23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 TEMMUZ 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Uluslararası Hukuk ve Sınır Ötesi Harekât Türkiye’ye Kuzey Irak’tan yönelen terörist saldırıların geldiği, yaklaşmakta olduğu, istihbarat raporları, hava fotoğrafları vs. gibi birçok kaynak tarafından doğrulanabildiğinde artık ülkeye yönelik çok yakın saldırı tehlikesinin varlığı oluşmaktadır. PENCERE Pusula... Yazılarımda ancak kırk yılda bir kullandığım bir sözcük var.. Nedir o?.. “Ben..” Ancak geçenlerde bu köşede çıkan MHP’ye ilişkin yazım şu tümceyle bitiyordu: “ Ben laik Atatürk Cumhuriyeti’nin ‘varoluşu’ ve ‘bütünlüğü’ için, dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum.” İşkencecilerimle ne zaman ve hangi amaçta el ele veriyordum?.. İki şartım vardı: 1) Laik cumhuriyetin varoluşu.. 2) Ve ülkenin bütünlüğü... Tehlikeye düştüğü zaman... Bugün ikisi de tehlikededir; Cumhuriyet’in ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ uyarılarına yanıt veren milyonlarca insan meydanları bunun için doldurmuştur. ? Yazı kıyamet kopardı.. Zaten gazetedeki arkadaşlarla bunu bekliyor ve biliyorduk; önceden konuşmuştuk... Birkaç günlüğüne Gökova’ya gitmiştim, dönüşümde arkadaşlar elime büyük bir zarf tutuşturdular; içinden 30’u aşkın ‘kesik yazı’ çıktı... 16’sı dinci gazetelerde.. 10’u Doğan Grubu gazetelerinde.. Gerisi Sabah Grubu’nda ve öteki gazetelerde çıkmış yazılardı bunlar... 2’si dışında (Reha Muhtar ve Altemur Kılıç) tümü bana saldırıyordu... Önce kahkahalarla güldüm; insanoğlu bu, kendi kendime dedim ki: Meğer ben neymişim! Bir yazı ve bir tümce, hedefi 12’den vurdu mu, feryat, figan, cayırtı başlar... ? Dincilerle dönek solcuların 30’u aşkın (33’ü geçti, TV’ler de cabası) yazısına yanıt verecek değilim, karmakarışık kafaların çoğunlukla ve özellikle dedikoduya saran saldırılarına gülüp geçmekten başka ne yapılır?.. Pusulayı şaşırmış bunlar... Zaten ellerinde pusula yok!.. Bizim elimizde ise yolumuzu, yönümüzü, hedefimizi gösteren pusula var... Nasıl bir pusula bu?.. ? Emperyalizm nedir?.. Ben dün de emperyalizme karşıydım... Bugün de emperyalizme karşıyım... Solcu olabilmek için ilk ve temel koşul, dünyanın baş belası ve sömürü düzeninin en büyük patronu emperyalizme karşı çıkmaktır... Gerisi fasa fisodur... Dönekliğin gradosunu ölçen de budur... Emperyalizme karşı çıkmayan, lafını bile ağzına almayan, ama, solculuk taslayan, döneğin ta kendisidir!.. ? Peki, emperyalizmin hizmetinde Müslümanlık taslayan takıyyeciye ne demeli?.. Yüce Allah katında böylesinin Müslümanlığı geçerli olabilir mi?.. Hem Hıristiyan büyük patronun uşaklığında Amerikancı emperyaliste hizmet edeceksin... Hem de gazetelerinde İlhan Selçuk’a saldıracaksın... ? MHP’nin ölçütü de aynıdır, birdir... MHP milliyetçiliği emperyalizmin hizmetinde mi?.. Karşısında mı?.. Pusula neyi gösteriyor?.. Kime Oy Vermeyeceksin! Kime oy vermeyeceksin? Partiler listelere sığmıyor! Hele bağımsız adaylar da eklendi mi metrelerce uzayan bir kâğıt, katla katla, zarfa sokmaya çalış... Halkın, temsilcilerini kendi eliyle seçmesini istiyorsak önce şu yüzde onluk barajı kaldırmak zorundayız. Hatta hiçbir baraj da koymamalıyız. Nasıl bağımsız bir aday yeterli oyu alıp milletvekili seçilecekse, partilerin adayları da kendi parti örgütlerinden, kendi parti üyelerinden aldıkları onayla seçmenin karşısına çıkmalıdırlar. Böyle seçim olmaz! Böyle tepeden atanmış kişilerle oluşturulacak bir Meclis’e güven duyulmaz. Parti üyelerinin değil parti liderlerinin “adam”larıyla oluşmuş bir TBMM, milleti temsil edebilir mi? ??? Evet, bu seçimde önemli bir sorun var, o da beş yıldır iktidardaki bir partiyi, bir lideri, bir takımı safdışı edebilmek için, AKP dışındaki partilere oy vererek bunu sağlamak... Yeni oluşacak Meclis’te Cumhuriyet ilkelerine, devrimlerine, Atatürk Türkiyesi’nin ülküsüne ters düşen bir partiyi iktidardan uzaklaştırmak. İyice biliyoruz, bu AKP ve Tayyip adlı lider bir beş yıl daha iktidar sahibi olursa, Türkiye’nin hangi karanlık yönlere gideceği az çok bellidir. Anayasa değiştirilecek, yerine onların kafasındaki niyetlere, özlemlere uygun bir anayasa çıkartılacak, çağdaşlık, uygarlık diye ne varsa bir yana itilecek... Bir çeşit savaşım bu, ilkelliğe, gericiliğe, yalana, aldatmaya, kandırmaya, sömürmeye son vermek!.. Beş yıldır dokunulmazlık perdesi altında saklanan AKP’lilerin yargı karşısına çıkmasını sağlamak, böylelerinin Meclis’e girmelerini önlemek! ??? 22 Temmuz’a iki gün kala oturup bir an düşünmek gerekiyor: Beş yıl geçti ben ne kazandım, beş yıl öncekinden ne farkım var? Esnafsın, işçisin, aydınsın, memursun, iş sahibisin, bir hesap yap!.. 22 Temmuz’da karşına çıkarılan sandığa o uzun mu uzun oy pusulasını atarken ne büyük bir sorumluluğu yüklendiğini bir an düşün! İçtenlikle mi, inançla mı, bilinçle mi şuna buna desteğini veriyorsun?.. Yarınlarda “ah ne yaptım” dememek için bir anlığına da olsa kendinle hesaplaş! ??? Kime mi oy vereceksin? Yüzde onluk barajı aşabilecek hangi parti varsa, ona!.. Atatürk Cumhuriyeti’ni tam bağımsız, güçlü, sağlam, onurlu kim koruyacaksa, kim sürdürecekse, kim yaşatacaksa ona!.. Av. Dr. Feyiz ERDOĞAN S ilahlı kuvvetlerin bir başka ülkenin topraklarında kullanılabilmesinin, normal şartlarda, en önce gelen yöntemi, ilgili ülkelerin dahil bulundukları ikili veya çok taraflı anlaşmalarla buna müsaade edilmiş olmasıdır. Ancak böyle bir anlaşma yoksa, yapılamıyorsa ve bir ülkeye karşı saldırı gerçekleşiyorsa “o zaman ne olacaktır” sorusu gündeme gelmektedir. Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi’nin 51 ve diğer ilgili maddelerine göre her bir devlet, toprak bütünlüğüne, politik bağımsızlığına ve vatandaşlarının güvenliğine yönelik saldırıları gerektiğinde kuvvet kullanarak defetme hakkına sahiptir. Bir ülkenin saldırıya uğradıktan sonra bunu defetmek için silahlı güç kullanabilmesi konusunda (actual self defense) uluslararası hukukta hiçbir belirsizlik ya da duraksama yoktur. Tartışmaların yapıldığı konu, saldırıya uğradıktan sonra saldırganları takip edebilme hakkıyla daha saldırıya uğramadan gelmekte olan saldırıyı sezinleyip önlemek ve def etmek için silahlı güç kullanabilme hakkıdır. Sık sık duyduğumuz “sıcak takip” (hot pursuit) hakkı, saldırganları takip, yakalama ve cezalandırma amacıyla bir devletin egemenlik alanının dışında (kara sınırlarının ve karasularının ötesinde) silahlı kuvvetlerini kullanabilmesidir. Burada ülkenin bir saldırıya uğramış olması, saldırıyı yapan saldırganların kaçmakta olması, saldırıya maruz kalan ülkenin silahlı güçlerinin saldırganları kendi sınırları içinde iken takibe başlamış olması, takibin kesintisiz sürmesi, ancak saldırganların yakalanamadan ülke egemenlik alanının dışına çıkmış olmaları gerekmektedir. Bu durumda uluslararası hukuk, saldırıya uğrayan tarafa, başka bir devletin egemenlik alanına kadar, kendi sınırlarının dışında, saldırganları yakalama amaçlı takip etme hakkı tanı maktadır. Esasen deniz hukukunda doğmuş olan bu ilkenin, uluslararası hukukun gelişimi içinde, karada da kıyas yoluyla uygulanması genel kabul görerek uygulama alanı bulmuştur. Saldırıya karşı savunma Duruma Türkiye açısından baktığımızda, Kuzey Irak’tan gelen ve ülkemizde silahlı saldırılar gerçekleştiren PKK teröristlerinin hareketlerinin uluslararası hukuka göre “saldırı” suçunu oluşturduğu hususunda şüphe yoktur. Çünkü “saldırganın” ve “saldırı” eyleminin tanımının yapıldığı BM Genel Kurulu’nun 3314 sayılı kararının 3. (g) maddesine göre “bir ülke topraklarından komşu ülke topraklarına silahlı eylemler yapmak üzere silahlı grupların, çetelerin gönderilmesi” de “saldırı” suçunu oluşturmaktadır. PKK teröristlerinin saldırıları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin toprak bütünlüğüne, politik bağımsızlığına veya vatandaşlarının güvenliğine yönelik olduğundan Türkiye’nin kendini savunma hakkı hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde doğmuş olmakta ve Türkiye, bu kapsamda saldırganlara karşı silahlı kuvvetlerini kullanabilmektedir. İşte bu teröristler ülke dışına kaçtıklarında, Türkiye topraklarında başlamış olan takibin sınırlarımız dışında da sürdürülmesi için “sıcak takip” söz konusu olabilecektir. Sıcak takip Saldırı öncesinde savunma Sıcak takip hakkının, gerçek egemenlikle uluslararası hukuk altında sorumluluklarının gereğini yerine getirebilen bir ülkenin sınırlarına kadar kullanabileceğini iddia etmek yanlış olmayacaktır. Çünkü teröristlerin şeklen sınırları içine girdikleri, kaçtıkları devletin, gerçekte o topraklar üzerinde fiili bir egemenliği yoksa ya da kaçan bu suçluları yakalayıp yaptıkları saldırının hesabını sorabilecek ve saldırıya uğrayan ülkenin hakkını bir şekilde koruyacak (ya iade etmek ya da kendisi yar gılayıp gerektiği şekilde cezalandırmak suretiyle) gücü, otoritesi veya gerçekte niyeti yoksa, bu durumda sadece birtakım şekli sınırlamalar gerekçe gösterilerek, bir hukuk kuralının bir başka hukuki hakkın özünü, esasını ortadan kaldırabileceği veya hakkın kötüye kullanılmasını koruyarak teröristlerin bu şekilde koruma altına alınmasına hizmet edebileceği sonucuna ulaşmamak gerekir. Üzerinde çok konuşulan diğer konuysa, saldırıya uğramayı beklemeden kendini savunma hakkının kullanılmasıdır (anticipatory self defense). Birçok Batılı devlet ve uluslararası hukuk yazarları tarafından benimsenen teoriye göre; kendini savunma hakkı “doğal” (inherent) bir haktır ve kimse olacak bir saldırıyı beklemek ve bundan zarar gördükten sonra savunma hakkını kullanmak zorunda değildir. Bu nedenle, eğer beklenen saldırının çok yakın ve gelmekte olduğuna dair (imminent threat) açık kanıtlar varsa, saldırganı saldırıdan vazgeçirmek için diğer tüm çabalar, politik çabalar dahil, tüketilmişse ve silahlı güç kullanmak son çare olarak kalmışsa (last resort), orantılı hareket etmek, yani kendisine yönelik tehdidi ortadan kaldırmakla sınırlı kalmak kaydıyla (proportionality) kendisine saldırı yöneltilmiş devletin, saldırıya uğramayı beklemeden silahlı güç kullanabileceği kabul edilmektedir. Özellikle ABD, İngiltere, İsrail ve diğer birçok Batılı devlet geçmişte sınır ötesi silahlı kuvvet kullanımlarının hukuki gerekçesi olarak bu ilkeleri göstermişlerdir. Türkiye’ye Kuzey Irak’tan yönelen terörist saldırıların geldiği, yaklaşmakta olduğu, istihbarat raporları, hava fotoğrafları vs. gibi birçok kaynak tarafından doğrulanabildiğinde artık ülkeye yönelik çok yakın saldırı tehlikesinin varlığı oluşmaktadır. Türkiye’nin bu terörist saldırıları durdurmak için kuvvet kullanma dışında her türlü çabayı şimdiye kadar gösterdiği ve bunları tükettiği de rahatlıkla söylenebilir. Bu durumda orantılı davranmak kaydıyla silahlı kuvvet kullanarak bu terörist grupları Türkiye’ye saldırmadan durdurmak, ülkeye yapılacak saldırıyı önlemek ve teröristleri yakalamak için silahlı kuvvetleri ülke dışında kullanabilmenin hukuki gerekçesi oluşmaktadır. Herhalde diğer gelişmiş Batılı ülkeler için hak sayılan bu kurallar dünya milletler topluluğunun bir üyesi olan Türkiye için de geçerli olmalıdır. ltmış yıldan beri O’na ve devrimlerine ihanet edenler... Aydınlığında gün ışığına çıkıp da ellerine fırsat geçtiğinde O’nu yok sayanlar; açıkça ve utanmadan hatırasına saldıranlar bizim ‘seçtiklerimizin’ arasından çıkmadı mı? Bugün de çıkmıyor mu? A 22 Temmuz Sınav Günüdür Orhan KARAVELİ Gazeteci Okunması beş gün süren destansı ‘Nutuk’u 20 Ekim 1927 günü şu sözlerle noktalamıştı: “...Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş olabilir. Bütün bunlardan daha acı verici ve daha vahim olmak üze re ülke içinde iktidara sahip olanlar gaflet içinde yoldan çıkmış, hatta hıyanet içine girmiş bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını istilacıların siyasal emelleriyle birleştirebilirler. ...Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu durumda ve koşullar altında bile vazifen Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Atatürk’ün inanılmaz bir öngörü ile 80 yıl önce çizdiği bu acı ve ürkütücü tablo, bugün de kimlerin eline düşmek tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor mu? Bu tehlike gerçekleşecek olursa demokratik sistem(!) içinde başlarını giyotinin keskin ve acımasız bıçağına uzatan bir toplumun zavallı bireyleri durumuna düşmeyecek miyiz? O takdirde kim gelip de kurtaracak bizleri? Altmış yıldan beri kemikleri kim bilir nasıl sızlayıp duran Atatürk mü? Bu gidişle Anıtkabir’i yıkmaktan ve O’nun kutsal küllerini havaya savurmaktan bile çekinmeyecek sicili bozuk ulus ve ülke satıcıları mı? Yakınında bulunmuş ‘Kuvvacı’ bir babanın oğlu niteliğiyle çocukluk yıllarında O’nu birkaç kez yakından görmüş; O’nunla konuşmak mutluluğunu yaşamış ve ince uzun parmaklarını saçlarında hissetmiş bir “Atatürk çocuğu” olarak O’na, O’nun kurtarıp kurduğu ülkesine ve bunca güvendiği ulusuna kastedenler arasında ve yönetiminde ben nasıl daha fazla yaşayabileceğim? 22 Temmuz seçimleri, hiç kuşkusuz, ulusal tarihimizin, Cumhuriyetimizin ve üzerine titrememiz gereken demokrasimizin sınav günüdür. Ulusça Atatürk’e, Tanrı’nın Türklüğe gönderdiği bu yüce armağana layık olup olmadığımızı da ortaya koyacağız 22 Temmuz’da. Her şey apaçık ortada değil mi? 23 Temmuz sabahı ya yeniden sevgili Atatürk’ün aydınlık ve güvenli Türkiye’sine uyanacağız ya da karmaşaya, karanlığa, bölünmüşlüğe ve bir Atatürk daha gelmeyeceğine göre çok geçmeden güçlü ve onurlu bir devlet olarak tarih sahnesinden silinmeye... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle