluşlarına, günümüzde, eskisinden olduğundan çok daha fazla bir büyük yük ve sorumluluk düşüyor. AKP iktidarına çok daha güçlü bir biçimde karşı çıkılmalıdır. AKP’nin hükümet sözcüsü olan ikinci adamının son çıkışlarının, bu partide gidişi tersine çevirecek bir büyük çatlak yaratacağını varsaymak kanımca aşırı iyimserliktir. Dua ve bu tür çok cılız karşı çıkışlar yalnızca AKP’nin işine yarar. Ortaya çıkan da gerçek demokrasi değil, olsa olsa dua edenler demokrasisi olur! Hükümet kıdem tazminatı değişikliği için taraflarla yarın son kez bir araya gelecek. Çalışma Bakanı Çelik, ‘ciddi uzlaşılamayan konular var’ derken, işçi sendikaları konfederasyonları kıdem tazminatının kazanılmış hak olduğunu ve asla pazarlık konusu yapılmayacağını dile getirdi. İSTANBUL/ANKARA (Cumhuriyet) Kıdem tazminatını fona dönüştürmek isteyen hükümet, sosyal taraflarla bugün son kez saat 11.00’de Üçlü Danışma Kurulu’nda bir araya geliyor. İşçi sendikaları toplantıda bir uzlaşma çıkmayacağı görüşünde birleşiyor. Hükümetin “Fon sadece yeni işe başlayanlar için geçerli olacak” önerilerine işçi sendikalarının yanıtı ise net: “Bunu kabul etmiyoruz. Mevcut çalışanlar için de, yeni işe başlayacaklar için de 30 günlük kıdem tazminatının bozulmasına karşıyız.” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik dün bir kez daha ciddi uzlaşılamayan konular olduğunu söyledi. Kıdem Tazminatı Fonu’na ilişkin, 10 Kasım’a kadar taraflara bir noktaya gelmeleri için süre verdiklerini anlatan Çelik, “Hükümet programımızda, fon uygulamasıyla işçiişveren arasındaki bu ihtilafı ortadan kaldıralım, direkt olarak aylık ücretini nasıl alıyorsa fon hesabına da bireysel hesabına da tazminat, her ay düzenli yatsın. Böylece işçiişveren arasında tazminat kavgaları kalksın anlayışıyla fon hesabına geçelim diye taraflara teklifimiz oldu” dedi. Türkİş Genel Başkanı Ergün Atalay, kıdem tazminatının işçi hareketinin en önemli kazanımlarından olduğuna dikkat çekerek “Bu ülkede işçinin 3035 senede kazandığını bir ayda kazananlar kıdem tazminatının ne kadar önemli olduğunu anlamaz. Kamuda herkes kıdem tazminatından istifade ediyor. Özel sektörde kurumsallaşmış büyük işyerlerimiz kıdem tazminatını ödüyor, bunlar çalışanların yüzde 7’si civarında. Onun dışında özel sektörde ‘merdiven altı’ diye tabir ettiğimiz şartlarda çalışan işçilerimizin büyük bölümü kıdem tazminatı almıyor” dedi. Türkİş Genel Eğitim Sekreteri Nazmi Irgat da, bugünkü toplantıda bir uzlaşma beklemediklerini söyledi. Verusa’dan garantili halka arz Ekonomi Servisi Verusa Holding’in yüzde 35’i halka arz ediliyor. Verusa Holding payları 11.30 TL sabit fiyatla Borsa Birincil Piyasa’da 1213 Kasım 2013 tarihlerinde VERUS.BE koduyla satışa sunulacak. Toplam 7 milyon adet payın satışının planlandığı halka arz sonrasında şirketin halka açıklık oranı yüzde 35 olacak. Borsa Ulusal Pazar’da işlem görecek olan 7 milyon adet şirket paylarının tamamına yönelik olarak birinci yılın sonunda geri alım taahhüdü bulunuyor. Girişim sermayesi, enerji, demirçelik, teknoloji, kimya ve telekomünikasyon sektörlerinde faaliyet gösteren Holding, yılın ikinci çeyreğinde 11.8 milyon TL net kâr elde etmişti. Verusa’nın 67.2 milyon TL’lik özsermaye büyüklüğü halka arz sonrası 123 milyon TL’ye yükselecek. Otoda ticari çöküş Yılın ilk 10 ayında otomotiv pazarında hafif ticari araçların payı yüzde 22.51 ile son 10 yılın dibini gördü. Pazardaki ithal araç oranı da yüzde 50’ye dayandı. Ekonomi Servisi Hafif ticari araç üretiminde Avrupa birincisi olan Türkiye’de iç pazar rakamları bir yandan pazarın daraldığına, diğer yandan pazardaki ithal payının arttığına işaret ediyor. AA’nın haberine göre; bu yılın 10 ayında otomotiv pazarında hafif ticari araçların payı son 10 yılın en düşük seviyesi olan yüzde 22.51’e gerilerken, pazardaki ithal araç oranı da yüzde 48.17 seviyesine yükseldi. Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin verilerine göre, pazar ekimde de geçen yılın aynı ayına göre yüzde 33.15 oranında daraldı. ODD Genel Sekreteri Hayri Erce, “Düşük büyüme sürecinin yanı sıra ÖTV oranının yüzden 10’dan yüzde 15’e yükseltilmesi ile K ve SRC gibi belgelerin maliyetlerindeki artışlar hafif ticari araç pazarında daralmaya neden oldu” dedi. Öte yandan hafif ticarideki ithal oranı da yüzde 50’ye dayandı. Ocakekim döneminde hafif ticari pazarında 75 bin 165 yerli, 69 bin 855 ithal araç satıldı. Sezon sonu 200 bin kişi işsiz Ekonomi Servisi Turizm sektöründe sezonun kapanması ile tesislerin yüzde 70’i kapanacakken, 200 bin kişi ise işsiz kalacak. Türkiye Otelciler Federasyonu Başkanı Osman Ayık, turizm sezonunun sona ermesiyle bu ay sonuna kadar Antalya bölgesindeki turistik tesislerin yüzde 70’inin kapanacağını söyledi. AA’ya konuşan Ayık, “Bölgede yaklaşık 300 bin kişi turistik tesislerde çalışıyor. Sezonun bitmesiyle 200 bin civarındaki bölümü işten ayrılacak ve gelecek sezonu bekleyecek” dedi. Ayık ayrıca, “Yıllardır iç turizmi canlandırmak, Türk insanına tatil alışkanlığı kazandırmak için çalıştık. Kredi kartı ile taksitle tatil alamamak, sektörün gidişatını kesinlikle olumsuz etkiler” diye konuştu. Dünya ekonomisinde ekonomik gerginlikler yine siyasi gerginliklere yol açıyor. Buradan hayırlı bir şey çıkmaz! Önce ABD’nin istihbarat kurumu NSA’nın Angela Merkel’in telefonunu dinlediğini öğrenmiştik. Sonra ABD Hazine Bakanlığı yayımladığı bir raporda Almanya’yı aşırı oranda dış ticaret fazlası üreterek, dünyaya deflasyon ihraç etmekle suçladı. İki saygın ekonomi yorumcusu, New York Times’dan Prof. Krugman, “Depresyon yaratan Almanlar”, Financial Times’dan Martin Wolf, “Almanya Dünyanın Üzerinde Bir Yüktür” başlıklı yazılarla hazine bakanlığının suçlamalarını Alman ekonomisinin performansını hedef alan bir saldırıya dönüştürdüler. Geçen hafta, eski Avrupa Komisyonu başkanı, İtalya Başbakanı (200608) Normana Prodi, Latin ülkelerini, Fransa’yı Almanya’ya karşı cephe oluşturarak Avrupa Birliği ekonomisinde enflasyonu güçlendirmeye çağırdı (The Independent, 07/11). Almanya Sorunu (Ya da O Eski Hikâye) kolaylıkla depresyondan söz edebiliriz. “Büyük durgunluk” başlayalı beş yıl oldu, hâlâ dünya ekonomisi patinaj yapıyor. İkincisi, Almanya ekonomisi bu deflasyon ortamında, herkes talep yetersizliği ile boğuşurken, GSMH’nin yüzde 7’sine ulaşan, rekor düzeyde ticaret fazlası vermeye devam ediyor. Son veriler yeni bir rekora işaret ediyordu. Bu sırada işsizlik oranları da düşmeye devam ediyor. Peki, neden aklıma yine 1930’lar geliyor? Şundan: Devletler birbirlerini merkantilizmle, komşusunu soymakla suçluyor, hükümetler kronik işsizliği azalt maktaki başarısızlıklarını uluslararası rekabete bağlıyor. Yine uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerin, serbest piyasa modelinin üzerinde kara bulutlar birikiyor. Bundan sonrasıysa genellikle tatsız gelişmeler oluyor... Adeta Almanya yine herkesi korkutacak kadar aşırı düzeyde güçlenmişti, yine II. Dünya Savaşı’nın müttefikleriyle yüz yüzeydi. Analoji kuvvetli oldu, ama görüntü böyle! Almanya’ya yönelik eleştiriler kısaca şöyle, Almanya yeterince tüketimi destekleyen bir politika izlemiyor, aksine ihracata odaklanıyor. Böyle olunca aşırı ticaret fazlası yaratıyor; başka ekonomilerin iş yaratma olanaklarını kendine aktarıyor, depresyon basıncını artırıyor (ihraç ediyor). Çünkü Almanya’daki yetersiz tüketim uluslararası şirketlere komşularına ihracat yapma olanağı tanımıyor. ABD Hazine Bakanlığı, Krugman ve Wolf bu durumu “neomerkantilizm” olarak tanımlıyorlar. Almanya’nın tep kisi genelde şöyle (Der Spiegel 05/11; Bloomberg 07/11, Süddeutsche Zeitung, 08/11, Die Welt 09/11) “Bunlar anlaşılamaz eleştiriler”, çünkü Almanya ihracatını devlet eliyle desteklemiyor. Kimse Alman mallarını almaya zorlanmıyor. Almanya yüksel teknolojili, yüksek rekabet gücü olan mallar üretiyor, satıyor; Alman mallarına talep yüksek. Almanya’da işsizlik yüksek değil, halkının refah düzeyi yapay olarak düşük tutulmuyor. Almanya piyasaları yapay olarak, yasal yollarla korunmuyor. Uluslararası şirketler Almanya’da mal satamıyorlarsa bunun nedeni rekabet güçlerinin düşük olması, Alman tüketicisini ikna edememeleridir. Alman tüketicisi gelirini bugün tüketeceğine gelecekte, emeklilik vb. sorunları 1930’lar mı yeniden? “Ne oluyor?”, “Neden oluyor?” sorularına cevap ararken iki gelişmeyi göz önüne alarak başlamak gerekiyor. Birincisi, ABD, Avrupa Birliği ve Çin’de enflasyon oranları merkez bankaları hedeflerinin çok altında seyrediyor; hem de toplam 12 trilyon doları geçen kurtarma paketlerine, MB’lerinin parasal genişleme operasyonlarının sözde enflasyonist baskılarına karşın. Diğer bir deyişle bu kadar para piyasalarda talebi güçlendirmeye, aşırı üretim/kapasite ve birikim (finans dahil) yükünü azaltmaya, ekonomiyi canlandırmaya, işsizliği azaltmaya yetmiyor. ABD’de son işsizlik verileri beklenenden olumlu geldi. Ancak işgücüne katılım oranı düşmeye, yarım gün çalışanların oranı artmaya devam ediyor. Sanayi yalnızca az sayıda, yüksek vasıflı iş yaratabiliyor (New York Times, Wall Street Journal, 08/11). Bunun adı deflasyon! Yanına düşük büyüme, yüksek işsizlik oranlarını, mali piyasalardaki kredi köpüğünü ekledik mi, Neomerkantilizm suçlamaları Kriz başladıktan sonra, özellikle başı dertte olan AB üyeleri Almanya’yı aşırı ihracat, yetersiz tüketim yapmakla, diğer üye ülkelere yardım etmemekle, ya da yardım karşılığında katı bir mali disiplin dayatmakla suçluyorlardı. Almanya, Avrupa’nın nefret edilen, “pinti patronu” konumuna yükseliyor, II. Dünya Savaşı, Nazi simgeleri yeniden ortaya çıkıyordu. Ancak Almanya bu küçük, etkisiz ülkelerin “mızmızlanmalarına” kulaklarını kapatabiliyordu. ABD’nin sesi de eklenince bu mızmızlanma korosunun sesi tehdit edici, ihmal edilemez bir ton kazanmaya başladı. düşünerek biriktiriyorsa suçlanabilir mi? Nihayet, Almanya planlı ekonomi değil ki, ne yapmasını istiyorsunuz? İhracata yasak mı koysun, ücretleri devlet eliyle arttırıp, altyapı yatırımları için vergileri arttırarak Alman sanayicisinin kârlarını, rekabet gücünü mü düşürsün? Almanlara göre sorun ABD sanayisi, örneğin otomotiv sektörü, Alman sermayesiyle fiyat ve kalite yönünden rekabet edememesinden kaynaklanıyor. Bu tepkilere, serbest piyasa mantığı içinde bir cevap vermek olanaklı olmadığından Krugman “ister iyi niyetle ister kötü niyetle yapsın sonunda yapıyor ya” diyor. Bir başka deyişle, ABD Hazine Bakanlığı, Krugman ve Wolf, Almanya’nın neoliberal modelin dışına çıkarak, Keynesci devlet müdahalelerine (Alman ekonomik coğrafyasını koruma altına alamadan) başvurmasını; Alman devletinin Alman sermayesini denetim altına alarak ihracat kapasitesini sınırlamasını (bu dış ticaret fazlasını Alman devleti üretmiyor Alman sermayesi üretiyor) dahası, Alman sermaye birikiminin fazlasının devlet eliyle başka (ABD vb.,) ülkelerin sermayelerini desteklemek için kullanılmasını istiyor. Alman yorumculara göre esas bu, serbest piyasa kurallarını yadsıyan merkantilist bir baskı oluyor. Bunların hepsi neoliberal modelin (“küreselleşmenin”) bittiğini söylüyor. HHH Sanki insan uygarlığı, kültürel, ekonomik, siyasi, askeri, dini ilişkilerin ağlarıyla on binlerce yıldır, farklı üretim tarzlarının, 250 yıldır da kapitalizm altında küreselleşmiyormuş gibi, 1980’lerde sermayenin iktidarını, serbest piyasa adı altında mutlaklaştıran bir kriz yönetim modeli bize insanlık tarihinde yeni bir küreselleşme aşaması olarak satıldı. Ne yazık ki birçok sol eğilimli iktisatçı da bu malı satın aldı. Sermaye, kriz eğilimlerini yönetemez olunca (mali kriz), işe “yeniden” (!?) siyaset ve zor bulaştıran eski “kötü” alışkanlıklarını anımsamaya başladı. Bakalım bu kez bunlar nasıl satılacak ve kimler alıp yalayıp yutacak? ‘Turkcell genel kurulu hukuken toplanabilir’ Ekonomi Servisi Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Vahdettin Ertaş, Turkcell genel kurulunun toplanmasının önünde hukuki hiçbir engel olmadığını vurguladı. AA’ya konuşan Ertaş, martta şirket yönetim kuruluna 3 bağımsız yönetim kurulu üyesi ataması yaptıklarını hatırlatarak; “Bu 3 bağımsız yönetim kurulu üyesi dışında kalan 4 üyenin görev süresi ise geçen nisanda dolmuştu. Ağustosta önce yönetim kurulunda karar alacak yeter sayı olan üye sayısını beşe tamamlayacak atama yaptık. Sonra da boş kalan iki yönetim kurulu üyeliği için üç ana ortaktan isimler istedik. İki ana ortak isim bildirmedi, biz de isim bildiren Sonera grubunun iki temsilcisini yönetim kuruluna atayarak yedi kişiyi tamamladık” dedi. Ertaş, “Atadığımız yönetim kurulu üyelerinin tamamı, şirket genel kurulu tarafından mevzuata uygun üyeler seçilinceye kadar görev yapmak üzere atandı. Şirket genel kurulunun toplanmasının önünde hukuki hiçbir engel yok. Ortakların iradesine bağlı bir husus” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle