23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Başarısızlığın Nedenleri FİLİSTİN sorununda AKP diplomasisinin gel- diği nokta, izlenen dış politika açısından üzerin- de derinliğine düşünülmesi gereken derslerle doludur. Başbakan’ın yoğun çabalarındaki başarısızlık- tan sonra, Sarkozy-Mübarek formülünün “ateş- kes”te önce kısmen başarılı olup Filistin’in maz- lumlarına biraz soluk aldırması, sonrasında da cid- diye alınarak sorunun çözümüne ilişkin bazı adımlara öncülük edeceğe benzemesi birçok bakımdan öğreticidir. Her şeyden önce, Başbakan’ın ilk günlerden başlayarak fazla telaşlı bir görünüm verme- si, birtakım kuşkular uyandırmıştır. Başkentten başkente koşuşturması, gerçekten iyi niyetli fakat fazla duygusal bir çaba mıdır? Yok- sa, Olmert görüşmesiyle İsrail’in hava ve kara ha- rekâtından haberli olup da Filistin’e duyurmamış olmanın verdiği suçluluk duygusunu ya da ka- bahatini örtbas etme gayretinin sonucu mudur? İyimser ve hoşgörülü bir bakışla, Başbakan’ın davranışlarında iyi niyetli bir Müslümanca dav- ranışın telaşı sezilse ve bu bakışla fazla eleştiri- den kaçınılsa bile, bu ölçüde duygusallık ve ta- raflardan birinin duyarlılığını hesaba katmayan bir umursamazlık acaba uluslararası arenada ciddi rol- ler oynamaya heveslenen, ama yeterince dene- yimli olması gereken bir devlet adamına ya- kışmış mıdır? Konunun AKP’nin dış politikasına ilişkin yön- leri çok daha önemli. Birincisi, Türkiye’nin dış ilişkilerinde, vaktiyle uzun süre görüldüğü gibi, “devlet politikası” de- nebilecek, dolayısıyla bütün organlarca uyum için- de yürütülecek bir nitelik var mı? Yoksa bu ilişki- ler, deneyimsiz bir ekipçe deneyimli diplomasiyi bile dışlayan bir anlayışla mı yürütülmektedir? İkincisi, Erdoğan’ın başarısızlığına karşı Sar- kozy-Mübarek ikilisinin kısmen de olsa başarı sağlamasının gerisinde Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Akdeniz politikalarına ilişkin bazı sonuçlar mı yatmaktadır? Fransa’nın, yalnız şimdiki devlet başkanı döneminde değil, çok öncesinden beri An- kara’nın tam üyelik hevesine sıcak bakmadığı bi- liniyor. Türkiye’nin de, yalnız bu iktidar döneminde değil, eskiden beri AB’ye yakın bir Akdeniz da- yanışması yönündeki telkinlerden pek hoşlan- madığı da malum. Mısır, bu durumu iyi kullanıp o yönde çaba göstermiş ve böylece Fransa’nın gözünde diplomatik bir ağırlık kazanmış durum- da. Son başarıda bu ağırlığın rolü kendini belli et- miyor mu? Buradan kalkarak, Fransa’yla ilişkileri geliştir- menin, biraz da ABD’nin ve İngiltere’nin etkisiy- le, ikinci plana itilmesini bu sonuçla ilişkilendirmek yanlış olmaz. Bu geriye itiş, Paris’in tam üyelik ve soykırım gibi konulardaki tersliğine dayandırılsa bile, herhalde böyle bir tutumun Türkiye’nin dış politikasını pekâlâ değerlendirilebilecek bazı ola- naklardan yoksun bıraktığı da bir gerçektir. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Ünlü Bir Şiir... Hasan Pulur’un Türkçesi saydamlığın durulu- ğunda özel bir biçemi içerir... Herkesin harcı değildir bu kadar rahat yaza- bilmek... Peki, şimdi durup dururken neden Pulur’dan söz açtım?.. Durup dururken değil... Pulur dünkü köşe yazısına girerken “DİPNOT değil BAŞNOT” başlığı altında, çoğu kişinin bil- diği, ama, herkesin bilmesi gereken bir ünlü şii- ri ya da uyarıyı çerçeve içinde okurlarına sunmuş: “Önce sosyalistleri topladılar sesimi çıkarmadım, Çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar sesimi çıkarmadım, Çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar Sesimi çıkarmadım, Çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler Benim için sesini çıkaracak Kimse kalmamıştı.” Soru: Hasan Pulur böyle bir uyarıya neden gerek görmüştü?.. Bizim toplum böyle bir uyarıya muhtaç duru- ma mı düşmüştü?.. 20’inci yüzyılda demokrasinin beşiği Avrupa, fa- şist rejimlere yataklık yapmıştır... Hasan Pulur’un yayımladığı şiir, faşist rejim ger- çekleştirilirken sesini çıkarmayıp sinen, çeki- nen, korkan ya da uyuyan kişilere yöneliktir... Almanya gibi Goethe, Beethoven, Schiller’in ülkesinde Hitler faşizmi sandıktan çıkmıştır... Sandık çoğunluğu kimi zaman doğruları vur- gulamaz... Kimi zaman da toplumun gelişmişlik düzeyi san- dıktan İslamcı faşizmi çıkaracak kadar geridir... En yakın iki çarpıcı örnek: Pakistan.. Irak.. Yakın zamanda bu iki İslamcı ülkede sandık- tan demokrasi değil, şeriat çıktı... Unutmayalım ki, daha geçenlerde, burnumu- zun dibindeki Kuzey Irak’ta parlamentarizm çok karılı evliliğe yeşil ışık yaktı... Bugün Türkiye’de sandıktan çıkan iktidarın yar- gıda kimi savcıyla ve polisle ilişkileri çok ilginç... Eskiden bu ülkede polisler komünistleri kova- larlardı... Şimdi yine polisler laiklerin peşindeler... İslamcı faşizmi mayalandırarak bir süreç için- de dinci polis devletinin tohumları mı atılıyor?.. Son bir buçuk yıldan beri “1’inci dalga, 2’nci dal- ga, 3’üncü dalga, 5’inci dalga, 10’uncu dalga” di- ye süregelen gözaltılara ilgisiz kalarak gözlerini kapatmaya devam edenler, tutukevlerindeki yar- gısız infazlara sırtlarını dönenler, delilsiz iddia- nameleri benimseyenler, hukuksuz davaları destekleyenler, dileriz ki yarın öbür gün Pulur’un yayımladığı şiirin son üçlüsünü söylemezler: “Sonra beni almaya geldiler Benim için sesini çıkaracak Kimse kalmamıştı...” B aşlõktaki soru, bugüne kadar olup bitenlere seyircilik ederek, “Dur bakalım ne olacak?” tepkisizliğine odaklanmõş ya da bir şekilde tepkisini boşaltõp, üzerine düşeni yaptõğõnõ düşünerek köşesi- ne çekilmişleredir. Hiçbir dava bir köşeye çe- kilerek kazanõlmaz. Edmund Burke’ün deyişi ile; Kötülüğün zaferi için gereken tek şey, iyi kişilerin hiçbir şey yapma- masıdır. Ergenekon süreci hakkõnda yaptõğõmõz, AKP iktidarõnõn gerçek niyetini gören ve bu- nu aktarma cesareti gösterenlerin yaptõkla- rõ tespitler haklõ çõkmõştõr. Hukukun devre dõşõ bõrakõldõğõ siyasal bir hesaplaşma, hu- kuk üzerinden dolanõlarak tüm hõzõ ile sür- dürülmektedir. Operasyonlar taksit taksit yü- rütülmektedir. Özellikle hükümet ve yan- daşlarõnõn kamuoyu tarafõndan sorgulan- masõ gereken yolsuzluklarõn gündeme gel- diği süreçlerde tutuklamalarõn gündeme gelmesi dikkat çekicidir. AKP’yi Türkiye’deki demokrasi anlayõşõ getirdi. Rejim karşõtõ ve marjinal olan görüş hiçbir demokraside iktidar şansõ bulamazken Türkiye demokrasisi kendisini karşõtõ ile sõ- namaya kalkõştõ. Bize göre yanlõştõ. Kendi- sini koruyacak duvarlarõn en önemli ayağõ olan güçlü kamuoyundan yoksun bir rejimin, karşõtlõğõ tartõşõlmaz bir görüşü tek başõna ik- tidara taşõmasõnõn demokrasi yolunu açma- yacağõ başõndan belli idi. Kendisini AB’ye tutunarak pazarlayan AKP, tasfiye sürecini AB ile ilişkilerle kamufle ederek ve AKP’yi demokrasi ile özdeşleştiren söylemlerle des- tek veren AB çevresinde yetişmiş aydõn (!) kesimin desteği ile ilerleyebildi. İlerleye- bileceği son noktaya gelmiş bir AKP var kar- şõmõzda. Yolsuzluk batağõna girmiş ve AB ile ilişkilerin başlangõç noktasõndan geriye düştüğü, dõş politikadaki iflasõn en somut ör- neğinin KKTC konusunda yaşandõğõ yõp- ranmõş bir iktidar!.. Yolsuzluk kurumsallaştırıldı AKP, içerideki en büyük zararõ yoksul- laştõrdõğõ, işsizleştirerek tepkisizleştirdiği kitlelere vermiştir. Tarih yazõcõlar, AKP hakkõnda değerlendirmeyi geriye bakarak da- ha net yapabileceklerdir. AKP’nin en belir- gin işlevi toplumu yoksullaştõrmak olmuş- tur. AKP ile birlikte ele alõnacak ikinci başlõk yolsuzluklardõr. Yolsuzluklar ülke dõ- şõna taşan ilişkilerle organize bir biçim almõş, kurumsallaştõrõlmõştõr. Gerçek yüzü iyice ortaya çõkmõş olan bir AKP için normal yollardan iktidara gelme şansõ kalmamõştõr. İktidardan uzaklaşmasõ he- sap vermesi anlamõna gelecektir. Hesap so- ran, muhalefet etme cesareti gösterenlerin, topluma gerçekleri aktaranlarõn susturulmaya çalõşõlmasõ bu yüzdendir. AKP iktidar gücünü kendisini eleştirenlere karşõ kullanmaktadõr. İktidarõn tüm yaptõklarõna “demokrasi” adõna katlanan ya da savunanlarõn, muhale- fet edenlere karşõ girişilen susturma harekâtõ karşõsõnda hâlâ demokrasi ile AKP’yi yan ya- na koymaya çalõşanlarõn işi de giderek zor- laşõyor. Muhalefet ancak demokrasilerde var- dõr. Muhalefetin susturulduğu rejimler dik- ta rejimleridir. Muhalefet edenlerin dalga dal- ga susturulduğu Türkiye’de demokrasi AKP tarafõndan askõya alõnõrken, demokrasiyle öz- deşleşen Avrupa Birliği ülkelerinin seyirci- liğini de atlamamak gerekiyor. Müslüman coğrafyada BOP adõ verilen proje ile oyna- nan oyunda Türkiye hedef ülkelerden biri- si. Çevre ülkelerde önce karşõtlõklar kazõnõ- yor, halk kendi içinde çatõşma başlõklarõna ayrõlõyor, sonra bir şekilde işgal ediliyorlar. Türkiye için kurgulanan senaryoda önce la- ik rejimin tasfiyesi, sonra İslami rejim bahane edilerek “demokrasi getirme” operasyonu düşünülüyor olmalõ. Türkiye’de rejimin AKP marifetiyle tasfiyesine seyirci olan AB- D ülkelerinin hedefinde bu kez başlangõçta işbirliği yaptõklarõ İslamcõ yönetim ve yö- neticiler olacak. AKP ve onun aracõlõğõ ile tasfiye edilen kurumlar ve yõkõma uğratõlmak istenen rejim yalnõzca bir iç siyaset sorunu değildir. Daha önemli olarak dõş politika, hat- ta uluslararasõ politika sorunudur. Oyun basit ve görünür iken, çok taraflõ oyunun içe- riden destekçilerinin hâlâ oyunun parçasõ ol- masõ bizler için anlaşõlõr olmasa da çõkar mo- tifi ile açõklanabilir. Ancak vahim olan laik, Cumhuriyetçi ve Atatürk milliyetçisi, de- mokrasi beklentisi yüksek çevrelerin kendi içine dönük mücadelesinin hâlâ sürmesi ve suskunluğudur. Hesaplaşma çok açık İslam dünyasõ çevrelenirken Türkiye’nin model ülke olarak seçilmesi tesadüf değil- dir. AKP’ye iktidar olma şansõnõ yaratan kon- jonktürün değişmesini beklemek yerine, demokrasiden daha fazla uzaklaşmadan herkesin üzerine düşen görevi yerine getir- mesi zamanõdõr. Yaklaşan seçimler yerel se- çim olmaktan çõkmõş, Türkiye’nin kaderine yön verecek bir işlev kazanmõştõr. Rejime sa- hip çõkmak isteyenlerin kişilerde ayrõşma lük- sünün kalmadõğõnõ görmeleri ve görmeyen- lere göstermeleri gerekmektedir. Kişilerin kim olduğundan çok zihniyettir önemli olan. Kişilere, isimlere takõlõnmamasõ, laik çevrelerin güç birliği ile dinci kuşatmanõn kõ- rõlmasõ, rejim karşõtlarõnõn ilerleyişinin san- dõkla püskürtülmesi gerekiyor. Belki bu, re- jim karşõtlarõnõ durdurabilmek için son şans. Bakõnõz ne kadar fütursuzca ilerliyorlar. Hesaplaşma çok belirgin. Neler olduğu, bundan sonra olacaklarõn da göstergesi. Hâlâ Susacak mõsõnõz? Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi Yaklaşan seçimler yerel seçim olmaktan çõkmõş, Türkiye’nin kaderine yön ve- recek bir işlev kazanmõştõr. Rejime sahip çõkmak isteyenlerin kişilerde ayrõşma lüksünün kalmadõğõnõ görmeleri ve görmeyenlere göstermeleri gerekmekte- dir. Kişilerin kim olduğundan çok zihniyettir önemli olan.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle