20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 AĞUSTOS 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türkiye’nin Bütünlüğüne Yönelik Çok Ciddi Tehdit Sözler Gerçekler “Örgütsüz bir halka güvenmek olmaz. Örgütsüz halk bir yığındır. Örgütsüz bir halkın kapısı açıktır. Her geleni tatmin etmeye çalışır.” Kim söylemişse söylemiş! Defterlerimden birine not etmişim... Kitap sayfalarının kenarları, defterlerin yaprakları, hatta küçük kâğıt parçacıklarına zaman zaman çiziktirdiğim alıntılar... Çoğunun yazarı belli değil. İçlerinde ünlü kişilerin, yazarların düşünceleri de var. Bu arada ben de zaman zaman uygun uygunsuz bir şeyler söylemişim kendime ya da bir başkasına... Önemli mi değil mi? Sorun değil. Gezevelik der geçersin! Oysa o gevezeliklerden neler neler çıkar... “Örgütsüz bir halka güvenilmez” diyen de, ya bu halktan biri, ya da tepeden halkı izleyen biri! Niye güvenmediğini açıklamamış, belki de çekinmiş; öyle halk deyip geçmemeli, iyilik de, kötülük de onlarda, insan topluluklarında. Galiba Albert Camus söylemiş. Gerçi adı yok, ama alt satırlarda Camus’dan başka sözler var. Bu da onlardan diye düşünüyorum. “Arkamdan da yürüme, yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü, dostum ol.” Atasözü derler bu tür şeylere! Birinin ağzından ya da kaleminden çıkar, topluma mal olur. “Başkaldıran insan nedir? Hayır diyebilendir.” Bir de şu var: “Başkaldırıyorum, demek ki varım.” Albert Camus bitirmemiş sözü: “Kıyamet gününü bekleme, her gün kıyamet günüdür.” Büyük değer var mı bu sözlerde? Sıradan adamın gevezelikleri mi? Ama Albert Camus’nunkiler boş gevezelikleri aşar, düşündüğümüz ama anlam veremediğimiz, oysa o anlamın etkisini içimizde duyar gibi olduğumuz bir rüzgâr... Ama ben en çok “Önümde yürüme, arkadan gelmeyebilirim”i beğendim. İzlemelerin yararsızlığını anlatıyor. İzlemelerde önde giden kim, bilmeden gitmemeli izinden. Hepsi yaşanmış mı, yaşayacak mı bu tür sözler? “Önümden gitme, arkandan gelmeyebilirim” diyen birinin sözlerine mi uymalı, yoksa onun önüne geçip sağlam yolu mu göstermeli? İnsanoğlunun kolaylıkla çözümleyemediği bir güvensizliğin çatışması... Bu kez de felsefeye mi daldık? Böyle düzenli düzensiz sözlere felsefe demek ayıp. Felsefesiz insanın kendi kendine uydurduğu bir bulmaca. Türkiye için önemli olan husus, Esad’ın gitmesinden çok yerine kurulacak rejimin ülkemizin güvenlik ve bütünlüğüne tehdit yaratacak unsur ve oluşumları içermemesidir. Türkiye, Lozan’da bir oldubitti ile elinden alınan bu bölge ile ilgili politikalarını haris askeri emeller haline dönüştürmemiştir. Bu anlayışlı tavrını sürdürürken kendi bütünlük ve bekasını ilgilendiren konularda da başkalarından anlayış beklemek hakkına sahiptir. Taner BAYTOK Emekli Büyükelçi ozan Barış Müzakereleri sırasında İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon 6 Aralık 1922 tarihinde Londra’ya bir telgraf yollar. İsmet Paşa’nın Musul’un Türkiye’ye bırakılmasında ısrarlı olduğunu bildirir. Konferansta Türkleri kısmen ve görünüşte tatmin etmek için petrol yataklarının bulunduğu Erbil, Kerkük ve Musul’un kendilerinde kalmasına karşılık, Revanduz ve Süleymaniye dahil “çıplak Kürdistan dağları”nın Türkiye’ye verilmesini telkin eder. İngiliz hükümetinin Curzon’a hemen ilettiği talimat açık ve kesindir: “Çıplak Kürdistan dağları” olmadan Musul petrollerinin ilelebet elimizde tutulması mümkün değildir. Musul gibi, bu dağların da başkalarının eline geçmesine izin verilemez.* Batı’nın bu görüş ve stratejisi hiç değişmemiştir. Öncülüğünü ise İngiltere’den süper güç olan ABD L almıştır. Lozan’da Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırları Batı’nın çıkarları doğrultusunda çizilmiş, Türkiye o günden bu zamana kadar ABD ve İngilizleri rahatsız edecek bir tutum içine girmemiştir. Aksine, soğuk savaş döneminde NATO ve Bağdat Paktı’nda bir müttefik ülke olarak Sovyet filosunun Akdeniz’e inmesini, komünizmin Ortadoğu’ya yayılmasını engellemekte en önemli etken olmuştur. ABD komünizmin çöküşünden sonra Ortadoğu’ya yeni bir düzen getirme eylemine girişmiş ve bunun adını “Ortadoğu halklarını demokrasiye, insan ve kadın haklarına, özgürlüğe ve serbest pazar ekonomisine kavuşturmak” olarak tanımlamıştır. Aslında hedef seçilen Irak, Mısır, Libya ve Suriye’deki rejim ve liderlerin hepsinin soğuk savaş sırasında ABD’ye ters düşen ve Sovyetler’le flört eden ülkelerin rejim ve liderlerinden oluşması, amacın onları cezalandırarak Ortadoğu’yu bu dikenlerden ayıklamak olduğunu açıkça göstermektedir. Türkiye, bu girişimlerinde de ABD ve İngiltere’nin yanında yer almıştır. ABD’nin Irak’a giren kuvvetlerinin kara ve havadan her türlü lojistik desteği, Türk toprak, havaalanı ve limanlarından yapılmıştır. Aynı şekilde Suriye’de Esad rejimine son vermek gayretlerinde de en içten ve faydalı destek Türk hükümetinden gelmektedir. ABD’nin Türkiye’den yardım talebinin sınırlı oluşu önemlidir. Nitekim, Irak harekâtı sırasında ABD, Türk birliklerinin de kendi kuvvetleri ile birlikte kuzeyden Irak’a girmelerine izin vermemiştir. Hillary Clinton, son ziyareti sırasında makamlarımıza, “Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmaması lüzumunu hatırlatmıştır”. Bu durum, Batı’nın Türki ye’ye, kendi tekelindeki bölgenin içine sızmasına bugün de göz yumacak kadar güvenmediğinin göstergesidir. Lozan’da olduğu gibi, bugün de bölgedeki Batı çıkarlarının korunmasında yararlanılmak istenen güç Kürtlerdir. Kuzey Irak’ta ABD, Kürtlerden her türlü desteği gör müştür. Karşılığında da Kürtlere avantajlı bir konum verilmiştir. Suriye’de de bu model tekrarlanacaktır. Türkiye için önemli olan husus, Esad’ın gitmesinden çok yerine kurulacak rejimin ülkemizin güvenlik ve bütünlüğüne tehdit yaratacak unsur ve oluşumları içermemesidir. Türkiye, Lozan’da bir oldubitti ile elinden alınan bu bölge ile ilgili politikalarını haris askeri emeller haline dönüştürmemiştir. Bu anlayışlı tavrını sürdürürken kendi bütünlük ve bekasını ilgilendiren konularda da başkalarından anlayış beklemek hakkına sahiptir. ABD’nin güney sınırlarımızda otonom, hatta bağımsız bir Kürdistan yaratmaya kadar uzanabilecek şekilde Kürtlere imtiyaz ve avantajlı durum tanıma fikri yanında, davranışlarını terörizme kadar vardıran Kürt gruplarına karşı ümit verici ve hoşgörülü politikalar izlemeleri endişe vermektedir. Suriye’ye El Kaide ve benzeri terörist kuruluşların girmemesi gerektiğini vurgulayan Clinton’ın, beklediğimizi bilmesine rağmen PKK’nin adını telaffuz etmekten kaçınması, bizde tedirginliğe neden olmaktadır. Bu dağların Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik maksatlarla kullanılmasına izin vermeyeceğimizin tarafımızdan herkese açıklıkla anlatılması, sadece bölge ülkelerini değil, gözü ve çıkarı olan dış güçleri de sonu gelmeyecek macera ve felaketlere sürüklenmekten alıkoyması açısından önemlidir. Bu arada, anayasa değişikliğinden söz edilen bir dönemde Türk milletinin bütününün eşit haklardan yararlanmaya imkân verecek esaslı demografik, hukuki, ekonomik, sosyal ve siyasal araştırma ve bilimsel verilere dayanan hükümlerin, parlamentonun tamamının görüşlerini aksettirecek şekilde tespit edilerek uygulanmaya konulması ve barışçıl yollardan sağlanacak sonuçlarla bütün bölge ülkelerine örnek olunması, en temel konu olarak görülmektedir. * İngiliz Belgeleriyle Sevr’den Lozan’a. Dünden Bugüne Değişen Ne Var? Taner Baytok, Doğan Kitapçılık, 2007. Kıbrıs Rum YönetimiAB ve Mali Bunalım... Hristofyas eğitimini Moskova’da yapmıştır ve Rum tarafında Komünist Parti genel başkanıdır. Öteden beri geniş bir oy potansiyelini elinde tutmaktadır. Bu nedenlerle öteden beri Rusya’da önemli dostlukları, bağları bulunmaktadır. Ve yine aynı nedenle Rusya’dan, 800 bin nüfuslu devletine 2 milyar Avro kredi alabilmiştir. Tuncer TOPUR Emekli Büyükelçi ıbrıs Rum Yönetimi, AB egemen güçleri tarafından da adeta Türkiye’ye karşı nispet yaparcasına desteklenmek suretiyle AB dönem başkanlığına yürümüştür. Vakti geldiğinde de, Temmuz 2012’de Başkan Barosso ve tüm AB üst düzeyinin katılımıyla gösterişli bir merasimle oraya oturmuştur. Gerçekten bu inat, Türkiye’nin yakınmalarına ve üstelik Rum yönetiminin içinde olduğu mali sıkıntıların da gayet iyi bilinmesine rağmen ve yine AB bizatihi kendi mali ilkelerini de çiğnemek suretiyle sürdürülmüştür. Rum yönetimi AB dönem başkanlığını devraldığında, mali bunalım içinde olduğu zaten bilinmekteydi. Lefkoşa’nın Avrupa Birliği’nden mali yardım talebi resmen 25 Haziran’da yer almıştır. Yapılan söz konusu talep üzerine AB hemen “Troyka” olarak isimlendirilen IMF, AB Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası temsilcilerinden oluşan kalabalık bir heyetle derminini yapmıştır. Rum ve Yunan on yıllardır kol kola bugünlere gelmişlerdir. 14 Şubat 2010 tarihli NY Times gazetesinde yayımlanan geniş bir incelemede (1) Yunanistan’ın haddini aşan borçlarını “Wall Street” taktikleriyle sakladığına, gizli borçlarla bütçe açıklarını kapattığına, banka borçları 300 milyar dolarken bunları böylece maskelendirdiğine ve bunun için yüz milyonlarca para harcadığına dair yazılar çıktığını biliyoruz. Kıbrıs Rumunun da ayrıca 1963 yılında Kıbrıs devletine el koyduktan sonra, Türk tarafını dışlayarak Kıbrıs’a yapılan tüm dış yardımlara ve devlet nimetlerine el koymak suretiyle ve yıllardır AB fonlarından yararlanarak zenginleştiği de bilinmektedir. Troyka tarafından yapılan incelemeler sonunda özetle; Kıbrıs Rum tarafındaki durumun daha çok Yunan kâğıtlarına yatırılan 25 milyar Avro’dan ve mali dengelerin gözetilmemesinden kaynaklandığı, gelirler ile harcamalar arasında önemli boşlukların doğduğu belirlemesi yapılmaktadır. Nitekim Merkez Bankası Başkanı, Avrupa Banka bunalımı karşısında “koordinasyon eksikliği” nedeniyle istifa etmiştir. Ayrıca Rum iç politikasında Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın “Küba’da büyükelçilik açmak” gibi gösteriş harcamaları yapmak ve daha da önemlisi kendi seçmen tabanını korumak üzere harcamaları seyrettiği iddiaları yer almaktadır. Hristofyas Rum Komünist Partisi başkanıdır ve tabanını işçi sendikaları ve memurlar oluşturmaktadır. Hristofyas eğitimini Moskova’da yapmıştır ve Rum tarafında Komünist Parti genel başkanıdır. Öteden beri geniş bir oy potansiyelini elinde tutmaktadır. Bu nedenlerle öteden beri Rusya’da önemli dostlukları, bağları bulunmaktadır. Ve yine aynı nedenle Rusya’dan, 800 bin nüfuslu devletine 2 milyar Avro kredi alabilmiştir. Halen de Çin’den ve Rusya’dan kredi peşindedir ve ümitlidir. Buna karşın Hristofyas’ın zamanında “sömürgeci güç” dediği IMF ile kredi pazarlığı yapıyor olması da sanıyoruz hayatın ilginç bir rastlantısıdır. Hristofyas, Troyka’dan 10 milyar istemektedir ve milli hasılası, Dünya Bankası kayıtlarını doğru hatırlıyorsak, 17 milyardır. Bu durumda, halen merak konusu olan husus, Hristofyas’ın, yaşı müsait olmasına rağmen, martta yapılacak seçimlere katılmayarak AB dönem başkanlığı biter bitmez çekilip çekilmeyeceğidir. Bu kararı herhalde almayı düşündüğü kredilerin durumuna bakarak vereceği anlaşılmaktadır. (1) http:// www.nytimes.com/ 2010/02/14/ business/global/14debt.html?pagewanted=all K hal Lefkoşa’ya akın etmiştir. Aradan geçen yaklaşık bir buçuk ay içerisinde Rumların içinde olduğu durumun belirlenmesi için yapılan araştırmalar sonucunda, tahminlerin de ötesinde çok şaşırtıcı manzaralarla karşılaşılmıştır. O kadar ki 7 Ağustos tarihli Daily Telegraph’ta özetle, Troyka’nın gerçek durumlar karşısında şaşkınlığa düştüğü, utanç verici durumlarla karşılaşıldığı gerçeği yansıtılmaktadır. Aynı haberde yine, AB’nin ekonomik ve mali işlerden sorumlu komiseri Olli Rhen’e atfen, durumun orada her yerde aynı olduğu, örneğin iş yarım bırakılarak vergi filan ödenmeden iflas yaşandığının görüldüğü ve “Ben Finim, işler orada öyle yürümez” dediği nakledilmektedir. Mesleki gözlemlerimiz Rhen’in ülkesi hakkında üstelik mütevazı, Rum yönetimi hakkında çok saygılı davrandığını söylemektedir. Troyka, birkaç hafta önce Kıbrıs Rum tarafında 2012 ve 2013 yıllarının durgunluk yılı olacağı, ekonominin de daralacağı tah C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle