18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 OCAK 2009 CUMA 14 KÜLTÜR KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Yine de İyimserlik Gazze işgalinden Ergenekon gözaltılarına, TRT Şeş’ten Nâzım’a iade-i itibar kararına, öylesine yoğun bir hafta yaşadık ki… Karamsarlıkla umudun iç içe geç- tiği bu olaylar zincirinin hangi halkasına değinsem, öte- kilere haksızlık yapmış olacağım… Üstelik sırada bek- leyen nice görülesi oyun, gezilesi sergi varken… Nâzım Hikmet’in 1946 yılında yazdığı bir şiirin adıyla başladık. İyimserliğimizin nedenlerini sıralaya- lım. Son günlerin en korkunç olayı, Gazze’deki işgalin bitirileceğine ilişkin sinyaller bu iyimserliğimizin ilk ne- deni. Hiç kuşkusuz, dünya kamuoyunda işgale gös- terilen tepkilerin büyük payı var, akan kanın durdu- rulmasında. Bu yüzden işgale karşı verilen tek bir im- zanın bile önemi var. Ne demişti Nâzım usta: “…Benim sizden kendim için / hiçbir şey istediğim yok / Şeker bile yiyemez ki / kaat gibi yanan çocuk. Çalıyorum kapınızı, / teyze, amca, bir imza ver. / Çocuklar öldürülmesin / şeker de yiyebilsinler.” Nâzım’ı yeniden T. C. vatandaşlığına almak üzere harekete geçen hükümet, bu konuda bir kararı Ba- kanlar Kurulu’nun imzasına açmış. Umarım, Ecevit hü- kümetinde yaşandığı gibi, bir kişi imza vermedi diye yeniden akim kalmaz bu girişim. Kültür ve Turizm Ba- kanı Ertuğrul Günay, gerekirse Yılmaz Güney için de benzer bir girişimde bulunabileceklerini belirtmiş. Bu konuda günlerdir, sanat çevrelerinden farklı görüşler dile getiriliyor. Kuşkusuz, ne Nâzım Hikmet’e ne de Yıl- maz Güney’e bir şey kazandırır bu iade-i itibar. Olsa olsa bu kararı alan hükümete olumlu puan kazandı- rır; ülkemizin uluslararası alanda saygınlığını arttırır. Ve en önemlisi, Türkiye’nin paradigmasını değiştirmek- te olduğunu vurgular. Dilerim, düşünen insanı tehlikeli bulan, sanattan, kültürden korkan anlayış, bir daha hiç dönmemecesine terk eder bu ülkeyi. En kısa za- manda… TRT’nin Kürtçe yayın yapan kanalı da, benzer kaygılarla karşılandı önce. Seçim yatırımı dendi; ‘Ko- rucu kanalı’ dendi, devlet ‘resmi dil’ dışında yayın yap- maz dendi. Ama, çoğunluk aklın yolunda birleşti; ne olursa olsun Türkiye’de bir şeylerin değişmekte ol- duğunu gösteriyordu “TRT Şeş”in (TRT 6) yayına baş- laması... Evet, hâlâ Meclis tutanaklarında “…” dil ola- rak geçiyor Kürtçe. Ama, daha yakın zamanlarda Kürt- çe şarkı söylemelerine bile izin verilmeyen Nilüfer Ak- bal, Rojin gibi sanatçı kardeşlerimizin, devlet tel- evizyonunda program yapmaları son derece önem- li. “TRT Şeş”in yayına geçmesini planlayan ve onay- layanları kutluyorum. Türkiye’de yaşayan diğer dil- lerdeki yayınların da yakın zamanda faaliyete geçe- ceğini belirtiyor TRT yöneticileri. Aşura gecesi, TRT’nin bir cemevinden yayın yapması da benzer bir girişim. İyimser olmak için bundan güzel neden olur mu? Sanattan, kültürden korkmayan siyasetçilerin sa- yısının artmasını dileyerek önümüzdeki günlerin gün- demi yerel seçimlere değinmek istiyorum. Henüz si- yasi partilerin tüm adayları belirlenmiş değil; çok sa- yıda aday adayı arasından kimlerin parti yönetimleri tarafından seçileceğini bilemiyoruz. Ama, gönlümüz gündemlerinde kültür ve sanata yer veren adaylardan yana. Hele, Beyoğlu gibi kültür ve sanatın merkezin- de siyasi partilerin kimleri aday göstereceğini merakla bekliyoruz. Geçenlerde tanıştığım CHP aday adayı Ha- lil Kaya Özer’in, kültür mekânları açısından büyük bir yoksulluk içindeki Beyoğlu’na ilişkin projelerini anla- tırkenki heyecanından etkilendim doğrusu. Ercan Ka- rakaş’ın İstanbul projeleri içinde de kültür-sanat önemli bir yer tutuyor hiç kuşkusuz. Ama bakalım par- ti, kimi seçecek? Kültür-sanat alanında AKP’li başkan Kadir Topbaş’ın karşısına çıkacak adayların işi hiç ko- lay olmayacak. Topbaş’ın kentsel dönüşüme ilişkin ic- raatı tartışılır, ama sanat alanında hayata geçirdiği pro- jeler övgüyü hak ediyor. DSP’nin Oktay Ekinci, Ko- rel Göymen gibi isimlere teklif götürmesi olumluysa da CHP işbirliğine kapıları kapalı tuttuğu sürece uy- gulama şansı olmayan bir proje gibi... İster iktidar par- tisinden olsun, isterse muhalefetten, kültür-sanata de- ğer veren tüm siyasilerin görüşlerini (elbette sanat po- litikalarına ilişkin görüşlerini) sizlerle paylaşmaya ha- zırız, isterlerse tabii… Dileğimiz ne Kürtçe, ne de Türkçe yazan –söyleyen hiçbir yazarın, sanatçının yasaklanmaması, baskı dönemlerinin sona ermesi… Bugün (9 Ocak), ölüm yıldönümünde andığımız Ce- mal Süreya’nın deyişiyle : “O yıllarda ülkemizde / Çe- şitli hükümlerle / Yetmiş iki dilden / ikisi yasaklanmış- tı: / ikincisi Türkçe” [email protected] [email protected] İçimden yeniden haykõrmak geliyor: “Beyler kendinize gelin! 1951 yılında alınan Nâzõm Hikmet’in yurttaşlıktan çıkarılma ka- rarı tamamen politik bir karardı! Hukukla mukukla ilgisi yoktu! Bunu bal gibi sizler de biliyorsunuz, dünya da biliyor!” Nâzõm Hikmet “vatan hainli- ğinden” ya da “vatana ihanetten” hiç ama hiç yargõlanmadõ! Birçok suçlamayla yargõlandõ, ama “Hi- yanet-i Vataniye Kanunu”na da- yanõlarak hakkõnda hiç dava açõl- madõ! Ona karşõ bütün davalar, yazdõklarõ, düşündükleri nedeniy- ledir, siyasal suçlamalar nedeniy- ledir. (Şimdilerde kimi köşe ya- zarlarõ bunun farkõnda bile değiller!) Nâzõm Hikmet, cezaevinde ya da yurtdõşõnda, nerede olursa olsun, yaşamõ boyunca yalnõzca Türkçe dü- şünen, Türkçe konuşan, Türkçe yazan bir in- sandõr. Dünya onu Türk şairi olarak bilir. Tür- kiye’yi de Nâzõm Hikmet’in ülkesi olarak tanõr. Bugün Bakanlar Kurulu kararõ, buram buram seçim yatõrõmõ koksa da, çoktan yapõlmasõ gereken; bir hak- sõzlõğõn, bir rezilliğin, bir utancõn, or- tadan kaldõrõlmasõdõr. Ama sakõn ola kimse “iade-i itibar” falan demesin! Ayõp oluyor. Ülkemde olsun, dünyada olsun, Nazõm Hikmet’in itibarõ fazlasõyla ye- rinde! Onun “iade-i itibara” gerek- sinimi yok! Ama bu ülkenin, bu ül- ke insanlarõnõn, hepimizin Nâzõm Hikmet’e gereksinimi var! Bu karar ancak Türkiye’ye itibar kazandõrabilir. Türk vatandaşlõğõndan, yurttaşlõktan çõkarõlmasõ yõllardõr, bu kararõ veren Bakanlar Kurulu’nun onursuzluğunu ortaya koydu. Yoksa Nâzõm Hikmet’in yurttaşõm olmadõğõnõ değil… TÜRKÇEM KONUŞULDUKÇA... Kendi de söylemişti, haberi duyduğunda: “...Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından, hey gidi dünya, çıkarılmışım. Beni Türklük- ten, halkımın evladı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuv- vet çıkaramaz, ayıramaz...” İşte, aynen böyle! Yazmõştõ, Piraye’ye bir mektubunda: “Ben kendimin, her namuslu insan gibi yurt- sever ve halkını sever olduğunu bildikten, bu hususta vicdanım rahatken, birkaç münferit yalan kusmuşlar umurumda değil. 20 sene sonra, 50 sene sonra, birçoğunun adını bile unutacak Türk milleti… Halbuki bu millet var oldukça, yeryüzünde Türkçem konuşulduk- ça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şi- irlerini yazmış insan olarak yaşayacağım. Sen üzülme.” İşte aynen böyle! TÜRK OLDUĞUMU İSPATLAMAK İÇİN... Şimdi başõmdan geçen en güzel öykü: Sanki dünyanõn öbür ucundaydõm. Altay Dağlarõ’ndaydõm. Moğolistan, Sibirya ve Çin’in birbirine iyice yaklaştõğõ sõnõr bölgelerinde bir yer- lerde... Yõl 1988… Türkolog arkadaşõm Vera Feonova ve ben o zamanlar Sovyetler Birliği’ne bağlõ, Gorno Al- taysk özerk bölgesinde dolaşõyorduk… Yine bir gün bir kasabadan ötekine giderken cipimiz yol- da kaldõ. Sürücümüz “Benzinimiz bitti” deyi- verdi. Elinde boş bir benzin bidonuyla uzaklaş- tõ. Biz de beklemeye koyulduk… Bu uçsuz bucaksõz düzlükte ne gelen vardõ, ne giden... Görünürlerde de ne köy, ne kasaba... Kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağ başõnda, yola ben- zemeyen bir yoldaydõk... Bir ara, uzakta bir ka- rartõ belirdi. Karartõ yaklaştõ, yaklaştõ... Karar- tõ bir traktördü. Traktörün arkasõndaki kasadan iki köylü ka- dõn, altõ çocuk, bohçalarõyla birlikte indiler. Traktör yoluna devam etti. Kadõnlar, çocuklar ve bohçalar, yolun öteki yanõna tam karşõmõza yerleştiler. Yanlarõna gittik. Vera onlarla Rusça konuşu- yordu. Bir saat sonra o yoldan geçecek otobüsü bekliyorlarmõş. Birlikte beklemeye başladõk… Vera, benim Türk olduğumu söyleyince, ön- ce pek inanmadõlar. “Madem Türk, hele bir Türkçe konuşsun” dediler. Benim Türkçemle, onlarõn Türkçesi çok fark- lõydõ. Vera’nõn Türkçeden Rusçaya, Rusçadan Türkçeye çevirileriyle anlaşõyorduk. Ama yine de kimi sözcüklerin aynõ olduğunu bilecek ka- dar yörede kalmõştõm. “Bir, iki, üç...” diye saymaya başladõm. “Yok bunu herkes bilir, başka şey söyle” dediler... Başka şeyler söyledim. Yine inanmadõlar. Ne dediysem, bir türlü ikna olmadõlar. Bir ara aralarõnda tartõşõp durdular . Sonunda Vera’ya “Sor bakalım bu Türk’e, Nâzım Hikmet’i bilir miymiş? Gerçekten Türk ise, Türkiye’dense, bize Nâzım’dan bir şiir oku- sun” dediler. Ve işte 1988 yõlõnõn 9 Ekim Pazar günü, ak- şamõn saat sekizinde, Sibirya’nõn en güneyi, Mo- ğolistan’õn en kuzeyinde, Altay Dağlarõ’nõn uç- suz bucaksõz, kuş uçmaz kervan geçmez bir va- disinde, iki köylü kadõna ve her yaştan altõ ço- cuğa Türk olduğumu kanõtlamak için Nâ- zõm’dan ezbere dizeler okurken buldum ken- dimi… Yüzlerinde gülümseme, dinlediler… Sonun- da, hepsi birden boynuma sarõldõlar. “Tamam, Türkmüş” dediler. Yeryüzü mucizelerle doluydu! Dünyanõn öbür ucunda, bir dağ başõnda, iki köylü kadõna ve çocuklarõna Türkiyeli olduğu- mu kanõtlamak için Nâzõm Hikmet’in şiirine sa- rõlõşõmõ hiç ama hiç unutmadõm, unutmayaca- ğõm... [email protected] Faks: 0 212 257 16 50 Onun ‘iade-i itibar’a gereksinimi yok! Ama bu ülkenin, bu ülke insanlarõnõn, hepimizin ona gereksinimi var! Nâzõm hep yurttaşõmdõ... SUNGU ÇAPAN B u hafta Semih Kaplanoğlu’nun si- nemamõzda pek rastlanmayan tür- den, sondan başa doğru giden, il- ginç bir projesi diyebileceğimiz Yusuf üç- lemesinin ikinci opus’u olan Süt’ü göre- bildim nihayet. Geçen yõl gösterime girip özellikle sinema yazarlarõnõn övgüsünü ka- zanarak çeşitli ödüllerle taltif edilen Yu- murta’da, bir şiir kitabõ yayõmladõktan son- ra İstanbul’da sahaflõk yaparken annesinin ölümü nedeniyle çoktan geride bõraktõğõ, do- ğup büyüdüğü Ege kasabasõna, yuvasõna, kö- kenlerine ve doğaya dönüşünü izlediğimiz, Nejat İşler tarafõndan canlandõrõlan, 30’lu yaşlarõnõ süren Yusuf’un, bu kez doğup bü- yüdüğü Tire’de annesi Zehra Hanõm’la (Başak Köklükaya) aile ocağõnda yaşadõ- ğõ, epeyce sancõlõ, sorunlu 18 yaş sürecine odaklanõyoruz Süt’te. Yumurta’nõn, taşra- nõn boğucu tekdüzeliğinden kaçõp evden uçarak büyük kente kapağõ atmõş ve kitap- çõlõkta karar kõlmõş, yolun yarõsõna yaklaş- mõş kahramanõ Yusuf’unu (Melih Selçuk), Süt’te farklõ delikanlõlõk halleri içinde ve er- genlik sorunlarõna garkolmuş, kafasõ karõ- şõk hallerde buluyoruz. Her gün sağõlan 3-4 ineği var çok müte- vazõ bir taşra hayatõ sürdüren ana-oğulun. Ürettikleri süt ürünlerini (peynir ve çöke- lekleri) kasaba pazarõnda açtõklarõ tezgâh- ta satarak ele güne muhtaç olmadan yaşõ- yorlar görünürde. Ayrõca motosikletine at- layõp evlere servis de yapõyor Yusuf. Ne var ki içlerinde fõrtõnalar kopuyor ana-oğu- lun. Yusuf, yaşõtlarõndan bir hayli farklõ, içine kapanõk, hassas, karşõ cinsle uyumsuz, edebiyatçõ bir genç. Her fõrsatta, annesinin burun kõvõrdõ- ğõ kitaplarla raf raf dolu, orada bura- da Dostoyevski, Rimbaud, Ece Ay- han fotoğraflarõnõn seçildiği odasõna ka- panõp okuyor, edebiyata sõğõnõyor ya da daktilosunun başõna geçerek şiir yazõ- yor. Sõğõnağõnõn (odasõnõn) dõşõndayken motorunun üs- tünde kasabanõn yollarõnõ katederek şimdiden alõp başõnõ gitme duygusunu tat- min ediyor. Kõsacasõ, taşranõn õssõzlõğõnda bir şair yetişiyor. EDEBİYATSEVER... Kadõnlõğõnõn son demlerine girmiş an- neyse, oğlunun motorunun sönük lastiğini şişirmek nedeniyle tanõştõğõ ve yaşlõ bir ka- dõn aracõlõğõyla onu isteten, küçük bir kõz ço- cuk babasõ, orta yaşlõ istasyon şefinin (Şe- rif Erol) ilgisine hiç ilgisiz kalamayarak ye- ni bir kocaya, yeni bir evliliğe doğru kanat açmaya çoktan gönüllü. Yusuf’un gösterdiği şiirlerine şöyle bir göz atma zahmetine bi- le girmeyen, birayla hemen kafayõ bulan, ke- tum edebiyat öğretmeni (Rıza Akın), ondan minik bir deftere yazdõğõ şiirlerini daktilo- ya çekip Oluşum dergisine göndermesini is- teyen, madende çalõşan emekçi arkadaşõ (Alev Uçarer), askerlik muayenesi için git- tiği İzmir’de, kitabevinde rastlaşõp rande- vulaştõğõ, artõk çõkmayan Şiir Atõ dergisini arayan, edebiyatsever bir genç kõz (Saadet Işıl Aksoy) vb. gibi yan karakterler de er- genlikten erkekliğe geçişin sõkõntõlõ eşi- ğindeki Yusuf’un genç- lik halleriyle ruhsal sõkõşmõşlõğõnõ ve da- ralmõşlõğõnõ perdeye taşõyan Süt’ün hikâ- yesine karõşõyorlar giderek. Betonla öz- deşleşen, çirkin bir modernleşmenin gide- rek gelenek göreneklerin kõskacõndaki yö- reyi ele geçirdiği, haşin ve umut vermeyen, gerçekçi bir taşra atmosferi çizen filmde, ka- fasõnõn onca karõşõklõğõna karşõn annesinin istasyon şefiyle gizli ilişkisini sezmekten ge- ri durmayan Yusuf, sara’sõ nedeniyle çürüğe ayrõlõp askere de gidemeyince çareyi evden uzaklaşõp arkadaşõ gibi madende çalõş- makta buluyor. Askerlik yapamaz raporu- nun yõkõntõsõna bir de yeni kocaya varma yo- lundaki annesini (Yumurta’daki ölümünden çok önce) yitirmesi eklenen Yusuf’un bu bunaltõlõ ilkgençlik çaresizliği sürecine yo- ğunlaşan hikâyesi, seyirciyi zorlayan, ma- denci kaskõndaki fenerin süt beyazõ õşõğõna boğulduğumuz, muğlak bir finale bağlanõ- yor sonuçta. KAPALI ANLATIM... 8 yõl kadar önce seyrettiğimde oldukça sevdiğim ilk filmi Herkes Kendi Evin- de’yi izleyen Meleğin Düşüşü’nü (2004) gö- remediğim, geçen yõlõn özellikle Sİ- YAD’çõlar tarafõndan çok beğenilen Yu- murta’sõndan da alkõşõmõ esirgemedi- ğim yönetmen-yazar Semih Kapla- noğlu’nun Süt’ü, sõradan sinemaseve- rin nabzõna göre şerbet vermeyen, ön- ceki filmlerinden daha kapalõ, anlatõla- nõ seyircinin kendi yorum ve açõkla- malarõyla tamamlayõp bütünleyeceği, zorlu bir yaratõcõ yönetmen filmi. Yõlan- yayõn balõğõ metaforlarõ, su arama ritü- elleri benzeri imge ve simgelerden ge- çilmeyen, Yusuf’un ilkgençliğinin alõ- şõlmõş kronolojik bir şekilde değil de sondan başlangõca doğru anlatõldõğõ film- de, kimi anlara ve tesadüflere yoğunlaşõp se- yirciye hikâye etmekten çok sezdirip ima ettirmeye dayalõ, incelikli bir anlatõm tut- turuyor Kaplanoğlu. Diyaloğa az yer ve- ren, görselliğin ağõr bastõğõ, sade ve mi- nimalist bir sinema dilini yeğleyen Süt’te Mithat Alam Film Merkezi’nden bulu- nup Yusuf rolünü üstlenmiş, gencecik Melih Selçuk kõrk yõllõk oyunculara taş çõkartan bir performans sergilenirken ava çõkmõş istasyon şefinin vurduğu örde- ğin tüylerini büyük bir zevkle yolan anne- yi oynayan deneyimli Başak Köklükaya da ona ayak uyduruyor. Beylik bir yakõştõr- mayla özetlersek bu Süt’ün yeni deneyim- lere ve araştõrmalara kapalõ, sõradan seyir- cide biraz gaz yapacağõ besbelli. Yönetmen: Semih Kaplanoğlu / Senaryo: S. Kaplanoğlu, Orçun Köksal / Kamera: Özgür Eken / Oyuncu- lar: Melih Selçuk, Başak Köklüka- ya, Rõza Akõn, Alev Uçarer, Saadet Işõl Aksoy, Şerif Erol, Tülin Özen / 2008 Süt Yumurta’nınöncesi,Bal’ınsonrası Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf üçlemesinin ikinci filmi Süt ikinci haftasõnda Kültür Servisi - Yazõnõmõzõn önemli adlarõndan şair ve yazar Ne- cati Cumalı ölümünün 8. yõlõnda Be- şiktaş Belediyesi ile gazetemizin birlikte düzenlediği bir etkinlikle anõldõ. Dün sabah 11.00’de, Cuma- lõ’nõn yaşamõnõn son 30 yõlõnõ ge- çirdiği Etiler’deki dairesinin bulun- duğu apartmanõn kapõsõna takõlan anõ plakasõnõn açõlõş törenine yazarõn akraba ve arkadaşlarõnõn yanõ sõra edebiyatçõlar ve sevenleri de katõldõ. Törende ilk konuşmayõ yapan, Cumalõ’nõn yapõtlarõnõ yayõmlayan Cumhuriyet Kitaplarõ’nõn Yayõn Ku- rulu Başkanõ Doğan Hızlan böyle- si değerli insanlarõ anõmsamak ve anõmsatmak açõsõndan anõ plakasõnõn önemini vurguladõ. Tören Cumhuriyet Gazetesi Vak- fõ Başkan Yardõmcõsõ Alev Coş- kun, Cumalõ’nõn kayõnbiraderi Re- kin Teksoy, kõz kardeşi Müfide Çalık ve Beşiktaş Belediye Başka- nõ İsmail Ünal’õn konuşmalarõnõn ar- dõndan anõ plakasõnõn açõlmasõyla so- na erdi. Cumalı evinde anıldı AKYAKA KÜLTÜR VE SANAT DERNEĞİ ÖZCAN ÖZGÜR MUĞLA - Gazetemiz yazarõ Oktay Akbal Ak- yaka Kültür ve Sanat Derneği’nce Göko- va’da kurulan ve adõnõn verildiği kütüphane- nin açõlõşõna katõldõ. Yaptõğõ konuşmada, İs- tanbul’daki kitaplarõnõn bir bölümünü kütüp- haneye göndereceğini söyleyen ve Akyakalõ çocuklarõn anne babalarõnõ da kütüphaneye da- vet eden Akbal “Kitap, bütün iyiliklerin ve bilgilerin temelidir” dedi. Hamdi Yücel Gürsoy’un yaptõrdõğõ kütüphane binasõ hak- kõnda bilgi veren Y. Maden Mühendisi Aydın Turunç ise “Biz kütüphane binamızı bizzat çalışarak, kazanarak, üreterek oluşturdu- ğumuz birikimlerle aldık. Bize bu olanağı sağlayan Hamdi Yücel Gürsoy’a ve bizden ilgilerini esirgemeyen çevre halkına teşek- kürlerimizi sunarız” diye konuştu. Açõlõşa Ula Kaymakamõ Ünal Çakıcı, Muğla Üniversite- si Rektörü Prof Dr. Şener Oktik ve çok sayõda sivil toplum örgütü temsilcisi de katõldõ. Akbal Kütüphanesi açõldõ AKP’den Nazım sömürüsü İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu)- “www.akpartiizmir.com” imzasõ ve “yeni yõlda yeni İzmir” sloganõyla dün Taraf gazetesine verilen tam sayfa ilanda, dünyaca ünlü şairimiz Nâzõm Hikmet’in yeniden Türk vatandaşlõğõna kabul edilmesi, yerel seçim malzemesi olarak kullanõldõ. Gazetenin arka sayfasõnda yer alan alan “Bizim Çõnarlõ Bir Tepemiz Var Nâzõm” başlõklõ ilanda, şu sözler yer alõyor: “Yargõlandõn. Hapis yattõn. En kötüsü, hiç anlaşõlmadõn. Sana Anadolu’da bir çõnarõn gölgesi bile yasaklandõ... Özgürlük tutkunu İzmir, 6 Ocak’ta, 50 yõldõr beklediği haberle çalkalandõ. Bakanlar Kurulu aldõğõ kararla, sana vatandaşlõk hakkõnõ, bize seninle vatandaş olma onurunu iade etti. Karara katkõsõ olanlara şükranlarõmõzõ sunarõz. Şimdi sõra mezarõnda. Bizim çõnarlõ bir tepemiz var Nâzõm.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle