15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 HAZİRAN 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER AKP boşuna gerdi: Apar topar Meclis’e getirdiği anayasa paketi için mahkemenin kararını bekleyecek GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘İki sandık’ sayfası kapanıyor ? Parlamentodaki ezici çoğunluğuna rağmen cumhurbaşkanı seçemeyen AKP, “inat” uğruna Meclis’ten geçirdiği cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini düzenleyen anayasa paketi konusunda Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekleyecek. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP, seçim kararı alan Meclis’ten apar topar çıkardığı cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini düzenleyen anayasa değişikliği paketi ile halkoylamasına ilişkin yasayı rafa kaldırmaya hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP’nin anayasa paketiyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyu da dikkate alan AKP yönetimi, yeni referandum yasası çıkarılsa bile 22 Temmuz’da “çifte sandık” projesinde ısrarcı olmayacak. Parlamentodaki ezici çoğunluğuna rağmen cumhurbaşkanı seçemeyen AKP, “inat” uğruna Meclis’ten geçirdiği cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini düzenleyen anayasa paketi konusunda Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekleyecek. AKP yönetimi bu nedenle, cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in önceki gün iade ettiği referandum süresini 120 günden 45 güne indiren yasaya ilişkin tavrını da buna göre şekillendirecek. AKP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz, Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekleyeceklerini belirterek “Meclis’i şimdi toplayıp, referandum kanununu yeniden geçirsek bile mahkeme paketi iptal ederse, referandum kanunu için boşu boşuna insanları Meclis’e çağırmış oluruz. Kaldı ki her ne kadar YSK’ye süreleri kısaltma yetkisi verilse de 22 Temmuz’a iki sandığın yetişmesi çok zor” dedi. Cumhurbaşkanı Sezer’in, halkoylaması yasasını iade etmesini de eleştiren Kapusuz, anayasa paketiyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyu normal karşıladıklarını, ancak halkoylaması yasasını iadesinin tamamen “siyasi” olduğunu ileri sürdü. Anayasa Mahkemesi’nin paketle ilgili “iptal kararı” vereceği beklentisinin ağırlık kazandığı AKP’de, 22 Temmuz’da iki sandık projesinin yaşama geçememesi nedeniyle, artık anayasa değişikliğinin de bir önemi kalmadığı görüşü dile getiriliyor. Bu konuyu yeni Meclis’e bırakma eğiliminde olan AKP yönetimi, seçim meydanlarında ise “Cumhurbaşkanını bize seçtirmediler, size de seçtirmediler” mesajı vererek oy toplamayı hedefliyor. AKP’nin anayasa değişikliği paketi ve referandum yasası değişikliğini zorlamamasının altında da bu hesabın yattığı, kulislerde dile getiriliyor. Siyasal İslamın En Büyük Başarısı Türkiye’de siyasal İslamın en büyük başarısı liberal entelijansiyayı kendi safına kazanmak oldu. Demokrasiyle, insan haklarıyla bağdaşmayan, ahlaki mutlakıyete dayalı bir söylemin, bireysel özgürlükleri, ahlaki göreliliği fetiş haline getiren bir söylemi benimsemiş bireyleri hegemonyası altına alması, azımsanacak bir başarı değil. Ama siyasal İslamın bunu, önce postmodernizmin, sonra “küreselleşmeciliğin” hafriyatından geçmiş bir düşünsel zeminde gerçekleştirdiğini de görmek gerekir. Siyasal İslam bu başarısını, liberal (postmodern) entelijansiyanın söylemine, o söylemin “dışta bıraktığı” bir “şeyin”, dışta bırakılmasıyla oluşan boşluğundan girerek kurduğu bir yakınlaşma üzerinden gerçekleştirdi: Bu dışarıda bırakılan “şey” ise açık işgale indirgenerek işlevsizleştirilen emperyalizm kavramıydı. Liberal ideolojinin emperyalizmi, açık işgale indirgemesinin temelindeyse, sömürü kavramının dışlanmasıyla oluşan bir başka boşluk var. Sömürü kavramı dışlandığındaysa, sınıf, egemenlikbağımlılık kavramları kullanılamaz, kapitalizmin egemen ideolojisinin (örneğin küreselleşmenin) gerçeği konuşulamaz hale geliyor. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu’nun bir suikasta uğrayacağı, İstanbul’da terör örgütü PKK’nin bir saldırısı sonucu onlarca kişinin öldürüleceği ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a gireceği gibi olasılıklar karşısında ABD’nin tepkisinin ne olacağını ve Türkiye’de bu durumda ne gibi gelişmelerle yüz yüze gelineceğini anlamaya çalışan bir toplantının Washington’da yapıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bu toplantının ardından en büyük isyan, haklı olarak Tülay Tuğcu’dan geldi. Tuğcu tepkisini şöyle ifade etti: “Öncelikli olarak orada bulunduğu ileri sürülen Türk yetkililerinin açıklama yapmasını bekliyorum. Hayatını hukuka adamış birinin, hukuksuzluğa uğraması beni üzdü.” ??? Olayın siyasi boyutu uzun zaman tartışılacak, bundan kuşkum yok. ABD içindeki bu tür kuruluşların ne olup ne olmadığını bu sayede bir parça daha öğrenmiş olacağız. Tabii bu Tülay Tuğcu’nun İsyanı… arada Türkiye’den bu konuya hevesli ne kadar çok kurum ve kişi olduğunu görüp bir kısmını da bu şekilde tanıyabileceğiz. Ancak olayın Tülay Tuğcu açısında insani boyutu daha etkileyici. Tuğcu, böyle bir haberden tedirgin olmuş mudur? Kendisini korumak için çok sayıda güvenlik elemanı verildiğine göre, ortada ciddiye alınacak bir durum olduğunu kabul etmeliyiz. Tabii daha da önemlisi, “Böyle şeyler Türkiye’de olmaz” diyebilir miyiz? Yakın tarihimizin en önemli gerçeklerinden birisi, bu ülkenin önde gelen birçok değerli isminin suikastlarda yaşamını yitirmesi ve faillerinin de bir türlü ortaya çıkarılamamasıdır. Cinayetlerin aydınlanamamasıdır. ??? Tülay Tuğcu, ülkemizin ilk kadın Anayasa Mahkemesi Başkanı’dır. Bir kadın hukukçunun ülkemizin en üst mahkemesinin başkanlığını, üstelik seçilerek elde etmesi ülkemizdeki kadın özgürlüğü, kadın kimliği açısından çok anlamlıdır. Tülay Tuğcu, bu haberi öğrendiğinde nasıl bir tepki göstermiş olabilir? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi, “Bunlar deli saçmalamasıdır” mı demiştir? Yoksa, bu ülkede daha önce birçok aydın faili meçhul cinayetlere kurban gitti, bunların nasıl planlı şekilde öldürüldüklerini bir hukukçu olarak en iyi ben bilirim diyerek konunun ne kadar ciddi olduğunu mu düşünmüştür? ??? Benim aklımın erdiği dönemde, üç askeri darbe, birkaç tane de askeri muhtıraya tanık oldum. Bu askeri müdahaleler, asıl olarak büyük cinayetlerin, büyük iç çatışmaların yarattığı korku ve çaresizlik ortamından güç alarak başarıya ulaştılar. Toplum bezgin ve umutsuz duruma düştüğü an müdahalenin koşulları da olgunlaştı. Tabii yine bu askeri darbelerin önemli bir niteliği de ABD ile olan ilişkisiydi. Bugüne kadar bu darbelerde ABD yönetimlerinin, CIA’nın direkt ne kadar payı vardı, kesin olarak bilebilmiş değiliz. Ancak bildiğimiz kadarıyla ABD en azından bu askeri darbeleri onaylamış, yol vermiştir. ??? Tülay Tuğcu’ya yönelik suikast bir varsayım olarak, belki de bu şekilde deşifre edildi. Ancak ülkemizdeki siyasi durumu altüst etmek amacıyla birtakım tezgâhların düzenleneceği olasılığı ortadan kalkmadı. Türkiye’nin bir siyasi kargaşa ortamına sürüklenerek, belli senaryoların parçası haline getirilmesini isteyenlerin varlığı bu “deli saçmalaması” diye tanımlanan toplantıyla ciddiyet kazanmadı mı? Türkiye aslında, bir kargaşanın için de seçime gidiyor. Belki de bu kargaşa ortamı siyasi sıkıntıların aşılması, Türkiye’nin kendi rüştünü ispat etmesi bakımından bir fırsat haline gelebilir. ??? Ne yazık ki yüzde 10 barajıyla, milletvekili adaylarının tamamen genel başkanlar ve çok yakın çevrelerince hazırlandığı bir seçime gidiyoruz. Aslında bu seçim 12 Eylülcü sistemin varlığını sürdürdüğü bir seçim. Türkiye’nin bugün geldiği düzey bu sistemle çelişiyor. Toplumumuz, 12 Eylül’de üzerine giydirilen dar ve otoriter elbiseyi kabul etmiyor. Ancak siyasi partiler de 12 Eylülcü sisteme göre kurulup örgütlendikleri için onlar da direniyorlar. ??? Demokratik ve gelişmiş bir ülkede, bir önemli hukukçunun ve ona benzer insanların suikast tehdidi altında olması düşünülemez bile… O günlere ulaşmak umudumuzu koruyarak… ‘Dönüşüm’ fantezisi… Bunlar genel, saptamalar ama, kısa dönem konjonktürlerini ya da “durumları” teorik olarak konuşabilmek için gerekli. Çünkü son yıllarda, özellikle de nisan “olayından” sonra artık teorinin yerini, çoğu fantezilere dayanan genellemeler, diğer bir deyişle ideolojik bayağılıklar aldı. Bu durumun en semptomatik ifadesi, Zaman gazetesinin, sağsol ayrımı yerine konulmak üzere sattığı, “statükoculardeğişimciler” gevezeliği. Aynı gevezelik bağlamında bir diğer örnek de “Bu ülkede solun yapması gerekenleri sağ yapıyor” gibi sözde bir ironi (muhafazakâr Brooking Institute’den Ömer Taşpınar). Bu sözde ironi üzerinden de, sözde sosyolojik düşünme çabalarına rastlıyoruz. Örneğin “eski merkez” iktidarını kaybediyor muş, “eski çevre” yeni merkez olarak yükseliyormuş (Doğu Ergil). Ya da Türkiye’de yaşam tarzı temelinde bir kültürel bölünme varmış. Hatta bu bölünmenin yarattığı çelişki, bir TürkiyeRusyaİran ekseni oluşturarak, bir yeni dünya savaşına yol açabilirmiş (Ahmet Altan). Dikkatle bakınca bu yaklaşımların, kapitalizm, emperyalizm ve sınıf kavramlarını dışlayarak sat “kültürel özellikler”, hatta “yaşam tarzı” üzerinden üretilen genellemelere dayanmaya çalıştığı görülüyor. Bunları, bir taraftan siyasal İslama, diğer taraftan küresel sermayenin neoliberal, ABD’nin de demokratikleşme projelerine bağlayan kavram ise “dönüşüm”. Aslında bu “dönüşüm”, herhangi bir kavram değil bu söylem içinde. Bir seri başka kavramı disiplin altın alan bir “ana kavram”. Bu büyük işlevi yerine getirebilmesi içinse içinin, isteyenin istediğini yazabileceği biçimde boş kalması gerekiyor. Bu nedenle bu “dönüşüm”, bir taraftan, liberal entelijansiya tarafından demokratikleşme olarak algılanırken, aynı anda siyasal İslam tarafından kendi “hakikat rejimlerinin” egemen kılınması olarak anlaşılabiliyor. Tüm bu farklı anlamların ortak paydasıysa, karşımıza, bugün “statüko” olarak betimlenen bir şeyin dönüştürülmesi olarak çıkıyor. Bu “statüko” olarak betimlenen şey de neoliberalizme, emperyalizme ve siyasal İslamın projesine direnen herkesi ve her şeyi içeriyor. Seçim bildirgesi CHP’den eğitim ve sağlıkta reform sözü ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bugün saat 11.00’de parti genel merkezinde CHP’nin seçim bildirisini kamuoyuna açıklayacak. Bildiride, temel eğitimin 10 yıla çıkarılması, ÖSS’nin kaldırılması ve prim gün ödeme sayısının 7 bine indirilmesi ilişkin vaatler yer alıyor. Terör başlığında “Teröre son verilecek, Türkiye’nin bütünlüğüne sahip çıkılacak. Şehit ailelerinin gözyaşları dinecek” görüşlerine yer verilen bildirgede, laik ve demokratik Cumhuriyetin kazanımlarına, ulusal bütünlük ve çıkarlarına sahip çıkılması sözü veriliyor. Dış ilişkilerde Türkiye’nin hakları, çıkarları ve onurunun korunacağı kaydedilen bildirgede, dış ülkelerle ilişkilerin “egemenlik, karşılıklı çıkarlar ve toprak bütünlüğüne saygı” esasına göre yürütüleceği belirtiliyor. Gerçek statüko ve en iyisi güvenli sularda yüzmek Yukarıdaki yaklaşımların ortak noktalarına (tam bir jeopolitik nahiflikten kaynaklanan Rusya, İran neden Çin, hatta Şanghay Örgütü yok? ve Türkiye ekseni fantezisini bir kenara bırakarak) döner ve ileri sürülen tezleri, bu kez emperyalizm, kapitalizm ve sömürü kavramlarının ışığında yeniden okursak, tek işlevlerinin, bir kısım kendi geleneğinden kopmuş “sol” entelijansiyayı, liberal entelijansiyaya bağlamak, sonra da bu bloku, ABD ve AB’nin kendi projelerine uygun gördükleri için destekledikleri AKP’nin rakiplerine karşı mevzilendirmek olduğunu görebiliriz. Gerçekten de Ahmet Altan’ın ancak ucuz casusluk romanlarında rastlanabilecek, fantezilerini bir kenara bırakırsak, “dönüşümden” yana olmak tezinin, kültür savaşları senaryolarının, “askeri darbe” korkutmalarının, Türkiye’yi hep uluslararası ilişkilerden, özellikle de bölge jeopolitiğinden soyutlayarak “düşündüğünü” görüyoruz. Aynı çevrelerin Kürt sorununu da benzer darlıkta “düşünüyor” olması da tabii ki bir rastlantı değil. Türkiye’yi uluslararası ilişkilerden, bölge jeopolitiğinden soyutlayarak “düşünmenin” yararlarıysa çok açık: Türkiye, ABD ve AB ilişkilerinin ekonomi politiğini, Türkiye kapitalizminin uluslararası işbölümü içindeki yerini, BOP’u konuşmaktan, dolayısıyla, Türkiye’de 1980’lerde oluşan esas statükoyla çatışmaktan kurtulmak, böylece bir taraftan “demokrasi savaşı” verirken diğer taraftan, güvenli sularda yüzmeye devam etmek. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Yargı bağımsızlığı... Bildirgede yargı bağımsızlığının koşulsuz sağlanacağı ve Adalet Bakanı ile müsteşarının HSYK’deki üyeliğine son verileceği vaadinde bulunan CHP, milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırma sözünü veriyor. Bildirgede istihdam yaratıcı bir büyüme ve teşvik politikası uygulanacağı, ücretliler üzerindeki vergi ve sigorta primlerinin azaltılacağı, çiftçiye desteğin iki kat artırılacağı, Doğu ve Güneydoğu’ya yatırımların artırılacağı sözü veriliyor. Sosyal güvenliği olmayan yurttaş ve sigortası olmayan ailenin kalmayacağı sözü verilen bildirgede, yurttaşların sadece nüfus cüzdanlarıyla bütün sağlık kuruluşlarından yaralanacağı dile getiriliyor. Eğitim alanında kapsamlı reform sözü veren CHP, lise öğrencilerinin üçte ikisini iş ve meslek sahibi yapacak şekilde eğitileceği vaadinde bulunuyor. ANAYASA PAKETİ CHP şekilsel aykırılık için de dava açtı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören anayasa değişikliğinin iptali istemiyle ikinci kez Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. TBMM Anayasa Komisyonu üyesi, CHP Milletvekili Oya Araslı Anayasa Mahkemesi’ne giderek dava dilekçesini verdi. Araslı, çıkışta yaptığı açıklamada, CHP’nin bundan önce de anayasa değişikliğine ilişkin yasanın TBMM’deki görüşmesi sırasında oluşan anayasaya aykırı içtüzük değişikliklerinin iptali istemiyle dava açtığını anımsatarak “Bu kez kanun yayımlandıktan sonra, kanunun anayasaya şekil bakımından aykırı hükümlerinin iptali için bir dava daha açmış bulunuyoruz’’ dedi. Yasanın birinci maddesinin görüşüldüğü sırada maddenin kabulü için TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun gerektiğini vurgulayan Araslı, bunun altında kalan oyla birinci maddenin kabul edildiğini anımsattı. Araslı, bu maddenin kanunun tümü hakkındaki oylamaya dahil edilmesinin anayasaya aykırı olduğunu söyledi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle