22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B AÇI MÜMTAZ SOYSAL Adam Yeme BAŞBAKAN, “Valimi yedirmem” dedi. Ana- muhalefet partisinin başkanı da “Benim vali ye- me gibi bir alışkanlığım yok” dedi, vali yemese bi- le başka sıfatlı insanları yiyebileceğini ima eder- cesine. Bir “yeme”dir gidiyor. “Yemek” fiilini “insan” kavramıyla yan yana ge- tirmiş dili olan bir başka toplum var mı acaba? “Adam harcamak, ezmek, yok etmek” gibi fiiller vardır bütün dillerde mutlaka da, insanların yen- mesiyle ilgili fiiller, olsa olsa, eski Afrika dillerin- de kalmış olabilir. Odun ateşiyle kaynatılan koca kazanda pişirilip yenmeye hazırlanan beyaz adam görüntüsü yamyamlı Tarzan ya da Bobe Hope filmlerinden ya da eski karikatürlerden zihinleri- mizde kalmış olabilir ama, 21. yüzyılda “adam ye- mek”ten söz edildiğini duymak bir tuhaf geliyor insana. Ara sıra, sevgilisini doğrayıp etini yiyen man- yaklara ilişkin haberler okuyor olsak da. İnsanlardan söz edilirken “harcamak” yerine “ye- mek” fiilini kullanmanın gerisinde vampirlik kokan sadist bir doymamışlık yatıyor olmasın? Özellikle “adam harcama”nın başka çeşitlerine bunca bol rastlanan bir ülkede. İktidarı kıyasıya eleştiren ve sözünü esirgeme- yen bir gazetenin başkent temsilcisini harcamak isteyince, sanki gizli açık her türlü belge peşinde koşmak, saklamak ve elverişli hava gelince ya- yımlamak gazeteciliğin doğal meraklarından biri değilmiş gibi, onu yaka paça binbir eziyete sü- rüklemek bir çeşit adam harcama değil midir? Medyanın karşılıklı cephelerinde yer alanlar her Allah’ın günü birbirini harcamak için çırpınmıyor mu? Parti lideri, kendi örgütü içinde parlak ve teh- likeli gördüğü bir üyeyi, yıpransın da rakip olma- sın diye, kaybedeceği seçim çevresinden aday göstererek harcamaya niyetlenmiyor mu? Futbol takımının kinci teknik direktörü, baş ede- mediği ve kızdığı oyuncuyu en olmayacak mev- kide oynatarak harcamaya kalkmıyor mu? Bu türlerin her biri için harcamak yerine “yemek” fiilini kullanmak, tarih öncesi kadim çağlardan ge- len bir çeşit kalıtsal vahşilik belirtisi olsa gerek. Hele Yüksek Seçim Kurulu’nun suç duyurusu- na ve savcıların soruşturma başlatmasına hiç aldırış etmeden yüzlerce kiloluk beyaz eşya dağıtımını sürdüren bir valiyi eleştirenleri “vali ye- me” tutkusuna kapılmış yamyamlar gibi görmek ve “yedirmem” efeliğine kalkışmak uygar bir cumhuriyetin başbakanına yakışıyor mu? PENCERE 29 Mart Sorusu... Müjde... Obama Türkiye’ye geliyor... Çalgı, çengi, göbek, zil, darbuka, def, şişinme... İlkel toplumlarda olan bitenlere şaşmak ne işe yarar?.. ‘Obama Amerika cumhurbaşkanı oluyor’ diye Afrika’da doğduğu ülkenin zavallı halkı az mı tam- tam çalıp oynadı ve kıvırdı... Zavallı Türkiyem benim... Obama Ortadoğu’ya neden geliyor?.. Çünkü eski Başkan Bush’un BOP’u (Büyük Ortadoğu Projesi) çökmüştü... İşe nereden başlamalıydı Obama?.. Suudi Arabistan’a mı gitseydi?.. İran’a mı?.. Eski Amerikan cumhurbaşkanının kafasına da- ha dün Irak’ta pabuç fırlatılmamış mıydı?.. Mısır, Suriye?.. Haydi canım sen de... Çöken BOP’ta Amerikan ana üssü Türki- ye’den işe başlamak, zorunluluk değil miydi?.. Peki, BOP çökmüştü, ama, Türkiye’ye uygu- lanan ‘Ilımlı İslam Devleti’ projesi ne âlemdey- di?.. Obama’dan önce Ankara’ya gelen ABD Dış- işleri Bakanı Clinton dedi ki: - Biz bu işten vazgeçtik... Göreceğiz... Amerika’nın desteklemediği bir dinci iç poli- tika projesini, Türkiye’nin bu halinde bile, ayak- ta tutmak eskisi kadar kolay olmaz... Ne var ki aradan geçen sürede halkımızın ka- fası İslamcılık ile öylesine çitilendi, dincilikle öy- le bir yeni sermaye sınıfı yaratıldı ki, Türkiye ar- tık bıçak sırtındadır... Dinci sermaye sınıfının iktidarı Meclis’i, Çan- kaya’yı, hükümeti, bürokrasinin ve yargının bir bölümünü ele geçirdi; şimdi de askere sarkıyor... Durum öyle bir kerteye ulaştı ki, TÜBİTAK der- gisi, 200’üncü doğum yıldönümü nedeniyle ev- rim kuramcısı Darwin’i kapak yapınca sansür- lendi... Ama, asıl “vahim” olan ne?.. Ekonomik kriz tsunami gibi ortalığı allak bul- lak etti, Amerikan Doları 1.8’i aştı, işsizlikte dün- ya ikinciliğine yükseldik, sanayi dibe çöktü, ve- saire... Ama, halk meydanlarda RTE’nin peşinde... Eğer 29 Mart’ta AKP’nin oyu yükselir, hele yüz- de 50’nin üstüne çıkarsa ne olacak?.. Demokrasi mi olacak?.. Yoksa halkın bilincini körleştiren dinciliğin; Irak, İran, Pakistan vb. gibi Türkiye’de de demokra- sinin yolunu kapattığı mı anlaşılacak?.. Soru, bir başka biçimde de düzenlenebilir: Ülkenin ulusal parasını pula çeviren, endüs- trisini çökerten, işsizlikte dünya ikinciliğini ka- zanan, Türkiye’nin ekonomisini göçerten bir ik- tidarın oyları seçim sandığında yükselirse bu ola- yın akılcı ve bilimsel yanıtı ne olabilir?.. K apitalist sistemin yarattõğõ eko- nomik ve mali krizin tüm dün- yaya yayõlmasõ sonucu, bu krizi çözmek için devletin ekonomi- ye müdahale gerekliliği en çok gündemde olan konulardan biridir. Aslõnda devletin ekonomiye müdahale ederek kapitalist sis- temin yeniden işlerliğe kavuşmasõ isten- mektedir. Yoksa bu müdahalenin amacõ, tüm gerekleriyle “sosyal devleti” kurmak ve yaşatmak değildir. Örneğin, 2. Dünya Sa- vaşõ sonrasõ Keynes ve günümüzün Nobel ödüllü ekonomisti Paul Krugman, kapi- talist sistemde köktenci bir değişim yarat- mak amacõnda değillerdir. Krugman, yõl- lardõr “Güdülen ekonomi politika yan- lıştır, bu böyle süremez; ergeç yeni bir New Deal dönemine dönmemiz gereke- cektir” diyerek Roosevelt döneminde ka- pitalist sistemi buhrandan kurtarmak ve bu sistemin daha sağlõklõ bir işlerliğe kavuşmasõ için bir ölçüde devlet müdahalesinin uy- gulandõğõ döneme işaret etmektedir. Özellikle 1980’lerden bu yana Batõ dü- şünürlerinin önemlice bir kesimi, küresel- leşme siyasalarõ sonucu geniş halk kitlele- rinin fakirleştiğine ve toplumsal dengelerin altüst olduğuna işaret etmektedir. Örneğin ünlü Amerikalõ siyaset bilimci Theodore J. Lowi, demokrasinin ekonomi kuramõ açõ- sõndan tanõmlanmasõnõn, “serbest pazar” anlayõşõnõn tek başõna her amacõ gerçek- leştirebilir değerlendirmesine yol açtõğõna işaret etmekte ve demokrasinin bu “eko- nomik” değerlendirmesinin bilimsel eko- nomi olmadõğõnõ vurgulamaktadõr. Lo- wi’ye göre bu bir “ideolojidir” ve aynõ za- manda iyi bir ideoloji de değildir, çünkü ser- best pazar, bu pazara giren herkesi “özgür” yapmamaktadõr. Yine Lowi’ye göre 1980’den bu yana if- tiralarla devleti küçümseyen ve onu, tabii bu arada “politikayı” da dünyada “man- tıksızlığın” kaynağõ olarak gören tehlike- li anlayõş yayõlmaktadõr. “İktisat” yalnõz- ca ekonomik düşünce sistemini değil, sos- yal ve siyasal teori’yi de içine alarak “ideo- lojik” bir içeriğe kavuşmuştur. Ve tüm bu gelişmeler göstermektedir ki “iktisat”, “ekonomi” diye bir şey yoktur. Ortada olan “politik ekonomi”dir. Ve politik ekonomi beraberinde 3 konuda önemli sorun getir- mektedir: Bunlardan biri “yurttaşlık” ko- nusudur. Aşõrõ bireyci, aşõrõ rekabetçi bir “pazar” iyi yurttaşlõk olgusunu geçersiz kõl- maktadõr. İkincisi ise “ekonomik değer”, “ekonomik zenginlik” konusudur. Reka- bet zenginlik doğuruyor deniyor. Ancak zenginlik fakirlik doğurmaktadõr. Çünkü kü- reselleşme siyasalarõ ile elde edilen zen- ginlik, bu siyasalara koşut benimsenen sosyo-politik anlayõş nedeniyle halka da- ğõtõlmamaktadõr. Bu siyasalardan insanlõğõn büyük çoğunluğu zarar görmektedir. Üçün- cü şõk ise küreselleşme nedeniyle güdülen siyasalar, kõsa sürede çok para kazanma hõr- sõ, özellikle gelişmekte olan ülkelerin “çev- resine” onarõlmaz zararlar vermektedir. Atatürk Türkiye’sinde Devletçilik (1) Kapitalist sistemin karşõlaştõğõ açmazlar nedeniyle gelişmiş Batõ dünyasõndan tüm dünyaya yayõlan ekonomik kriz, özellikle Türk düşünürünü devletçilik konusunu ye- niden incelemeye itmiştir. Aslõnda devlet- çilik ilkesi hiç unutulmamalõydõ. Atatürk ilkeleri bir bütündür. Bu ilkeler birbirini ta- mamlamakta, her biri öbürleriyle anlam ka- zanmakta ve güçlenmektedir. Atatürkçülük 6 ilkesi içinde vardõr. Devletçiliği ya da bir başka ilkeyi geçici görmek, yok saymak, Atatürk ilkelerini yadsõmak ve bütünsellik içindeki bir düşünce sistemini yozlaştõr- maktõr. Devletçilik ekonomik büyümeye, emeğe, dağõlõma, insan öğesine bir bakõş, bir anla- yõş biçimidir. Devletçilik ulusal ekonomi- yi kurmak ve bu ekonomiyi halk yararõna, ulus yararõna, ulusal devlet yararõna yön- lendirme girişimidir. Bu nedenlerle, içerik ve amaç olarak Keynes ve Krugman’õn gö- rüşlerinden farklõdõr: Uzun bir kapitülasyon döneminden, bu dönemin ülkeyi her şeyi ile sömüren, tüm varlığını, yeraltı, yerüstü kaynaklarını dı- şa akıtan uygulamasından sonra yeni ku- rulan Türkiye Cumhuriyeti için ulusal bir ekonomiye yönelmek kaçınılmaz, onurlu yaşamanın ön koşulu sayılmıştır. Devletçilik ulusal bir ekonomiyi kur- manın ve bu ekonomiyi güçlendirmenin ilkesidir. Devletçilik, Atatürkçülüğün dev- let, ülke olanaklarõnõn kullanõmõnda, işle- tilmesinde, kalkõnmada, çağdaşlaşmada devletin ekonomik işlevine yön veren il- kedir. Ulusun, devletin olanaklarõnõ, ülke- nin varlõklarõnõ ulus yararõna, halk yararõ- na kullanmak, kalkõnmayõ gerçekleştir- mek, ulusu tüm bireyleriyle mutlu kõlmak, ülkeyi bayõndõrlaştõrmak, gönendirmek devletin birincil görevidir. Ülke içinde ol- duğu gibi ülke dõşõnda da yabancõ devlet- lere karşõ ulusu bağõmsõz, güçlü, çağdaş kõl- mak; ezilmekten, sömürülmekten, bağõm- lõlõktan kurtarmak devletin birincil yü- kümlülüğüdür. Özel girişim Özel girişime, 1923-1930 yõllarõnda atõ- lõm yapmasõ için olanaklar tanõnmõştõr. Ancak özel girişim, kalkõnmada güçlü ve ye- terli bir etken olabilecek durumda değildi. Özel anamal kõtlõğõ, teknik bilgi noksanlõ- ğõ ve deneyimli Türk işadamlarõnõn bulun- mamasõ gibi nedenlerle özel girişim, o yõl- larda bir güç oluşturamamõştõr. Devletin ekonomide etkinliği Cumhuriyetin başõndan beri var olan bir gerçekti, fakat devletçilik resmi bir siyasa olarak 1931’de benimsen- miştir. Devletçilik, salt kapitalist ve salt Marksist modeller dışında bir ekonomik kalkınma yöntemi aramanın ve bunun gereğine inanmanın ürünüdür. 1929 yõ- lõndan başlayarak bir yandan anamalcõ dünyanõn en derin bunalõmlarõndan birini ya- şamasõ, öte yandan Sovyet modelinin ulu- sallõğõ yadsõmasõ, aşõrõ yeğinlik yöntemine başvurmasõ Türkiye’yi, bu dönemde dev- letçilik ilkesi yoluyla kendi ulusal ekono- mik kalkõnma modelini oluşturma çabasõ- na itmiştir. Çağdaş Türk sanayiinin kurul- masõ bu dönemde başlamõştõr. Atatürk, kuram olarak ve uygulamada “sosyal dev- let” kavramõnõ içeren ulusal ekonomik kalkõnma modeli oluşturmaya ve bunu devletçi bir siyasa ile uygulamaya çalõş- mõştõr. Atatürk devrim modelinde köklü ekono- mik değişmeleri sağlama konusunda aşamalõ bir yöntem kullanõlmõştõr. Devletçilik ilkesi böyle aşamalõ bir değişimin ilkesi olmuş- tur. İlk beş yõllõk plan da bu doğrultuda bir uygulamadõr. Çok geniş kapsamlõ, olağan- üstü çabuk ve köklü sosyal, ekonomik de- ğişmeler, totaliter bir yönteme özgü olan yõl- dõrõ ve yeğinliği gerektirir. Atatürk ve kad- rosu böyle bir yöntemi yeğlememişler, kalkõnmanõn bedeli üzerinde de durmuş- lardõr. 1929’daki dünya ekonomik bunalõmõnõn Türkiye’yi etkilemesi sonucu 1932’de dev- letin ekonomik alana, kalkõnma çabasõna ke- sin olarak katõlma zorunluğu duyulmuş ve hazõrlanan beş yõllõk plan 1933 yõlõnda uygulamaya konulmuştur. Türkiye’nin ilk büyük sanayi yatõrõmlarõ bu ilk beş yõllõk plan döneminde yapõlmõş, bunlardan verimli sonuçlar alõnmõştõr. Atatürk Devrimi’nin halkçõ, toplumcu, devrimci içeriği dev- letçi bir ekonominin geliştirilmesine uygun düşmüştür. Devletçilik ilkesi özel girişimciliği red- detmez. İyelik hakkõna saygõlõdõr, fakat iyelik hakkõnõn toplumun, ulusun yararla- rõna aykõrõ biçimde kullanõlmasõna da izin vermez. Sanayileşme Atatürk Türkiye’si özde kendi çabasına dayanarak sağlıklı, olumlu bir sanayi- leşme siyasası gütmüştür. Genel olarak çok geri bir ekonomik yapõya sahip ve iç anamal birikiminin çok zayõf olduğu bir ül- kede, üstelik dünya ekonomik bunalõmõ ne- deniyle dünya ekonomisinin de en olumsuz geliştiği bir ortamda, Atatürk Türkiyesi, hiç- bir anlamlõ dõş yardõm ve iç borçlanmaya başvurmadan, sağlõklõ bir sanayileşme si- yasasõ güdebilmiştir. Sanayileşme siyasa- sõnõn sağlõklõ olarak nitelendirilebilmesinin başlõca nedeni, gerek ağõr, gerekse tüketim maddeleri sanayileri yatõrõmlarõna, üstelik o zamana göre, çağdaş teknoloji ile başla- nabilmesidir. Öte yandan, söz konusu sa- nayileşmede gerek enerji kaynaklarõ, ge- rekse diğer hammaddeler açõsõndan öz kaynaklara dayanõlmasõ, bağõmsõz ekono- mik gelişmeyi pekiştirici nitelikte olmuştur. Eğer söz konusu sanayileşme stratejisi da- ha sonraki yõllarda da sürdürülebilseydi du- rumun bugünkünden çok farklõ olacağõ ra- hatlõkla söylenebilir. Atatürkçü devletçilik ilkesi çağdõşõ de- ğildir. Nasõl ki katõ bir devletçilik anlayõşõ ile bir yere varamazsak, gözü kara, aşõrõ bir özel girişim anlayõşõ ile de bir yere vara- mayõz; sağlõklõ bir toplum olamayõz. Aşõrõ bireyselciliği ilke edinmiş, sosyal adalet an- layõşõndan yoksun, teknolojiyi yakalamõş, gelişmiş ama yurttaşlarõnõn bir kesiminin karton kutular içinde yaşamasõna duyarsõz, bu duruma çözüm üretemeyen, üretmek is- temeyen “güçlü”nün her şeye hakkõ oldu- ğuna inanan özel girişim anlayõşõ da çağ- dõşõdõr, insancõl değildir. Nitekim, bugün- lerde dünyada yaşanan ekonomik ve mali kriz, gelişmiş ülkelerce sürdürülmüş olan ekonomi-politikalarõn doğru olmadõğõnõn, insancõl olmadõğõnõn yeni bir kanõtõdõr. Devletçilik anlayõşõ, kalkõnmada, sana- yinin kurulup geliştirilmesinde karma ekonomiyi destekler ve sosyal adaletin gerçekleşmesinde, sosyal güvenliğin sağ- lanmasõnda karma ekonominin başarõlõ ola- cağõna inanõr. Özel girişimin kalkõnmada önemli bir işlevi vardõr. Ancak devletin kal- kõnmada, özellikle eğitim, sağlõk ve sa- vunma alanlarõnda birincil görevi vardõr. Sonuç Dünyanõn karşõlaştõğõ ekonomik krizin tüm gelişmiş ülkeleri “devletçi” bir çözü- me ittiği gerçeği karşõsõnda, devletçi eko- nomi-politikalarõn ne denli önemli olduğu bir kez daha vurgulanmaktadõr. Ancak bu ülkeler devletçi politikalarõnõ, en azõndan şu aşamada, kapitalist sistemi kurtarmak için kullanmaktadõrlar. Oysa, Atatürk Türkiyesi ekonomisini kurmak, halkõn gönencini sağlamak, ülke- nin, bağõmsõzlõğõnõ ve onurunu korumak için devletçi bir ekonomi-politika yürütmüştür. Ülkemizin esenliği için devletin kalkõnma- çağdaşlaşma sürecinde devletçilik ilkesinin önemi yadsõnamaz. Unutmamak gerekir ki, devletçilik “kamu yararını” ön plana aldığından “Cumhuriyetçi” bir ilkedir. 1) Bu konuda bkz: Suna Kili, Atatürk Dev- rimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli, 11. baskõ. Türkiye İş Bankasõ Yayõnõ, 2008. s. 203-212 ve passim. Devletçilik... Prof. Dr. Suna KİLİ Atatürkçü devletçilik ilkesi çağdõşõ değildir. Nasõl ki katõ bir devletçilik anlayõşõ ile bir yere varamazsak, gözü kara, aşõrõ bir özel girişim anlayõşõ ile de bir yere varamayõz. mumtazsoysal@gmail.com SAYFA CUMHURİYET 11 MART 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle