Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 24 TEMMUZ 2009 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Açılımın Kapanışı
BİR “açılım” sözüdür gidiyor ama, böyle bir açı-
lımın nasıl sonuçlanacağını kestirmek çok zor. Bu-
lanıklık hâlâ sürüyor. Sorunun başlığı bile belirsiz:
“Güneydoğu sorunu” dendiğinde varılacak sonuç
başka, “Kürt sorunu” denince bambaşka. Bir “pa-
ket”ten söz edilse de, aslında bir “süreç” açıl-
makta.
Ayrıca, bu soruna ilişkin tartışmaların en iyi dü-
zenlenmiş ve en kapsamlılarından sayılabilecek
bir televizyon programında, geçen akşam Haber
Türk’te Muharrem Sarıkaya’nın yönettiği tar-
tışmada bile, konunun iki önemli boyutu ele alı-
namadı. Daha doğrusu, yöneticinin bunları gün-
deme getirme çabası boşa çıkarıldı. Katılanlar, ne-
dense, kronolojik olarak sorunun en eski çerçe-
vesi olan “Kürt milliyetçiliği” ile açılımın varabile-
ceği sonuç açısından en güncel etken olan
“Amerika’nın niyeti” boyutlarını es geçmeyi uygun
buldular.
Osmanlı’nın “hasta adam” döneminde ulus-
laşma, bağımsızlaşma ve devletleşme ateşiy-
le yananlar arasında birtakım Kürtler de vardı. Lo-
zan’da büyük devletleri “Kürt milletinin haklarını
teslim etmeye” çağıran Kürt Teali Cemiyeti’nin ça-
lışmaları unutulabilir mi?
Ne var ki, Barış Konferansı sonrasında bölge-
deki Kürt nüfus, en büyük ama en yoksul parça-
sı Türkiye’de olmak üzere üç ayrı devletin sınır-
ları içinde kaldı. Bunlara bir de İran’dakileri, hat-
ta Kafkaslar’ın şurasında burasında yaşayanları
da katarsanız, çok geniş coğrafyaya yayılmış bir
Kürtlüğün bu eski özlemden büsbütün vazgeçmiş
olabileceği ya da başkalarının aynı özlemden ya-
rarlanmak istemeyeceği söylenebilir mi? Üstelik,
Irak’ı üçe bölen Amerikan işgalinin kuzeydeki Kürt-
leri Sünni ve Şii Araplarınkinden farklı bir statü-
ye oturttuğu ve bunu ekonomik çıkarlar açısından
yararlı gördüğü yadsınamaz.
Öte yandan, bu işgalin PKK’yi o haritadan sil-
mediğini de unutmamak gerekir. Ama yine unut-
mamak gerekir ki, PKK, bir “işçi ya da emek par-
tisi” olarak, her şeyden önce feodal yapıyı
değiştirmeye yönelik olduğunu söyleyen bir ted-
hiş hareketi olarak doğmuştu.
Bütün bu koşullardan nasıl bir “Kuzey Irak”
doğacağını kestirmek zordur. Bir bakarsınız,
ABD’nin oyuncağı olmayı reddeden, tam tersine
PKK’nin zorlamasıyla sosyal yapıyı değiştirmeyi
hedefleyen yayılmacı bir Kürt milliyetçiliği doğuve-
rir. Bu durumun ekonomik ve sosyal koşulları dü-
zeltilmemiş, kamusal yatırım planlarıyla istihdam
sorunları çözülmemiş bir Türkiye güneydoğusu-
nu nasıl sarsacağını tahmin etmek zor değildir.
Bu olasılıklar, etnik temellere ve grup hakları-
na dayalı çözümlere bel bağlama yerine
planlı ekonomik ve sosyal kalkınma çerçevesin-
de cumhuriyetçi ilkelerle kişisel insan haklarına gü-
venmenin doğruluğunu göstermeye yetiyor.
Etnik nitelikli açılımların, ucu kapalı çıkmazla-
ra sürüklenmekten başka sonuç vermeyeceği bel-
li olmuştur.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Bozkurt Tilki mi
Oldu, Sırtlan mı?..
Ergenekon destanı, adı üstünde destan...
Geçmiş yüzyıllarda, tarihin derinliklerinde, Çin-
i Maçin’de yaşanıp ağızdan ağıza tevatürle bes-
lenen bu destan, biz Türkler için önemli mi
önemli bir anlam taşıyor...
Neden?..
Çünkü Ergenekon’un bozkurt olduğu üzerine
geçmişten bugüne bir fikir birliği var...
Söylenceye göre bir çıkmaza saplanan Türk-
lerin önüne bir bozkurt düşüyor...
Yol gösteriyor...
Daha başka deyişle kurtarıcımız, rehberimiz, kı-
lavuzumuz bozkurt...
Ergenekon yalnız eski zamanlarda Çin-i Ma-
çin’de mi yaşandı?..
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Türklere kim yol
gösterdi?..
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti nasıl kuruldu?..
Atatürk’le ikinci Ergenekon destanını tarihimize
yazdık...
Doğrusu ya ulusların destanlara gereksinme-
si vardır...
Yalnız bizde değil başka ülkelerde de toplum-
ların geçmişini güzelleştirip insanları bütünleşti-
ren masalsı öykülerin işlevi büyüktür; bu efsa-
nelerde düş ile gerçek, tarih ile hayat birbirine ka-
rışır, kuşaktan kuşağa aktarılan bilincin zincirle-
me mirasında insanlar birbirlerine bağlanır; ulu-
sal istenç elle tutulacak kadar somutlaşır, onur-
lu birlikteliğin gücünde geleceğe dönük el ele yü-
rüyüşün ayak sesleri bugünden duyulur...
Ergenekon’un da Türklerin tarihinde ve bilin-
cindeki işlevi buydu...
Ama, ne oldu?..
Kim Ergenekon’a düşmanlaştı?..
Kim Ergenekon destanını geçmişimizden sö-
küp güncel politikanın pisliğine, rezilliğine, hak-
sızlığına, hırsızlığına alet etmek için yaşadığımız
iğrenç tertibi tezgâhladı?..
Ergenekon bugün neyi vurguluyor?..
Bozkurtu mu?..
Tilkiyi mi?..
Çakalı mı?..
Sırtlanı mı?..
Yılanı mı?..
Kertenkeleyi mi?..
El ele, onurlu bir toplum gibi geleceğe yürüyüşü
mü?..
Yoksa kutsal İslamı kullanıp Türklüğün kökü-
ne kibrit suyu ekmek isteyen bir güruhun Türki-
ye’yi parçalamak isteyen dış kökenli tezgâhını
mı?..
Tarihimize kara çalarak, destanlarımızı kirlete-
rek, hırsızlık, dolandırıcılık, üçkâğıtçılık, sahtekârlık
üzerine yükseltilen deniz feneri rejiminin iktidar
tezgâhı Türkiye’yi hiçbir yere taşıyamaz, çukura
gömer...
Ne kadar kirletip pisletmeye çalışsalar da Er-
genekon destanı bugün de ulusun var oluşunda
gerekli işlevini yerine getirecektir...
1
4 Temmuz 2009 tarihli Radikal ga-
zetesinde “Türkiye’de askeri verem
sivil hücrelerden atılıyor” başlõğõ al-
tõnda Muhammed Nurettin imzalõ
bir yazõ gözüme çarptõ. Başlõğõn “Askerle-
rin sivil mahkemelerde yargılanması ko-
nusunda atılan büyük ve cesur adıma rağ-
men, askeri veremi sivil bedenin hücrele-
rinden atmak için yapılması gereken bir-
çok şey var” cümlesinden seçildiği anlaşõ-
lõyor. Yazar “Beyrut Stratejik Araştırmalar
Merkezi Direktörü”. Bu yazõ, Türkiye’de
son yõllarda giderek artan bir biçimde sür-
dürülen ordu düşmanlõğõ ve orduyu tahrip eği-
liminin nereye kadar uzanabileceğini gös-
termesi bakõmõndan dikkat çekicidir.
Sözüm Lübnanlõ yazara değil, o kendi ül-
kesinin geçirdiği savaş tahribatõndan askeri
güçleri sorumlu tutabilir ve Türkiye’yi de bu
açõdan değerlendirebilir. Üstelik bu değer-
lendirmede ABD ve AB’nin Türkiye’ye öz-
gü politikalarõnõn da dolaylõ etkisi olduğu kuş-
kusuzdur. Benim sözüm Lübnanlõ yazarõn ya-
zõsõnõ büyük bir iştahla çevirip yayõmlayan-
lara. Kendilerinin söyleyemediklerini bir
yabancõ yazara söyletmek, bir çeşit mazoşist
eğilimi yansõtõyor. Askeri yargõ üzerine sür-
dürülen tartõşmalardaki cehalet, bu soruna ya-
bancõ insanlarõn yüzeysel gözlemleriyle te-
mize çõkarõlamaz.
Kulaklarını tıkıyorlar
Öyle bir hava estiriliyor ki sanki sivil yar-
gõ çok bağõmsõz da askeri yargõ alanõ sivil-
leşirse daha güvenceli bir ortam oluşacak. As-
keri yargõ konusunda yapõlan gece yarõsõ re-
formunu (!) AB talepleri olarak açõklayan-
lar, AB’nin Türkiye’ye ilişkin İlerleme Ra-
porlarõnda sürekli dile getirilen hususlara ne-
dense kulaklarõnõ tõkõyorlar. İşte 2006 İler-
leme Raporu’ndan ilgili pasajlar:
“ …Hâkimler ve savcılar, idari görev ve
yetkileri bakımından Adalet Bakanlığı’na
bağlıdır. Yargıyı düzenleyen temel kurum
olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu,
kendi bütçe ve yazmanlığına sahip değildir.
Çalışma mekânı, hâlâ Adalet Bakanlığı bi-
nası içindedir. Hâkim ve savcıların per-
formansını değerlendirecek adli müfettiş-
ler, Yüksek Kurul’a değil, Adalet Bakanlı-
ğı’na bağlıdır. Adalet Bakanı ve Bakanlık
Müsteşarı, kurulun oy hakkına sahip yedi
üyesinden ikisidir. …Yürütme temsilcisinin
bulunması halinde yürütmenin hâkimlerin
kararlarını ve mesleki geleceklerini etkile-
me olasılığı doğmaktadır. Hâkim ve savcı-
ların performansını değerlendirecek adli
müfettişler, Yüksek Kurul’a değil, Adalet
Bakanlığı’na bağlıdır.”
2007 ve 2008 Raporlarõ da bundan farklõ
değil. Aynõ gözlem AB Komisyonu uzman-
larõnõn Türk yargõ düzeniyle ilgili 3. İstişa-
ri Ziyaret Raporu’nda daha da ayrõntõlõ ola-
rak anlatõlõyor ve şu tavsiyelere bağlanõyor:
“4. Adalet Bakanı ve Müsteşarını Hâ-
kimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeli-
ğinden çıkarmak için anayasanın 159.
maddesinin değiştirilmesini tavsiye edi-
yoruz.
5. Cumhurbaşkanının HSYK üyelerinin
atanmasındaki rolünün sadece resmi ve
rutin bir eylem olduğu ve en iyi uygula-
maları yansıttığı şeklinde ifade edilen gö-
rüş bizi ikna edememiştir. Bu nedenle
Cumhurbaşkanının bu süreçteki yetkisi-
nin kaldırılmasına ilişkin tavsiyemizi tek-
rarlıyoruz.”
Her gerçek reform bilgiye dayanarak ya-
põlõr. Cahaletle reform yapõlamaz. Askeri yar-
gõnõn anayasa ve yasalarda ayrõ bir yapõlan-
ma içinde yer almasõ, insan haklarõ, hukuk
devleti ve demokrasi üçlemesi açõsõndan
Türkiye’de sürekli tartõşõlan bir konudur. An-
cak bu konuyu, tarihsel ve somut gerçekli-
ğinden soyutlayarak düşünmek yeterli bir de-
ğerlendirme olamaz.
Yargı birliği
Soyut bir değerlendirmede yargõ birliği de-
mokratik bir hukuk devleti için ideal bir çö-
züm olarak düşünülebilir. Bu açõdan An-
glosakson hukuk sistemini örnek göster-
mek de mümkündür. Buna karşõlõk yargõ bir-
liğinin yer almadõğõ Kara Avrupasõ ülkele-
rinde yargõ organõ aynõ derecede etkilidir. Bu
sistemlerden hangisinin üstün olduğu konu-
sunu soyut olarak tartõşmak anlamsõzdõr. Ko-
nuyla ilgili ülkedeki yargõnõn statüsü (ba-
ğõmsõzlõğõ, güvencesi), işleyişi, yargõ alan-
larõnõn ayrõlmasõyla ortaya çõkan uzmanlaş-
ma ve bunun birlikte getirdiği birikim ve de-
neyim açõsõndan değerlendirmek gerekir.
Diğer ülkelerde de farklõ boyutlarda uygu-
lanan askeri yargõnõn Türkiye’deki düzenleniş
biçimi de aynõ açõdan değerlendirilmelidir.
Burada birbirine bağlõ iki temel özelliğe dik-
kati çekmek gerekir:
Uzman yargı niteliğinde
Özellikle 1961 Anayasasõ’ndan bu yana gi-
derek kuramsallaşmõş bulunan askeri yargõ,
bugün kendi spesifik (özgül) alanında uz-
man yargı niteliğini kazanmõştõr. Diğer
mahkemeler bu alana yabancõdõr. İkincisi as-
keri yargõnõn iş yükü sivil yargõya göre da-
ha azdõr; çalõşma koşullarõ daha ileri düzey-
dedir.
Askeri Yargõtay ile Yüksek Askeri İdare
Mahkemesi kararlarõndaki gerekçelerin ge-
nelde Yargõtay ve Danõştay’a göre daha do-
yurucu olmasõ, askeri yargõnõn çalõşma ko-
şullarõndaki bu avantajdan kaynaklanmak-
tadõr. Bu nedenle yargõ organõmõz genel
olarak askeri yargõnõn çalõşma koşullarõna ka-
vuşturulmadan askeri yargõ alanõnõn kaldõ-
rõlmasõndan ya da daraltõlmasõndan söz etmek
kendini aldatmak olur.
Çünkü gerekli maddi koşullar yanõnda
bilgi birikimi, deneyim ve uzmanlõk sağ-
lanmadan, iyi işleyen bir yargõ düzeninin kal-
dõrõlmasõyla ortaya çõkacak boşluğu nicel ve
nitel yönden doldurmak son derece güçtür.
Öte yandan sivil yargõçlarõn, askeri konularda
asker yargõçlara göre daha çekingen dav-
ranmalarõ da doğaldõr. Çünkü onlar bu ko-
nunun yabancõsõ olup, askeri sorunlarõn çö-
zümünde asker yargõçlar kadar rahat davra-
namazlar.
Türkiye’de askeri yargõnõn temel sorunu,
alanõnõn geleneksel boyutunu kõsmen aşmõş
olmasõ, mahkemelerin yapõsõnda -azõnlõkta da
olsa- yargõç olmayan askerlerin varlõğõnõ ko-
rumasõdõr. Bu nedenle Türkiye’de yapõlma-
sõ gereken ilk şey, subay üyelerin savaş ve
seferberlik halleri dõşõnda asker mahkeme ku-
ruluşundan çõkarõlmasõ ve askeri yargõçlarõn
statülerinin yargõ bağõmsõzlõğõ ve yargõç gü-
vencesi yönünde daha da geliştirilmesidir.
Ayrõca asker olmayan kişilerin askeri
mahkemede yargõlanmasõnõ sağlayan hü-
kümler doğal yargõç güvencesine aykõrõ
düştüğü ölçüde kaldõrõlmalõ ve askeri yargõ-
nõn kendi özgül alanõnda çalõşmasõ sağlan-
malõdõr. Bu tür bir reform anlayõşõnõ yansõ-
tan en ciddi çalõşmalarõn Askeri Yargõtay’õn
emekli bir başkanõ tarafõndan yapõlmõş olmasõ
bir tesadüf değildir. Çünkü yukarda da be-
lirttiğimiz gibi gerçek bir reform, demago-
jiyle ya da oldubittiyle değil, uzman bilgisiyle
yapõlõr.
Askeri Yargõ ve Sivil Yargõ Üzerine Düşünceler-I-
Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM
Öyle bir hava estiriliyor ki sanki sivil yargõ çok bağõmsõz da askeri yargõ alanõ
sivilleşirse daha güvenceli bir ortam oluşacak. Askeri yargõ konusunda yapõlan gece
yarõsõ reformunu (!) AB talepleri olarak açõklayanlar, AB’nin Türkiye’ye ilişkin
İlerleme Raporlarõnda sürekli dile getirilen hususlara nedense kulaklarõnõ tõkõyorlar.
2
4 Temmuz 1923 gü-
nü imzalanan Lozan
Antlaşmasõ, yarõm
yüzyõldõr kimi çevrelerce
tartõşõlmak istenilen tarih-
sel bir odaktõr. 1923-1950
arasõndaki Cumhuriyet dö-
nemini “ret ve inkâr”
edenlerin yeterli siyasal
kazançlar elde ettiği bu
ülkede işi temelinden bal-
talamak son gündemdir.
Önce Kurtuluş Savaşõ’nõ
yadsõyõp sonra da Lozan’a
dönerek, “Olmayan za-
ferlerle dolu birkaç cep-
he çatışmasının ardın-
daki antlaşma niteliğin-
dedir” şeklindeki yakla-
şõm, karşõdevrim cephesi-
nin şimdiki söylemidir.
Bu kalkõşmanõn adõ da
“Tarihi irdelemek ve de-
mokrasiyi yerleştirmek
için her şeyi eleştirmek
gerekir” yöntemiyle orta-
ya konulmaktadõr. Böyle
bir saptõrmaya karşõn dile
getirilecek gerçekler ise
vardõr ve çoktur:
Lozan düşmanlarõ,
Cumhuriyet ve devrim ol-
gusunun kötücül karşõtla-
rõdõr. Onlar, “Türk’ün
makus talihinin yenildi-
ği” İnönü Savaşlarõyla,
“Sakarya” ve “Dumlupı-
nar” utkularõnõ küçümse-
yerek yok sayanlardõr. On-
lar, “Safsata ve hurafe-
lerle” yoğurularak yüz-
yõllarca süren bir yönetsel
tavrõ esas alanlardõr. Onlar,
“Halk önderliğindeki”
yükselişi önemsemeyen-
lerdir. Onlar, emperyaliz-
min sömürgen yandaşlarõ-
dõr. Onlar, çağcõllõk ve
toplumculuk kavramlarõnõ
içlerine sõğdõramayanlar-
dõr. Onlar, hanedanlõklar
özlemiyle iç ve dõş oligar-
şilere biat edenlerdir. On-
lar, bu ülke ve ulusun apa-
çõk düşmanlarõdõr.
İrdeleme: Tarihte “Lo-
zan Antlaşması”nõn taşõ-
dõğõ değer kadar önemli bir
sözleşme pek azdõr. “Ka-
deş” Antlaşmasõ’ndan son-
raki en uzun ömürlü ulus-
lararasõ antlaşma Lo-
zan’dõr. “Mazlum ulus-
ların” zulme karşõ direnç
belgesi Lozan’da doğ-
muştur. Lozan; “Yedi dü-
vele” karşõ bir halkõn can
pahasõna kazandõğõ evren-
sel hukuk belgesidir. Lo-
zan, “Sevr” yandaşlarõ-
nõn 86 yõldõr sindireme-
dikleri ulusal onurdur.
Bu ülke Lozan’da ya-
şamsallõk bulan bir dev-
rimci ulusal anlayõşõn ürü-
nüdür. “Tam bağımsızlı-
ğı” ilke edinerek kapitü-
lasyonlarõ, dõş ayrõcalõkla-
rõ, emperyal sarkmalarõ ve
iç hõyanetleri silip atan
antlaşmanõn adõ Lozan’dõr.
Lozan, koruyuculuklar al-
tõnda, manda yönetiminde,
idari ve ekonomik vesayet
altõnda yaşamayõ kökün-
den kesen ve Atatürk’ün
deyişiyle, “Tarihte misli
görülmemiş bir hesap-
laşmanın” ucundaki ba-
şarõdõr.
Lozan’dan sonra kuru-
lan devrimci Cumhuriyet,
kula kulluk yapan kağşa-
mõşlõğõ, boyun eğiciliği ve
yaranõcõlõğõ kaldõrmõştõr.
Lozan’dan sonra, siyasal
erkte bağõmsõzlõk, ekono-
mide kamuya yararlõ atõ-
lõmlar, sosyal ölçekte uy-
garlaşma ve kültürel an-
lamda ise öze dönerek
kendi ulusal değer yargõ-
larõna ulaşmak vardõr.
Kurtuluş ve kuruluşun
hangi koşullarda olduğunu
bilmeyen veya anlamak
istemeyenler, Lozan’dan
rahatsõzdõrlar. Çünkü bu
antlaşmadaki tam bağõm-
sõzlõkçõ ruh, “Sevr” yan-
daşlarõna yabancõdõr, uzak-
tõr. Lozan’dan sonra geti-
rilen ve ülkemiz anayasa-
larõnda özenle korunan
devrim yasalarõnõ çekiş-
tirmek, tartõşmaya açmak
ve hatta kaldõrmaya yel-
tenmek bazõlarõ için amaç-
tõr. Lozan’da maddi te-
melleri atõlan Cumhuri-
yetle, karşõdevrimcilerin
didişmeleri de bu yüzden-
dir.
Lozan’õn 86. yõldönü-
münde genel görünüm şu-
dur: Cumhuriyetin top-
lumsal dokusu bozulmuş-
tur. “Sosyal devlete” da-
yalõ ekonomik yapõ, libe-
ral kaosa terk edilmiştir.
Kültürel kazanõmlar çiğ-
nenmiştir. Siyasal arenanõn
aldatõcõ ve kandõrõcõ ko-
şullarõnda; dõşa bağõmlõ, iç
coşkularõ köreltilmiş kit-
leler yaratõlmõştõr. Ama
öbür yandan Lozan esas-
larõna bağlõ devrimci Cum-
huriyet yurttaşlarõnõn azim-
li duruşlarõ, geleceğe iliş-
kin güvence değerini yine
taşõmaktadõr.
“Egemenlik kayıtsız
koşulsuz halkındır” an-
layõşõndaki “Kemalist Ay-
dınlanma” sisteminin de-
rin kökleri, ülke ve ulusun
sağlõklõ bilincinde yer eden
yaşamsallõğõnõ sürdür-
mektedir. Demokratik ay-
dõnlanmanõn da adõ olan
Kemalizm, Lozan’da yak-
tõğõ meşaleyi dosta ve düş-
mana karşõ elinde tutmak-
tadõr.
Sonuç: Lozan’õn 86. yõl-
dönümünde Atatürk’ün
deyişiyle, “Büyük işlerin
yetenekli yapıcısı” İsmet
İnönü’yü saygõyla anõyo-
ruz. Sevr’e karşõ Lozan
olgusunu koruyup kolla-
manõn sorumluluğu içinde
olduğumuzu ulusça bir
kez daha anõmsõyoruz.
Lozan Onuru
Ertuğrul KAZANCI Eğitimci, Hukukçu