Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM 2008 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Haydutlar ve Devletler
MEDYA, gazeteleri ve televizyonlarıyla, hâlâ
“korsanlar” diyedursun, Deniz Kuvvetleri Komu-
tanı “haydut” sözünü kullandı da, hiç değilse bir-
kaç yerde “deniz haydutları”ndan söz edenler çık-
maya başladı. Doğru olan bu. Şu sütunda önce
de belirtildiği gibi, “korsan”lar, geçmiş yüzyılla-
rın Akdeniz’inde olduğu gibi, arkalarında bir
devlet otoritesi bulunan soygunculardı. Yani,
soydukları, kendi devletlerinin soyulmasına göz
yumduğu ülkelerin gemileriydi.
Dolayısıyla, Afrika’nın “boynuz”unda, Hint Ok-
yanusu’nun Kızıldeniz’e yakın sularında kaçırılıp
fidyeye bağlanan gemilerin soyulmasından ora-
ların kara devleti sayılabilecek olan Somali sorumlu
tutulamıyor. Öyle bir devletin adı var, kendisi yok;
müthiş bir anarşi yaşanıyor orada. Kaldı ki, doğ-
ru dürüst bir devlet olsa bile haydutluk onun ka-
rasuları dışında yapılmakta.
Ne var ki, ödenecek fidye paralarının sahte olup
olmadığını saptayabilecek kadar ileri tekno-
lojiyle donatılmış oldukları anlaşılan haydutlar, ka-
çırdıkları gemileri Somali kıyılarına demirletmek-
teler ve etkinliklerinin öbür aşamalarını da büyük
olasılıkla onun topraklarında sürdürmekteler.
Gelgelelim, ortalıkta öyle bir devlet olmadığı için,
kimse yasal yoldan bir şey yapamıyor. Sadece,
geçenlerde bir Hint savaş gemisi, haydutların ana
ikmal teknesi sayılan bir gemiyi batırabildi; Rus
donanmasından bir gemi de Suudi Arabistan ban-
dıralı bir şilebi haydutlardan kurtardı.
NATO’nun görevlendirdiği gemiler açıklarda do-
laşıp duruyor.
Oysa, kaçırılanlar arasında iki de Türk gemisi
var. Biri, sahipleri Türk olmakla birlikte, “ko-
laylık” kimliği olarak Marshall Adaları Cumhuri-
yeti’nin bayrağıyla çalışmaktaymış; öbürü ise dü-
pedüz Türk bandıralı.
Amerika, henüz kendi gemisi kaçırılmadığı
için, şimdilik olayın dışında. Ayrıca, Somali’de ya-
şanan 1993 kargaşasına müdahale edince 18 as-
kerini yitirdiği için şimdilik o ülkeden uzak duru-
yor. Gemisi kaçırılsa böyle durur muydu? Güvenlik
Konseyi’ni ayağa kaldırır, başka devletlere çağ-
rıda bulunup ortak askeri operasyonla Somali’nin
tepesine binerdi.
İsrail de aynı şeyi yapmaz mıydı?
Bu ikisi, devlet olduklarını ispatlamak için hiç
fırsat kaçırmıyor.
Ya Türkiye? Bölgeye yollanan NATO gücünde
bir Türk firkateyni de görevli; Türkiye’nin asker-
leri sayesinde sözünü dinletebildiği tek uluslar-
arası kuruluş da NATO. Üstelik, vaktiyle karga-
şalı Somali’yi düzene soksun diye Orgeneral Çe-
vik Bir’i oralara yollamış olan da Türkiye. AKP ik-
tidarı, bu cumhuriyeti böyle bir durumda da yi-
ne seyirci mi bırakacak?
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Karikatür, Aydınlanma
ve Yalakalık...
Resim sanatı çok eskidir..
Yazıdan önce resim vardı..
Resim mağara duvarlarına çizilirdi..
Ya karikatür?..
Karikatürün tarihiyle ‘Aydınlanma’ özdeş...
İkisi de neredeyse iki yüzyıllık...
Neden?..
Çünkü karikatür akıl işi...
İnanç işi değil...
Karikatürde ‘biat’ göreneği yoktur, eleştirel ak-
lın çizgiyle mizahı vardır...
Karikatürün ilk çarpıcı örneklerini Fransız dev-
riminin laiklik ve demokrasiye doğru yol alan ba-
sınında görebiliyoruz...
20’nci yüzyıl karikatür çağıydı..
Peki, Amerika’nın Türkiye’deki dinci tezgâhı
‘Ilımlı İslam Devleti’ modeliyle karikatür ve kari-
katürist ne kadar bağdaşabilir?..
Akıl ile inancın doğal çelişkisinde, çizgiyle mi-
zahın dışavurumu, ille de zekâdan fışkıran mu-
halefete dönüşecektir.
Gerisi boş laf...
Türkiye’de “gırgır mizahı” denen bir dönem baş-
lamıştı...
Siyasetten, tarihten, toplumdan soyutlanmış bir
espri anlayışı insanı temel gerçeklerden soyut-
layan kişisel özlemlerin fantezisinde ya da kısır-
döngüsünde kafakola alıyordu...
Bu yolda çok mizah dergisi çıktı, battı...
Ancak izlediğim kadarıyla bu dönem artık ka-
panıyor; karikatür, tarihsel içeriğinin kendisine yük-
lediği işlevi mizah dergilerinde yerli yerine oturt-
maya yöneldi...
Bu dönüşümde Başbakan RTE’nin hizmeti bü-
yük...
RTE gerçek karikatüristlerin paha biçilmez
konusu...
Gül de bu yolda liderinin ardından yürüyor...
RTE ile karikatüristler arasındaki davalar ise ya-
şadığımız dönemin ilginç göstergeleri...
Takıyyeci AKP’yi sürekli eleştiriyoruz...
RTE de bu kapsamda...
Ya Gül?..
Al birini, vur ötekine...
Peki, bunların ülkeye hiç mi hizmeti yok?..
Olmaz olur mu?..
Kim ne derse desin, en başta RTE olmak üze-
re, AKP ve Gül Türk karikatürüne hizmet edi-
yorlar...
Karikatürün dincisi olmaz...
Ama, dinciliğin karikatürü ne kadar çizilse Ay-
dınlanma o kadar bereketlenir...
Karikatürist ile yalaka kimliği bağdaşabilir
mi?..
Yalakalık yapan karikatürist, ‘çizgiyle mizah sa-
natı’na istifa dilekçesini yazmış demektir...
Bu durumdaki karikatüristin kendisi bizzat ka-
rikatüre dönüşür.
Ü
lkemizde son günlerde hukuku
yakõndan ilgilendiren, daha doğ-
ru bir söyleyişle görünürde “hu-
kuki” olan; ancak gerçekte hu-
kuku ayaklar altõna alan, hukuki
kurum ve kavramlarõ “rencide” eden uy-
gulamalara tanõk olmaktayõz. Ülkemiz yakõn
tarihi incelendiğinde benzer durumlarõn da-
ha önce de birçok kez tekrarlandõğõ görül-
mektedir. Özellikle 12 Eylül Askeri Yöne-
timi döneminde hukukun bariz bir şekilde
ayaklar altõna alõnarak yok sayõldõğõ taraflõ-
tarafsõz kamuoyunu oluşturan herkesin ma-
lumudur. Anõlan dönemde yaşananlarõn ma-
zur görülmesi hiçbir zaman, hiçbir şekilde
mümkün değildir. İstanbul Barosu’nun o dö-
nemki başkanõ Av. Orhan Adli APAY-
DIN’õn da aralarõnda bulunduğu birçok ay-
dõn, yazar ve sanatçõ da bu dönemde gözal-
tõna alõnmõş, tutuklanmõş ve dahasõ işkence-
ye maruz kalmõşlardõr. Bu hukuk tanõmaz ha-
reketlerin uygulayõcõlarõ, yaptõklarõnõn bi-
lincinde olmalõlar ki, kendilerinin yaptõkla-
rõ işlemlerden dolayõ yargõlanamayacaklarõ
ibaresini geçici ek maddeyle hazõrladõklarõ
anayasaya koymuşlardõr. Her ne kadar 12 Ey-
lül darbecilerini mahkeme önünde yargõla-
mak son AİHM kararõyla olasõ hale gelmiş-
se de, hepimizce malum olan husus söz ko-
nusu dönemde baskõcõ ve hukuk dõşõ uygu-
lamalara imza atan kişilerin, bu karardan çok
daha önce hukukun “tarihi bilinci” ile yar-
gõlanarak vicdanlarda en ağõr cezaya mahkûm
olduklarõdõr.
İşte son günlerde yaşanan ve hepimizin ta-
nõk olduğu hukuka aykõrõlõklar, bu askeri re-
jim dönemlerini bile aratõr niteliktedir. Ge-
leceğimizin teminatõ olan gençlerin sokak or-
tasõnda polis kurşunlarõyla yaralanmasõ ve-
ya ölmesi, can güvenliği devlet korumasõn-
da olmasõ gereken tutuklu ve hükümlülerin
infaz memurlarõnõn işkenceleri sonucu ölmesi,
karakollarda yeniden işkence ve ölüm va-
kalarõnõn yaşanmasõ gibi hususlar bütün bu
hukuk tanõmaz uygulamalardan yalnõzca
birkaçõ, ancak en vahimleridir. Bir gazetecinin
sokak ortasõnda vurularak öldürülmesi ola-
yõnda ihmalleri olan emniyet müdürlerinin ha-
len görevde olmalarõ veya terfi ettirilmeleri
de bu vahim uygulamalarõn bir başka boyu-
tunu teşkil etmektedir.
Gece yarısı evden almalar
Bir hukuk devletinde, ülkenin önde gelen
bilim adamlarõ ve gazeteciler gece yarõsõ ev-
lerinden polis marifetiyle alõnmamalõ, in-
sanlarõn özel görüşmeleri devletin tutanak-
larõnda yer almamalõ, o ülkenin özgür in-
sanlarõ her an dinlenme ya da gözaltõna
alõnma korkusuyla yaşamamalõ ve salt tele-
fon konuşmalarõndan oluşan bir iddianame-
ye dayanõlarak insanlarõn özgürlüğü kõsõt-
lanmamalõdõr.
Yine bir hukuk devletinde; tutuklu-tutuk-
suz sanõk ayrõmõna gidilmemeli, yargõlama
-henüz sadece sanõk sõfatõnõ taşõyan kişilere
baskõ uygulayacak şekilde- cezaevi içinde ku-
rulan duruşma salonunda sürdürülmemelidir.
Bilindiği üzere bir hukuk devletinde, tutuk-
lama kurumu, ceza muhakemesinin gerçek-
leştirilebilmesi ya da olasõ bir mahkûmiye-
tin ileride yerine getirilebilmesi amacõyla uy-
gulanan ve suçlu olduğu konusunda henüz
kesin hüküm bulunmayan; ancak suç işlediği
şüphesi kuvvetli olan kişinin özgürlüğünün
hâkim kararõyla geçici olarak kaldõrõlmasõ-
nõ öngören ceza muhakemesine dair ihtiya-
ri bir koruma tedbiridir. Tutuklamanõn uy-
gulanabilmesi için olguya dayanan kuvvet-
li bir suç şüphesinin bulunmasõ ve yasada gös-
terilen tutuklama nedenlerinden birinin (sa-
nõğõn kaçma şüphesi gibi) gerçekleşmesi ol-
mak üzere iki maddi koşulun varlõğõ gerekir.
Ülkemizde ise tutuklama kurumu bir ön-
lem olmaktan çok bir ceza niteliğinde, bir in-
faz hüviyetindedir. Mahkemeler, çok uzun sü-
redir tutuklu bulunan ve haklarõnda halen hü-
küm verilmemiş olan sanõklarõn dosyalarõ ile
dolup taşmaktadõr ki bu durum İnsan Hak-
larõ Sözleşmesi ve Evrensel Beyannamesi gi-
bi uluslararasõ belgelerle koruma altõna alõ-
nan özgürlük gibi temel haklara ve başta adil
yargõlanma olmak üzere diğer yargõlanma il-
kelerine aykõrõdõr.
Hükümete muhalif olanlar
Ceza Usul Hukuku normlarõ gereğince so-
ruşturma evresi sonunda soruşturmayõ yü-
rüten cumhuriyet savcõsõ ya toplanan delil-
lerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüp-
he oluşturduğuna kanaat getirerek bir id-
dianame düzenlemeli ya da kamu davasõnõn
açõlmasõ için yeterli şüphe oluşturacak delil
elde edilemediğine kanaat getirerek ve/veya
kovuşturma olanağõnõn bulunmadõğõ haller-
de bunu belirterek kovuşturmaya yer olma-
dõğõna karar vermelidir. Yoksa soruşturma-
nõn ucunu açõk bõrakarak, “dalga dalga” in-
sanlarõn -ne hikmetse hep de hükümete mu-
halif olan kişilerin- gözaltõna alõnmasõna
olanak sağlayacak hukukla bağdaşmayacak
bir uygulamanõn varlõğõna göz yummamalõ
veya imkân tanõmamalõdõr. Zira hukuk dev-
letinin sade bir vatandaşõ olarak ve belirtmek
gerekir ki haklõ olarak, her kişi, diğer kişi ve
kurumlara karşõ hukukun koruyuculuğundan
yararlanmak ve kendisini hukuk şemsiyesi al-
tõnda görmek ister. Rousseau ve çağdaşõ olan
pek çok düşünürün dediği gibi modern hu-
kuk devletinin varlõk temeli olan “toplum-
sal sözleşme” de bunu haklõ kõlan en önem-
li husustur. Bütün bunlara karşõn, hukuku uy-
gulayan kişi ve kurumlarõn, iş ve eylemle-
rinden dolayõ mağdur olmalarõ -içinde bu-
lunduğumuz durumda ise mağdur edilmele-
ri- durumunda, hukuk devletinden haklõ
beklenti içinde olan bireylerin sõğõnabile-
cekleri son kalenin de ortadan kalkacağõ açõk-
tõr. Toplumda infial yaratan bir taciz olayõnda
Adli Tõp Kurumu’nun ilgili ihtisas kurulun-
ca mahkeme heyetine sunulan raporun pe-
dagog olmadan hazõrlanmasõ ve eleştiriler
üzerine bu tür olaylardaki raporlarõn hazõr-
lanmasõnõn kurumca durdurulmasõna karar
verilmesi, önceki raporlarõn tümünü “tar-
tışmalı” hale getirmiştir.
Bu halde meydana gelebilecek hukuki
sonuçlar herkesçe malumdur. Bu noktada
doğru olan, ilgili raporun her türlü önyargõ-
dan uzak ve bilimsel olarak irdelenmesi, ku-
rumsal yõpratmadan kaçõnarak böyle bir ra-
porun düzenlenmesinde sõradõşõlõk varsa so-
rumlularõ hakkõnda soruşturma açõlmasõ,
kurumun yara almasõnõn önüne geçilmesi ve
tabii ki ilgili ihtisas kuruluna bir an önce pe-
dagog atamasõnõn yapõlmasõdõr.
Demokrasiyi tehdit
Anayasa uyarõnca: “Türkiye Cumhuriyeti
laik, demokratik, sosyal bir hukuk dev-
letidir.” Hukuk devleti, her tür idari ve si-
yasi etkinliğin hukuk normlarõna uygun ol-
duğu ve hukukun uygulamasõnõn doğrudan
hukukçular eliyle yürütüldüğü ve modern öğ-
reti gereğince yasama, yürütme ve yargõ erk-
lerinin ayrõlõğõnõn esas alõndõğõ bir örgütlenme
biçimidir. Hal böyleyken, yürütmenin başõ
konumunda bulunan kişinin bir dava için
“Ben bu davanın savcısıyım” şeklinde bir
beyanat vermesi, o hukuk devleti için salt ya-
ralayõcõ bir söylem olmakla kalmaz, aynõ za-
manda erkler ayrõlõğõna da son verdiği için
demokrasiyi de tehdit eder ve yõpratõr.Yine
bir hukuk devletinde, Anayasa Mahkemesi
gibi yüksek mahkemelerin üyeleri, doğrudan
ve yürütmeden bağõmsõz kurum ve kişiler ara-
cõlõğõyla göreve gelirler. Bu mahkeme üye-
lerinden biri, anayasa normlarõ ile korunan
ve kollanan o ülke ve devletin temel değer-
lerinin tartõşmaya açõlabileceğini kamuo-
yuna deklare edemez.
Varlõğõnõn amacõ anayasayõ korumak olan
bir mahkeme başkanõ, bindiği dalõ keser gi-
bi, anayasanõn değiştirilemez, değiştirilme-
si teklif dahi edilemez maddelerinin aslõnda
değiştirilebileceğini ima edemez; ima etse da-
hi anayasa hukukunun anayasa yapõmõ ko-
nusunda belirgin bir şekilde ayrõmlarõnõ
yaptõğõ asli kurucu, tali kurucu ve türev ku-
rucu iktidar gibi temel kavramlarõnõ ve hat-
ta bu kavramlarõn da üstünde olan ve yurt-
taşlarõn refahõ, toplumun özgürlüğü, devle-
tin ise kuruluşu ve bekasõ açõsõndan ulvi olan
bazõ değerleri çiğneyerek söylediklerini hu-
kuk devleti ilkelerine dayandõramaz. Hele ki
bu üye, adõ geçen temel değerleri korumak
ve kollamakla görevli ve yükümlü olan
yüksek mahkemenin “hukukçu” olmayan
başkanõysa bu açõklamalar olsa olsa hukuk
yerine yürütmeden güç alan temelsiz “he-
zeyanlardan” başka bir şey olarak yorum-
lanamaz.
Bizler, hukukçular olarak, hukuk devleti il-
kesini yalnõzca anayasa ve yasa metinlerin-
de yer alan bir öğreti, bir doktriner değer ola-
rak görmemeli; hukuk devleti olmanõn yo-
lunun insanlõğõn varoluşundan bugüne gelen
değerlerin korunmasõ ve anayasal ilkelerin
uygulamaya yansõmasõndan geçtiğinin bi-
lincinde olarak hareket etmeliyiz.
Yoksa, bugüne kadar yapõldõğõ gibi bun-
dan sonra da “hukuk devletiymiş gibi” ha-
reket ederek gerçek anlamda “insan hakla-
rına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk devleti”ne kavuşmak mümkün ola-
maz. Aksi bir durumda ise hukukun gücü, ye-
rini gücün hukukuna bõrakõr ki bu da de-
mokrasiden çok dikta rejimlerine has ve hu-
kuk devletine yakõşmayan bir uygulamadõr.
Bu nedenle de herkes, gerçekte geçici olarak
bulunduğu yer ve makamõn sorumluluklarõ-
na uygun davranmaya özen göstermelidir.
Bir Hukuk Devletinde...
Av. Muammer AYDIN İstanbul Barosu Başkanõ
Yarin Yanağõndan Gayrõ...
H
ayatõn en belirgin, her an
karşõmõza çõkardõğõ özel-
liği nedir sizce? Benim
yanõtõm, adaletsizliği. Metroda
mõzõka çalan çocuk; yaşõtlarõnõn
okul bahçesinde ders zilinin se-
sini duyduğu vakitte, kendi sesini
duyurmaya çalõşõyordu. Çõkõşa
yaklaşõrken yağmurun yağmaya
başladõğõnõ gördüm ve “Hayat
bayram olsa” şarkõsõ çalõndõ
kulağõma.
Devamõnda, kendisi de duru-
munun “Pollyanna”lõk olduğu-
nu anlamõş olacak ki Kazım
Koyuncu’nun “Didou Na-
na”sõnõ çalmaya başladõ. Ben õs-
lanmaya başladõğõmda ise o han-
gi şarkõya geçmişti bilmiyorum.
Benim aklõmdaysa Cahit Aral
vardõ. Mahkeme kararõ ve Da-
nõştay onayõ olmasõna rağmen
bakanlõk kararõyla kapatõlmasõ
durdurulan “Yatağan Termik
Santralı”na kayõp gitti aklõm ar-
dõndan. Türkiye “iç hukuk açı-
sından kabul edilemez ve ya-
sadışı” kararõyla 10 bin Avro
tazminat ödemişti AİHM’ye.
Santralõn kaynağõ kömür,
“Stratonikeia Antik Kenti”ni
mahvetmiş, santral her gün çõ-
kardõğõ 400 bin ton kül ile çev-
reye ciddi zararlar vermiş, sav-
rulan küllerin ulaştõğõ alanlara
radyasyon yayõlmõş ve beldede
özürlü doğan çocuklar meydana
gelmiş, meydana gelen külden
satõş elde edildiği için ve baca ga-
zõ arõtma filtresi, kül miktarõnõ
düşürmesi nedeniyle kârõ azalt-
masõndan dolayõ kullanõlmamõş,
bilim adamlarõnõn uyarõlarõna
rağmen baraj yapõmõnda kül kul-
lanõlmaya devam edilmiştir. Ter-
mal tesislerin en büyük zararla-
rõndan biri de “asit yağmurla-
rı”na sebep olmasõdõr.
Asit yağmurlarõna aynõ za-
manda; endüstriyel faaliyetler,
konutlarda õsõnmak için yakõlan
fosil yakõtlar, dünya genelinde
500 milyon olan taşõtlarõn at-
mosfere bõraktõğõ egzoz gazõ ve
deodorantlarõmõz neden olmak-
tadõr. Başta kükürt dioksit ile bir-
leşen oksitler, havadaki su mo-
lekülleriyle tepkimeye girerler ve
yeryüzüne yağmur, kar, bazen de
sis ile ulaşarak asidi bize taşõrlar.
Asit yağmurlarõ bu şekilde
oluşur ve “Sanayi Devrimi”nin
başlangõcõyla 6 olan pH ilerleyen
vakitlerde 4’e kadar gerilemiş
hatta hava kirliliğinin arttõğõ böl-
gelerde 2.5 dolaylarõnda öl-
çülmüştür. 200 bin yõllõk insan-
lõk tarihinde doğaya verilen za-
rar kapitalizm ile artmõş ve son
yüzyõlda ivme kazanmõştõr.
Hepimiz olanlardan sorum-
luyuz; santrallarõn bacalarõ tü-
terken ben ne yapabilirim ki de-
meyin sakõn! Güzel kokmak uğ-
runa sürdüğümüz parfümlerden
vazgeçebiliriz örneğin. Eğer hâ-
lâ Şeyh Bedrettin’in “Yarin
yanağından gayrı, her şey top-
lumun ortak malıdır” tümce-
sine itibarõmõz kaldõysa!
Eda KILINÇARSLAN