05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Ciddiyetsizliğin Ciddiyeti... Deniz Baykal “Ergenekon işi iflas etmiştir” de- dikten sonra ekliyor: “- Ergenekon davasının hiçbir ciddiyeti kalma- mıştır.. Bu davadan ne bir arınma ne bir demok- rasi çıkar...” Anamuhalefet lideri gerçeğin altını çiziyor; doğruyu dile getiriyor. Ancak bu gerçek saptamadan sonra düşü- nülmesi gereken kimi olgular gündeme girmek- tedir... Türkçemizde bir özdeyiş var: “Et kokarsa tuzlarsın! Tuz kokarsa?..” Bir ülkede hukuk, anayasa, yasa, yargıçlar, sav- cılar, mahkemeler, mübaşirler, mahkeme kalemi erbabı üzerinde titrenilmesi gereken bir bütünlük oluştururlar... Yargıç mahkemede: - Yaz kızım.. dediği zaman bu bütünün ödün vermez ciddiyetiyle bağdaşan bir hava ortalığı sa- rar... Salondaki izleyiciler ciddiyetin ve güvenin ha- vasını “teneffüs” ederler... Peki, bu ciddiyet Ergenekon davasında ciddi- yetsizliğe dönüşmüşse ne olacak?.. Ceza yasalarını bir yana bırakıyorum; madde madde özetlenmiş kuralları ve koşulları anımsa- maya da gerek yok... Ama, sormak gerekir: ? Ergenekon davasının iddianamesinde yasal gerekler yerine getirilmiş midir?.. ? Yoksa bu iddianamede savcı kimi sanıkları suçlamaya çabalarken bizzat suç mu işlemiştir?.. ? Savcıların, iddianame metinlerinde bizzat suç işlemek yetkileri ve özgürlükleri var mıdır?.. ? İddianamede sanığı suçlamak isterken suç işleyen savcıyı yasaların koşullarına davet ede- cek bir denetim mekanizması adliyemizde yok mudur?.. Ergenekon davası iddianamesinde apaçık ya- saları çiğneyen sayısız örnek var; bunları ortaya döküp sergileyen hukukçularımız ne düşünü- yorlar?.. Ergenekon iddianamesinde apaçık suçlar iş- lenirken bu iddianame yetkili mahkemece neden ve nasıl kabul edildi? 2455 sayfalık bir iddianame devletin adalet or- ganlarında kaç yıl sürecek bir davaya yol aça- caktır?.. 5 yıl mı?.. 10 yıl mı?.. 15 yıl mı?.. 20 yıl mı?.. Türkiye’de yaşayan herkes 2455 sayfalık id- dianamenin bugünkü koşullarda, dipsiz kile boş ambar olduğunu bilecek kadar ülkenin, devletin, adliyenin koşullarından haberlidir... Adil bir zaman süresinde sonuçlanamayacak yapıda, hacimde, dağınıklıkta, karmaşada bir id- dianame yazmanın adaletle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını Ergenekon savcısı bilmiyor mu?.. İddianamede hem suç var... Hem olanaksızlık... Yoksa Türkiye’deki hukukun saygınlığına di- namit koymak mıdır amaç?... T ürk Boğazlarõnõn hukuksal statüsü, 20 Temmuz 1936’da İsviçre’nin Montrö (Montreaux) kentinde imzalanan söz- leşme ile belirlenmiştir. O günden bu yana, demek ki 72 yõldõr yürürlükte olan Montrö Sözleşmesi, Lozan Barõş Antlaşma- sõ ile kurulmuş olan Uluslararasõ “Boğazlar Ko- misyonu” yönetimine son vermiştir. Böylece Boğazlar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin tam egemenlik yetkisi, uluslararasõ düzeyde kesin olarak kabul edilmiştir. Yeni TBMM yönetiminin 1923’te kabul etmek zorunda kaldõğõ sakõncalõ düzenlemeler, Türk hü- kümetlerinin ustaca diplomatik taktiklerinin so- nucunda 1936’da yerini, çok daha elverişli bir dü- zenleme getiren Montrö Sözleşmesi’ne bõrak- mõştõr. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladõğõ bu diplomatik başarõ Atatürk’ün önderliğindeki Tür- kiye’nin uluslararasõ alandaki saygõnlõğõnõn bir gös- tergesi sayõlmalõdõr. Montrö Sözleşmesi’nin hazõrlõk çalõşmalarõ sõ- rasõnda, devletler kendi çõkarlarõ doğrultusunda çe- şitli öneriler ileri sürmüşlerdir. Örneğin İngiltere, Boğazlardan geçişin uluslararasõ denetim altõnda kalmaya devam etmesini istiyordu. Türkiye ise bu- nu kabul etmiyor ve Boğazlar Komisyonu adõ ve- rilen uluslararasõ denetim kurulunun kaldõrõlmasõnõ istiyordu. Türkiye’nin bir başka isteği de, Boğaz- lar bölgesinin askerden arõndõrõlmõş olma durumuna son verilerek, bölgenin Türk askerlerine bütünüyle açõlmasõydõ. Sovyetler Birliği de, Türkiye’nin Boğazlarda uluslararasõ denetimin kaldõrõlmasõ tezini destek- lemiş ama Boğazlarõn bütün savaş gemilerine ka- patõlmasõ görüşünü ileri sürerek Karadeniz’de kendi güvenliğinin sağlanmasõna çalõşmõştõr. Bu tür uluslararasõ konferanslarda çoğu zaman olduğu gibi, çatõşan çeşitli istemler arasõnda den- geli bir uzlaşma sonucunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi kabul edilmiştir. Türkiye’nin yanõnda, sözleşmeye taraf devletler Bulgaristan, Fransa, İn- giltere (Büyük Britanya), Japonya (daha sonra söz- leşmeden çekilmiştir), Romanya, Sovyetler Birli- ği, Yugoslavya ve Yunanistan’dõr. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne oranla, Türki- ye’nin kazanõmlarõ şöyle özetlenebilir: ? Türk Boğazlarõ üzerinde, Türkiye Cumhuri- yeti’nin egemenliği kesin olarak kabul edilmiştir. Ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanõnmasõ ko- nusunda Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülük, Bo- ğazlar üzerinde egemenlik yetkisini ortadan kal- dõrmaz. Türkiye’nin uluslararasõ yükümlüğü , Sözleşme kapsamõna giren gemilere sui generis bir geçiş özgürlüğünü tanõmaktan ibarettir. Nitekim Türkiye, Boğazlardan geçişi düzenle- me ve dolayõsõyla geçiş güvenliği için bazõ kural- lar, sõnõrlamalar ve yasaklar koyup uygulama yetkisini fiilen yõllardõr kullanmaktadõr. Ayrõca, ce- za hukuku ve özel hukuk alanõnda yargõ yetkisi, gü- venlik (zabõta) yetkisi gibi konular bakõmõndan da Türkiye’nin egemenliği tartõşõlmaz niteliktedir; bu konuda verilmiş yargõ kararlarõ da vardõr. ? Uluslararasõ denetim organõ olarak Lozan Kon- feransõ’nda kurulmuş olan Boğazlar Komisyo- nu’nun kaldõrõlmasõ da, Boğazlar üzerindeki Tür- kiye Cumhuriyeti egemenliğinin bir göstergesidir. ? Boğazlar bölgesine Türk askerinin girmesini önleyen düzenlemeye son verilmiş olmasõ da; bu bölgenin Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin herhan- gi bir parçasõndan farklõ olmadõğõnõ doğrulamak- tadõr. Montrö Sözleşmesi’nin hükümlerinin incelen- Montrö Sözleşmesi ve Türk Boğazlarõ Prof. Dr. Rona AYBAY İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi ÖNCE birkaç dakika arayla teker teker beş-altı fıskiye saydık ama, sonra bir araya gelip on-on beş metre yakınımızda hep be- raber su yüzüne çıktıklarında üç balinaydı- lar. Okyanuslarda rastlananlar kadar büyük değil, “kaşalot” denen cinsten, dokuz-on metre irilikte sevimli yaratıklar. Her dalışla- rında yaklaşık kırk beş derece açıyla hava- ya kalkan kuyruklarını sallayıp bizi selamla- maktalar. Fethiye Körfezi’nin hayli güneyinde, kara- sularımızın dışındaydık. Seyir haritaları 3 bin metrenin üzerinde derinlikler gösteriyordu. Girit civarındakiler dışında Akdeniz’in en de- rin yerlerinden biriymiş buralar. Kaşalotlar, başka deniz hayvanlarıyla iyi beslenmek için böyle yerleri seçermiş. Gemilerle yarışan yunusları seyretmek Karadeniz açıklarının bilinen eğlencelerin- dendir ama, sıradan balıkların bile seyreldi- ği Akdeniz’de balina görmek gerçekten şa- şırtıcı, olağanüstü bir olaydı. “Yunus S.” ad- lı araştırma gemisindekiler için bile beklen- medik bir rastlantı. Balinalar ürkmesin diye “makine stop” emri verildi; denizdibi dinle- me ve kayıt cihazları mayna edildi. Balina- ların konuşmaları kayda geçirilecek. Boğuk uğultuyu andıran, perde perde yükselip al- çalan sesler; henüz çözülmemiş bir dil. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Bayram Öztürk’ün araştırma eki- biyle düzenlediği bu son sefer, aslında, ba- linalara değil, Kızıldeniz ve Süveyş yoluyla Akdeniz’e giren Hint Okyanusu balıklarına yönelik. Küresel ısınma Akdeniz’in sularını da birkaç derece ısıtınca, o balıklar kuzeye çıkıp bizim sulara gelmekteymiş. İskende- run Körfezi’nde avlanan balıklardan yüzde 32’si bu türdenmiş. İşin kötüsü, zehirli olan- ları da varmış aralarında. Profesör Öztürk, “Bütün Doğu Akdeniz’de bu konunun peşindeyiz” diyor. Geçen yıl, Suriye hükümeti kendi karasularında araş- tırma yapılmasına izin vermiş. Lazkiye lima- nına uğradıklarında büyük ilgi görmüşlerdi. Bu yıl Port Said’e ve daha öteye uzanması planlanan sefer, rota üzerindeki sert hava 32 metrelik küçük araştırma gemisinin yola devamını güçleştirdiği için yarıda kaldı. Bu durumun da gösterdiği gibi, Türkiye kendi çevresindeki denizleri bilmek, araştır- mak, öğrenmek ve ürünlerinden daha iyi ya- rarlanabilmek için daha büyük ve daha da iyi donatılmış araştırma gemilerine sahip ol- mak zorunda. Ama, iddianın bundan ibaret kalması da yanlış olur. Romalılar, bütün kıyılarına egemen oldukları için Akdeniz’e “Bizim De- niz” demişlerdi. Osmanlı, bunu başarama- dı. Cumhuriyet Türkiye’si, hiç değilse Doğu Akdeniz’i herkesten daha iyi araştırıp öğre- nerek kendi yakınındaki sulara “Bizim De- nizler” diyemez mi? Hele Kuzey Kıbrıs’la Anadolu arasındaki denizin hâlâ “münhasır ekonomik saha” ilan edilmemiş olması, bu ülkenin büyük ayıplarından biri değil midir? AÇI MÜMTAZ SOYSAL ‘Bizim Denizler’de Balinalar mesinde, çeşitli kavramlarõn dikkate alõnmasõ gerekir. Örneğin, ticaret gemisi, sa- vaş gemisi ayrõmõ; savaş zamanõ-barõş zamanõ ayrõmõ, gündüz vakti-gece vakti ay- rõmõ; suüstü gemi-denizaltõ gemisi gibi. Ayrõca, gemi- lerin yanõ sõra, uçaklarla il- gili düzenlemeler de vardõr. Gürcistan’daki savaş du- rumu nedeniyle, savaş ge- milerinin Boğazlarõmõzdan geçişi konusunun güncel bir önem kazandõğõ anlaşõ- lõyor. Haberlere göre “ABD Başkanı George W. Bush, deniz kuvvetlerini de dev- reye sokarak Gürcistan’a yardım yollama taahhü- dünde bulunmuştur” (Cumhuriyet,15 Ağustos 2008, Bahadır S. Selek’in haberi, s.11). Başkan Bush’un bu taahhüdünü ye- rine getirme olanağõnõn var olup olmadõğõ ve bu taah- hüdünü gerçekleştirmek üzere harekete geçmesinin, Montrö Sözleşmesi hü- kümleri karşõsõnda değer- lendirilmesi gerekir. Montrö Sözleşmesi’nin, savaş gemilerine ilişkin dü- zenlemelerinde, Türkiye’nin “savaşan” devlet olup ol- mamasõna göre değişen hü- kümler vardõr. Ancak, gü- nümüzde söz konusu olan durum bu değildir. Şimdiki durumda öne çõkan hü- kümler, “Karadeniz’e kı- yısı olmayan” devletlerin savaş gemilerinin Boğazla- rõmõzdan geçişiyle ilgili olanlardõr ve ABD bu kate- goriye girmektedir. Karadeniz’e kõyõsõ olma- yan devletlerin savaş gemi- lerinin Boğazlardan geçişi- ne ilişkin çeşitli sõnõrlama- lar vardõr. Örneğin, bu ge- milerin Boğazlardan geçe- bilmesi için, gemi geçir- mek isteyen devletçe Tür- kiye Cumhuriyeti Hükü- meti’ne, bir ön-bildirim ya- põlmasõ gerekmektedir. Dip- lomasi yoluyla iletilecek olan bu ön-bildirimin, sekiz gün öncesinden yapõlmasõ gerekmektedir. Bu sürenin, on beş güne çõkarõlmasõ da “istenmeye değer” sayõl- mõştõr (madde 13). Ön-bil- dirimde, gemilerin adõ, tipi, sayõsõ, gidecekleri gidiş ve gerekirse dönüş tarihlerine ilişkin bilgi verilmesi gere- kir. Geçişin duraklamadan yapõlmasõ ve beş gün içinde tamamlanmasõ gerekmek- tedir. Boğazlara giren ya- bancõ savaş gemilerinin ko- mutanõ, komutasõ altõndaki gemiler konusunda Türk işaret istasyonuna tam bir bilgi vermek zorundadõr. Bu gemilerin Karadeniz’de toplam kalõş süresi en çok 21 gün olacaktõr (madde 18). Karadeniz’e kõyõdaş ol- mayan devletlerin, Boğaz- lardan uçak gemisi, “hattı- harp” gemisi (büyük boy savaş gemisi) ve denizaltõ geçirmeleri yasaktõr. Kara- deniz’e kõyõsõ olmayan dev- letlerin Karadeniz’de bu- lundurabilecekleri gemilerin toplam tonilatosu ile ilgili olarak da ayrõntõlõ sõnõrla- malar vardõr (madde 18). Arkası 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle