Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 28 OCAK 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Bir Portre
ÜLKENİN siyaset sahnesinden zaman zaman
sessizce çekilen isimsiz kahramanların portresi-
dir bu. İlle de bir ad gerekiyorsa, dün partilerden
birinin merkez yönetiminden başka âleme göçen
Mehmet Akçakayalı diyelim, örneğin.
Giderken, onların ne adları geçer televizyon ha-
berlerinde, ne de resimleri çıkar gazetelerde. Alışıl-
mış kahramanlıklardan değildir onlarınki.
Oysa davranışlarındaki soyluluğun ve saklı öz-
verinin anlatılması gerekir. Anlatılmazsa, özellik-
le ders alması gereken genç kuşaklara aktarıl-
mazsa bütün bunlar, çok yazık olur. Çünkü, sa-
yıları gitgide azalmaktadır; anıtları dikilmediği
için verebilecekleri dersler de onlarla birlikte çe-
kip gidiyor.
Adlarını gençliklerinde duyurmamışlardır onlar.
Politikanın hırsı yoktur genlerinde. Daha
doğrusu çocukluklarından başlayarak uğraşmak
zorunda kaldıkları güçlükler, geçim zorlukları ve
aile durumları sonradan da böyle bir siyasal hırs
edinmelerine fırsat vermemiştir.
Genellikle, sıradan, harcıâlem mesleklere gire-
rek atılırlar yaşam savaşımına. Düşük maaşlı
memurdurlar, zamanla olsa olsa dairelerden bi-
rinin müdürlüğüne yükselirler; sözleşmeli tekni-
kerdirler, küçük bir onarım servisinin yöneticisi olur-
lar, muhasebecilikle işe başlayıp malî müşavirliğe
geçmişlerdir; çocukken heveslendikleri öğret-
menliğe girip belki de bir lisede öğrenci yetiştir-
menin gururunu tatmışlardır.
Alçakgönüllülükle yaptıkları bütün bu işlerde sar-
sılmaz bir görev sorumluluğu edindikleri için, on-
ların emekliliği başkalarınınkine benzemez; köşele-
rine çekilip bir şey yapmadan duramazlar.
Türkiye sorunsuz bir ülke olsaydı, Cumhuriyet
ipucu kolay bulunmaz çapraşık tehlikelerin teh-
didi altına düşmeseydi, onlar da birçokları gibi ar-
ka bahçelerinde çiçek yetiştirmekle, fesleğen
ekmekle ya da kahvede iskambil oynamakla va-
kit geçirebilirlerdi. Ama içlerindeki görev güdüsü
onları ülkenin ve cumhuriyetin yazgısıyla ilgilen-
meye, o yolda bir şeyler yapmaya itmiştir. Üste-
lik, bütün yaşamları boyunca bu yazgının eninde
sonunda siyaset denen iktidar kavgasının so-
nuçlarına bağlı olduğunu yakından görmüşler, is-
ter istemez o sonuçların etkisini yaşamışlardır. On-
lar için, “bir şeyler yapmak”, artık geçmişte bazen
yaptıkları gibi dernekçilikle, sendikacılıkla oyala-
nıp sivil toplumculuk oynamak değildir; siyasete
girmekten başka çareleri kalmamıştır.
O andan başlayarak, geç katıldıkları o dünya-
nın içinde girdisini çıktısını, dolabını hilesini bil-
medikleri bir yarışın fedakâr erleri ya da yorulmaz
amazonlarıdırlar. Haram yemeyen, mevki hırsı bes-
lemeyen.
Bir gün, geldikleri gibi sessiz giderler. Madal-
yasız, bando mızıkasız.
Gönüllerde doldurulmaz boşluklar bırakarak.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
İddianameye Göre TSK
PKK’ye Silah Veriyor..
Bu köşede dün yayımlanan yazımızın başlığı
neydi?..
“ETÖ ile PKK...”
PKK’yi biliyorsunuz, ETÖ’nün açılımı şöyle:
Ergenekon Terör Örgütü...
Ergenekon yargılamasının 40’ıncı duruşmasında
Doğu Perinçek’in sorgulaması başladı...
Gürültü patırtı arasında belki çoğu kişinin gö-
zünden kaçmıştır diye Perinçek’in savunmasın-
dan bir küçük kesiti bugün sizlere sunmak isti-
yorum...
“İddianamenin 277, 278 ve devamıyla 1525’in-
ci sayfalarında savcılar Türk Silahlı Kuvvetleri su-
baylarının Doğu Perinçek’in ‘organizesi ve refe-
ransıyla’ Barzani ve Talabani’ye 24 bin silah ver-
diklerini, bu silahların 6 bininin yine Türk subay-
ları tarafından PKK’ye teslim edildiğini yazmışlar...”
Kanıt?..
“Tuncay Güney’in açıklaması”..
(Mülakat, sayfa 39 ve devamı, s. 111 vd.)
Peki, Doğu Perinçek savcıların bu iddiasına kar-
şı kendisini nasıl savunmuş?..
Aynen aktarıyorum:
“Bu konularda uzman olan İşçi Partisi Genel
Başkan Yardımcısı E. General Servet Cömert ile
yaptığımız hesaba göre 24 bin silah 120 ton ağır-
lığındadır ve (...) en az 12 TIR’la götürülebilmek-
te, TIR’ların büyüklüğüne göre bu konvoy 20 TIR’a
kadar çıkmaktadır; konvoyun boyu 1.5-2 kilo-
metredir.”
Perinçek savunmasını sürdürüyor:
“Sayın Mahkeme,
Düşünebiliyor musunuz, Tuncay Güney’e göre,
Türk subaylarının marifetiyle (...) 2 km. boyunda 20
TIR’lık bir konvoyla Irak’ın kuzeyine silah götürüyor!!!
...........................
Genelkurmay Başkanlığı avukatımız Hüseyin
Gökçearslan’ın başvurusu üzerine, 20 Mayıs 2008
günlü yazısıyla bu haince suçlamanın ‘tamamen
asılsız ve mesnetsiz’ olduğunu bildirmiştir! ‘Ge-
nelkurmay Başkanı namına’ imzalanan bu ‘yazı’
Adli Müşavirlik 3050-37-08. O.Ö. 90017316 sa-
yısını taşımaktadır.
Bu Genelkurmay Başkanlığı yazısını mahke-
menize bir kez daha sunuyorum.”
Ne var ki iş bu noktada bitmiyor...
Perinçek’in savunmasını okumayı sürdürelim...
“Evet, bir kez daha!
Çünkü iddianame yazılmadan önce bu resmi ya-
zı Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e verilmişti. Da-
hası Tuncay Güney, Kuzey Irak’a silah konusun-
da yalan söylediğini televizyonlardan bangır ban-
gır defalarca söyledi. (Saygı Öztürk, Belgelerle
Ergenekon, sayfa 60 vd.)
Ancak Zekeriya Öz ‘Genelkurmay Başkanı na-
mına’ yazılan yazıya iltifat etmemiş, Tuncay Güney’in
‘yalan söyledim’ beyanını da samimi bulmamış,
2001 yılındaki alçakça ve haince yalanını iddiana-
mesine inatla ve ısrarla döne döne yazmıştır.”
Doğu Perinçek’in savunması bu ve buna ben-
zer örneklerin çoğaltılmasıyla sürüyor...
Ancak Ergenekon tertibinde TSK’ye kurulan bü-
yük tuzak artık ortalığa dökülmüştür...
ETÖ ve PKK...
TSK’de yuvalanmış ETÖ görevli Türk subayları
aracılığıyla ve özellikle PKK’yi silahlandırıyormuş...
ETÖ, terörü sürdürmek için PKK terörünü
besliyormuş...
Neden?..
Darbe ortamı oluşsun diye...
Ancak bu iddianın 2450 sayfalık bir iddianame-
nin omurgasına dönüşmesi ve yargının bu tertibe
alet edilebilmesi, Türkiye’nin ne büyük bir tehlike
altında bulunduğunu da gösteriyor ve sergiliyor..
Türk ordusunun PKK’yi silahlandırdığı iddiası-
na anayasaya göre üçüncü kuvvet olan yargı na-
sıl alet edilebilir?..
S
avaş demek, “düşman” diye
belleneni, ne yapõp edip etkisiz
hale getirmek demektir. Bunun
için de her yola başvurulur: Öl-
dürmek, yaralamak, bombala-
mak, yakõp-yõkmak vb... Bunlarõn hepsi, sa-
vaş ortamõnda doğal sayõlan yöntemlerdir.
Bu yöntemlere ve sonuçlarõna bakarak
“Canım savaşın da hukuku mu olur-
muş?” diyenler, ilk bakõşta haklõ görüne-
bilir.
Ama konuya hukuk açõsõndan bakõlõnca,
farklõ bir değerlendirme yapõlõr: Hukuk, in-
sanlarõn bireysel ve toplumsal yaşamlarõnõ
düzenlemeyi amaçlayan kurallardan oluşan
bir bütündür. İstesek de istemesek de, in-
sanlõk tarihinin bir parçasõ olarak yüzyõl-
lardõr varlõğõnõ sürdüren bir olgu olan savaşa
hukukun ilgisiz kalmasõ beklenemez.
Hukukun bu konudaki düzenlemeleri iki
temel amacõ gerçekleştirmeye yönelik ol-
muştur: Birincisi, savaşõ önleyecek kural-
lar konulmasõ; ikincisi ise, savaş sõrasõnda
uyulmasõ gereken bazõ kurallarõn oluştu-
rulmasõ.
TBMM’nin 1921’de dünyaya
verdiği ders: ‘Savaş’ değil
‘vatan müdafaası!’
Burada, bir olguyu övünç duyarak anõm-
samamõz gerekir: Birinci Türkiye Millet
Meclisi’nce, 1921 yõlõnda yapõlan anaya-
sada TBMM’nin yetkileri sõralanõrken
“savaş” değil, “vatan müdafaası ilanı”
deyimi kullanõlmõştõr. 1920 yõllarõnõn yok-
sul Ankara’sõnda toplanan, rahmetli Ho-
camõz Tarık Z. Tunaya’nõn deyimiyle bu
“Kahraman Meclis” M. Kemal Pa-
şa’nõn başkanlõğõnda dünyaya, böylece, bir
hukuk dersi vermiş oluyordu. TBMM,
savaşõ ancak, Türk ulusunun varlõğõnõ or-
tadan kaldõrmaya kalkõşan ve yurdu işgal
eden yabancõ güçlere karşõ “vatan mü-
dafaası” amacõyla başvurulacak bir yön-
tem olarak kabul etmişti.
Savaşõn, hukuk dõşõ sayõlmasõ konusun-
da bazõ başka girişimler de görülmüştür ama
bu ilke, Birleşmiş Milletler Anayasasõ ile
1948 yõlõnda “evrensel” düzeyde kabul edil-
miştir. BM Anayasasõ, uluslararasõ uyuş-
mazlõklarõn çözümü için kuvvet kullanõl-
masõnõ (giderek bu yolda tehdide başvu-
rulmasõnõ) yasaklamaktadõr; bu yasak ancak
“meşru savunma” halinde ortadan kalkar.
BM’nin kurulmasõndan bu yana bir “üçün-
cü” Dünya Savaşõ çõkmõş değilse de, irili
ufaklõ savaşlar sürüp gidiyor. Savaşõ bütü-
nüyle ortadan kaldõrma amacõna ulaşmak
şimdilik olanaksõz göründüğüne göre, sa-
vaş sõrasõnda uyulmasõ gereken kurallarõn
önemi artmaktadõr.
Savaşta ‘suç’ sayılan eylemler
Savaşta uyulmasõ gereken birtakõm ku-
rallarõn varlõğõ, çok eski tarihlerden beri bi-
linmektedir. Ancak, yapõlagelişe (teamüle)
dayanan bu kurallarõn “insancıl” amaçlõ ol-
duğu pek söylenemez. Örneğin, tutsak
(esir) alõnanlarõn öldürülmemesinde, karşõ
taraftan kurtulmalõk (fidye) istenmesi; esir-
lerin köle (forsa) olarak kullanõlmasõ gibi
amaçlarõn da rolü vardõr.
1899 ve 1907 yõllarõnda Lahey’de topla-
nan konferanslarda, savaşta uyulmasõ ge-
reken kurallar ilk kez geniş kapsamlõ ulus-
lararasõ sözleşmelere konu olmuştur. Bu
alanda kurulan ve “savaş suçu” işledikle-
ri savõyla Nazi Almanyasõ’nõn ve Japon-
ya’nõn üst düzey sorumlularõnõ yargõlayan
ve cezalandõran ilk mahkemeler 1945 yõ-
lõnda Nürnberg’de ve 1946 yõlõ başõnda,
Tokyo’da kurulmuştur.
Ancak, sanõklarõn “suçlu” olduklarõ ko-
nusundaki yaygõn ve haklõ inanca karşõn, ga-
lip devletlerin oluşturduğu bu askeri mah-
kemeleri hukuk açõsõndan savunmak ola-
naklõ değildir.
Başlõca eleştiri konusu, bu mahkemele-
rin, zaman içinde “suç sayılan eylem-
ler”den sonra kurulmuş olmasõdõr. Bu-
nunla birlikte, savaş sõrasõnda bile başvu-
rulmamasõ gereken eylemler olduğu, bun-
larõn “savaş suçu” oluşturduğu açõkça ka-
bul edilmiştir. Bu mahkemeler, daha son-
ra kurulacak eski Yugoslavya ve Ruanda Sa-
vaş Suçlarõ Mahkemelerine temel oluştur-
muşlardõr.
1949 yõlõnda kabul edilen Cenevre Söz-
leşmeleri ile kara ve deniz savaşlarõnda ya-
ralõ ve hastalarla, savaş tutsaklarõ ile ve si-
vil kişilerin korunmasõyla ilgili kurallar ge-
tirilmiştir.
Günümüzde bu alanda en büyük başarõ,
“Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin” (Di-
vanının) kurulmasõdõr. Mahkemenin ku-
rulmasõnõ sağlamak üzere, 1998 yõlõnda im-
zalanan Roma Sözleşmesi, 100’den fazla
devletçe onaylanmõş ve mahkeme fiilen
oluşturulmuştur. Ancak, başlangõçta bu gi-
rişime destek veren ABD’nin daha sonra gö-
rüş değiştirmesi ve sözleşmeyi engelleme-
ye çalõşmasõ güçlükler yaratmõştõr.
Uluslararasõ Adalet Divanõ 1996 yõlõnda
verdiği bir danõşma görüşüyle, nükleer si-
lahlarõn kullanõmõnõn “yasadışı” sayõlma-
sõ gerektiğini bildirmiştir. Ancak, nükleer
bir savaştan sonra sağ kalanlarõn içine dü-
şeceği olağanüstü büyüklükteki çevre fe-
laketleri karşõsõnda, bu silahlarõn kullanõl-
masõndan sorumlu olanlarõ yargõlayacak bir
mahkemenin oluşturulmasõ bir hayaldir. Bu
da, insanlõk açõsõndan traji-komik bir du-
rumdur.
Türkiye’nin durumu
Savaş suçu işledikleri savõyla kişileri
yargõlayacak Uluslararasõ Ceza Mahke-
mesi’nin yetkisi, yargõlanacak kişiler ba-
kõmõndan da, yer bakõmõndan da taraf dev-
letlerle sõnõrlõdõr.
Örneğin, son haftalarda Gazze’de “savaş
suçu” sayõlan eylemlerde bulunduğu ko-
nusunda ciddi savlar öne sürülen İsrail ve
Irak’taki işgal eylemleri nedeniyle ABD as-
keri ve sivil yetkililerinin bu mahkemede
yargõlanmalarõ, bu devletlerin sözleşmeye
taraf olmamalarõ nedeniyle olanaksõzdõr.
Türkiye, Roma Konferansõ’ndaki oyla-
mada, terör suçlarõnõn kapsam dõşõ kalma-
sõ nedeniyle olumlu oy kullanmadõğõ söz-
leşmeyi onaylamadõ. Ama anayasadaki
“Vatandaş, suç sebebiyle yabancı ülke-
ye verilemez” hükmüne, 2004 yõlõnda
“Uluslararası Ceza Divanı’na taraf ol-
manın gerektirdiği yükümlülükler hariç
olmak üzere” ibaresi eklendi. Bu değişik-
lik, ciddi bir incelemenin sonucu gibi de-
ğil de, gereksiz ve özensiz bir tutumun so-
nucu gibi görünüyor.
Özensizlik, anlatõma da yansõmõş: “Ulus-
lararası Ceza Divanı’na taraf olmak” de-
yimi pek anlamlõ değil. İlgili “Sözleşmeye”
taraf olmak denilmeliydi. Kaldõ ki Türkiye,
sözleşmeye 2004 yõlõnda da günümüzde de
taraf olmuş değildir; dolayõsõyla, bir Türk’ün
Uluslararasõ Ceza Mahkemesi’nde yargõ-
lanmak üzere “verilmesi” söz konusu de-
ğildir.
Ancak, ciddi savlar varsa, “savaş suçu”
oluşturan eylemlerle ilgili olarak Türk
mahkemeleri kendi iç hukumuz uyarõnca,
elbette yargõlama yapar.
‘Savaş Hukuku’ ve ‘Savaş Suçlarõ’
Prof. Dr. Rona AYBAY
Türkiye, Roma Konferansõ’ndaki oylamada, terör suçlarõnõn kapsam dõşõ
kalmasõ nedeniyle olumlu oy kullanmadõğõ sözleşmeyi onaylamadõ. Ama
anayasadaki “Vatandaş, suç sebebiyle yabancõ ülkeye verilemez”
hükmüne, 2004 yõlõnda “Uluslararasõ Ceza Divanõ’na taraf olmanõn
gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere” ibaresi eklendi.
Ergenekon ve Kafka
Prof. Dr. Ayhan ULUBELEN
Türkiye Bilimler Akademisi Üyesi
2
001 yõlõnda yaptõğõ
konuşmalarõ ya da be-
yanlarõ hemen hemen
bütün TV’lerimizde veri-
lince ve akabinde devlet
TV’mizin 2. kanalõ bu ki-
şinin 2009 yõlõ hezeyanla-
rõnõ yayõmlayõp Türk hal-
kõnõ aptal yerine koyunca,
aklõma Kafka’nõn “Du-
ruşma”sõ geldi.
Kitaplõğõmõzda aradõm
ve 1960 yõlõnda Andre Gi-
de-J.L. Barrault tarafõn-
dan oyunlaştõrõlmõş bir
nüshasõnõ buldum. Sanõ-
rõm Kafka’nõn Duruş-
ma’sõnõ bilmeyen yoktur
okuryazarlar arasõnda. Bir
sabah Kafka’nõn evine iki
polis gelir ve onu tutukla-
yacaklarõnõ söyler, neden
der Kafka, sebebini söyle-
yemeyiz derler, biz emir
kuluyuz, ama tutuklanma-
nõzõ isteyenler inceden in-
ceye araştõrõr derler, sor-
guya çekilecektir, ama ne
zaman ve kimler tarafõndan
bir türlü bilinemez.
Mübaşir, siz bilmezsi-
niz, burada sorguya çekilen
adam ağzõyla kuş tutsa, hâ-
kim bildiğinden şaşmaz
der. Koridorlarda bekle-
yen yõğõnla tutuklu vardõr,
hepsi de sorgularõnõn bir an
önce olmasõ için kõvranõr
durur, her şeyi bilen bir da-
nõşma memuru vardõr, ay-
rõca kibardõr bu memur.
Tutuklanma nedeni çok
önemlidir ama ne olduğu
hiç anlaşõlamaz.
Sonunda yargõç karşõsõ-
na çõkar Kafka ama o deh-
şetengiz suç hâlâ belli de-
ğildir. Etraftaki herkes
mahkemenin bir çeşit ada-
mõdõr ve sonunda Kafka’yõ
bõçaklayarak öldürür iki
cellat. Tõpkõ o mahzun ba-
kõşlõ koca siyah gözlü adam
gibi. Tuncay Güney’in
TV’deki konuşmasõna za-
man zaman kulak verirken
Kafka’nõn çaresizliği sardõ
beni. Koskoca Türkiye
Cumhuriyeti’yle ve 70
milyon vatandaşla birileri
oyun mu oynuyordu? Kim-
di bu kişi, nasõl olur da Mil-
li İstihbarat’õn başõ gibi,
ve hatta ondan ileri dere-
cede Türkiye’nin insan-
larõ, yazarlarõ, askerleri, es-
ki bürokratlarõ ve daha pek
çok kişisi hakkõnda böyle
konuşabilirdi? Ergene-
kon’un sayõn savcõsõ nasõl
olurdu da bu kişiye davanõn
gidişi ile ilgili 37 soru so-
rup cevap beklerdi? Tüm
Türkiye olarak sihirli bir
âlemin kâbusu içine mi
girdik, aklõ başõnda olmasõ
gerekli bazõ basõn kuru-
luşlarõ, bazõ yazarlar Kaf-
ka’yõ kitapta idama götü-
ren şahitlerin rolüne mi bü-
ründüler, nedir, gerçekten
nedir, kimdir bu Tuncay
Güney ve kimler tüm ül-
keyi itibarsõzlaştõrmak pa-
hasõna bu adamõ kullanõ-
yor?
Kendimizi, halkõmõzõ
böylesine küçültmenin ki-
me nasõl bir yarar sağladõ-
ğõnõ anlamak olanaksõz.
Bu kişinin bilgileri çok
önemli ise acilen Türki-
ye’ye davet edilmeli ve
sorguya alõnmalõ yargõç-
larõmõz tarafõndan. Eğer
getirilmesi olanaksõzsa, o
zaman bu kişinin tüm ifa-
deleri kayõtlardan çõkarõl-
malõ.
Sõrf bu kişinin sözleri
ile gözaltõna alõnanlar var-
sa ve haklarõnda başkaca
delil yoksa derhal özgür-
lükleri iade edilmeli. Er-
genekon’un ne olduğu hal-
kõmõza açõkça anlatõlmalõ,
bu bir çete mi, bir ayak-
lanma örgütü mü, bir hõr-
sõzlõk soruşturmasõ mõ, bir
nüfuz ticareti mi, bir yan-
daş kayõrmacõlõğõ mõ, bir
hükümet karşõtlõğõ mõ?..
Her ne ise artõk tam olarak
bilmek isteriz.
Bir an önce tüm kişile-
rin suçlarõnõn neler olduğu
net olarak ortaya konulup,
bu söylenti ortamõna bir
son verilmesinin ülkemize
büyük yararõ olacaktõr.