26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 KASIM 2011 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yasanın Gözü Hizmetler ve Falsolar DAHA önce de vurgulandığı gibi, iktidar partisinin yerel ve genel seçimlerdeki başarısı, özetle, vatandaşın günlük yaşamını kolaylaştıran hizmetleri gelip geçmiş bütün partilerden üstün bir beceriyle yerine getiriyor olmasından ileri gelir. Öyle ki, seçim günü sandığa giden vatandaşların büyük bölümü ailenin sağlık sorunları, çocukların okul durumları, yeni yetişenlerin iş bulma dertleri bakımından beklentilerinin ne ölçüde karşılandığını zihinlerinde şöyle bir tartarlar, genellikle memnun olduklarını düşünüp oylarını kendilerine bu memnunluğu veren iktidardan yana kullanırlar. Sıradan ve ortalama vatandaşların bu tercihinde ne dünyadaki genel siyasal durum, ne devletin dış politikası, ne ülke ekonomisinin gidişi rol oynar, ne de cumhuriyetin akıbeti gibi derin konular. Seçim günü sandık yolundaki vatandaş zihninin çalışması ile hükümet kararlarına, parti tartışmalarına ve lider nutukları gibi olaylara ilişkin gelip geçici değerlendirmeler arasında büyük fark vardır. Çünkü, bunlar büyük bir grafik tablosundaki küçük zigzaglar gibidir; seçim günündeki seçmen bu zigzaglara değil, grafiğin ana çizgisine bakar. ncak, böyle bir gözlem küçük zikzak çizgilerinin büsbütün önemsiz olduğu anlamına gelmemeli. Zira, iktidar döneminin herhangi bir aşamasındaki politika yanlışları ya da falsoları yüzünden inişe geçen iktidarın/grafik çizgisi bambaşka bir ya da birkaç çizginin inişe girişiyle kesişirse, bir bakarsınız, bu “konjonktür” noktasında ortaya çıkan beklenmedik bir gerilim dramatik durumlara yol açıp iktidarın başını derde sokabilir. Falsoların çoğalması, her iktidar için tehlikelidir. aliba, falsoları çoğalan AKP bu tehlike sınırına yaklaşmakta. Van depreminde dış yardımın önce reddedilip sonra kabul edilişi onur kırıcı bir falso değil mi? Yardım malzemesinin yağmalanmasını ve çadır kargaşasını önleyemeyiş genel hizmet başarısını gölgeleyen bir falso olmadı mı? Cumhuriyet kutlamalarının durdurulması, asker resmigeçitlerini önleyen yönüyle, zihinlerde kuşkular yaratan büyük bir falso değil mi? Falso örnekleri daha da çoğaltılabilir. Seçim başarısıyla ve yandaş medyanın övgüleriyle başı dönen iktidar falso üstüne falso yaparken herhangi bir ters konjonktürde başına neler gelebileceğini pek düşünmez ve o konjonktür oluşunca kolayca yıkılıverir. (*) sarsmaya başlayınca bunalımlar yayıldı. Yasaların üstünde anayasa denetimlerine ihtiyaç duyuldu. Demokrasi kuramının öngördüğü yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılması ilkesi, yargıçlar ve yargı kararları sorgulandı, denetlendi. Siyasal erklerin eşgüdümünde çıkan yetki çatışmaları, birliği tehdit etmeye başlayınca, her şeyi ve geleceği bilen, emir veren ve emirlerini dinleten buyurganlar, yasaları aşan kararnamelerle “Göz”ün yerini almaya kalkıştılar. İki savaş arası dönemin yarattığı diktatörlükler kalıcı olamadı. Günümüzde, Tanrı Gözü’ne rakip olacak teknolojikmedyatik bilgi sistemleri kuruluyor, lider adayları aranıyor. Amaç, toplum varlığının temelindeki adalet ve özlemi duyulan huzur, refah ve barış! Sonuç Deneme, beklenmeyen, çarpıcı bir uyarıyla sona eriyor: “Tanrının ışıyan gözü, korku içinde yaşayan ve hukukun [yasaların] yardımıyla felaketlerden korunmaya çalışan güçsüz insanların hayal ürününden ibarettir.” Oysa, Hegel’in Hukuk Felsefesine yazdığı eleştiride, Marx şöyle diyordu: Mutluluğun önşartı gibi gösterilen hayallerden kurtulma dileğimiz, biz insanları hayallere tutsak eden hayallerden kurtulma dileğidir. “Yasanın gözü” metaforuyla hukuk tarihinin ve devlet felsefesinin başlıca sorunlarını günümüze armağan eden bu başeseri bir gazete köşesinde tanıtıp değerlendirmek hiç kolay değil. İyisi mi siz, benim gibi geç kalmayın, eserin çevirisini okuyun ve hazır olun: Dünya görüşünüz, anayasal demokrasiye güveniniz yıkılmasa bile sarsılabilir; ülke sorunlarına bakış açınız ve çözüm önerileriniz değişime uğrayabilir. “Yasanın gözü nöbette” değilse artık, bizim gözümüz yasaların üstünde olmalı. *Stolleis, Michael (2004) Yasanın Gözü (Çeviri: Arif Çağlar). Kitap 2010. “Yasanın gözü” metaforuyla hukuk tarihinin ve devlet felsefesinin başlıca sorunlarını günümüze armağan eden bu başeseri bir gazete köşesinde tanıtıp değerlendirmek hiç kolay değil. İyisi mi siz, benim gibi geç kalmayın, eserin çevirisini okuyun ve hazır olun: Dünya görüşünüz, anayasal demokrasiye güveniniz yıkılmasa bile sarsılabilir; ülke sorunlarına bakış açınız ve çözüm önerileriniz değişime uğrayabilir. Bozkurt GÜVENÇ Korkutamaz gece kimseyi Yasanın gözü nöbettedir. F. Schiller, 1800 ergi ve Yargı Reformları: Bu yıl Cumhuriyet ve Atatürk’ü birlikte anmak için gelir dağılımı, vergi ve yargı reformları üzerinde bir yazı tasarlarken, Sayın Başbakanımızın son ÖTV düzenlemesiyle ilgili yorumu geldi gündeme. Küreselleşen dünyayı sarsan ekonomik bunalımları teğet geçmek kolay değildi. İleriyi gören hükümet elbet önlem almalıydı. Yoksa, Allah göstermesin, Yunanistan gibi iflas çukuruna düşebilirdik. “İçenin parası, içmeyenin sağlığı” denirdi. Söylemler zamanla değişse de, sorunlar Cumhuriyetin kuruluşuna değin uzanıyor. “Bir Çağdaşlaşma Modeli” olarak Atatürk Devrimi (1982) eserinde Suna Kili, devrimlerin üç temel aşaması üzerinde duruyordu: 1) Birliğin korunması, 2) Tüzel yetkinin kurulması, 3) Toplumsal ekonomik eşitliğin sağlanması. Toprak reformunu yapamayan, gelir dağılımını düzenleyemeyen ve yurttaşlarının hak ve görev eşitliğini sağlayamayan Cumhuriyet, üçüncü aşamada bir hayli zorlanmış; TSK’nin onarım girişimleri de kalıcı olamamıştı. Son yıllardaki başarılı büyüme modelinin danışmantasarımcısı Kemal Derviş, ülkemizdeki son gelişmeleri yorumlarken, gelir dağılımı, vergi adaleti ve kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması üzerinde durdu. Yeni anayasa, ülke gündeminde tartışılırken açıklanan uzman görüşüyle ekonomik sorunlar, yasa ve anayasaya (mı?) havale ediliyordu? Yazımdan vaz mı geçsem derken, kitaplığımda sıra ve ilgi bekleyen Yasanın Gözü adlı çevirinin bana göz kırptığını fark ettim. Acaba çözüm yasalarda mıydı? Ünlü Hukuk Tarihi ve Kamu Hukuku Profesörü Michael Stolleis’in, 60 sayfalık özgün araştırması, Montesquieu’nün Yasaların Ruhu’na rakip olabilecek nadir bir hazine. Kaynakçada, çoğunu benim duymadığım 90 eser; yazılı tarih boyunca yasaların ruhuna yön veren 50 kadar “Göz” belgesi yer alıyor. “Her şeyi bilen, gören ve insanlığı sakınan O Göz”: Mısır’ın adalet Tanrısı Osiris’ten, kitabi dinlerin peygamberlerine, antik, orta, yeni ve yakın çağ filozoflarına, Aydınlanma yüzyılına, ulus ve demokrasi devrimlerine uzanan medeniyet tarihi boyunca, “yapılan ve uygulanan çoğu yasaların dayandığı evrensel simge olmuştur.” Nazar boncuğumuzdaki aynı gözdür. Bir hukuk tarihçisinin zengin dilini Türkçeye özenle kazandıran çeviriyi okumaya başladım ve elimden bırakamadım. Her şeyi gören ve bilen, Tanrıyı ya da Tanrının mutlak gücünü simgeleyen göz; imparatorlukları ve krallıkları yöneten hükümdarların dayandığı, Cumhuriyet yasalarını besleyen bu güç, Tanrılardan hükümdarlara, yasama meclislerinden yasalara geçerek günümüze kadar iktidarda kalmış; ülkemizin de kaderini çizmiştir. Modern ve modern sonrası çağlarda halk hükümranlığını temsil eden parti temsilcilerinin, demokratik parlamenter uzlaşma yöntemiyle çıkardığı yasaların, “halkın sesi / hakkın sesi” olduğu söylenir; oysa, halkın zamanla değişen görüşleri “Tanrı’nın her şeyi bilen ve geleceği gören gözü” olabildi mi? Sosyal değişim süreci yürürlükteki yasaları Başım Seninle Dertte... Sen dizi seyret... Bak bakalım, adam hizmetçiyi becerecek mi, beceremeyecek mi bu haftakinde... Münevver parayı alabilecek mi?.. ? Sana ne demokrasiden?.. Seçimleri dört gözle beklemen, sadece gelecek üçlü kanepeden, çeyrek altından, nohuttan, kömürden, avantadan, beleşten dolayı... Senin yüzünden, seçim sandığından makarna çıkan yeryüzünün tek ülkesidir Türkiye... Demokrasi dediğin, işte televizyonda mikrofon tutulduğunda söylediğin gibi: “Nispeten iyi bir şey...” ? Ne yapacaksın hukuku?.. Hukuk olsa önce senin yakana yapışacak çünkü; ormanı açtığın için, merayı kaptığın için, elin kolun tutarken yeşil kart aldığın için, elektrik çaldığın için, süte su karıştırdığın için, ömründe bir kuruş vergi vermediğin için, karını dövdüğün için, müşterini dolandırdığın için... Hayatın suç... Hukuk olsa, önce sen yanacaksın... “Yargı yıkıldı” dediklerinde, canına minnet ... ? Aydınları, yazarları hücrelere kapattıklarında da bu seni hiç ilgilendirmedi. Tam tersine, bunu yapanları başına taç yaptın... Çünkü; ömründe bir tek kitap bile okumamış adamın “aydını” mı olur?.. Ya da yaşamında bir gün olsun gazete okumamışın “yazarı” olabilir mi?.. Ama bir tarikat şıhını atsalardı içeri... Homurdanırdın... O senin çünkü... ? Bak; binlerce üniversiteli gencimiz dünyanın her yerinde başarıdan başarıya koşuyor... Genç işadamlarımız dünyanın her yerinde... Batı’nın büyük hastanelerinde Türk doktorlar var... Ünlü markaların kumaşlarını Denizli gönderiyor... Kayseri, Gaziantep atölyelerinden dünyaya yan ürünler satılıyor... Müteahhitlerimiz Rusya’dan Arap çöllerine kadar görkemli yapıtlara imza attılar... Ama yoksulluk yaması kapanmıyor... Çünkü sen sadece ürüyorsun ve tüketiyorsun... ? Mesela laiklik... Seni bu günlere getirdiği halde, laikliğin ne olduğunu bilirsen kolumu keserim... Ya da cumhuriyetimiz... Müslümanların emperyalizme karşı kazandıkları tek onurlu savaşla kurulmuş... Kendisini yıkmak isteyenlere bile güç veren bu kutsal yapı... Yani biraz olsun adam yerine konuluyorsan, bunu borçlu olduğun cumhuriyet... Yok edilirken tınmıyorsun... Umurunda değil... İdrakin olmadığı gibi vicdanın da yok... ? Ne diyebilirim ki... Sen tüm bunları bilsen de bilmesen de... Seninle başım dertte... V A G Adil Yargılanma Hakkı Tutukluluğun çok uzun sürmesi, ceza hukukunun evrensel ilkesi olan adil yargılanma ilkesiyle bağdaşmıyor. Adil yargılanma ilkesinin özü, makul süre içinde yargılanmaktır. Uzun tutukluluk süreleri kamu vicdanını yaralıyor. Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci Ü lkemizde genellikle ceza davalarının yürütülme şekli kamu vicdanında haklı tepkiler uyandırıyor. En başta Silivri’de özel yetkili bir mahkeme kurularak “doğal yargıç” ilkesi zedeleniyor. Evrensel hukukun temel ilkesi olan “adil yargılanma hakkı” göz göre göre çiğneniyor. asumiyet karinesi ve sanığı koruma ilkesi Anayasanın 38. maddesine göre, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”. Buna “masumiyet karinesi” denilir. Sanıktan sadece kuşku duyulması yetmez. Kuşkunun makul kuşkunun ötesinde olması gerekir. Mahkemenin sanığı adaletsizliğe karşı koruma yükümlülüğü vardır. Yargıç, sanığın kişisel onuruna, mesleki saygınlığına özen göstermek zorundadır. Ahlaki seciyesi üstün, sicili düzgün sanığın durumunu dikkate alma durumundadır. Yargıç; ezaya, cefaya, zulme dönüşebilen çok yorucu bir sorgulama sonucu sanığın kendisine karşı kullanılabilecek beyanlarını dikkate almaz. Daha önce sabıkası olmayan bir sanığın tutuklanması olağanüstü bir durum yoksa istisnadır. İstisna kural haline gelir, tutukluluk baştan mahkeme kararıyla cezaya dönüşürse suçsuzluk karinesi M çiğnenmiş olur. Hiçbir bakımdan haklı gösterilemeyecek uzun tutukluluk süresi sanığı manen çökertmeye yönelik olduğu için yargılama usulünü zedeler. Tutuklulukta geçen süreler çoğu kez verilebilecek cezanın tavanını aşmaktadır. Yargıç beraat kararı verdiği takdirde, sanığın bunca zaman tutuklu kalmasını nasıl açıklayacaktır? Bu da verilecek kararın üzerine gölge düşürür. Uzun süre tutuklu kalmış sanık hakkında zaten yargıcın karar vermesi de vicdanen zordur. üzerlerinden bir merdane geçirilmişçesine tek bir kalıba sokularak yargılanmaktadır. Bu davalarda suçlu olduğu yolunda güçlü karineler olan bir azınlık ile masum çoğunluk aynı kefeye konuyor. Sapla samanın karışması adaletin tecellisi konusunda derin kuşkular uyandırıyor. Hukukta “beyyine külfeti”, yani ispat yükü iddia edene, savcıya aittir. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, “sanığa yüklenen suç, ancak hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delille ispat edilebilir.” Yine anayasanın 38. maddesine göre “kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”. Hukukta “dikkate alınmaması gereken deliller kuralı” vardır. Delilin ispatlayıcı kanıt sayılabilmesi için ağırlık derecesinin yeterli, güçlü ve inandırıcı olması gerekir. Delil araçları, ancak yargılama sırasında ortaya konulup tartışılmakla delil niteliği kazanabilir. Anlamlı bir bütün içerisinde yer bulamayan delil araçları, belirli bir ağırlığı olmayan deliller mahkemece dikkate alınmaz. Eğer delillere başka yol ve yöntemlerle ulaşılabiliyorsa, telefon dinleme yoluna gidilemez. Telefon dinleme yoluyla elde edilen deliller kural olarak hukuka aykırıdır. Hukuka aykırı delillere dayanarak yargılama yapılamaz ve hüküm verilemez. Yargı kararı olmadan telefonların dinlenmesi, telefon kayıtlarının yayımlanması ise suçtur. ‘Taksirli suç’ Oysa Ergenekon adı altında hayali bir örgüte üye oldukları gerekçesiyle ve yasaya aykırı telefon dinlemeleriyle yüzlerce insan tutuklanmıştır. Burada soruşturmanın temel kuralı olan “delilden yola koyulma ilkesi” hiçe sayılmıştır. Ümraniye örneğinde olduğu gibi, toprak altından silah depoları bulunup çıkarılmış, ancak öyle anlaşılıyor ki bu silahların nerede ya da nerelerde kullanıldığına dair bir soruşturma yapılmamıştır. Sabahın köründeki keyfi polis baskınları, hüküm giymemiş insanların yıllarca tutuklu kalması adil yargılanma hakkına gölge düşürüyor. Telefon dinlemelerinin Samanyolu TV, Zaman, Star, Yeni Şafak gibi AKP yanlısı medyada sürekli ve sistemli şekilde yayımlanması, soruşturmanın gizliliği ilkesiyle bağdaşmıyor. Siyasal amaçlı bir davaya hukuki kılıf geçirilmek isteniyor. Ama mızrak çuvala sığmadığı için sonunda hukuk lekeleniyor. Savcılar, telefon görüşmelerine ait dinleme kayıtlarını kamuoyuna sızdıran kaynaklara yönelik soruşturma başlatmaları gerektiği halde başlatmıyorlar. Yapmaları gerekeni yapmayarak görevlerini savsaklıyor, yapmamaları gerekeni yaparak yetkilerini aşıyor, “taksirli suç” işliyorlar. ‘Beyyine külfeti’ argılanmada ‘makul süre’ Adil yargılanma hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi davaların makul sürede hakkaniyete uygun olarak sonuçlandırılmasını öngörür. Bir kişiye sanık sıfatı verip ta baştan suçluymuş gibi onu süründürmek, “kişilik haklarına tecavüz”dür. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, tutukluluk süresinin iki yıllık sürenin ardından sona erdirilmesi öngörülmüştür. Yargıya düşen bu “zorunlu haksızlık” halini mümkün olduğu ölçüde uzatmamaktır. Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. Oysa Silivri’deki davalarda sanıklar, deyim yerindeyse, deste deste, tomar haline getirilip sanki oklavayla açılıp dürüldükten sonra, Y C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle