03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHÜRİYET 13 TEMMUZ 2008 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI [email protected] Brüksel, yoksulluğun başkenti A rtan fiyatlar bir kısmımızı zİLotomobilimizin deposunu doldurma konusunda kaygılandınrken öteki dünyada (yanhş anlamayın, öbür dünya değil bu, dünyada ikinci sınıf yaşam öngörülen diğer dünya, ötekiler yani) yüzbinlerce insan açlık tehlikcsi ile karşı karşıya. Dikkat edin, bunu söyleyen sosyalist ya da komünist biri değil. Geçen günlerde Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, geçen yıl ABD ve Avrupa'da benzin fiyatlanna odaklanıldığını belirterek "Bazıları yakıt depolarını doldurma konusunda kaygıhyken dünya genelinde diğer bazıları da midelerini doldurnıaya çahşıyor" dedi. Bizim bir atasözümüz bunu çok iyi özetliyor: "Koyun can derdinde kasap et derdinde!" Üçüncü dünya ülkeleri açlık sınınna doğru sürüklenirken yoksulluk herkesin derdi olmaya devam ediyor. Flaman Bölgesi'nde halkın yüzde 11.4'ü yoksulluk sınınnda yaşarken bu oraııın Valon Bölgesi'nde yüzde 17 olduğu ortaya çıktı. Federal Ekonomi Dairesi verilerine göre, tüm Belçikalıların ise ortalama yüzde 14.7'si yoksulluk sınınnda. Yoksulluk sınırı tek başına yaşayanlar için 10 bin 316 Avro yıllık gelir, çiftler için ise 21 bin 665 Avro yıllık gelir olarak belirlendi. Şimdi ben açlık sınınnda yaşayan bir Afrikalı olsam "Biraz da biz yoksulluk sınınnda yaşayalım" demez miyim? Brüksel'in dilencilerini ve evsizlerini ilk fark eden ben değilim, son gören de ben olmayacağım. Ekonomi Dairesi verilerine göre, Brüksel'de yaşayan en yoksul yüzde 10 nüfusun tüm gelir içindeki payı yarı yanya azalırken en zengin yüzde 10'un payı yüzde 29'dan yüzde 34 çıktı. Brüksel Bölge Hükümeti Başkanı Charles Picque (Frankofon Sosyalist Parti - PS) Brükscl'dc yoksullarla zenginler arasındaki uçummun gittikçe açıldığını ve bunun Brüksel kenti ve geleceği için gerçek bir tehlike oluşturduğunu söyledi. Picque "Liluslaıarası BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU kurumların merkezi olarak önemi artan Brüksel özellikle Avrupa'nın başkenti olarak uluslararası yöneticilerin ve bürokratların ikamet ettiği bir kent, ancak aynı zamanda Brüksel'de düşük eğitimlilerin oranı gittikçe artıyor. Brüksel'de halkın yüzde 10'u okuma-yazma bilnıiyor" dedi. Uzmanlar göçün Brüksel'de birbirinden ayn iki dünya yaratılmasında önemli bir etken olduğunu, yoksulluğun özellikle merkezi semtlerde yoğunlaştığını belirtiyorlar. Brüksel'de doğan çocuklann üçte biri gözünü yaşam koşullan iyi olmayan yoksul bir ailede açıyor. Ya sokakta gözlerini kapatanlara ne demeli? "Mort de la rue" oluşumu geçen yıl Brüksel'de 32 evsizin yaşamını yitirdiğini açıkladı. Evsizlerin çoğunun hastalandıklannda iyi bakılmamalan nedeniyle öldüğü ortaya çıktı. 32 evsizden 13'ünün sokakta yaşamını yitirdiği ifade edildi. Medya Brüksel'e "Yoksulluğun başkenti" dedi haberlerinde. Sanınm Afrika ülkelerinden çoğunun başkenti "Biraz da biz yoksulluğun başkenti olalını" diye can atıyordur. Dünyanrn en büyük sorunu yoksulluk ve açlık gibi görünüyor. Ancak yeryüzünde açlıktan ölenlerin sayısı, "fazla" tokluktan ölenlerden çok daha az. Aşın ya da dengesiz beslenme çağımızın en önemli sorunu oldu. Diyetisyenler para basıyor, fitness merkezleri tıklım tıklım, zayıflama ilaçlan çok büyük bir sektör oldu. Tıbbi müdahale ve ameliyatlarla mide küçültülüyor, vücuda form veriliyor. Dedim ya herkesin derdi başka: Kimi açlıktan ölüyor, kimi de tokluktan! Mevlana, "Ne insanlar gördüm üzerinde elbise yoktu. Ne elbiseler gördüm içinde insan yoktu" diyerek imdadımıza yetişiyor. Evin, araban, paran pulun senin olsun! Gönlün ne kadar zengin, sen ondan haber ver. Yoksa sen de yoksulluk ve açlık sınırlannın altında yaşamaktan da beter bir durumda, çoğu gibi "insanbk sınırı"nın altında mı yaşıyorsun? Doğu kültürünün en büyük yansıması olan "mal da yalan nıiilk de yalan, var biraz da sen oyalan" sözü üzerinde biraz düşünmeye ne dersiniz? [email protected] 4 Temmuzbizim neyimize ABD'nin 4 Temmuz Bağımsızlık Günü Washington'da havai fışek gösterileri, törenler, askeri geçitler ve türlü etkinliklerle kutlandı. Bu ülkede yaşayan yabancılar ve belki de bazı Amerikalılar için 4 Temmuz uzun bir hafta sonıma açılan bir tatil gününden öteye gidemedi. Benim içinse bu resmi tatil, kentin henüz görmediğim semtlerini keşfetmek için bulunmaz bir fırsat yarattı. Waslıington'u bölen Potomac Nehri'nin sağ kolu Anacostia Nehri'nin güney bölgeleri ömeğin.. Yüksek suç oranı ve ağırlıklı olarak yoksul siyah mahallelerinden oluşan Anacostia semtinde bizi bekleyen sürprizden habersiz kentin boşalmış sokaklannda yol aldık bir süre. Sessiz bir sokağın başında bir tepenin üzerine inşa edilmiş tarihi bir ev selamladı bizi. Çevresindeki demir parmaklıklardan bir müze olduğunu anladığımız eve ulaşan merdivenlerden ağır ağır çıkarken karşımızda Kongre binası ve Washington anıtmın enfes manzarası yükseliyordu. Kapıya vardığımızda bu evin Amerika'da köleliğin kaldırılması için mücadele vernıiş Frederick Douglass'a ait olduğunu gördük. "Anacostia'nın Aslanı" olarak anılan ABD tarihinin çok önemli isimlerinden Douglass, köle olarak başladığı yaşamını editör, yazar, devlet adamı, reformist olarak sürdüren bir kişi. Maryland'de köle olarak doğan ve köleliliği öğrenmesi için annesinden bebekken koparılan Douglass'ın babasınm kendi "efendisi" olduğu sanılıyor. Douglass kendi hayatını kaleme aldığı ilk kitabında, çocukken yaşadığı en büyük mutsuzluklardan birinin yaşını bilmemek olduğunu anlatıyor. Köle çocuklann doğum tarihlerinin kayda geçirilmemesi sonucu tahminlere dayanarak yaşmı çıkanyor Douglass. Yaşını tam olarak VVASHINCTON ELÇİN POYRAZLAR bilen hiçbir köleyle karşılaşmayan Douglass, beyaz çocuklara vcrilen bu ayncalığın nedenini çocukken bile anlamıyor. Douglass'ın farklı "efendilerin" emri altında şiddet, açlık, yoksunluk içinde trajik bir yaşamı oluyor. Ancak Baltimore'da çocukken köle olarak gönderildiği bir evde ona tanınan bir şans sonradan elde edeceği özgürlüğünün anahtan oluyor. Evin hanımı Douglass'a alfabeyi öğretiyor. "Efendi" bunu öğrenince, okumanın köleleri isyana itcceği gerekçesiyle dersleri yasaklıyor. Ancak Douglass ne yapıp edip okumayı söküyor. 1838 yılmda kölelikten kaçarak New York'a giden ve aktif olarak kölelik karşıtı harekete katılan Douglass, daha sonra Avrupa'ya geçiyor. Avrupa'dan döndüğü yıl 1845'te efendisinden özgürlüğünü satın alıyor. Douglass'ın tüm yaşamı boyunca köleliğe karşı sürdürdüğü savaşı onu ABD tarihinin en önemli isimlerinden biri yapıyor. 4 Temmuz 1852'de yaptığı unutulmaz konuşmasmda Douglass, köleliğin sürdüğü bir ülkede bağımsızlıktan söz etmenin ikiyüzlülüğünü şöyle anlatıyor: "Bu 4 Temmuz sizin, benim değil. Siz sevinebilirsiniz ama ben yastayım... 4 Temmuz bir Amcrikan kölesinin neyine? Ona yılın diğer günlerinden çok daha fazla, kurbanı olduğu büyük adaletsizliğin ve acımasızlığın anımsatıldığı bir gün... Nereye giderseniz gidin, Eski Diinva'nın tüm monarşilerini ve despotluklarını araştırın, her kötü muameleyi inceleyin ve sonunda öğrendiklerinizi bu ülkenin günlük olaylarının yanına koyun. Siz de benim gibi Amerika'nın isyan ettiren barbarlık ve utanç verici ikiyüzlülükte rakipsiz bir saltanatı sürdürdüğünü göreceksiniz." Hayata uyum mücadelesinde Kolombiya Devrinıci Silahlı Güçleri (FARC) gerillaları tarafından 6 yıl boyunca rehin tutulduktan sonra geçen hafta kurtulan eski senatör ve başkan adayı Ingrid Betancourt, ikinci vatanı olan Fransa'da normal hayata dönmeye çahşıyor. Çocukları Melanie ve Lorenzo ile annesi Yolanda'nın hiç yalnız bırakmadığı Betancourt, Fransa'nın güneybatısındaki Massabielle Mağarası'na giderek dua etti. Pirene Dağlarf ndaki mağara, Hıristiyanhk inancındaki kutsal yerlerden biri. (Fotoğraf: AFP) 'Ilımlı Ortodoksluk' Yazımda yer alan vinyette görünen Kozak önder Bogdan Hmelnitski'nin heykelinin, Kiev'de Çarlık döneminden bcri ayakta kalan iki anıttan biri olduğunu daha öncc dile getinniştim. Diğer anıt ise, Ruslan Hıristiyan yapan Prens Vladimir'e ait. Rusların ve Ukraynalılann bir türlü paylaşamadıklan, Kiev Rus Prensliği'nin hükümdan olan Vladimir; bazılanna göre inandığı için, bazılanna göre ise merkezi devletin ancak tektannlı bir dinle kurulabileceğini düşündüğünden, 988 yılında, putperestliği yasaklayarak tebaasını Dinyeper'de vaftiz etmiş. Işte bu ncdenle, bu ayın sonlanna doğru, Kiev'de, Doğu Slavlannın vaftiz edilişinin 1020. yıldönümü kutlanacak. Ancak kutlamalar, birtakım gerginlikleri de beraberinde başlartı. Bunlann başında da, Fener Patriği Bartholomeos'un Kiev'e gelmesi konusu yer alıyor. Rus kilisesine yakın çevreler, Fener Patriği'nin bu ziyarette yerinde rahat durmayarak birtakım provokasyonlara girişebileceğini söylüyorlar. Bu çevrelerin Fener Patriği'nin gelişine karşı bu kadar sert tavır , takınmalannın belli nedenleri var. Birincisi, Bartholomeos, 2004'teki Turuncu Devrim'de, Batı yanlısı devlet başkan adayı Viktor Yuşçenko'yu destekleyen açıklamalar yapmış, Fener Patrikhanesi'ne mcnsup bazı rahipler, gelişmelerde daha da aktif rol almışlardı. İkinci olarak, Fener Patriği'nin bütün Ortodoks dünyasının mutlak lideri olma isteği (başka bir deyişle Ortodokslann "Papa"sı olmak istemesi), Ortodoks dünyasında büyük hoşnutsuzluk yaratıyor. Zira Katolik dünyasından farklı olarak, Ortodoks dünyasında, mutlak yetkilere sahip bir dini lider yok; Fener Patriği, diğer parriklerin yanında sadece eşitler arasında birinci olarak kabul ediliyor ve başta Moskova Patriklıanesi olmak üzere, pek çok kilise tarafından, sadece "onursal başkan" olarak görülüyor. Öte yandan, kendisine, "onursal" konumunu bilmesi, gerçek anlamda liderliğe kalkışmaması, çünkü doğrudan kendisine KİEV bağh cemaatin Istanbul vc Gökçeada'da yaşayan 2 bin Rum Ortodoks'tan ibaret olduğu çeşitli vesilelerle hatırlatıhyor. ABD de, Fener aracılığıyla, Ortodoks dünyasını tck bir merkezdcn denetleme çabasında. Fener Patrikhanesi ile ABD'nin flörtü, ikinci Dünya Savaşı 'nın hemen sonrasına uzanıyor. Sovyet lideri Stalin, II. Dünya Savaşı'nda dinin Doğu Avrupa'da taşıdığı önemi fark edince, hapiste ya da sürgünde bulunan Rus rahiplere, hemen Moskova Patrikliği'ni kurmalannı bildirdi ve bu kiliseyi doğrudan Doğu Avrupa'da etkin olmaya sevk etti. Gelişmelerin kendisi açısından taşıdığı tehlikeyi fark eden ABD ise kendi vatandaşı Athenagoras'ı Fener Patrikliği'ne seçtirdi. Athenagoras, Başkan Truman'ın uçağı ile aceleyle Türkiye'ye getirilip Türk vatandaşlığına geçirilerek patrik ilan edildi. Bu tarihten sonra da Türkiye, Fener Patrikhanesi ile ne zaman bir sorun yaşasa, karşısında ABD'yi DENİZ BERKTAY buldu. 1990'lardan itibaren de ABD, Ukrayna da dahil olmak üzere bütün Doğu Avrupa ve eski Sovyet coğrafyasında, "ılımlı tslam" çabalarına paralel olarak Fener Patrikhanesi eliyle "ılımlı Ortodoksluk" kumıaya girişti. (Bu noktada ufak bir hatırlatma: 1996'ya kadar Rum ve Ortodokslara karşı en şovenist söylemleri kullanan Gülen grubu, Mayıs 1996'daki Gülen- Bartholomeos görüşmesinden sonra birden tavnnı değiştirerek Fener Patriği ile sarmaş dolaş oldu ve Fener Patriği'nden "ekümenik" diye bahsetmcyc başladı.) Sonuç olarak, Fener, ABD'den aldığı destekle, Kıbns'tan Ukrayna'ya, Kudüs'ten Estonya'ya kadar geniş bir alanda, sadece dini yapılara değil, dünyevi politikalara da müdahale ediyor. Bundan rahatsızlık duyan yerel çevreler de, Batı ülkelerinde devlet başkanı protokolü ile karşılanan Fener Patriklıanesi'ne tepkilerini ortaya koyuyorlar. Bunlan hatırladıktan sonra, Fener Patriği'ni eleştirenlere "Sevr paranoyağı" diyenlere ne demek lazım geldiğini söylemeye, bilmem gerek var mı? Isveç'in asma bahçeleri... Yemyeşil doğanın bağrında cennetin resmidir Babil'in Asma Bahçeleri. Dünyanın yedi harikasından biri olan bu cenneti yaratan insandır. Garip bir mahlûk şu insan denen yaratık. Anadolu, Mezopotamya gibi gibi doğanın sunduğu ccnnette yüzyıllar öncesinden kalan kültür şaheserlerini yaratan da insan, aynı coğrafyadaki doğayı tahrip eden, zehirleyen, yeşili taşa çeviren, geleceğini yok eden de insan. lklim midir, kültür ınüdür, tarih midir, din midir, insanlan yaratıcı ya da talancı yapan. En zor doğa koşullannda çabalayan, çabalanyla şaşırtıcı şeyler yaratan insanlan gördükçe, doğa cennetini, tarih hazinesini, kültür nıirasını talan edenleri anlamak zorlaşıyor. "Isveç'in asma bahçeleri" başlığmı okuyunca, Babil ile lsveç'i kanştırdığımı düşünmüş olabilirsiniz. Ne de olsa karı, kışı ile, buz oteliyle ünlü bir ülke îsveç. Asma bahçeleri, bağ, üzüm, laboratuvarlarda geliştirilen teknoloji ürünü değil ki lsveç'tc bulunsun. Doğanın cönıertçe sunduğu nimetlerden fazla zahmete katlanmadan yararlanan bizler refleks olarak böyle düşünüyoruz. Oysa sert iklim koşullannda doğa ile savaşarak ayakta kalmış lsveçliler böyle düşünmüyor. Olumsuz koşullan, olumluya çevirebilmenin yöntemlerini araştınyor. Örneğin, Buz Oteli bu düşüncenin ürünüdür. Bilmeyenler için kısa bir bilgi: Isveç'in kuzeyinde, kutup dairesi içinde kalan bir köyde kışlan her şeyi buzdan bir otel yapılmaktadır. Eskimo yaşamını merak eden paralı turistleri çekmck için geliştirilen proje ile ekonomisi çok zayıf bu bölgc turistlerin para akıttığı bir merkeze dönüştü. Buz Oteli Îsveç doğasına uygun bir proje olduğundan çok şaşırtıcı değil belki ama üzüm yetiştirmek öyle mi?.. îsveç'teki restoranlarla ilgili White Guide adlı broşürü medya mensuplanna tanıtırken şarap ikram ettiler. Şaraplann Isveç'teki bağlarda yetiştirilen üzümlerden üretildiğini söylcdiklerinde gözlerim faltaşı gibi açıldı. Hele tadınca tam anlamıyla şaşkına döndüm. Vidal Blanc üzümünden üretilmiş STOCKHOLM Icewine, ideal bir deser şarabı. Icewine Kanada ve Almanya'da da üretiliyor ama îsveç şarabı onlan geride bırakmış. Tabii kalite fıyatlara da yansımış; Îsveç şarabı daha pahah. Bu çorak topraklarda, kış ülkesinde bu mucizeyi yaratan, 1984-2000 arasında Kanada'da çalışmış, ödüllü ahçı Göran Amnegard. Araştırmaya, geliştirmeye, yeni şeyler yaratmaya merakh tam bir Isveçli. Meslekte zirveye çıkınca yeni bir uğraş alanı ararkcn şarapçılıkla ilgilenmeye başlamiş. Kitaplar, kurslar dcrken üzümler konusunda uzmanlaşıp Isveç'e dönmüş. "Soğuk iklimde çok iyi sonuç veren üzüm türü üzerinde çalıştım" diye anlatıyor Göran Amnegard. Hasat mevsiminde salkımlan toplamak için en uygun zamanı belirlemek amacıyla gecc-gündüz kütüklcrin arasında dolaşip üzüm tanelerini nasıl yokladığını anlatırken işini ne kadar severek yaptığı sesinden anlaşıhyor, gözlerinden okunuyor. Tatlı şarapta en elverişli şeker oranı üzüm tanelerinin içindeki kristalleşmeylc bağlantılı olduğundan, Vidal Blanc, üzümlerinin ideal hasat OSMAN İKİZ zamanı ısının - 5'e düştüğü kasım ayının ilk yansıymış. 5000 kütüklük bağdan yapılan şarap üretimi şimdilik oldukça az. Üretilen de ihraç ediliyor. Şişe fıyatı 70 Avro. Kırmızı Mcrlot da kendi türünde, rakiplerine kafa tutacak kalitede. Göran Amnegard'ı hayranlıkla dinledim. Karşımda yoktan var eden bir insan vardı. Benim ülkemde ise dünyanın en lezzetli sofralık üzümlerinden Alfonso, talancılann kurbanı olacak. Ege'deki Efemçukuru köyünün verimli toprağını altıncılar siyanür havuzuna çevirerek doğayı katlcdecek. Doğanın sunduğu ninıeti yok edecek. Cenneti cehenneme çevirecek. Bir başka yazıda da 10 milyar Avro'ya yaklaşan turizm gelirinin her yıl artınlması için tsveçlilerin nasıl çalıştığını anlatınm. Zengin olacağız yalanıyla Kaz Dağlan'nın delik deşik edilmesine, üzüm bağlarının yok edilmesine izin vcren politikacılar Isveç'ten biraz sürdürülebilir turizm politikası öğrensinler. Yok eden insan sınıfına girmek istemeyenler için söylüyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle