20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ŞUBAT 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Eğitim, Kimlik, Ulus ve Din Şam’a Dönüş SAYIN Davutoğlu gibi yetenekli bir kişinin böylesine yanlış bir politikaya uzun süre alet edilebileceği hiç düşünülmezdi. Parti disiplini mi? Çizgisi ne olursa olsun, Başbakan’a mutlak bağlılık mı? ABD’nin övgülerinden ileri gelen bir aldanış mı? İktidar etkisi altındaki diplomatların bürokratik ağırlığı mı? Yoksa düpedüz, ülke çıkarlarını yanlış değerlendirme mi? Şöyle ya da böyle, Sayın Dışişleri Bakanı’nın Suriye konusunda bunca tartışmalı bir tutumu coşkuyla sürdürmesini anlamak güçtür. anlışın, tehlikeli ve onarılmaz sonuçlara varmadan, bir an önce değiştirilmesi gerekiyor. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in Utku Çakırözer’e söyledikleriyle açılan fırsat kapısının şu sırada hemen kapanması, yanlış üstüne yanlış eklemek olur. Bu sütunda defalarca yazıldı: “Arap Baharı” denen ve Afrika kuzeyini yangın yerine çeviren olaya Ankara’nın da karışıp Batılı büyük sermayenin petrol kokulu hesapları için görev üstlenmesi, Türkiye’nin çıkarlarıyla zaten büyük bir çelişki oluşturmaktaydı. Son gelişmeler, bu çelişkinin ülkeyi aşama aşama hiç küçümsenmeyecek bir tehlikenin uçurumuna sürükler gibidir: Şam muhalifi birtakım grupların sanki özgürlük mücahitleriymiş gibi bağra basılması, toplantılarına kucak açılması, “insani yardım” koridoru kurma bahanesiyle komşu topraklara girme gibi bir olasılığın ortaya atılması başka türlü nasıl açıklanabilir? Bereket, başkalarınca kışkırtılan ve ancak asker gücüyle gerçekleştirilebilir türden olan bu hevesler, Silahlı Kuvvetler’in bilinçli ve sağduyulu direnişi sayesinde kursaklardan yukarı çıkamıyor. Ama yine de bir komşunun toprakları konusunda bu çeşit niyetler beslemek ve hatta dile getirmek yakışıksız olmakta. Komşular bizim topraklarımıza ilişkin böyle sözler etseler hoşumuza gider mi? ısacası, Suriye konusunda değişik ve olumlu bir ulusal tutum oluşturmanın zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir. Sonra zor olabilir. Gemiciler bilir; denizleri baştan yararak dalga üstüne gitmek iyidir de, geç kalınırsa dönüş anında büyümüş bir dalga bordadan vurup devirebilir tekneyi. Bugünün hükümet kadroları böyle bir eğitimden geçtiler. Yasalaşmak üzere olan 4+4+4 kademeli eğitim formülü de akademik/bilimsel temel eğitime zarar verecek niteliktedir. Cumhuriyet, yüzü Batı’ya dönük, çağdaş bir gençlik yetiştirmeyi ideal olarak almıştı; böyle nesilleri yetiştirdi. Bugün ise ideal, dindar gençlik yetiştirmektir. Bu, Türkiye toplumunun bugünü ve yarını için yaşamsal önemi olan bir tercih sorunudur. Prof. Dr. Çiğdem KAĞITÇIBAŞI on günlerde kamuoyunun gündemine giren “Dindar nesil yetiştirme” konusu ve bununla ilgili olarak gazetelerde, televizyon kanallarında Türkiye’de eğitimin “tornadan çıkmış nesiller yetiştirdiği” şikâyetleri su yüzüne çıktı. Böyle önemli konular tartışılırken merhum Uğur Mumcu’nun tabiriyle “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” bizi bir yere götürmez. Sosyolojik olarak, okul, aileden sonra çocuğu sosyalleştiren, yani içinde büyüdüğü toplumun uyumlu bir ferdi yapan temel sosyal kurumdur. Bu nedenle, her toplumda, okulun en önemli işlevlerinden biri “sosyal kimlik” oluşturmaktır. 20. yüzyılda olduğu gibi, 21. yüzyılda da dünyada ulus devletlerin kamu kuruluşları olan okullar çocukları yetiştiriyor. Okullarda o toplumun, yani ulusun, kimliği oluşturulur. Buna “aynı tornadan çıkmış” da denilebilir, Erich Fromm’un geçmişte ifade ettiği gibi “sosyal karakter” de denilebilir. “Ulusalcılığı” şiddetle eleştirenler, sadece bizim okullarımızda “resmi tarih” öğretildiği ve ulusal kimliğin pekiştirildiği kanısındadırlar. Oysaki, örneğin katılmak istediğimiz Avrupa Birliği ülkelerinin ders kitaplarında da farklı derecelerde benzer bir durum söz konusudur. Hatta, eğitim yapısı en az merkezileşmiş olan ABD’deki ders kitaplarına bakarsanız, kısacık tarihlerini ne kadar yücelttiklerini açıkça görürsünüz. Bu niçin böyledir? Çünkü büyüyen çocuğun ve gencin bir sosyal kimliğe ihtiyacı vardır. “Ulusal kimlik olmasın” dersek, “Peki, onun yerine ne olsun” diye sormamız gerekir. Onun yerine etnik ya da dini kimlik olabilir. Bunlar ulusal kimlikten daha mı iyidir? Ulusal kimliği ve bunun beraberinde oluşan yurtseverliği, militarist ve diğer ulusları dışlayıcı olarak görüp “ulusalcılık” diye aşağılayanlara sormak gerekir. Acaba etnik ya da dini kimlik, farklı olan grupları daha çok kucaklayan, daha barışçıl yaklaşımlar mı içerir? Bunun doğru olmadığını bilimsel araştırmalar gösteriyor. Nitekim etnik ve dini çatışmalar geçmişte olduğu gibi bugün de insanlığı kırıyor. Daha iddialı bir yaklaşımla, büyüyen S Y genç kendi birey kimliğini oluşturmalı ya da dünya vatandaşı olmalı gibi düşünceler ileri sürülebilir. Bu iddialar kulağa hoş gelse de gerçekçi değildir. Bu noktada gelişim psikolojisi ve sosyal psikoloji, bize önemli bilgiler sağlıyor. Araştırmalar, sadece kendi benliğine yönelik olarak büyüyen, kendini aşan idealleri olmayan gençlerin, çoğu zaman bencil, yalnız ve doyumsuz olduğunu gösteriyor. Aidiyet duygusu ve başkalarına bağlılık (bağımlılık değil) çok temel bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor (1). Aşırı bireycilik, ABD gibi en bireyci toplumlarda bile bugün sosyal bilimciler ve diğer düşünürler tarafından eleştirilmektedir. ‘Dünya vatandaşlığı’ ise büyümekte olan çocuk için fazla soyut ve uzak bir kimliktir. Belki çok daha sonra gelişebilir. dinci partilerin içinde olduğu koalisyon hükümetleri ve 12 Eylül politikası, büyük yatırımlarla ve tarikat bursları, yurtları, vs. hizmetlerle özendirerek dini eğitimi topluma arz etti (2). Bu politikalarla desteklenen, özendirilen imam hatip okullarına ve Kuran kurslarına giden öğrenciler, çocukluktan itibaren dini bir dünya görüşü edindi. Nitekim Prof. Yılmaz Esmer’in ‘Dünya Değerler Araştırması’ bulgularına göre, Türkiye’de genç nesil bugün yaşlı nesilden daha dindar... Bu tuhaf bir durum, çünkü normal olarak yaşlandıkça insanların dine yönelimi artar. Tek başına bu bulgu bile, devlet eliyle ve eğitimle nasıl dindar gençlik yetiştirilebileceğini, bir toplumun nasıl şekillendirilebileceğini, yani toplum mühendisliğini gösteriyor. Tabii, her din eğitimi alan genç muhakkak dindar olacak değildir, bazıları aldıkları eğitimi sorgulayabilir ya da reddedebilir ama büyük çoğunluk derinden etkilenir. Ne Yapıyorsun Doktor?.. Benim sarı piknik buzluğumdan var ellerinde, hastabakıcı giysili adamlar hızla koşuyorlar merdivenlerden... Arkalarında kameraman ordusu... Bacaklar gidiyor... Kollar geliyor... ? Haberler var gazetelerde: “Böbrek yanlış hastaya gitti...” “Kollar karıştı...” “Bacağı düşürdüler...” ? Yüz takılan hasta, aynayı alıp kendi yüzüne bakamadan, medyayı içeriye doldurup Türkiye’ye gösterdiler... Doktor, “Çok mutlu ama şimdi gülemiyor, altı ay sonra gülecek” diyordu... Bir kız, “Yüz babamın, ondan bana kalan bir parça” diye ağlıyor kapıda... ? Bir insana kol takıyorlar... Ertesi gün geri alıyorlar kolu... Kendisinin değildi zaten “kolum gitti” diyemiyor... İkinci haber: “Ayağını da geri aldılar...” Ve son haber: “Dayanamadı, öldü Şevket...” ? O zaman bir başka kadın ağlıyor: “O eller oğlumun elleriydi, uymadıysa çöpe atmasınlar...” ? İnsanlar, iyi ile kötü arasına sıkışmış, kendi ellerini okşayıp, ayaklarını yoklayıp, gidip aynada kendi yüzlerine bakıp çıkmak istiyorlar karmaşık duyguların içinden... Kader göstermesin... Bir gün başkasının eli elinizde... Ya da yüzünüz sizin değil... Ağlayacaksın, dudaklar katılmıyor... Sileceksin, yanaklar elin... ? Önemli bir iş yapıyor aslında doktor... İnsanlara yaşamlarını geri vermek için çabalıyor... İnsanlığa hizmet... Kutsal... ? Ama böyle ilkel ve kötü görüntülerle olmak zorunda mı?.. Görgüsüzce... Duygulara saygısız... Özensiz... Reyting yarışında olan televizyonlarla, reklam peşinde olan doktorların yarışı mıdır bu kollar, bacaklar, yüzler?.. Böyle midir tıp?.. Hükümet kadroları Örneğin, bugünün hükümet kadroları böyle bir eğitimden geçtiler. Yasalaşmak üzere olan 4+4+4 kademeli eğitim formülü de akademik/bilimsel temel eğitime zarar verecek niteliktedir. Sadece 4 yıllık kısa bir temel eğitimden sonra meslek eğitimine ya da dini eğitime yönelmek, çağdaş dünyanın gerisinde kalmak demektir. Bugün meslek eğitimi ileri ülkelerde erken verilmiyor, giderek uzun temel eğitim üzerine kuruluyor çünkü ancak sağlam bilimsel bir eğitime sahip olan gençler teknolojideki çok hızlı değişim ve ilerlemelere ayak uydurabiliyor. Erken yaştaki dini eğitim ise, henüz soyut ve eleştirel düşünme yetkinliğini kazanmamış olan küçük çocuklarda temel felsefi anlayıştan yoksun, dogmatik, mekanik ve dar bir dini dünya görüşüne neden oluyor. Cumhuriyet de toplum mühendisliği yapmıştır denebilir. Bu da doğrudur. Cumhuriyet, yüzü Batı’ya dönük, çağdaş bir gençlik yetiştirmeyi ideal olarak almıştı; böyle nesilleri yetiştirdi. Bugün ise ideal, dindar gençlik yetiştirmektir. Bu, Türkiye toplumunun bugünü ve yarını için yaşamsal önemi olan bir tercih sorunudur. (1) Ç. Kağıtçıbaşı, Aile, Benlik ve İnsan Gelişimi: Kültürel Psikoloji, Koç Üniversitesi Yayını (Yapı Kredi Yayınları), 2010. (2) Ç. Kağıtçıbaşı, “Giriş: Türkiye’de Kadın ve Eğitim” H. Durudoğan, F. Gökşen, B.E. Oder & D.Yükseker (Ed.), Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, 919, Koç Üniversitesi Yayını, (Yapı Kredi Yayınları), 2010. Sosyal kimlik Ancak sosyal kimliği elbette “aynı tornadan çıkmış” olmaktan farklı kılmak gerekir. Bu da gene eğitimle mümkündür. Eleştirel aklı, sorgulamayı destekleyen bir eğitim, dogmalara değil, bilimsel temellere dayanır. Dünyanın bütün gelişmiş ülkelerindeki çağdaş eğitim, bilimsel eğitimdir. Bu nedenle, Cumhuriyetin, bilimi temel alan, yüzünü Batı’ya dönme stratejisi toplumsal gelişme için doğru bir seçimdi. Bugünkü Ortadoğu’ya bir bakış, neleri kazandığımızı gösteriyor. Günümüzde “Atatürkçülük” ya da “Kemalizm” diye etiketler oluşturup aşağılayanlar, aslında Cumhuriyetin Batılılaşma ve Aydınlanma demek olduğunu anlamak istemiyorlar. Hele Atatürk’ün, “Manevi mirasım bilim ve akıldır” sözünün değerini hiç bilmiyorlar. Diğer taraftan, istense de dindar gençlik yetiştirilemeyeceği iddia ediliyor. Örneğin televizyondaki bazı tartışma programlarında konuşmacılar, kendi deneyimlerinden yola çıkarak, herkes kendi kararını kendi verir, böyle bir nesil yetiştirilemez diyorlar. Yetiştirilebilir. Bu tür iddialar da gene insan gelişimi, sosyalleşme ve sosyal psikoloji alanlarındaki bilimsel birikimden haberdar olunmadığını gösteriyor. Aslında, sadece son 10 yılda değil, son 40 yılda Türkiye’de bu doğrultuda çok yol alınmıştır. 1970’lerden itibaren MSP, Fazilet, vs. K C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle