25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 EKİM 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Fesuphanallah İnşaat Ya Resulullah! Belli ki “Çılgın Türkler” deyiminden ilham almakla kalmadı, üzerine de alındı. Buna milletçe sevinmeliyiz. “Türk”lük konusunda çok şükür bir sıkıntı yokmuş. Yine de sevinci dozunda “6.5 milyon kart, nakde tutmak gerek. kapatıldı!” Ustalaştıkça çılgınlıkların Neden: Kart toplam artacağı gün gibi aşikâr. borcunun yarısını bile Dolmabahçe Sarayı’nı ödeyememesi! mesai mekânı tutmak, ucu İşine gücüne, gelirine padişah efendilerimizle boy bakmadan kredi kartı ölçüşmeye varacak bir dağıtmanın sonu bu. alamet!.. Aileleri borç batağına Boğaziçi 3. köprüyü kaldırır sürüklemek. da… Kayıt dışı çalışmaya, Nutuklarını camdan okuyan işportaya, çöp toplamaya yeni bir padişah kaldıramaz mahkum etmek de mı? cabası. Karadeniz’den Bankalar Marmara’ya kanal yine de açmak, karada gemi reklama yüzdüren Sultan devam ediyor: Fatih’i kıskandıracak Taşımalı eğitim, “Gönder bir çılgınlık! çocuklara (ve SMS’le TC Bir kanal aç. İki tane velilerine) kazık numaranı, Trakya’n olsun! atmak için “dünyanın gönderelim Kürtaja karşı olması en pahalı benzinini kredi kartını.” da boşuna değilmiş. satan” bu iktidarın Çünkü, risk Ustalığın her adımı, bulduğu en rezil yok. yeni bir çılgınlığa gebe. icattır. Nasıl olsa Çılgınlığın sonu yok. borcunu Daha doğrusu var: ödeyenlerden Savaş! kırk türlü dümenle acısını Şaka ile karışık onun çıkarıyorlar. altyapısı da hazır. En basiti, kart aidatı. Hele de çevre, “İstersek 5 Yargı kararına rağmen çayını Şam’da içeriz!” veya “5 her banka kesmeye dakikada Beşiktaş, 3 saatte devam ediyor! Şam!” diyen “tabasbus ehli” Sıkıysa kartını iade et! ve “gazcı” zevatla sarılıysa.. “12 taksitli alışverişlerle” Ama yine de bu gazcıların paçanı kaptırmışsın dili, Başbakan’dan sonra çoktan! çözülüyor. ‘Sigortalatma Beni!’ İktidar sokağın, çarşı pazarın diline kulak asmıyor. İstatistiklerle konuşuyor. Eylülde işsiz sayısı azalmış! Üsküdar’dan fırın sahibi okurumuz Ceyhun Koral “Bu ne iş” diye soruyor. “Patron sizsiniz, diyorum, Bu nasıl iş?” Anlatıyor: “Düz işçi arıyorum. Çöpten kâğıt toplayan bir gence rastladım. Yeme içmen, yatacak yerin bana ait. Asgari ücretle başla. Duruma göre zam da yaparım, dedim. Durakladı.” “Sigorta var mı?” “Elbette var. Sigortasız olur mu?” Bu kez boynunu büktü: “Abi sigorta yapmazsan çalışırım!” “Oğlum sen deli misin? Hem yasak hem de başına bir iş gelirse..” “Abi yığınla kredi kartı borcum var. Sigorta yaparsan TC kimlikten bulurlar!” ??? Aynı gün Hürriyet’te bir haber: Tayyip Bey, 4+4+4’ü açıklıyor.. İlk ortaya atılan, “Eğitimde yeni bir düzene gerek yok. Her şeyi otomatiğe bağladım!” diyen eski Milli Eğitim Bakanı oluyor! Örnek onlarca! Her çılgınlık birkaç hesaba dayanıyor. 4+4+4 düzeneğinin imam hatip ortaokullarını açmak için Rezil İcat kurulduğu anlaşılıyor. 66 aylıklar 12 yıl sonra, 18’e basacaklar, 216 aylık olacaklar. Ülkenin yarısı 216 aylık veya daha küçük. Bunlara bir hedef göstermek gerek. Ne iş garantileri var ne de üniversite güvenceleri.. 216 aylıklara da “Milletvekili olma hayali satmak” da bir proje. Ama buna destek olmayacak muhalefeti “gençlik düşmanı tuzağı”na düşürmek çılgından daha aşağı bir proje.. Suriye kumarından, “açılım” ve Oslo fiyaskosuyla patlayan terörden, halkı “Dünyanın en pahalı benzinine” mahkum etme türünden, ekonomik ve toplumsal bir sürü rezaletten dikkatleri uzaklaştırmak da cabası… İktidarın her çılgınlığı bir hesap kitaba dayanıyor. Mahalleleri yok edip dağa taşa TOKİ inşaatı dikmek “konut” işi gibi görünüyor. Ama arkasındaki başka hesapları da görmek gerek. Koca bir mahalleyi yıkıp bir iki blokta toplamanın ince hesabı başka. Siyasi denetim, gözetim, yönlendirme.. Hele de blok sakinleri, on beş yirmi yıl borçlandırılmışlarsa... “Betonlaşma ile faşizm” arasındaki bağ, “inşaat ya Resulullah!” nidasının ötesinde bin türlü ticari, sinai, içtimai “çılgınlık” içeriyor. Ama muhalefetin çılgınca hesaplar yapmasına gerek yok. Çalışkan, nokta atışı yapan, ilmek ilmek örülmüş, sistematik, Tayyip Bey’e endekslenmemiş, yerele ve halkla empatiye ağırlık veren, dört koldan yürütülen, duyguları, algıları da ön planda tutan bir muhalefet… Şiirle geldiklerine göre… Şiirle gönderilmeleri artık hem farz, hem sünnet hem de vacip oldu! Ama önce bu üçü arasındaki farkı bilmek gerek. MHP’yi halk nezdinde hâlâ ayakta tutan bu örneğin. Tehlike Kapıda... Kıyıda köşede, televizyonlarda kahvede, çarşıda pazarda tartışılıyor, sorgulanıyor: “Suriye’yle sınırlı çatışmadan sıcak savaşa sürüklenme olasılığı nedir?” Bu soruya verilecek yanıtların hangi ölçüde geçerli olacağı belirsiz. Ancak tartışmanın kendisi bile önemli bir tehlikeyi işaret ediyor. Büyük yıkıma, büyük kayıplara yol açacak savaş tehdidini... Uçağımızın düşürülmesinden başlayarak, sınırdaki top atışlarına, Suriye uçaklarının indirilip aranmasına değin yapılanlar “karşılıklı yoklama” ya da “güç sınama” yöntemleriyse eğer, benzer girişimlerin savaşı başlatmayacağının garantisi yok. Tehlike kapıda sayılır. Bir anda kan ve gözyaşına sürüklenebiliriz. Çocuklarımız küresel sömürü düzeninin çıkarları uğruna ölebilir. Daha fazla kan dökülmemesinden söz edenler, topraklarımızı ve coğrafyamızı kan gölüne boğabilir. Bizim olmayan haksız ve hukuksuz bir savaş, bugünden konuşulmayan daha yıkıcı gelişmelere yol açabilir... Kaldı ki sorun Türkiye ve Suriye’yle çerçeveli değil, cepheleşme var. Rusya, Çin, İran ve Suriye cephesinin karşısında başta ABD ve diğer Batılı güçler, Suudi Arabistan, Katar, dünyayı ateş çemberine sürükleyebilir. ABD ve Rusya’nın bugünkü temkinli tutumlarının ne denli kontrollü süreceği de belirsiz... ??? Neyse ki, iktidar ve yandaşlarının açık ya da örtülü o denli geniş ve kapsamlı kara propagandasına karşın, Türkiye’de toplum olası bir felaketin ayrımında. İktidarın tutumunun ve Genelkurmay Başkanı’nın kaldırdığı yumruğun arkasında savaş desteği görünmüyor. Taşeronluk benimsenmiyor. İnsanlık için ödenilecek büyük bedeller, ekonomik kayıp ve yıkımlar, sağduyu sayesinde hesaba katılıyor. Suriye’yle savaşın haklı bir yönü yok çünkü. Zaten komşumuzla derdimiz ne ki? Can kayıpları, demokrasi, zulüm, özgürlük diyorlar... ABD’nin Irak’ı işgalini gerekçelendirdiği hamasi demokrasi ve özgürlük söylemlerinin nasıl büyük can kayıplarına, ülkenin adeta parçalanmasına yol açtığı ortada. Tıpkı Arap Baharı denen olgunun “demokrasi” açısından yarattığı sonuçlar gibi. Tıpkı demokrasi derken, yeni baskıcı düzenlerin, şeriat yapılanmalarının iktidar koltuğunun sahibi ya da paydaşı olmaları gibi... ??? Kaldı ki insan önce kendine bakar; demokrasi ne durumda, özgürlükler, haklar ne ölçüde? Muhalifleri terörist diye cezaevlerine tıkmış, basını otosansürlü, özgürlük arayışları ve istemleri biber gazıyla, mahkemeler yoluyla boğulan bir ülkenin başkalarına vereceği demokrasi dersi ne olabilir ki? İşin bir garip yanı da Suriye’ye karşı Türkiye’yle birlikte cephe olan bazı ülkelerin durumu... Türkiye’yi yöneten iktidarın Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn’deki demokrasi ve özgürlükler konusunda bir değerlendirmesi, sesi ve tepkisi neden yok acaba? Ortadoğu’da dün zorlamalarla oluşturulan sınırların çözüm olmadığını göstermek istiyorlar. Peki, benzer yöntemlerle dayatılan bugünün haritaları sonuç verebilir mi? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Fatih Hilmioğlu’nun Acısı ve Haykırışı İnsanın sevgili babasının cenazesine katılması, evrenin kendisine sunduğu en ağır sınavlardan biridir. Maalesef çok iyi bildiğim bir dramdır. Çocukluğunuzdan beri her an korktuğunuz şey bir gün gerçekleşir ve sizi dünyaya getiren iki insandan birini kaybedersiniz. Bilinçaltı bu beklenti yıllardır içinizde olduğu için birazcık hazırlıklısınızdır buna... Ama bir de bunun tersi vardır. Yani anneninbabanın oğlunukızını zamansız kaybetmesi felaketi. İşte doğa sizi buna bilinçaltınızda alıştırmamıştır. Akışın beklentilerine girmez. Acı daha da katlanır bu yüzden. Hele o baba en akla sığmayan nedenlerle hapiste tutuluyorsa! Birkaç hafta önce yine Ergenekon davasını izlediğim bir gün, Malatya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’yla uzun uzun sohbet etme imkânı buldum. Her zamanki vakur duruşuyla bana aşağıda okuyacağınız şekilde Ergenekon davasını analiz ediyordu. Kendisine en kısa zamanda bu savları ele alacağımızı söylemiştim. Araya Balyoz davası, iktidarın Taksim çıkarması gibi hayati gündem konuları gelince bu haftaya ertelenmişti bu yazı. Nereden bilebilirdim ki satırlarımın en ağır yanı, yüreği kanayan ve oğlunu kaybetmiş bir babayı teselli etme, daha doğrusu “edememe” ve acısını paylaşmaya çalışma olacak? Allah sabır versin Sayın Hilmioğlu’na... Kendisi hayatının en acı haberini en dramatik şekilde alıp sağlığını daha da kaybederek Ankara’ya 8 saat sonra götürüldüğü gece, ne kadar ilginçtir ki, yine en katı duvarla karşılaşmış. Yetkililer “Hayır gece kendi evinde kalmana izin yok” haberini verdikten sonra ailesiyle bir saat kalıp Sincan Cezaevi’ne yollanmış Hilmioğlu. Buna benzer insanlık dışı normları duyunca gerçekten kendime soruyorum: Empati denilen olgu, bu insanlarda hiç mi yok? Yarın aynı davranışı bir başkası kendilerine yapsa ne hissederlerdi, çok merak ediyorum... Herhalde aynaya bakıp kendileriyle ilgili dehşete düşerlerdi! Hilmioğlu, hep bana yansımış olan değerli yüzüyle, örnek bir Atatürkçü hoca, örnek çalışkan bir insan, ülkesine yalnız iyilik yapmak için, aydın gençler yetiştirmek için ömrünü vermiş bir büyük rektör. Herhalde cezaevinde yalnız kaldığı anlarda “Meğer hiçbir iyilik cezasız kalmaz sözü doğruymuş!” diye kendi kendini sorgulayan bir insan aynı zamanda. Hilmioğlu, Ergenekon davası konusunda yargı mercilerinin, kamuoyunun ve siyasilerimizin dikkatini iki noktaya çekiyor. Bunların ilki, “Ergenekon” adı verilen bir terör örgütünün varlığını bugüne kadar kanıtlamış hiçbir kurum bulunamaması hakkında: “Yıllardır bu konu en derin şekliyle ve ısrarla, MİT’e, askeri istihbarata, polise ve hatta basına soruluyor. Bugüne kadar böyle bir örgütü bu dava dışında duyan yok. Hiçbir devlet kurumundan tek bir olumlu yanıt yok. Mahkeme heyetinin bunu sormadığı kapı kalmamışken hâlâ neyin peşindeler merak ediyorum. Bu kadar yüksek imkânlarla bu tek yönlü soruşturmada bile yıllardır bir şey çıkmıyorsa, bu nasıl bir dava oluyor anlayamıyorum.” Doğru söze ne denir? Yani bu ülkenin tüm istihbarat örgütleri, toptan sıfır mı çekiyorlar da böylesine “Cumhuriyetin canına kastetmiş” dev bir örgütün tek bir izi çıkmıyor? Bu bir fiyasko değildir de nedir? Ama Hilmioğlu’nun çıkışı bununla da sınırlı değil. Bakın ne ekliyor: “Bu davanın özü, adı geçen ‘örgüt’ün, bir ‘darbe girişimi’ yaptığı iddiası üzerine kuruludur. Sayın Savcı’nın kendisi, ‘Bu davanın özü 20032004 darbe girişimi iddiasıdır’ diye belirtmiştir. Bu konuda en yetkili kişi ve Genelkurmay Başkanı olan Hilmi Özkök, ifade vermeye gelmiş ve ‘Böyle bir darbe girişimi olmamıştır’ diyerek kesin görüşünü açıklamıştır. Yani ne dediği belirsiz, güvenilmez, sapkın gizli tanıkların mı sözleri daha değerlidir, yoksa Sayın Genelkurmay Başkanı’nın sözleri mi? İşte bu nedenlerle bu konu artık bitmiştir. Olmayan örgütün olmayan darbe teşebbüsü nedeniyle daha kimi ne kadar tutabilirler burada? Artık yargının da toplumun da bunu görmesi lazımdır.” Hilmioğlu’nun bu samimi ifadelerinin toplumun her kategorisine ulaşması lazımdır. Bu hafta sonu yine Taksim’de yaptığımız “Taksim İçin Taksim’e” mitingi güzel geçti ama istediğimiz kitlesel yoğunluk yoktu. İnsanlar akıllarını başlarına almazlarsa, daha çok Hilmioğlu, çok Taksim zarar görür. Demokratik tepki haklarınızı kullanmazsanız, bu sütunlar şikâyet ve üzücü durum tespitlerinin ötesine geçemez... HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Uzun saplı, in1 ce ve küçük yap2 raklı bir süs bitkisi. 2/ Mersin’in 3 Silifke ilçesinde 4 antik bir kent... 5 Saz takımında 6 usul vurmaya ya 7 rayan tef. 3/ Daha 8 çok hokkabazla 9 rın kullandıkları, ses çı1 2 3 4 5 6 7 8 9 karmaya yarayan tahİ ta maşa... Parola. 4/ 1 D İ S K A R O Pasta hamuru... Halk 2 E B E L İ K İ T dilinde ayrana verilen 3 J A R G O N T A 4 ad. 5/ Serbest meslek 5 A D A G R İ L V URGU İ K İ adamlarını içinde top 6 U L U Ş A Y A K layan resmi birlik... 7 L AM İ N A T İstanbul Boğazı ağ 8 T A M U A L R zında yer alan adalar 9 E H M U R A N A grubu. 6/ Yinelenen dize. 7/ Bir nota... Bir hattatın yazdığı yazıya adını koyması. 8/ Hintİran dil grubuna verilen ad... Ege ve Akdeniz kıyılarımızdaki küçük koylara verilen ad. 9/ Hayvan sırtında taşınabilen küçük top. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Körpe sürgünleri sebze olarak kullanılan bir bitki. 2/ Sınır nişanı... Bir yapı ya da gemide belli bir işe ayrılmış bölüm. 3/ Doğu Anadolu’da bir dağ... Anlamlı iz. 4/ Bir gösterme sıfatı... “ topukta şan veriyor halhalı” (Karacaoğlan). 5/ Yeniçeri kışlası... Eğrilmekte olan yün, keten gibi şeylerin tutturulduğu, bir ucu çatal değnek. 6/ Çok sık yinelenen ve bundan dolayı usanç vererek önemini yitiren söz. 7/ Bir soru eki... Kâtipler, yazıcılar. 8/ Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad.. Akarsu kıyılarındaki verimli tarlalar. 9/ Kapılara takılan yaylı kapama düzeneği. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle