18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 3 TEMMUZ 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17 KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Altın Koza’dan Altın Portakal’a Sinemamız son yıllarda olağandışı bir hare- ketlilik yaşıyor. Sektör hızla gençleşiyor, yeni- leniyor. Yeni yönetmenlerin sıra dışı yapıtları si- nemamızın profilini değiştirmekle kalmıyor, Avrupa sinemasına yeni üslup arayışları, yeni aktörler kazandırıyor. Ulusal sinemanın pazar payı açısından Av- rupa’da pek çok sinemanın önüne geçen si- nemamız, bu konumunu gişe şansı yüksek film- lere borçlu hiç kuşkusuz. Ticari şansı yüksek, ama nitelikten de ödün vermeyen filmlere yö- nelen yapımcı ve yönetmenlerimizin yanı sıra, küçük bütçelerle gerçekleştirilen, yurtiçi ve yurtdışı festivallerde ödüller kazanan filmlerimizin sayısı hızla artıyor. Bu çeşitlilik hiç kuşkusuz bir sağlık işareti. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, devlet des- teğiyle gerçekleşme olanağı bulabilen projeler, gişe kaygısı taşımaksızın yeni arayışlar içine gi- riyor. Kuşkusuz, seyirciyi zorlayan, geniş seyirci yığınlarına ulaşma şansı olmayan projeler bun- lar. Bu yönleriyle, ‘mainstream’ (ana akım) olarak tanımlanabilecek ve devlet katkısından çok seyirci beğenisine yaslanan filmlerden ay- rı bir kulvardalar. Son yıllarda sinemamızın en fazla konuşulan filmleri de bunlar arasından çı- kıyor. ‘Mainstream’ dediğimiz kulvarda da önemli bir değişim yaşanıyor... Yeşilçam’ın bildik şemalarının dışında, este- tik ve teknik açıdan dünya sinemaları ile yarı- şan yapıtlar ortaya çıkıyor. Yeni yüzler, genç yö- netmenler bu kulvara da damgasını vuruyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen 16. Altın Ko- za Film Festivali’nde yarışmaya seçilen 12 fil- min hemen hepsinin “mainstream” sinemanın dışındaki örnekler olması bu alandaki tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Yarışan filmlerden, Er- den Kıral’ın “Vicdan”ını bir yana koyarsak (bu filmin, iki kulvarın arasında bir alanda yer aldı- ğı söylenebilir), tüm filmler genç yönetmenle- rin ve yeni yapımcıların imzasını taşıyan, yeni- likçi, deneysel nitelikleriyle öne çıkan, bir kıs- mı yarı-belgesel olarak nitelendirilebilecek ça- lışmalardı. Katalogdaki sırayla söylersek, Pelin Es- mer’in “11’e 10 Kala”, Cemal Şan’ın “Dilberin Sekiz Günü”, Ümit Ünal’ın “Gölgesizler”i, Mu- rat Düzgünoğlu’nun “Hayatın Tuzu”, Orhan Es- kiköy ve Özgür Doğan’ın “İki Dil Bir Bavul”u, Aslı Özge’nin “Köprüdekiler”i, Atalay Taşdi- ken’in “Mommo-Kızkardeşim”i, Yeşim Usta- oğlu’nun “Pandora’nın Kutusu”, Tayfun Pir- selimoğlu’nun “Pus”u, Semih Kaplanoğ- lu’nun “Süt”ü, Mahmut Fazıl Coşkun’un “Uzak İhtimal”i, hepsi de, kabaca ‘sanat sine- ması’ diye dilimize çevrilen “Cinema d’art et es- sai” (sanat-deneme sineması) örnekleriydi di- yebiliriz. Bu durum, doğal olarak çokça tartışıldı. İs- tanbul’da En İyi Film Ödülü’nü kazanan “Köp- rüdekiler”in Adana’da Altın Koza’yı paylaşan iki filmden biri olması bu tartışmayı iyice yoğun- laştırdı. Festivallerin sözbirliği etmişçesine ay- nı anlayışa yönelmesi doğal mı, yoksa bu işte bir yanlışlık mı var? Bir ulusal festivalin, sine- manın yalnızca bir kulvarı ile ilgilenmesini hak- sızlık olarak nitelendirenler olduğu gibi, festi- vallerin işlevinin sektörün gelişimine katkı sağ- lamak olmadığını, yeni arayışlara destek vermek olduğunu savunanlar da epeyce fazla. Adana’da ödüllerin dağılımından çok, bazı filmlerin ön jüri tarafından elenmesi tartışıldı. Bunların ortak paydası, “cinema d’art et essai” anlayışıyla pek bağdaşmayan, daha geniş iz- leyici kesimlerine hitap eden filmler olmasıydı... Şimdi gözler Antalya’nın üzerinde... Bakalım biz nasıl bir çözüm sunacağız? Sinemamızın geli- şim süreci üzerinde her zaman belirleyici olmuş Altın Portakal’ın tercihleri ne yönde oluşacak? [email protected] [email protected] Boğaziçi Üniversitesi’ndeki fahri doktora töreninde sahnede iki destan: H aftanõn ilk günü Boğaziçi Üniversitesi Yaşar Kemal’e “fahri doktora” unvanõ verdi. Haberini gördünüz, okudunuz. Ben hâlâ o törenin büyüsüyle yaşõyorum… Keşke, keşke bu gazetenin tüm okurlarõ o törende bulunabilseydi, o törende Yaşar Kemal’in yaptõ- ğõ konuşmayõ, İdil Biret’in çaldõğõ Wagner’in “Tannhauser Uvertürü”nü dinleyebilseydi… Keşke… (Neden bu gazetenin okurlarõ dedim? Açõkçasõ, ülkesini seven, aydõnlõk bir Türkiye düş- leyen, ilme, bilime, sanatõn gücüne, sanatçõnõn yaratõcõlõğõna inanan, bu ülkeyi geriye değil ile- riye götürmekten başka düşüncesi olmayan insanlarõ kastettim.) AYDINLIĞIN TÜRKÜSÜ Rektör Kadri Özçaldıran, “dili şiir, ro- manı doğa, kendisi Anadolu bilgesidir” di- ye tanõmladõğõ Yaşar Kemal beratõnõ alõp cüppesini giydikten sonra, beni kolay kolay terk etmeyecek bir konuşma yaptõ. Yaşar Kemal, şaşacaksõnõz ama çok heyecan- lõydõ. Konuşmasõnõ yazmõştõ ama elbet kendini tu- tamayõp yazdõğõnõn dõşõna da çõktõ, okuduğuyla ye- tinmeyip, yeniden anlattõğõ da oldu. Çocuklu- ğundan, “Âşık Kemal”, türkü ve ağõt toplayõcõ- sõ, destan söyleyicisi günlerinden başlayõp, roman sanatõna geldi. Bugün romancõlarõn başlarõnõn belada olduğu- nu, çünkü insanlarõ en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşõ romanõn uyardõğõnõ belirten Ya- şar Kemal “Bugün tüketim toplumu diye do- yumsuz bir toplum yaratılıyor. Tüketimciler topluma bütün değerlerini aşındıran bir yapay kültür benimsetmeye çalışıyor, insanları birer obur canavar haline getirmek istiyorlar. Roman böyle bir toplum isteyenler için tehdittir” di- yordu. Üzerinde durduğu bir kavram da her oku- run okuduğu romanõ yeniden yaratmasõydõ. Ve ka- pitalizmin romana bir düş- manlõğõ da bundandõ. Beni terk etmeyecek sözleri ise Sait Faik’le bir- likte edebiyata getirmek istedikleriydi: “Benim kitaplarımı okuyan; katil olmasın, sa- vaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesi- ne karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümet- lere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı oku- yanlar bilsinler ki bir kültürü yok edenlerin ken- di kültürleri, insanlıkları ellerinden uçup git- miştir. Bu bizim ülkemizin de sorunu. Türki- ye’de diller yasak edildi. Hem de 80 yıl! Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik ol- sunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Be- ni kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.” Konuşmasõnõn son sözleri üzerine tüm salon aya- ğa fõrlamõş Yaşar Kemal’i alkõşlõyorduk: “Bilin- çli olarak ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, gü- zelliğin türküsünü söylemek istedim. Roman- larım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla bir- lik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.” ŞİİRLE ATEŞ KARIŞIMI Yaşar Kemal’i ayakta alkõşladõk. Derken sahnede aynõ üniversiteden fahri doktor, bir başka deha ye- rini aldõ. İdil Biret. Önce çalacağõ parçayõ anons etti: Wagner’in “Tannhauser Uvertürü”nün Liszt tarafõndan piyanoya uyarlamasõ… Piyanonun başõna geçti. Ve… O andan sonra gözlerimize ve kulaklarõmõza inanamadõk. Sade- ce bir piyano değil, piyano ve artõ tüm senfoni or- kestrasõ dinliyor gibiydik! Takip etmekte güçlük çektiğimiz elleriyle, uçan parmaklarõyla ama da- ha çok aklõyla, daha da çok yüreğiyle çalõyordu. Daha önce İdil Biret’ten, yine Liszt’in piyanoya uyarladõğõ Beethoven senfonilerini, kendisinin pi- yanoya uyarladõğõ Brahms senfonilerini dinle- miştim. Zaten tümünün artõ daha nicelerinin kay- dõ da var. Ama bu farklõydõ. Başka bir şeydi. (Ese- rin çok güç olduğunu, günümüzde hiç çalõnma- dõğõnõ sonradan öğrenecektim. İdil Biret’ten ön- ce yalnõz iki piyanist bu eserin kaydõnõ yapmõş.) Wagner’in bütün o şaşaalõ görkemine, İdil Bi- ret bir de sonsuz şiirsellik ve olağanüstü bir yo- ğunluk katmõştõ. Bir dinamo, bir ateş parçasõydõ. Yine de doğrudan ruhumuza hitap ediyordu. Yaşar Kemal’den sonra sahnede başlõ başõna bir destan duruyordu! Konserin sonunda yine salon ayağa fõrladõ. Onu ayakta alkõşlarken, Yaşar Kemal’le İdil Bi- ret’in ortak yanlarõnõ düşünürken buldum kendi- mi: En başta sahici olmalarõ… Bitmez tükenmez ça- lõşkanlõklarõ, çarpõcõ üretkenlikleri, azimleri, şiir- sel ve duygu yüklü yanlarõ… Yaşamõ ve yaptõk- larõ işi ciddiye almalarõ. Dünyaya, çevrelerine ve kendilerine saygõlarõ. Kolayõ, ucuzu, yozluğu, sansasyonu reddetmeleri. Kendi bildikleri yolda ilerlerken asla ödün vermemeleri. Ne mutlu bize ki böyle iki destanõmõz var! İn- sanlõk onurumuzu yücelten iki destan! www.zeyneporal.com İSMET KÜNTAY TİYATRO ÖDÜLLERİ Şensoy’un ‘2019’u en iyi yapõm Kültür Servisi - 34. İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri’nin Hayati Asılyazıcı, Oya Gökberk, Doğan Koloğlu, Şerif Köyan, Nadide Küntay ve Nilgün Serimoğlu’ndan oluşan seçici kurulu bu yõlõn ‘en iyi’lerini açõkladõ. 2008- 2009 tiyatro döneminde sahnelenen yerli yazarlarõn oyunlarõnõ değerlendiren seçici kurul, “Yılın En İyi Oyun Yazarı Ödülü”nü Engin Gürmen’in yönettiği “Dinmeyen Alkışlar” adlõ oyunla Gülsün Siren Kınal’a layõk gördü. Ferhan Şensoy ise “2019” ile hem “En İyi Yapım ve En İyi Yönetmen Ödülü”nün hem de ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi oldu. “Dinmeyen Alkışlar”, Cahide Sonku rolüyle Aslı Seçkin’e “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”nü kazandõrõrken Ayşen Aktengiz de aynõ oyunla “En İyi Giysi Ödülü”ne değer görüldü. ‘İsmet Küntay Tiyatro Özel Ödülü’, Selma Köksal’õn oyunlaştõrõp yönettiği “Atuan Mezarları”yla Oyuncular Tiyatro Grubu’na; “İsmet Küntay Seçici Kurul Özel Ödülü”, Kemal Gökhan Gürses’in yazdõğõ, Övül ve Mustafa Avkıran’õn yönettiği “Histanbul” adlõ oyuna; “İsmet Küntay Onur Ödülü”, Mitos/Boyut Yayõnlarõ kurucusu ve yönetmeni Yılmaz Öğüt’e verildi. “En İyi Dekor Ödülü” ise “Histanbul” oyunundaki sahne tasarõmõna; “En İyi Müzik Ödülü” Övül ve Mustafa Avkıran’õn yönettiği “Ashura” oyunundaki müzik düzenlemesi ile Cumhur Bakışkan’a; “En İyi Işık Ödülü”, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” oyunundaki õşõk tasarõmõyla Önder Arık’a gitti. “İsmet Küntay Özendirme Ödülü” ise Türkan Aktoprak’õn yönettiği “Azizname” oyunuyla Macide Tanõr Moda Sanat Tiyatrosu’na verildi. Ödül töreni ise 2009-2010 tiyatro döneminin ilk yerli oyun galasõnda yapõlacak. Kültür Servisi - Sanat Kurumu, 2008-2009 tiyatro sezonu ödüllerinin sahiplerini belirledi. Başkan İlker Çetin, Prof.Dr. Ayşegül Yük- sel, Atila Sav, Gülşen Karakadıoğlu, Dr. Türel Ezici, Filiz Elmas, Şenol Tiryaki ve Ali Rıza Kars’tan oluşan se- çici kurul değerlendirme sonu- cunda, “En İyi Oyun Yazarı” dalõnda ödüle değer bir çalõşma bulamadõ. Sanat Kurumu, “En İyi Yazar” ödülünün 2003 yõlõndan bu yana ve- rilmemesine gerekçe olarak “Dra- maturg kadrosu olan ödenekli tiyatro ku- rumlarımızın, yerli oyun yazarlarının ça- balarını destekleme yönünde yetersiz kal- ması ve genel olarak tiyatroların yazılan ve hatta basılan oyunların sahneye aktarı- mında yeterli çabayı göstermediğini dü- şündüklerini” belirtti. “En İyi Erkek Oyun- cu” ödülü Tamer Levent’e (Galilei’nin Yaşamı) ve Bülent Yıldıran’a (Deliler Bo- şandı) verildi. Bu dalda ayrõca “Korkuyu Beklerken” oyunundaki yorumu nedeniyle M. Nurkut İlhan övgüye değer bulundu. Melek Baykal (Sokrates’in Son Gecesi) ve Nermin Uğur Bakır (Fosforlu Cevriye) “En İyi Kadın Oyuncu” dalõnda ödül ka- zanõrken “Eşik” yapõtõndaki performansõyla Deniz Gökçe Kayhan övgüye değer bulundu. “En İyi Çevre Tasarımı”, Elena Ivanova’ya (Fõrtõna), “En İyi Giysi Tasa- rımı”, Gülümser Erigür’e (Genç Osman), “En İyi Işık Ta- sarımı” ödülü ise “Fırtına” ve “Genç Osman” adlõ yapõtlarla Şükrü Kırımoğlu’na verildi. , “En İyi Sahne Müziği” ise “Fosforlu Cevriye” oyununun müzikleriyle Attila Özdemiroğ- lu’na verildi. Diğer ödüllerse şöyle: “En İyi Dans Düzeni” Özden Aktürk (Fosforlu Cevriye), “En İyi Çeviri” Neşe Yüce (Tes- testeron), “En İyi Yapım” Testesteron (Oyun Atölyesi), “En İyi Yayın ve Tanıtım Tasarım Ödülü” Gökhan Yolcu (Tüm ça- lõşmalarõ), “Jüri Özel Ödülü” Cengiz Özek (Kukla Festivali). SanatKurumu‘EnİyiYazar’õseçemedi Kültür Servisi - İrlandalı rock topluluğu U2, son albümü ‘No Line on the Horizon’ın tanıtımı için çıktığı dün- ya turuna önceki akşam Barselona’daki konseriyle başladı. Bir insan hakları aktivisti olan solist Bo- no, ‘Miss Sarajevo’ adlı şarkıyı söylerken “Londra, Türkiye, Madrid ve New York’ta saldırıları dü- zenleyenler birer canavardır” diyen Bono, ‘One’ ve ‘In the Name Of Love’ adlı şarkıları sırasında izleyicilerden, Afrika’ya yardım amacıyla cep te- lefonlarından ‘Afrika’ yazıp, kampanya numara- sına mesaj yollamalarını istedi. ‘U2 360’ isimli tur- ne, Avrupa ve Amerika’da 31 kenti dolaşarak 3 mil- yon insana ulaşmayı planlıyor. U2’dan bol mesajlı konser YaşarKemalveİdilBiret... Jackson’ın malvarlığı aile vakfına Kültür Servisi - Michael Jackson’õn ölümünün ardõndan günlerce tartõşma konusu olan vasiyeti ve üç çocuğunun velayetinin kimde kalacağõ konusu sonunda açõklõğa kavuştu. Sanatçõnõn 2002’de yazdõğõ vasiyetine göre, tüm mal varlõğõ, annesi Katherina Jackson’õn hak sahibi olduğu Jackson Vakfõ’na kaldõ. Üç çocuğunun vasisi olarak annesini ve en büyük hayranlarõndan biri olduğu Diana Ross’u seçen Michael Jackson’õn mal varlõğõnõn 500 milyon ABD Dolarõ civarõnda olduğu sanõlõyor. Jackson’õn cenaze töreniyse salõ günü yapõlacak, ancak daha önce haberlerde yer aldõğõ gibi naaşõ evinde ziyaret edilemeyecek. Aile üyelerinin halkla ilişkiler şirketi aracõlõğõyla yaptõğõ resmi basõn açõklamasõna göre, Jackson’õn cenaze töreni, Los Angeles’taki Staples Center yahut Los Angeles Coliseum’da yapõlacak. YaşarKemal İdilBiret
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle