25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 HAZİRAN 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Cehaletin PsikoPatolojisi Haziranda İlhan’la... İlhan Selçuk bilerek mi çekip gitti? Daha ilk adımda başlamışlardı onu, karşı bir devrimin öncüsü, yaratıcısı, sürdürücüsü suçlamasıyla! Kalp ameliyatı geçirmişti, sabah evini bastılar, iki gece Emniyet’te sabahlattılar, hazırlanan iddianamelerde yüzlerce yıllık hapis cezaları isteyenler oldu. İlhan Selçuk ölmedi. İlhan Selçuk’lar ölmez, anılarıyla, yapıtlarıyla, kişilikleriyle hep aramızdadır. Şu sıralarda yaşamda olsaydı, yeri neresiydi? Balbay’ın yanı mı? Daha da kötü bir yer mi? İdam cezası iyi ki kalktı, yoksa şu anda yüzlerce yıllık hapis cezalarıyla yargılananların çoğu belki de ipte sallanacaktı!.. Haziran güzel bir aydır; ama gerçek değerlere düşman! Kaç aydın, kaç yazar, kaç bilim adamını çekip götürdü sonsuzluğa! Benim dedemden başlayarak, sonra Nâzım Hikmet, İlhan Selçuk, daha başka değerlerimiz! Oysa bir mutluluk dönemi olmalıydı haziran! Ama her şeyi altüst olmuş bir ülkede mutluluk ancak bir yalancı düş!.. İlhan Selçuk hep yanı başımda... Konuşur gibiyiz Akyaka’dan denize baktıkça! Ülkem, halkım, insanım, bir türlü sonu gelmez tartışmalar! Bir gün gelir toplum aklını başına alır diye beklemenin yararsızlığını bilerek... Cumhuriyet ne olacak? Bizden sonra!.. Hep savaşımcı, hep direnişçi, hep iyinin, güzelin avcısı... Neyse, gazetemiz Cumhuriyet doğru yolda gidiyor, Atatürk’ün Cumhuriyeti ise bir batak yola itilmiş, sürüklenmiş! “Cumhuriyet” gazetesi yaşıyor, yaşatıyor, kurucusu Mustafa Kemal’in devrimlerini yarınlara ulaştırmak savaşımını veriyor. Korkumuz gerçekleşmedi, Cumhuriyet çalışanları senin yolunda... İlhan Selçuk için bir yazı yetmez. Kitaplar dolusu konuşmak, anlatmak gerek. İşte bunu bir arkadaşımız gerçekleştirmekte, İlhan Selçuk’u yeni kuşaklara gerektiğince tanıtacak bir çalışma, sevgili Orhan Karaveli’ye bin teşekkür. İlhan yalnız bir arkadaş değildi. Yalnız bir kardeş değildi. Hepsinin ötesinde bir yurtseverlik anıtı, bir insanlık savaşımcısı idi. Dünyada, maddi ve manevi her eserin din dahil insan becerisinin ürünü olduğu açıktır. Beceri ise bilgi artı deneyim demek olduğundan, çağdaş bilgi ve deneyimin insanlığa armağanının “uygarlık” adını taşıdığı bilinmektedir. Prof. Dr. V. Doğan SORGUÇ T ürkiye’nin ilk şeker fabrikalarının ve YKB’nin kurucusu Kazım Taşkent “Yaşadığım Günler” adlı eserinde (YKB, Öz. Yay. 1980) şu düşüncelere yer vermiştir: “Bir toplumda kötüler ve tedirginlikler artar da zamanında önlemleri alınmazsa, ortalık kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan maceracı insanlarla dolar. Bunların en hayalci ve atak olanı başa geçer ve toplumu bilinmez bir yöne doğru sürükler. Benim yaşadığım dünyada böyle pek çok sefere çıkıldı; çok acı çekildi.” Bu düşüncelere dayalı olarak sunulan makaleye, yurdumuzun Balkan faciası üzerine yazılmış bir kitabın adının (Tercüman Yay.) konulması uygun görülmüştür. Dünyada, maddi ve manevi her eserin din dahil insan becerisinin ürünü olduğu açıktır. Beceri ise bilgi artı deneyim demek olduğundan, çağdaş bilgi ve deneyimin insanlığa armağanının “uygarlık” adını taşıdığı bilinmektedir. Ancak, ünlü felsefecimiz Prof. Dr. Nermi Uygur’un ifadesiyle “uygar olmak zor iştir”. Zira bu oluşum, insanlık tarihi boyunca çok yoğun ve tutarlı uğraşlar sonucu ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihinin 500 yıl süren aşırı dinsel Hıristiyanlık (ortaçağ) dönemini, GrekoRomen uygarlığı temeline dayalı aklın, Aydınlanma adı verilen dinden bağımsızlaşma serüveni izlemiştir. Bu serüveni yaşayan Avrupa, yeni keşifler, bilim ve sanayi alanlarındaki gelişmenin dünyada pazar ve doğal kaynaklara doğurduğu ihtiyaç ve rekabet koşulları nedeniyle, sömürgeci, varsıl ve emperyalist olmuştur. Buna koşut gelişen milliyetçilik, bu ülkelerin arasında büyük paylaşım savaşlarına yol açmış, çok acı çekilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyada demokratik devlet ideolojisi ve büyük sermayenin küreselleşme ihtiyacı gündeme gelmiş, bunun arkasındaki güç, sosyokültürel ve teknoekonomik açıdan çağdaş kültür düzeyine erişmemiş devletleri, kendi çıkarlarına göre biçimlendirmeye başlamıştır. Bu noktada Türkiye’nin varlık sorunu gündeme gelince, askeri zaferleriyle birlikte, okuduğu dört bin kitap ve uygulamaları sonucu Atatürk’ün ulusa “çağ daş uygarlık düzeyini aşma” hedefi büyük önem kazanmıştır. Bu hedef, insan beyni işlevsel merkezlerindeki etkinliğin tartışılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu merkezlerden “üstbeyin”, eğitsel bilgi birikiminin, “altbeyin” ise kendinden (insiyaki) davranışların merkezleridir. Üstbeyinde (korteks), “sol lob” diye adlandırılan sayısal işlemler merkezi ile “sağ lob” diye adlandırılan bütünsel, sanatsal, kreatif işlemler merkezi bulunmaktadır. Altbeyindeki “bilinçaltı”ndan (veya dışından) yaşamsal reaktif birikimler, DNA molekülleri nedeniyle atalara ait genetikten, kalıtsal refleksif içgüdüler ortaya çıkmaktadır. Bu açıklamadan, çağdaş uygarlığın genel kültüre (felsefe, tarih, edebiyat ve matematik) dayalı bir üstbeyin ile, buna uyumlu bir altbeyin işlevleri eseri olduğu anlaşılmaktadır. Genetik yapılanmanın, üç kuşakta değişime uğradığı; buradan çıkan verilerin üstbeyin verilerinden önce karar merkezine ulaştığı bilindiğinden, önemli kararlardan önce insanın derin düşünmeye zaman ayırması önerilmektedir. Dolayısıyla, insanın “yaşama bakış ve davranış”ında (kültür), üstbeynindeki niteliksel işlevin, uygun altbeyin desteğinden yoksun bulunması halinde “yarı cahil”, tam desteği halinde “akıllı” (aydın), her ikisinin yetersiz olmaları halinde “kara cahil” biçiminde tanımlanması gerekmektedir. Bu nedenle bireyin, üstbeyinle birlikte altbeyinsel eğitiminin yani baba spermi ve anne rahminden itibaren kollanmasına önem verilmelidir (Doç. Dr. Nusret Kaya Eserleri). Özellikle küçük yaşta din eğitimine zorlananlar, altbeyinlerine sokulan dogmalar (korkular) nedeniyle, ileriki yaşlarında tutarlı ve “akıllı” davranış göstermedikleri gibi, çağdaş olanlara karşı da kendilerini dışlanmış hissederek, içlerine kapandıkları (gettolaştıkları); siyasette dini referanslara sığınarak aykırı davranışlarını “mubah” saydıkları bilinen gerçeklerdir. Bu durumda üstbeyindeki kavram eksiği ve altbeyinden kaynaklanan davranış biçiminin yarattığı diyalog ve uzlaşma olanaksızlığı bu insanların ister istemez toplumda denge, mutluluk ve gelişmeyi sağ layacak anayasal hükümleri (güçler ayrılığı, laiklik, ülkenin bütünlüğü, yargı bağımsızlığı vs.) çiğnemelerine, otokratik hatta teokratik rejim ve eğitim doğrultusunda çaba harcamalarına neden olmaktadır. Bu husus, 2001 yılı Newsweek dergisinde yayımlanmış bulunan “Ortadoğu’da siyaset din ile yapılır” görüşünü kanıtlarken, ülkede geçerli çağdaş kültürel normlar karşısında doğan toplumsal ve siyasi çelişkiler, iç ve dış ilişkilerde güvensizlik, istikrarsızlık ve geleceğe yandaşlar dışında umutsuzluk kaynağı olmaktadır. Bu hale, çıkarları gereği destek olan dış güçlerin toplum mühendisliği manipülasyonları, bir yandan “ileri demokrasi”, “benzersiz gelişme” alalaması ile cahil halkı uyuturken, öte yandan Cumhuriyetin tüm birikim ve değerlerinin elden çıkarılmasını sağlamaktadır. Bu amaçla önce siyasi partiler ve medya biçimlendirildiğinden Türkiye, acil istihdam, gelir dağılımı, çağdaş eğitim, ifade özgürlüğü ve katılımcı yönetim sorunlarını ele alamamakta, yaşam kaosa sürüklenmekte, yetiştirilmiş değerli gençler yurtdışına göçmekte, iktidarın her gün sahnelediği söylem ve operasyonlar aydınlarda şok etkisi yaratarak umutsuzluk ve depresyon kaynağı olmaktadır. Ancak “başımıza gelenler” deyimiyle ifade edilebilen bu halin, Balkan yenilgisi örneği bir facia ile sonuçlanmaması için çok acil önlemler kaçınılmazdır. Bunlar, orta vadede, toplumu çağdaş eğitim olanağına kavuşturma yolunda, 4+4+4 düzenlemesini kesin biçimde engellemeye çalışırken, kendi toplum mühendislerimizi acilen yetiştirmek; kısa vadede topluma güven ve heyecan verecek aydınların siyasette öne çıkmasına tam destek olmak biçiminde özetlenebilir. Ayrıca, tarihte liderleri büyük olayların doğurduğu düşünülerek aydınlar, tehlikeler karşısında vatandaşı uyarmaktan geri durmamalıdırlar. Bu bağlamda, Atatürk’ün olağanüstü tahlil gücünden kaynaklanan veciz ifadesi (“Uygarlık öyle bir ateştir ki, onu benimsemeyeni yakar, mahveder”) ve aşağıdaki İran özdeyişi ( Dr. Halis Erol, Ankara ) herkesin rehberi olmalıdır: “O kimse ki bilmez ve bilmediğini bilmez; o delidir, sakın ondan; O kimse ki bilmez ve bilmediğini bilir; bir çocuktur, öğret ona; O kimse ki bilir ve bildiğini bilmez; uyuyor, uyandır onu; O kimse ki bilir ve bildiğini bilir; akıllıdır, takip et onu!” Patladıysa, Demek ki Silah... “Terör örgütünün” elebaşısı hapiste... Yardımcıları tutuklu... Yandaşları içeride... İşbirlikçileri yakalandı... Gömülü ne kadar silahı, bombası, havanı, patlayıcısı varsa, elleri ile koymuş gibi bulup tarlalardan topladılar... Tertemiz... ? PKK’den söz etmiyorum... TSK’dir bu... ? Eski Genelkurmay Başkanı “silahlı terör örgütü” elebaşısı olmaktan tutuklandığında, anlamadınız mı kafalarında neyi “terör örgütü” saydıklarını?.. Kuvvet ve ordu komutanları... Sınırda terörle savaşan kahraman askerler... AKP iktidara geldiği güne kadar PKK terörünü sıfıra indirmiş subaylar... Hatta Apo’yu paketleyip getirenler... Tümü tutuklu... Aylarca toparlaya toparlaya bitiremediler... ? TSK içeride neredeyse... ? Mesela, önceki gün tabutlar dağdan indirildiğinde, hükümet adına açıklama yaparken “Silahları vardı, kalabalık geldiler” diyebilen Bülent Arınç... Nasıl bildi karakolu basıp sekiz askeri öldürenlerin silahlı olduğunu?.. Deneyimli çünkü... Uzman... Patladıysa, demek ki silah... Ayrıca kendisine suikast düzenlediler, bu işleri oradan biliyor... Suikast silahları; kepçe ile sefer tası çıktı... Evinin çevresinde yakalanan erler; marangoz ile aşçı... ? İşte bunu bahane ederek girdiler Genelkurmay’a... Kandil’e giremediler ya, karargâhtaki kozmik oda basıldı... Daldılar... Döşemeleri sökülüp altına bakıldı... Tavan arası... Pervazlar... Kapı eşikleri... ? Sonuçta çökertildi... PKK değil... TSK... ? Yine de soracak mısınız: Üç beş çapulcu ile niçin başa çıkılamıyor?.. Bu şehitler niçin?.. Niye habire dağlardan tabutlar geliyor?.. ? Ve hâlâ utanmaz bir surat bulursanız... Tükürün... Gitsin... Tıbbi Yazılarda Türkçeye Ne Kadar Dikkat Ediyoruz? Prof Dr. Sebati Özdemir İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Ü lkemizde tıbbın ilerlemesiyle ki bu bir gerçekliktir birlikte, Türkçe yayımlanan dergilerimizin çoğalması ve dolayısıyla dergilerimize olan ilginin her geçen gün artışı, Türkçeye daha da dikkat etmemizi gerektirmektedir. Öncelikle vurgulamak istediğim, “ya yınlamak ve yayımlamak” ile “yayın ve yayım” sözcüklerinin birbirinin yerine kullanılması ya da karıştırılmasıdır. Gerek yazılıgörsel medya tarafından, gerekse tıbbi kitap ve dergilerde düşülen bir hata vardır ki, o da yayımlamak sözcüğünün yanlış olarak yayınlamak şeklinde kullanılmasıdır. “Yayınlamak” sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nun da belirttiği üzere “a) resim ve ses imlerini televizyon almaçlarının izleyebileceği biçimde, elektromıknatıs ışımayla yaymak, b) Bir izlenceyi televizyonla yaymak” şeklinde tanımlanmakta; “yayımlamak” sözcüğü ise, “a) kitap, gazete, dergi vb. şeyleri basmak ve dağıtmak, neşretmek, b) dinlenilecek, görülecek şeyleri radyo ve televizyonla sunmak, bildirmek, duyurmak, c) resmen bildirmek, açıklamak, ilan etmek” şeklinde ifade edilmektedir. “Yayın” sözcüğü ise “a) Basılıp satışa çıkarılan kitap, gazete vb. neşriyat, b) Radyo ve televizyon aracılığıyla halka sunulan, duyurulan, iletilen eser, program, neşriyat” olarak tanımlanmaktadır (*). Yani “yayımlamak” neşretmeyi tanımlarken, “yayın” neşriyatın kendisini ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle, örneğin, “A kişisinin ‘yayınlanmış’ beş ‘yayımı’ bulunmaktadır” tümcesi değil; “A kişisinin ‘yayımlanmış’ beş yayını bulunmaktadır” tümcesi doğrudur. Diğer yandan benzer sorun tıp dünyasında sıkça kullanılan İngi lizce “failure” sözcüğünün Türkçe çevirisinde “yetersizlik” ile “yetmezlik” sözcükleri arasında yaşanmaktadır. Bu sözcüklere, “yetmek” fiilinden kaynağını alarak “herhangi bir şeyde yeterli ya da yetersiz olmak” anlamı yüklenmekte; ancak iki sözcük arasında farklılığın dışında, yazımın başında belirttiğim üzere, medyanın yanı sıra tıp dünyamızda da yanlış kullanılmaktadır. Bu itibarla, “karaciğer yeterlidir” ya da “karaciğer yetersizdir” denildiğinde karaciğerin “yetmek”, yani görevini yapıp yapmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Türkçede “yetmezlik” diye bir sözcük yoktur. Bir örnekle ifade edersek: “Bu para, bu iş için yetmez ya da yeter” tümcesinde “fiile bakarak” bu paranın yetersiz ya da yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Bu tümce, “bu para, bu iş için yetersizdir ya da yeterlidir” şeklinde ifade edildiğinde ise tümce, “isim ile” tamamlanmakta; yani “yeter ya da yetmez” şeklinde fiil kullanılmamaktadır. Diğer bir deyişle, bu paranın bu işe yeterliliği ya da yetersizliği söz konusu olduğunda, “paranın yeterliliği” ya da “paranın yetersizliği” şeklinde isim tamlamaları oluşturulmaktadır. Ancak, Türkçede “paranın yetmezliği” şeklinde bir isim tamlaması yoktur. Bu nedenle tıbbi kitap ve makalelerde sıkça kullanılan, örneğin “akut karaciğer yetmezliği” şeklindeki isim tamlaması yanlıştır; “akut karaciğer yetersizliği” doğrudur. Benzer şekilde “kronik böbrek yetmezliği” değil, “kronik böbrek yetersizliği” ifadesi doğrudur. Sonuç olarak, Türkçemizin doğru kullanılışı, gerek güncel yaşamımızdaki yazılı iletişimde birbirimizi daha iyi anlamamızı, gerekse bilimsel yazılarımızın daha doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlayacak; bunların yanı sıra “dil”imizin korunması ve gelişmesine de katkıda bulunacaktır. T.C. ANKARA 2. AİLE MAHKEMESİ’NDEN İLAN ESAS NO: 2011/679 Davacı MENEKŞE KULAKSIZ vekili tarafından davalı ESE KULAKSIZ hakkında açtığı TANIMA ve TENFİZ davasının mahkememizce yapılan açık yargılaması sonunda; Davalı ESE KULAKSIZ’ın yapılan bütün araştırmalara rağmen tebligat adresinin bulunamaması nedeni ile ilanen dava dilekçesi ve duruşma günü ilanen tebliğ edildiği, mahkememizin 10/05/2012 tarih 2011/679 esas 2012/697 sayılı kararı ile davanın kabulü ile Kırşehir ili Kaman ilçesi Yelek mah/köy Cilt: 77 Hane: 133’te nüfusa kayıtlı Halil ve Güney’den olma 20/04/1969 Kaman d.lu 28115100514 TC kimlik no’lu MENEKŞE KULAKSIZ ile aynı yer nüfusuna kayıtlı Hamdi ve Meryem’den olma 15/03/1965 Kaman d.lu 28154099244 TC kimlik no’lu ESE KULAKSIZ’ın boşanmalarına ilişkin Frankfurt/Main Sulh Hukuk MahkemesiAile Mahkemesi’nin 465 F 11187/09 S sayılı 17/01/2011 tarihli 01/03/2011 kesinleşme tarihli ilamının TANINMASINA karar verilmiş olmakla iş bu karar özeti HMK.’nun 147. maddesi gereğince davalı ESE KULAKSIZ’a karar tebliği yerine geçerli olmak üzere İLANEN TEBLİĞ olunur. 21/05/2012 “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 38898) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle