19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 24 TEMMUZ 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Açılımın Kapanışı BİR “açılım” sözüdür gidiyor ama, böyle bir açı- lımın nasıl sonuçlanacağını kestirmek çok zor. Bu- lanıklık hâlâ sürüyor. Sorunun başlığı bile belirsiz: “Güneydoğu sorunu” dendiğinde varılacak sonuç başka, “Kürt sorunu” denince bambaşka. Bir “pa- ket”ten söz edilse de, aslında bir “süreç” açıl- makta. Ayrıca, bu soruna ilişkin tartışmaların en iyi dü- zenlenmiş ve en kapsamlılarından sayılabilecek bir televizyon programında, geçen akşam Haber Türk’te Muharrem Sarıkaya’nın yönettiği tar- tışmada bile, konunun iki önemli boyutu ele alı- namadı. Daha doğrusu, yöneticinin bunları gün- deme getirme çabası boşa çıkarıldı. Katılanlar, ne- dense, kronolojik olarak sorunun en eski çerçe- vesi olan “Kürt milliyetçiliği” ile açılımın varabile- ceği sonuç açısından en güncel etken olan “Amerika’nın niyeti” boyutlarını es geçmeyi uygun buldular. Osmanlı’nın “hasta adam” döneminde ulus- laşma, bağımsızlaşma ve devletleşme ateşiy- le yananlar arasında birtakım Kürtler de vardı. Lo- zan’da büyük devletleri “Kürt milletinin haklarını teslim etmeye” çağıran Kürt Teali Cemiyeti’nin ça- lışmaları unutulabilir mi? Ne var ki, Barış Konferansı sonrasında bölge- deki Kürt nüfus, en büyük ama en yoksul parça- sı Türkiye’de olmak üzere üç ayrı devletin sınır- ları içinde kaldı. Bunlara bir de İran’dakileri, hat- ta Kafkaslar’ın şurasında burasında yaşayanları da katarsanız, çok geniş coğrafyaya yayılmış bir Kürtlüğün bu eski özlemden büsbütün vazgeçmiş olabileceği ya da başkalarının aynı özlemden ya- rarlanmak istemeyeceği söylenebilir mi? Üstelik, Irak’ı üçe bölen Amerikan işgalinin kuzeydeki Kürt- leri Sünni ve Şii Araplarınkinden farklı bir statü- ye oturttuğu ve bunu ekonomik çıkarlar açısından yararlı gördüğü yadsınamaz. Öte yandan, bu işgalin PKK’yi o haritadan sil- mediğini de unutmamak gerekir. Ama yine unut- mamak gerekir ki, PKK, bir “işçi ya da emek par- tisi” olarak, her şeyden önce feodal yapıyı değiştirmeye yönelik olduğunu söyleyen bir ted- hiş hareketi olarak doğmuştu. Bütün bu koşullardan nasıl bir “Kuzey Irak” doğacağını kestirmek zordur. Bir bakarsınız, ABD’nin oyuncağı olmayı reddeden, tam tersine PKK’nin zorlamasıyla sosyal yapıyı değiştirmeyi hedefleyen yayılmacı bir Kürt milliyetçiliği doğuve- rir. Bu durumun ekonomik ve sosyal koşulları dü- zeltilmemiş, kamusal yatırım planlarıyla istihdam sorunları çözülmemiş bir Türkiye güneydoğusu- nu nasıl sarsacağını tahmin etmek zor değildir. Bu olasılıklar, etnik temellere ve grup hakları- na dayalı çözümlere bel bağlama yerine planlı ekonomik ve sosyal kalkınma çerçevesin- de cumhuriyetçi ilkelerle kişisel insan haklarına gü- venmenin doğruluğunu göstermeye yetiyor. Etnik nitelikli açılımların, ucu kapalı çıkmazla- ra sürüklenmekten başka sonuç vermeyeceği bel- li olmuştur. [email protected] PENCERE Bozkurt Tilki mi Oldu, Sırtlan mı?.. Ergenekon destanı, adı üstünde destan... Geçmiş yüzyıllarda, tarihin derinliklerinde, Çin- i Maçin’de yaşanıp ağızdan ağıza tevatürle bes- lenen bu destan, biz Türkler için önemli mi önemli bir anlam taşıyor... Neden?.. Çünkü Ergenekon’un bozkurt olduğu üzerine geçmişten bugüne bir fikir birliği var... Söylenceye göre bir çıkmaza saplanan Türk- lerin önüne bir bozkurt düşüyor... Yol gösteriyor... Daha başka deyişle kurtarıcımız, rehberimiz, kı- lavuzumuz bozkurt... Ergenekon yalnız eski zamanlarda Çin-i Ma- çin’de mi yaşandı?.. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Türklere kim yol gösterdi?.. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti nasıl kuruldu?.. Atatürk’le ikinci Ergenekon destanını tarihimize yazdık... Doğrusu ya ulusların destanlara gereksinme- si vardır... Yalnız bizde değil başka ülkelerde de toplum- ların geçmişini güzelleştirip insanları bütünleşti- ren masalsı öykülerin işlevi büyüktür; bu efsa- nelerde düş ile gerçek, tarih ile hayat birbirine ka- rışır, kuşaktan kuşağa aktarılan bilincin zincirle- me mirasında insanlar birbirlerine bağlanır; ulu- sal istenç elle tutulacak kadar somutlaşır, onur- lu birlikteliğin gücünde geleceğe dönük el ele yü- rüyüşün ayak sesleri bugünden duyulur... Ergenekon’un da Türklerin tarihinde ve bilin- cindeki işlevi buydu... Ama, ne oldu?.. Kim Ergenekon’a düşmanlaştı?.. Kim Ergenekon destanını geçmişimizden sö- küp güncel politikanın pisliğine, rezilliğine, hak- sızlığına, hırsızlığına alet etmek için yaşadığımız iğrenç tertibi tezgâhladı?.. Ergenekon bugün neyi vurguluyor?.. Bozkurtu mu?.. Tilkiyi mi?.. Çakalı mı?.. Sırtlanı mı?.. Yılanı mı?.. Kertenkeleyi mi?.. El ele, onurlu bir toplum gibi geleceğe yürüyüşü mü?.. Yoksa kutsal İslamı kullanıp Türklüğün kökü- ne kibrit suyu ekmek isteyen bir güruhun Türki- ye’yi parçalamak isteyen dış kökenli tezgâhını mı?.. Tarihimize kara çalarak, destanlarımızı kirlete- rek, hırsızlık, dolandırıcılık, üçkâğıtçılık, sahtekârlık üzerine yükseltilen deniz feneri rejiminin iktidar tezgâhı Türkiye’yi hiçbir yere taşıyamaz, çukura gömer... Ne kadar kirletip pisletmeye çalışsalar da Er- genekon destanı bugün de ulusun var oluşunda gerekli işlevini yerine getirecektir... 1 4 Temmuz 2009 tarihli Radikal ga- zetesinde “Türkiye’de askeri verem sivil hücrelerden atılıyor” başlõğõ al- tõnda Muhammed Nurettin imzalõ bir yazõ gözüme çarptõ. Başlõğõn “Askerle- rin sivil mahkemelerde yargılanması ko- nusunda atılan büyük ve cesur adıma rağ- men, askeri veremi sivil bedenin hücrele- rinden atmak için yapılması gereken bir- çok şey var” cümlesinden seçildiği anlaşõ- lõyor. Yazar “Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü”. Bu yazõ, Türkiye’de son yõllarda giderek artan bir biçimde sür- dürülen ordu düşmanlõğõ ve orduyu tahrip eği- liminin nereye kadar uzanabileceğini gös- termesi bakõmõndan dikkat çekicidir. Sözüm Lübnanlõ yazara değil, o kendi ül- kesinin geçirdiği savaş tahribatõndan askeri güçleri sorumlu tutabilir ve Türkiye’yi de bu açõdan değerlendirebilir. Üstelik bu değer- lendirmede ABD ve AB’nin Türkiye’ye öz- gü politikalarõnõn da dolaylõ etkisi olduğu kuş- kusuzdur. Benim sözüm Lübnanlõ yazarõn ya- zõsõnõ büyük bir iştahla çevirip yayõmlayan- lara. Kendilerinin söyleyemediklerini bir yabancõ yazara söyletmek, bir çeşit mazoşist eğilimi yansõtõyor. Askeri yargõ üzerine sür- dürülen tartõşmalardaki cehalet, bu soruna ya- bancõ insanlarõn yüzeysel gözlemleriyle te- mize çõkarõlamaz. Kulaklarını tıkıyorlar Öyle bir hava estiriliyor ki sanki sivil yar- gõ çok bağõmsõz da askeri yargõ alanõ sivil- leşirse daha güvenceli bir ortam oluşacak. As- keri yargõ konusunda yapõlan gece yarõsõ re- formunu (!) AB talepleri olarak açõklayan- lar, AB’nin Türkiye’ye ilişkin İlerleme Ra- porlarõnda sürekli dile getirilen hususlara ne- dense kulaklarõnõ tõkõyorlar. İşte 2006 İler- leme Raporu’ndan ilgili pasajlar: “ …Hâkimler ve savcılar, idari görev ve yetkileri bakımından Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Yargıyı düzenleyen temel kurum olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, kendi bütçe ve yazmanlığına sahip değildir. Çalışma mekânı, hâlâ Adalet Bakanlığı bi- nası içindedir. Hâkim ve savcıların per- formansını değerlendirecek adli müfettiş- ler, Yüksek Kurul’a değil, Adalet Bakanlı- ğı’na bağlıdır. Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı, kurulun oy hakkına sahip yedi üyesinden ikisidir. …Yürütme temsilcisinin bulunması halinde yürütmenin hâkimlerin kararlarını ve mesleki geleceklerini etkile- me olasılığı doğmaktadır. Hâkim ve savcı- ların performansını değerlendirecek adli müfettişler, Yüksek Kurul’a değil, Adalet Bakanlığı’na bağlıdır.” 2007 ve 2008 Raporlarõ da bundan farklõ değil. Aynõ gözlem AB Komisyonu uzman- larõnõn Türk yargõ düzeniyle ilgili 3. İstişa- ri Ziyaret Raporu’nda daha da ayrõntõlõ ola- rak anlatõlõyor ve şu tavsiyelere bağlanõyor: “4. Adalet Bakanı ve Müsteşarını Hâ- kimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeli- ğinden çıkarmak için anayasanın 159. maddesinin değiştirilmesini tavsiye edi- yoruz. 5. Cumhurbaşkanının HSYK üyelerinin atanmasındaki rolünün sadece resmi ve rutin bir eylem olduğu ve en iyi uygula- maları yansıttığı şeklinde ifade edilen gö- rüş bizi ikna edememiştir. Bu nedenle Cumhurbaşkanının bu süreçteki yetkisi- nin kaldırılmasına ilişkin tavsiyemizi tek- rarlıyoruz.” Her gerçek reform bilgiye dayanarak ya- põlõr. Cahaletle reform yapõlamaz. Askeri yar- gõnõn anayasa ve yasalarda ayrõ bir yapõlan- ma içinde yer almasõ, insan haklarõ, hukuk devleti ve demokrasi üçlemesi açõsõndan Türkiye’de sürekli tartõşõlan bir konudur. An- cak bu konuyu, tarihsel ve somut gerçekli- ğinden soyutlayarak düşünmek yeterli bir de- ğerlendirme olamaz. Yargı birliği Soyut bir değerlendirmede yargõ birliği de- mokratik bir hukuk devleti için ideal bir çö- züm olarak düşünülebilir. Bu açõdan An- glosakson hukuk sistemini örnek göster- mek de mümkündür. Buna karşõlõk yargõ bir- liğinin yer almadõğõ Kara Avrupasõ ülkele- rinde yargõ organõ aynõ derecede etkilidir. Bu sistemlerden hangisinin üstün olduğu konu- sunu soyut olarak tartõşmak anlamsõzdõr. Ko- nuyla ilgili ülkedeki yargõnõn statüsü (ba- ğõmsõzlõğõ, güvencesi), işleyişi, yargõ alan- larõnõn ayrõlmasõyla ortaya çõkan uzmanlaş- ma ve bunun birlikte getirdiği birikim ve de- neyim açõsõndan değerlendirmek gerekir. Diğer ülkelerde de farklõ boyutlarda uygu- lanan askeri yargõnõn Türkiye’deki düzenleniş biçimi de aynõ açõdan değerlendirilmelidir. Burada birbirine bağlõ iki temel özelliğe dik- kati çekmek gerekir: Uzman yargı niteliğinde Özellikle 1961 Anayasasõ’ndan bu yana gi- derek kuramsallaşmõş bulunan askeri yargõ, bugün kendi spesifik (özgül) alanında uz- man yargı niteliğini kazanmõştõr. Diğer mahkemeler bu alana yabancõdõr. İkincisi as- keri yargõnõn iş yükü sivil yargõya göre da- ha azdõr; çalõşma koşullarõ daha ileri düzey- dedir. Askeri Yargõtay ile Yüksek Askeri İdare Mahkemesi kararlarõndaki gerekçelerin ge- nelde Yargõtay ve Danõştay’a göre daha do- yurucu olmasõ, askeri yargõnõn çalõşma ko- şullarõndaki bu avantajdan kaynaklanmak- tadõr. Bu nedenle yargõ organõmõz genel olarak askeri yargõnõn çalõşma koşullarõna ka- vuşturulmadan askeri yargõ alanõnõn kaldõ- rõlmasõndan ya da daraltõlmasõndan söz etmek kendini aldatmak olur. Çünkü gerekli maddi koşullar yanõnda bilgi birikimi, deneyim ve uzmanlõk sağ- lanmadan, iyi işleyen bir yargõ düzeninin kal- dõrõlmasõyla ortaya çõkacak boşluğu nicel ve nitel yönden doldurmak son derece güçtür. Öte yandan sivil yargõçlarõn, askeri konularda asker yargõçlara göre daha çekingen dav- ranmalarõ da doğaldõr. Çünkü onlar bu ko- nunun yabancõsõ olup, askeri sorunlarõn çö- zümünde asker yargõçlar kadar rahat davra- namazlar. Türkiye’de askeri yargõnõn temel sorunu, alanõnõn geleneksel boyutunu kõsmen aşmõş olmasõ, mahkemelerin yapõsõnda -azõnlõkta da olsa- yargõç olmayan askerlerin varlõğõnõ ko- rumasõdõr. Bu nedenle Türkiye’de yapõlma- sõ gereken ilk şey, subay üyelerin savaş ve seferberlik halleri dõşõnda asker mahkeme ku- ruluşundan çõkarõlmasõ ve askeri yargõçlarõn statülerinin yargõ bağõmsõzlõğõ ve yargõç gü- vencesi yönünde daha da geliştirilmesidir. Ayrõca asker olmayan kişilerin askeri mahkemede yargõlanmasõnõ sağlayan hü- kümler doğal yargõç güvencesine aykõrõ düştüğü ölçüde kaldõrõlmalõ ve askeri yargõ- nõn kendi özgül alanõnda çalõşmasõ sağlan- malõdõr. Bu tür bir reform anlayõşõnõ yansõ- tan en ciddi çalõşmalarõn Askeri Yargõtay’õn emekli bir başkanõ tarafõndan yapõlmõş olmasõ bir tesadüf değildir. Çünkü yukarda da be- lirttiğimiz gibi gerçek bir reform, demago- jiyle ya da oldubittiyle değil, uzman bilgisiyle yapõlõr. Askeri Yargõ ve Sivil Yargõ Üzerine Düşünceler-I- Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Öyle bir hava estiriliyor ki sanki sivil yargõ çok bağõmsõz da askeri yargõ alanõ sivilleşirse daha güvenceli bir ortam oluşacak. Askeri yargõ konusunda yapõlan gece yarõsõ reformunu (!) AB talepleri olarak açõklayanlar, AB’nin Türkiye’ye ilişkin İlerleme Raporlarõnda sürekli dile getirilen hususlara nedense kulaklarõnõ tõkõyorlar. 2 4 Temmuz 1923 gü- nü imzalanan Lozan Antlaşmasõ, yarõm yüzyõldõr kimi çevrelerce tartõşõlmak istenilen tarih- sel bir odaktõr. 1923-1950 arasõndaki Cumhuriyet dö- nemini “ret ve inkâr” edenlerin yeterli siyasal kazançlar elde ettiği bu ülkede işi temelinden bal- talamak son gündemdir. Önce Kurtuluş Savaşõ’nõ yadsõyõp sonra da Lozan’a dönerek, “Olmayan za- ferlerle dolu birkaç cep- he çatışmasının ardın- daki antlaşma niteliğin- dedir” şeklindeki yakla- şõm, karşõdevrim cephesi- nin şimdiki söylemidir. Bu kalkõşmanõn adõ da “Tarihi irdelemek ve de- mokrasiyi yerleştirmek için her şeyi eleştirmek gerekir” yöntemiyle orta- ya konulmaktadõr. Böyle bir saptõrmaya karşõn dile getirilecek gerçekler ise vardõr ve çoktur: Lozan düşmanlarõ, Cumhuriyet ve devrim ol- gusunun kötücül karşõtla- rõdõr. Onlar, “Türk’ün makus talihinin yenildi- ği” İnönü Savaşlarõyla, “Sakarya” ve “Dumlupı- nar” utkularõnõ küçümse- yerek yok sayanlardõr. On- lar, “Safsata ve hurafe- lerle” yoğurularak yüz- yõllarca süren bir yönetsel tavrõ esas alanlardõr. Onlar, “Halk önderliğindeki” yükselişi önemsemeyen- lerdir. Onlar, emperyaliz- min sömürgen yandaşlarõ- dõr. Onlar, çağcõllõk ve toplumculuk kavramlarõnõ içlerine sõğdõramayanlar- dõr. Onlar, hanedanlõklar özlemiyle iç ve dõş oligar- şilere biat edenlerdir. On- lar, bu ülke ve ulusun apa- çõk düşmanlarõdõr. İrdeleme: Tarihte “Lo- zan Antlaşması”nõn taşõ- dõğõ değer kadar önemli bir sözleşme pek azdõr. “Ka- deş” Antlaşmasõ’ndan son- raki en uzun ömürlü ulus- lararasõ antlaşma Lo- zan’dõr. “Mazlum ulus- ların” zulme karşõ direnç belgesi Lozan’da doğ- muştur. Lozan; “Yedi dü- vele” karşõ bir halkõn can pahasõna kazandõğõ evren- sel hukuk belgesidir. Lo- zan, “Sevr” yandaşlarõ- nõn 86 yõldõr sindireme- dikleri ulusal onurdur. Bu ülke Lozan’da ya- şamsallõk bulan bir dev- rimci ulusal anlayõşõn ürü- nüdür. “Tam bağımsızlı- ğı” ilke edinerek kapitü- lasyonlarõ, dõş ayrõcalõkla- rõ, emperyal sarkmalarõ ve iç hõyanetleri silip atan antlaşmanõn adõ Lozan’dõr. Lozan, koruyuculuklar al- tõnda, manda yönetiminde, idari ve ekonomik vesayet altõnda yaşamayõ kökün- den kesen ve Atatürk’ün deyişiyle, “Tarihte misli görülmemiş bir hesap- laşmanın” ucundaki ba- şarõdõr. Lozan’dan sonra kuru- lan devrimci Cumhuriyet, kula kulluk yapan kağşa- mõşlõğõ, boyun eğiciliği ve yaranõcõlõğõ kaldõrmõştõr. Lozan’dan sonra, siyasal erkte bağõmsõzlõk, ekono- mide kamuya yararlõ atõ- lõmlar, sosyal ölçekte uy- garlaşma ve kültürel an- lamda ise öze dönerek kendi ulusal değer yargõ- larõna ulaşmak vardõr. Kurtuluş ve kuruluşun hangi koşullarda olduğunu bilmeyen veya anlamak istemeyenler, Lozan’dan rahatsõzdõrlar. Çünkü bu antlaşmadaki tam bağõm- sõzlõkçõ ruh, “Sevr” yan- daşlarõna yabancõdõr, uzak- tõr. Lozan’dan sonra geti- rilen ve ülkemiz anayasa- larõnda özenle korunan devrim yasalarõnõ çekiş- tirmek, tartõşmaya açmak ve hatta kaldõrmaya yel- tenmek bazõlarõ için amaç- tõr. Lozan’da maddi te- melleri atõlan Cumhuri- yetle, karşõdevrimcilerin didişmeleri de bu yüzden- dir. Lozan’õn 86. yõldönü- münde genel görünüm şu- dur: Cumhuriyetin top- lumsal dokusu bozulmuş- tur. “Sosyal devlete” da- yalõ ekonomik yapõ, libe- ral kaosa terk edilmiştir. Kültürel kazanõmlar çiğ- nenmiştir. Siyasal arenanõn aldatõcõ ve kandõrõcõ ko- şullarõnda; dõşa bağõmlõ, iç coşkularõ köreltilmiş kit- leler yaratõlmõştõr. Ama öbür yandan Lozan esas- larõna bağlõ devrimci Cum- huriyet yurttaşlarõnõn azim- li duruşlarõ, geleceğe iliş- kin güvence değerini yine taşõmaktadõr. “Egemenlik kayıtsız koşulsuz halkındır” an- layõşõndaki “Kemalist Ay- dınlanma” sisteminin de- rin kökleri, ülke ve ulusun sağlõklõ bilincinde yer eden yaşamsallõğõnõ sürdür- mektedir. Demokratik ay- dõnlanmanõn da adõ olan Kemalizm, Lozan’da yak- tõğõ meşaleyi dosta ve düş- mana karşõ elinde tutmak- tadõr. Sonuç: Lozan’õn 86. yõl- dönümünde Atatürk’ün deyişiyle, “Büyük işlerin yetenekli yapıcısı” İsmet İnönü’yü saygõyla anõyo- ruz. Sevr’e karşõ Lozan olgusunu koruyup kolla- manõn sorumluluğu içinde olduğumuzu ulusça bir kez daha anõmsõyoruz. Lozan Onuru Ertuğrul KAZANCI Eğitimci, Hukukçu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle