02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 TEMMUZ 2008 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Çöziim Aldatmacası KUZEY Kıbns Türk Devleti'nin başında bulunan kişi kimi aldattığını sanıyor? "Kıbns Cumhuriyeti" denen statü gaspçısı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin başkanı Hristofias Avus- turya'da bir gazeteye "Talat'la birlikte işgale ve ana- vatana bağımlılıktan kurtulma yönünde mücadele ve- riyoruz" demiş. Bunun üzerine, KKTC'nin başında- ki de "Rum lideri yalan söylüyor" diyerek "CTP ge- nel başkanlığım döneminde olduğu gibi şimdi de Hris- tofias'la görûş ayrılığımız var" diye eklemiş. Hristo- fias onu zor durumda bırakmak ya da Türkiye'yle ara- sını açmak için bu tür "çirkin saldırılar"öa bulunu- yormuş. Oysa, Rum lideri, o sözleriyle, kırk yılda bir de ol- sa gerçeğin ta kendisini dile getirmiş oldu. Talat'ın şimdiye kadar yaptığı onunla el ele verip "işgalden ve anavatana bağlılıktan kurtulmak" için çırpınmak değildir de nedir? Rum liderine "yalancı" demekle ko- nu kapanmış oluyor mu? Datia doğrusu, kim kimi aldatıyor? Talat, kendisi- ni mi? Halkını mı? Türkiye'nin halkını mı? Dünyayı mı? kendisinin şimdiye kadarki tutumu başka türlü an- laşılabilir mi? Annan Planı'na "evet" demenin ve kendi halkına da "evet" dedirtmenin anlamı nedir? Devletinin ta- nınmaya gereksinim duymadığını söylemenin, tanınma yönünde hiçbir çaba göstermeyişin, başkaları hat- ta dost yabancı devletler buna kalkıştığı zaman ön- lemeye çalışmanın başka anlamı olabilir mi? Bir an önce Rum tarafıyla masaya oturup ne pa- hasına olursa olsun birleşerek AB'ye girebilmek için çırpınmak başka türlü yorumlanamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin meclisi oybirliğiyle "iki devletli" çö- züm istediğini açıkça ilan ettiği, Ankara'nın dış po- litikası hep bunu sağlamaya yöneldiği halde, geçen gün Hristofias'la "tek egemenlik ve tek vatandaşlık" üzerinde anlaşmış olmakla övünmek ne demektir? "İki devletli çözümün", konfederasyonu bir yana bı- rakın, federasyon biçiminde de olsa, iki egemenliğin üstüne kurulması gerekmez mi? Daha doğrusu, dışa karşı tek egemenlikten ve tek vatandaşlıktan söz edil- se bile sağlıklı yoldan federasyon kurmanın yolu, iki ya da daha çok egemen devletin bir araya gelip ege- menliklerinden bir bölümünü "federal" devlete bı- rakmaları değil midir? Sonuçtaki egemenliği başta- ki egemenlikler belirler. kimdiye kadar başında bulunduğu devletin ege- Imenliğinden söz etmeyi neredeyse suç sayan ve bundan özenle, ısrarla kaçınan bir kişinin elbet böy- le davranıyor olması hiç şaşırtıcı sayılmaz. Asıl şaşırtıcı olan, müzakere masasına oturmaya hazır- lanan bir kişinin devletinin egemenliğinden emin ol- madan nasıl olup da böyle bir müzakereden kârlı çık- mayı umuyor olabilmesidir. "Egemenim" diyemeden masaya oturanın yenik düşmekten başka seçeneği olamaz. Amaç KKTC'nin teslimiyse, buna göz mü yumulacak? mumtazsoysal @ gmail .com Sosyalist Enternasyonal ve CHP... Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI TÜMÖD GenelBaşkanı I çindc yaşadığımız dönem, Batı'nın ka- ranlık yüzünün, aydınlık yüzünü nere- deyse tümüyle silip stipürecek ölçüde ağırlık kazaııdığı bir zaman dilimini ifa- de etmektedir. Bush'un yıldızlann öte- süıdeıı talimat aldığmı ileri sürmesini, Blair'in Haçlı Sefcri edebiyatına başvurduğunu da gör- dükten sonra, yeni bir ortaçağın eşiğine gel- diğimizi söylememiz dahi yanlış görünmüyor. Batı'nın aydınlık yüzünün Batı dışında uyum ve dayanışma içinde olabileceği başlı- ca unsur, Kemalizm olabilirdi. Batı'nın ay- dınlık yüzünün yüze vurduğu dönüm nokta- larından birisini oluştııran 1789 Fransız Dev- rimi'nin ortaya çıkardıgı "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ve "zulme karşı direnmc lıakkı gibi değerler, Atatürkçülüğün geçmişten gü- nümüze taşıdığı ve özünde banndırdığı de- ğerlerdir. Batı'nın karanhk yüzünün günümüzdcki temsilcilerini çileden çıkartan da budıır. On- lar, Atatürk fotoğraflanndan şikâyet ederken, Atatürkçülüğü terk etmcden AB'ye gire- mezsiniz dcrken, Batı'nın karanhk yüzünün ayduılık yüzüne karşı saldınsmı bir başka coğ- raryaya da taşımış oluyorlar. CHFdeki ÂtatürkçüTliriliş Bu durumun gözlemi, son günlerde Sos- yalist Enternasyonal ile CHP arasındaki iliş- kilerin önemli bir yöniinü açığa çıkarrnak ba- kımından da ihmal edilmemesi gcreken bazı ipuçlarunı sağlamaktadır. CHP'yi derinden de- rine sarmalamış bulunan Âtatürkçü kuşatmaya son vcrilmesi mümkün olamayacaktır. De- rinlerdeki asıl CHP, kimilerinin dudaklannı uçurtan 14 Nisan'da on milyonların haykın- şıyla başlayan muhteşem silkiniştc bir kere da- ha kanıtlamıştır. Bu nedenledir ki 2. Entenıayonal çevrele- rinde kimilerinin, bir yandan, CHP'deki ola- sı bir Âtatürkçü diriliş tehlikesi(!) yüzünden uykulan kaçmakta ve CHP'yi dikensiz gül bahçesi olmaktan çıkaracak gclişmelere kar- şı arada bir sopa göstermeyi ihmal etme- mektedirlcr. Onların bu kaygılarını, güveni- lir adamlarından birisi olan Ufuk Uras, "Orada konuştuğum Avrupalı sosvalist- lerdc 'Hiç değilse böyle kontrol ediyoruz; en- tcmasyonalden çıkarırsak nereye vanr kesti- remeyiz' kaygısını hisscltiııı diyerek açık- lamıştır. Batılı sosyalistlerin ideolojik köklerinden kopmalarının vc emperyalizmin dümen su- yuna girmelerinin tarihi, eskilcre dayanır. Bernstein'ın (1850-1932) 1890'larda ge- liştiıdiği revizyonist akım, Almaıı Sosyal Demokrat Partisi'nin "sosyalist olmadan sosyalleşmek" olarak ifade edilen doğrultu- daki evriminde önemli bir etken oluşturdu. Bu yöndeki eğilinıler, "kendiliğindencilik" ola- rak tanımlanan vc türlerin evriminde göriil- düğu üzere, toplumlann gelişim sürecinde de sosyalizmin kendiliğinden gerçckleşnıesini mümkün kılacak bir yasamıı var olduğuna da- ir beklentilerle birleşti. Ancak, beklenıeye ta- hammülü olmayan başka birisinin bulundu- ğu unutuluyordu. Bu koşullarda, Hitler'üı sahneye çıkması ge- cikmedi. Hitler, yakaladığı her fırsattan so- nuna kadar yararlanarak kendi karşıdevrimi- ni gcrçekleştirdi. Batı sosyalizmindeki dönüşüın, Alnıanya ile sınırlı kalmadı. Fabiancılann lngiliz lşçi Par- tisi'nin beyııiııde taht kurmalanyla gerçekleşti. Sosyalistçe görünen tahlillerm emperyalist emellere dayanak oluşturması Bernard Shaw'da (1856-1950) görmckteyiz. Dünya federasyonu Bemard Shaw, bugünün küresclleşme ol- gusunu şaşılacak ölçüde arumsatan görüşler ortaya koymuştur. Shavv'a göre, "bir ulusun kendi topraklarında, dünyanın geri kalan kısmının çıkarlarını nazara almaksızın di- lediğini yapma hakkına sahip olması fık- ri, artık geçerliliğini yitirmiştir". Cünkü Shaw, dünyanın, insanlığın ortak malı ola- rak görülmesi ve dünya kaynaklannın etkin bir biçimde kullanımımn, tüm diğer "dar ulu- sal çıkarlara" göre öncclik taşıması görü- şündeydi. Dolayısıyla, ideal çözüm bir Dünya Fede- rasyonu'nun kurulması olabilirdi. Shavv, "mcvcutlar içindeki cn sorumlu Emperyal Federasyonun (Imperial Federation) onun yerini alması"nı savunmaktaydı. Günümüzde "en sorumlu emperyal fe- derasyon" olarak, "ulııslaıarası koalisyon" gibi kıhflar arkasında hüküm süren bir küre- sel gücün varhk kazandığını ve dünyanın dört bir tarafinda "dilediğini yapma lıakkıııt ken- disinde bulduğunu görmekteyiz. Batılı sosyalist partilerin emperyalist emel- lerle örtüşen tutunılarının çok önemli bir ör- ncğine biz, Kurtuluş Savaşımız boyunca ya- kından tanık olduk. Batılı sosyalistler, genel olarak, Türki- ye'nin yok edihnesi yönündeki saldınlar kar- şısında tam bir duyarsızlık göstermekle kal- mamışlar, aynı zamanda onaylamışlardır. Bu durumun başhca iki istisnası vardır. Bi- rincisi, 2. Enternasyonal ortamlannda Tür- kiye'nin parçalanması planlarına şiddctlc karşı çıkmış olan Jean Jaures'dir. Diğeri de bilindiği üzcre Lenin'dir. İkinci Dünya Savaşı Sonrası tkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde em- peryalizm bayrağını lngiltere'den devralmış olan ABD, Avrupa'daki sosyalist partileri ve sendikalan ehlileştirmek, zayıflatmak, par- çalamak ve gerektiğinde iktidarlaıına son ver- mek bakımından önemli başanlar elde etti. Sosyalist Enternasyonal, bu dönemde, 1951 yılında Frankrurt'ta ilk kongresini yapmak su- retiyle kurulmuştur. Sosyalist Enternasyonal'in faaliyete geç- mesinden sonraki dönemde de Avrupa'nın başhca sosyalist partileri, empcryalizmle iş- birliği içindeki politikalannı daha da belir- ginleştirerek sürdümıüşlerdir. Fransız sosyalist partisi SFlO'nun Sü- veyş'e silahlı saldında rol alması ve nihayet günümüzde lngiliz lşçi Partisi'nin Irak'ın iş- galinin başhca aktörlerinden birisi olması, bu konuda akla gelebilecek örneklerden yalnız- ca bazılarıdır. Kendi kendisine "uluslarara- sı koalisyon" ismini takmış olan kürcsel emperyalizmin marifetlerine şu veya bu ölçüde bulaşmamış bir sosyal demokrat parti kal- mamış gibidir. Küresel emperyalizmin stepnesi Bu dönemde Sovyetlcr'in taıih sahnesinden silinmesi, Batı'da sosyalistleri de büsbütün pcı-vasızlaştırmıştır. Bu süıeç içinde Sosyalist Entenıasyonal açısından büyük önem taşıyan iki önemli sayfanın daha kapanmış olduğunu da belirtmeden geçmemeliyiz: Kuşku yok ki örgürün önde gelen önderlerindcn Olof Pal- me'nin, 1986'da, tam da lsveç silah tacirle- ri alcyhine çıkışlar yapmaya başladığı bir sı- rada öldüıülmesi ve onunla birlikte adil bir "Uluslararası Yeni Ekonomik Düzen" için mücadele veren Willy Brandt'm 1974'te baş- bakanlıktan aynlmak zorunda bırakılması, Sosyalist Enternasyonal'in küresel emperya- lizmin stepnesi olma rolünü sürdürmcsini ko- laylaştırıcı sonuçlar doğurmuştur. Sosyalist Enternasyonal'in içinc düştüğü bu koşullarda CHP'yi ihraç etmesinin ne kadar önemli olacağını kestinnek zor olmasa gerek. Kestirilmesi zor olan, CHP'nin mazlum mil- letlerin kurtuluşunun öncüsü olma misyonu- na yaraşır bir çizgiye ne zaman ve nasıl otu- rabileceğidir. • PENCERE Ordumuz Düşman Ordusu mu? Bizim çivisi çıkmış medyamızda asker düş- manlığı aldı yürüdü... Inanılır gibi değil... Orduya düşmanlık demokrat, liberal ya da dinci olmanın şartı mı sayılıyor?.. Medyanın kimi yayınlarına göz atınca sa- nırsınız ki Türk ordusu düşman ordusu... • Tarih ayrı coğrafyalarda değişik biçimde ya- şanıyor... Aydınlanma tarihini Avrupa'da sanayileşen burjuva sınıfı yazdı; Türkiye'de ise ne sanayi- leşme vardı, ne de burjuva sınıfı... Osmanlı savaşlarda yenildikçe asker ülke- nin aydınlarıyla birlikte cephelerdeki bozgun- ların nedenlerini aramaya başladı... Türkiye'de, "Aydınlanma, bilim, laiklik" sü- reçleri böylece ortaya çıktı... Bu yüzden askere kızmaya gerek yok... Tarihe kızılmaz... • Bugün askerin iki kırmızı çizgisi var: Laiklik.. Bölünmezlik.. Bölünmezlik yolunda asker savaşıyor, şehit veriyor... Laiklik alanında ise kurum olarak ağırlığını, içeriğini, anayasal niteliğini koruyor... Peki, bu yüzden mi asker husumeti üstüne çekiyor, düşmanlıkların hedefine dönüşü- yor?.. • Dünya çapında düşünüldüğü zaman, Türk ordusunun Türkiye'nin ortadireği olduğunu an- lamak kolaylaşır... Bugün asker, hem Mehmetçik göreneğini sürdürüyor, hem de çağdaş teknoloji gerek- lerini yerine getirmesini biliyor... Geçmişin değerini koruyarak geleceğin yöntemlerini benimsemek günümüzde bir başka orduya nasip değil... • Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak ve parçala- mak isteyen güçlerin varlığı doğaldır; "eşya- nın fab/af"ındandır... Ama, bu güçlerin iç siyasette, özellikle medyada, demokrasi görüntüsü altında, as- kere husumet ve orduya düşmanlığı olağan- üstü boyutlara tırmandırmalan ne anlam taşır?.. Ordu'ya düşmanlık, Türkiye'nin düşmanla- rıyla ittifaktan gayrı bir anlam taşır mı?.. 4-
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle