06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MART 2008 PAZARTESİ 10 DİZİ DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Barok dönemin ‘eser sömüren’ anlayışı, klasik adı verilen çağda bestecilere kalıcı olma yolunu açtı Doğa, yalınlık ve tutku... er türlü klasikçilik aydınlık arar. Antik Yunan heykelinden, Rönesans resminden tutun, müzikte klasik dönemin üç büyük ustası Haydn, Mozart ve Beethoven’e, 20. yüzyılda Paul Hindemith’in yeni klasikçiliğine kadar, bütün sanat akımları ve sanatçılar, aydınlığın peşinde koşmuşlardır. Müzik sanatında “Klasisizm”, barok çağ ile romantik çağ arasında yer alan bir dönemdir ve yaklaşık tarihlerle bu çağ stili, Bach’ın ölüm tarihi olan 1750’den Beethoven’in ölüm tarihi olan 1827 yılına kadar sürmüştür. Müzikte klasik dönemin doruk bestecisi Beethoven’i değerlendirirken öncelikle “klasik” denen çağ stilinin üzerinde durmamız gerekmez mi? “Klasik” kavramı, müzik eserlerinde örnek olabilecek bir mükemmelliği, tarihsel akımların bireşimini, üslup ve bi ‘Deja Vu’... İsrailFilistin sorunu; Gazze şeridinde mart başından itibaren şiddetlenerek çocuk ve kadınların da aralarında bulunduğu 130’u aşkın Filistinli ile 10’a yakın İsrail yurttaşının ölümüyle sonuçlanan çatışmaların kısırdöngüsünde, Başkan W. Bush’un giderayak bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik Annapolis konferansıyla yeniden gündeme getirdiği barış umutlarının bir kez daha başka bahara ertelenmesine, belki de bir kez daha uzun bir süreyle askıya alınmasına yol açmış görünmektedir. Denebilir ki, İsrailFilistin sorununun barışçı çözümüne yönelik her adım, aynı zamanda çözümü köstekleyen, uzun yıllar erteleyebilen engelleri de içermekte ve her defasında kaçınılmaz bir biçimde bir ‘deja vu’ sendromuyla karşı karşıya kalındığı izlenimi vermektedir. Barışı engelleyen çatışmaların sorumluluğu; kuşkusuz, öncelikle İsrail’e, ona kayıtsız şartsız destek veren Birleşik Devletler’e, Ortadoğu barışını tehdit eden bu sorunun kırk yıldan bu yana sürüp gitmesine seyirci kalan Avrupa ülkeleri, Birleşmiş Milletlere, Arap dünyası dahil dünya ülkelerinin tümüne aittir. Kırk yıldan bu yana olup bitenlere bakıldığında sorunun barışla savaş arasında önlenemez bir kısırdöngüyle gidip geldiğini gözlemek olasıdır. Kısırdöngünün nihai amacı ise barışa değil, statükonun İsrail’in işgali altındaki toprakların barış görüşmeleri sırasında bile hızla sürdürülen Doğu Kudüs dahil yeni yerleşimlerle daha da genişletilerek İsrail sınırlarına dahil edilmesine yönelik büyük bir oyalama stratejisinin parçası olarak ortaya çıkmaktadır. ??? Savaşbarışsavaş kısırdöngüsü, barışın hiç de halisane olmayan bir ısrarla kaygan bir zemin üzerinde inşa edilmek istenmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa barışın önünde yıllardır kemikleşerek neredeyse aşılması olanaksız hale gelen engellerin, daha gündeme bile gelmeden herkesin her an başlatabileceği bir çatışmayla çıkmaza girmesinin başlıca nedenini ise barışa sağlam bir zemin sağlanmadan ulaşılabileceği yanılgısı oluşturmaktadır. Nitekim, çatışmaların hemen ardından W. Bush’un barış girişimini kurtarmak için bölgeye koşturan ABD Dışişleri Bakanı Bayan Rice’a Filistin Başkanı Mahmud Abbas’ın söyledikleri de tamı tamına bu gerçeğe yöneliktir: “2008’in barış yılı yapılmasına yönelik ortak amacımızın gerçekleşmesi için Gazze şeridinde ve Batı Şeria’da global bir ateşkesin teessüsünün gerekliliği olduğu inancındayım” demiştir. Barış gerçekten isteniyorsa öncelikle kalıcı bir ateşkesin yanı sıra bölgede uygulanmakta olan acımasız ambargonun kaldırılması başta olmak üzere her türlü kısıtlamanın en aza indirilmesiyle sağlanacak sağlam zemin ve güven ortamının yaratılması gerekmektedir. ??? Dünyanın hükümetler dışı büyük sivil örgütleri, Filistin topraklarındaki insani trajedi konusunda İngiltere, Fransa ve Avrupa Birliği’ni uyarmışlardır. İngiltere’den Amnesty International, Care International, Dünya Hekimleri, Çocukları Kurtaralım örgütü yayımladıkları raporda Gazze şeridinde yaşayan 1.5 milyon Filistinlinin, İsrail’in 1967 yılında bölgeyi ele geçirmesinden bu yana en kötü koşullarla karşı karşıya olduğunu açıklamışlardır. Temel gıda yokluğu, elektrik kesilmeleri had safhadadır. Halkın yüzde 40’ı işsiz, yüzde 80’i açlığın pençesindedir. İsrail’in uyguladığı ambargo ise durumu daha da ağırlaştırmaktadır. Daha açık bir deyişle haftalardır uygulanan ambargo, halkı boğmakta, İsrail’in her fırsatta orantısız güç kullanarak Filistin halkına yönelik katliam saldırıları, bölgede yönetimi ele geçiren ve bir zamanlar Arafat’ı zayıflatmak amacıyla destekledikleri İslamcılara yeni katılımlar sağlamakta böylece de barışsavaş kısırdöngüsünün devamına yol açmaktadır. Barışı kurtaracak tek şey kalıcı bir ateşkes ve taraflar arasında sürekli bir güven ortamının yaratılmasıdır. Barış ancak böylesi bir sağlam zemin üzerinde inşa edilebilir. H çim özdeşliğini, orantıyı, saltlığı, temizliği, açık ve seçik olmayı içerir. Kültür tarihçisi ve sosyolog Arnold Hauser, “klasik” çağın müzik sanatındaki uygulamasını şöyle özetler: “Barok dönem müziği çok ölçülü ve kontrollüydü. Bunun nedeni, duygusal içeriğin tekdüze işlenmesiydi. Klasik dönem müziği ise sürekli iniş çıkışlar, gerilim ve çözülümler, müzikal sergi ve gelişimlerle insanı uyaran, heyecanlandıran bir öz taşır. Besteci, sesleneceği yeni egemen sınıfın ilgisini çekmek amacıyla daha etkileyici yollara başvurmak gerektiği için, keskin etkiler yaratacak sonuçlara yönelen ifade biçimini kullanmıştır. Dinleyicisinin hayranlığını kaybetmekten çekinen müzikçi, bestelerini sürekli olarak yinelenen dürtü ve uyarılar dizisi olarak geliştirmiş, ifade gücü yüksek bir yoğunluktan başka bir yoğunluğa atlamıştır.” çağı başlamış, müzik yoluyla duygu ve düşüncelerini anlatan besteci ve seslendiriciler ile konser dinleyicisi arasında kurulan bağlar önem kazanmıştır. Böyle bir müziksever tabanı hangi müzikçi kaybetmek ister? Şu sonucu da çıkarabiliriz: Burjuvazi yalnızca kültürel değerleri ve müzikal zevkleri belirlemekle kalmıyor, bir yandan da ahaliyi “dinleyici” olmaya sürüklüyordu. Konser dernekleri artık geniş salonlar kiralamaya başlamış, müzikçiler de sayısı giderek artan dinleyiciler için para karşılığında konserler vermeyi benimsemişti. 19. yüzyılın başlarında müzik, artık en sevilen, izlenen sanat türü olmuştu. Çünkü müzik yoluyla hayatın inişli çıkışlı heyecan taşıyan olayları daha kestirme ifade edilebiliyordu. ğı eser, yalnızca bir kez dinlenmek üzere yazılmış, konser müziği ise en az birkaç kez seslendirilmek için bestelenmiştir. Bu nedenle halk için yazılmış eserlere daha fazla özen gösterilmiş, dinleyiciye yönelik etkili bir “ifadeci” stil geliştirilmiştir. Barok çağda böyle değildi. Barok dönemin feodal efendileri tarafından ısmarlanan bir eser, efendilerin ve konuklarının keyfi için yalnızca bir kez seslendirilir, sonra unutulmaya bırakılırdı. Besteci bu gerçeği, daha eserini yazmaya başlarken bilirdi. Oysa şimdi besteci, en azından hak ettiği ölçüde “kalıcı” olabilecek eserler bırakma yolunun açıldığını görüyordu. ESERLİĞİN NİTELİĞİ Örneğin, klasik çağın ilk büyük bestecisi Haydn, eserlerine önceki kuşak bestecilerinden çok daha fazla dikkat göstererek daha fazla zaman ayırmış, sonuçta ortaya 100’den fazla senfoni çıkmıştır. Mozart bu rakamın ancak yarısında kalmış, Beethoven ise 9 senfoni bestelemiştir. Bu örneklemede rakamların dili, eserin niteliğine verilen önemi gösterir. HALK İÇİN YAZILMIŞ ESERLER Burjuvazinin önderliğindeki geniş bir konser dinleyicisi çevresinin ortaya çıkmasıyla müzikçinin toplumsal konumu değişmiş, müzik eserleri de yeni bir yön kazanmıştır: Bir kral ya da prens için bestelenen müzik ile bestecinin yüzünü bile görmediği konser dinleyicisi için yazdığı eser arasında büyük farklar vardı: Soylu bir kişinin besteciye ısmarladı KONSER GELENEĞİ Burada yer alan “dinleyicisinin hayranlığını kaybetmekten çekinen sanatçı” sözüne dikkat çekmek isterim: Besbelli ki müzik dinlemeyi halk arasında yaygınlaştıran bir konser geleneği Sanatçılar duygularını ciddiye aldı J ohann Sebastian Bach öldüğünde (1750), yeni akımlar bütün sanat dallarında olgunluğa ermişti. Sanatçılar kendi aralarında sanattan söz açtığında, kullanılan sözcüklerin çoğu, “Doğa, yalınlık, tutku” gibi sözlerdi. Bu bayrak sözcükler giderek yaygınlaşmaya başlamış, ressamların, mimarların, heykeltıraşların konuşmalarında, Paris’in önde gelen dergilerindeki eleştiri yazılarında, hatta tiyatro eserlerinde sıkça kullanılır olmuştu. Bu sözcükleri, klasik çağda bale sanatını yükselten büyük usta Noverre, barok dönemin cansız ve yavan bale anlayışını yererken kullanıyordu. Yeni kuşaklar, barok dönemin başta gelen bir saray dansı olan “menuet”ye karşı “vals”i öne sürerken yine “doğa, yalınlık, tutku” sözcüklerinden yola çıkıyorlardı. Akla şu soru gelir: Klasik dönem bestecilerinin duyguları, önceki kuşaklardan daha derin, daha yoğun muydu? Hayır, ancak klasik çağ sanatçıları, aydınlanmanın katkısıyla duygularını daha ciddiye almış, onları olduğundan daha önemli görmek istemiş ve bu nedenle ifade gücünü güçlendirmiştir. Buna “ifadeci anlatım” ya da “dramatik anlatım” da denir. Fransız Devrimi, Rönesans çağında olduğu gibi, özellikle resim sanatında tarihsel tasvirlere, kahramanlık konularını işleyen tablolara duyulan ilginin olağanüstü bir hız kazandığı dönemi sergiler. Fransız devrimcileri, kendilerini dirilmiş Yunan düşünürleri, Romalılar gibi görmek istiyor, hatta öyle görünmekten hoşlanıyorlardı. Bu eğilimin kaynağında, gücünü tarihsel köklerinden alan devrimci coşkunun “klasikleşme” özlemi yatar. Söz konusu eğilimin müzik sanatına yansımasını somutlaştırarak anlatalım: Klasik dönemin bestecileri, barok ya da rokoko çağının ayrıntılardan oluşan süslemeciliğine yer vermemiş, geç ortaçağdan başlayarak geliştirilen kontrpuan tekniğini kullanmaktan kaçınmış, kesin akorlarla yalın ve kesin bir form çerçevesinde çalışarak söylemek istediği ana konuyu hiçbir karışıklığa meydan vermeden dile getirmiştir. Arnold Hauser’in saptamasını burada yineleyebiliriz: Besteci, sesleneceği yeni toplumun ilgisini çekmek için etkileyici yollara başvurması gerektiğinden, keskin etkiler yaratacak dramatik anlatım biçimini kullanmıştır. Bir örnek olarak belirtelim: Beethoven, “senfoni” formunun kendisinden öncesine kadar demirbaş bölümlerinden biri sayılan ve bir saray dansı olan “menuet”yi çıkarmış, yerine scherzo’yu koymuştur. müziği yalınlaştığı oranda, yapıtına kazandırdığı ruh daha da yoğunlaşır, zenginleşir. İNSANLIĞIN SORUNLARI Nesnellik ve yalınlık kavramları Bach’ın müziği için de geçerlidir. Ancak bu iki bestecide arka planın kavram olarak niteliği farklıdır. Bach Tanrı’ya sığınarak yaratır, Beethoven ise insanlığın tüm sorunlarını benliğinde duyar. Beethoven’in müziği bütün derinliklere açıktır. Müzikal konuların hepsi, geri plandaki kavramlara, konulara geçirimlidir. Beethoven’in müziği işte bundan ötürü saydamdır. Onun müziğinde “geri plan”ın derinliği olmasa kulağımıza öncelikle gelen ezgiler sıradanlık taşırdı. Beethoven ezgiyi kendi düşünce süzgecinden geçirerek derinliğe ulaşmıştır. Robert Schumann’ın dediği gibi, “Beethoven sokaktaki bir ezgiyi bulur ve onu evrensel planda yer alan bir deyişe yükseltir”. Bu noktada, Beethoven’in eserlerini yorumlayan piyanistlerin görüşlerini de belirtmek gerektiğini düşünüyorum: Dönemin ünlü Alman piyanisti Ignaz Moscheles şöyle demiştir: “Beethoven’in art arda yayımlanan piyano yapıtlarının tutkunu haline geldim. Hiçbir bestecide bulamadığım teselli ve kıvancı bu yapıtlarda buldum.” STİLDE YALINLIK Beethoven’in beste taslağı defterlerinde ya da karalama yaptığı özel kâğıtlarda, doğallığa ve yalınlığa ilerleyen yolda gösterilen çabalar izlendikçe, mükemmelliğe varmak için gösterilen büyük çabayı, yalnızca “tutku” olarak nitelemek yeterli değildir. Piyanist ve müzikbilimcimiz Leyla Pamir şöyle der: Sanat tarihinde mükemmellik, her dönemde ve her stilde vardı. Ama 9. Senfoni’nin Final’indeki “Sevinç” ezgisinin mükemmelliğine, bütün sanat tarihinde bir daha rastlamak zordur. Wagner’in “Tinsel bir ürpertiyle esip gelen ezgi” olarak betimlediği bu Final’in güzelliğine Beethoven, onca yolu denedikten, kılı kırk yardıktan sonra varmıştır. Çağımızda onun bu anlatım derinliğine hangi öğelerle ulaştığını incelemek için, kütüphaneler dolusu araştırma yapılmıştır. Yaratıcılığının her döneminde Beethoven, bu yalınlığa belki aynı oranda varmamıştır, ama düşünce zinciri hep eşittir. En ayrıntılı bir düşünceyi, ses bileşimini, yalınlığa kavuşturmadan ve ona nesnel olarak en inandırıcı biçimi bulmadan içi rahat etmemiştir. Ünlü Alman şairi Grillparzer, Beethoven’in konuşma defterine, “Müzikçiler sizin beste yaparken neler düşündüğünüzü bilseler onlara hiçbir sansür sökmezdi” diye yazmıştır. Mükemmellik, Beethoven için özellikle yalınlık ve gereklilik demektir. “Hep daha yalın olmayı amaçla” yönergesiyle kendisini her zaman uyarmıştır. Başka bir nokta ise sanatçının yalınlık uğruna tinsel içerikten hiçbir ödün vermemiş olmasıdır. Beethoven’in MUHALİF OLMAKTAN KAÇMADI Beethoven’in yaşamöyküsünü ilk yazan müzik yazarı olarak bilinen dostu Schindler ise şöyle bir saptama yapmıştır: “Beethoven, mevcut her siyasi kuruma karşı muhalefetini sonuna kadar dile getirmekten kaçınmamıştır.” Yine bu dönemin ünlü bir Alman kemancısı ve bestecisi olan Louis Spohr, anılarında Beethoven’in 7. Senfoni’sini ilk kez 8 Aralık 1813’te Viyana’da yönettiğini, ancak sağırlığı yüzünden acıklı durumlara düştüğünü anlatır. Napolyon’a karşı savaşmış ve yaralanmış askerlerin yararına verilen bu konserin programında, Beethoven’in özellikle o akşam için bestelediği orkestra yapıtı “Wellington’un Zaferi” ve birkaç marş da yer almıştı. Vinçten düşen 2 işçi öldü ? KOCAELİ Gebze’de bir beton fabrikasında vinçten düşen 2 işçi yaşamını yitirdi. Edinilen bilgiye göre, taşeron firma Tunç Metal Ltd. Şti’nin sahibi Erdinç Şahin ile çalışanı Serdar Durmuş çelik konstrüksiyon kolon montesi sırasında dengelerini kaybederek asmalı vincin 12 metre yükseklikteki sepetinden düştüler. Durmuş ile Şahin’in kaldırıldıkları hastanede yaşamlarını yitirdikleri bildirildi. ELEŞTİRMENLERE GELİNCE... eethoven’in müziğindeki içeriğin olgunlaşması, daha çok 1802 yılından 1814’e kadar olan süreçte gerçekleşmiştir. Bu yıllarda soyluların verdiği siparişleri kabul ediyor, ama yapıtı dilediği gibi besteliyordu. Bestecinin başlıca geliri, yapıtlarının yayım ve satışından, bir de halka açık konserlerde yer alan eserlerinden sağlanıyordu. Beethoven’in kendi döneminde pek anlaşılmadığı uydurmacası, nota yayıncıları tarafından yalanlanmıştır. Çünkü bütün yayıncılar bu yapıtların peşindeydi; Beethoven’in senfoni, konçerto, oda müziği ve piyano yapıtları Avrupa ülkelerinde geniş ilgi görüyordu. Bütün bunlara karşın, dönemin tanınmış müzik eleştirmenleri, bestecinin sanatını küçümseyen yazılarla onun aleyhinde rüzgârlar estirebilmiştir. Eleştirmen postuna bürünmüş bu yazarlar, Viyana halkını temsil etmiyordu. Onlar, terbiye edilmiş, yönlendirilmiş yazarlardı; hizmetinde oldukları cadı avcısı gazete patronlarının kapıkullarıydı. Görevleri, Viyana’daki eğlence yaşamının vur patlasın çal oy B nasın düzeyindeki gerici çevrelere hizmet etmekti. Patronlarının hiç işine gelmeyen yeni ve ilerici kültürü “tehdit” saymaları dolayısıyla patrondan fazla patroncu olan bu eleştirmenlerin yöntemi her zaman böyle olmuştur: Bu gibiler, ilerici öz taşıyan yapıtları, “Kötü işçilik, zevksizlik, kuralları bilmemek, bayağılık” vesaire gibi çarpık nitelemelerle gerçeği saptırma çabasına girmişlerdir (Sidney Finkelstein). Bunlardan bazıları ise Beethoven’i “çıldırmasına ramak kalmış bir dâhi” olarak tanıtmıştır. Ama kentin orta sınıfı, Beethoven’in eserlerinden oluşan konserlere koşuyordu. Aydınlar ve sanatçılar ise Beethoven’i yüce bir insan olarak görüyorlardı. Bestecinin yaşamöyküsünü yazan Schindler, siyasal görüşleri bakımından Beethoven’i tek sözcükle “cumhuriyetçi” olarak nitelemişti. İmparatorlukların, krallıkların, çarlık ve prensliklerin geçerli olduğu bir dönemde cumhuriyetçilik, “isyancılık” anlamına gelen zararlı bir görüştü. SÜRECEK Hastanede inanılmaz hata ? ANTALYA (AA) Antalya’da bel fıtığı olan hastanın yanlışlıkla boyun fıtığı ameliyatına alındığı iddiasıyla, ameliyatı yapan doktor hakkında 100 bin YTL’lik tazminat davası açıldı. Burdur’un Bucak ilçesine bağlı Heybeli köyünde yaşayan Rukiye Arslan’ın, Antalya Devlet Hastanesi’nde görevli B.P. tarafından yapılan ameliyatı ile ilgili davanın Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görüleceği bildirildi. Emekli büyükelçi toprağa verildi ? İstanbul Haber Servisi Geçirdiği rahatsızlık sonucu önceki gün yaşamını yitiren emekli Büyükelçi İsmail Soysal’ın cenazesi, İstanbul’da dün toprağa verildi. Soysal için Fenerbahçe Camisi’nde kılınan cenaze namazının ardından saygı duruşunda bulunuldu; ardından Soysal’ın özgeçmişi okundu. Soysal’ın cenazesi, Nakkaştepe Mezarlığı’nda defnedildi. Törene, eşi İlham, oğlu Orhan, kızı Emel, yakınları ile emekli subaylar ve eski büyükelçiler katıldı. Arkadaşını çekiçle öldürdü ? İstanbul Haber Servisi Kadıköy’de arkadaşının kafasına çekiçle vurarak öldürdüğü iddiasıyla yakalanan bir kişi tutuklandı. İbrahim Yılmaz’ın Atatürk Mahallesi Cumhuriyet Caddesi’nde öldürüldükten sonra 200 Avro para ve cep telefonunun da alındığı bildirildi. Polis, Kartal’da bir eve düzenlediği operasyonda, Sabri Ali U.’yu gözaltına aldı. Sabri Ali U.’nun ifadesinde, yanına misafir olarak gelen Yılmaz’ı, “bir süre önce ayrıldığı eşine söz söylediği için öldürdüğünü” söylediği öne sürüldü. CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle