27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 MAYIS 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR Doç. Dr. YILDIZ SERTEL UAD’nin Bosna Kararı ve Türkiye UAD kararının, soykırım kavramının, insanlığa karşı suçları da kapsamına alabilecek şekilde yorumlanarak sulandırılması ve siyasi amaçlarla istismar edilmesi eğiliminin önünü kesmeye yarayabileceği söylenebilir. CHP İstanbul Milletvekili luslararası Adalet Divanı’nın (UAD), lu bulmamıştır. BosnaHersek’in Sırbistan’a karşı • Karara göre, Sırbistan, BM Soykırım Sözaçmış olduğu soykırım davası hak leşmesi hükümlerini ihlal ederek soykırım suçu kındaki kararı (26 Şubat 2007), işlemediği gibi, soykırım için gizlice plan yaphukuk tarihinde ilk defa olarak bir mamış, soykırımı kışkırtmamış, soykırım suçudevletin bir uluslararası mahkeme tarafından soy na ortak olmamıştır. kırım suçundan yargılanmış olması nedeniyle ta• Buna mukabil, Divan, Sırbistan’ı, Srebrenitrihsel bir nitelik taşıyor. Filhakika, BM Güven za katliamını önlemek için Bosnalı Sırplar üzelik Konseyi kararlarıyla kurulmuş olan Yugoslav rindeki nüfuzunu kullanmaması, soykırımdan ya ve Ruanda uluslararası ceza mahkemeleri suçlu Ratko Mladic’in YUCM’ye yargılanmak 1993’ten bu yana “bireysel nitelikte” soykırım üzere teslim edilmesine ilişkin yükümlülüğüsuçlarını yargılamış ve mahkumiyet kararları ver nü yerine getirmemesi ve mahkemeyle tam bir mişlerdi. Ancak, UAD’nin söz konusu kararına işbirliğinde bulunmaması nedenleriyle Soykıkadarki dönemde geçerli uluslararası uygulama rım Sözleşmesi hükümlerini ihlal etmekten suçya göre, sadece bireylerin soykırım suçundan so lu bulmuştur. rumlu tutulabilecekleri kabul ediliyor, buna mu• Divan, soykırım suçunu işleyen devletin, kabil devletlerin yükümlülük alanı ise soykırımı genel hukuk kurallarına göre, soykırım kurönleme ve sorumluları cezalandırma yükümlülü banlarına tazminat vermekle yükümlü olduğü ile sınırlandırılıyordu. ğuna karar vermiştir. Ancak, bu hususta bir suNitekim, Nazi savaş suçlularının yargılandı çunun saptanmamış olması nedeniyle Sırbisğı Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi tan’ı tazminat ödemeye mahkum etmeyen Di1946’da verdiği kararda “suçun bireyselliği” van, sözleşmedeki yükümlülükleri bağlamında kuralını şu ifadelerle teyit etmişti: “Uluslarara Sırbistan’dan, Mladic’in ve diğer suçluların sı hukuka karşı suçlar, soyut varlıklar tara YUCM’ye sevkini ve mahkemeyle tam işbirlifından değil insanlar tarafından işlenir ve an ği içinde olmasını istemiştir. cak bu suçları işleyen bireyleri cezalandır• Divan’ın, önemli bir kararı da, devletin soymak suretiyle uluslararası hukuk hükümle kırım suçundan veya iştirakten sorumluluğuri infaz edilmiş olur.” (1) nun, bir özel kişi mahkum edilmeden de gerçekBu kuralı benimseyen BM Soykırım Sözleş leşebileceğine ilişkindir. mesi’nin 4. maddesi de, soykırım suçu nedeniyle, yöneticilerin, kamu görevlilerinin ve özel ki Özel kasıt ve soykırım eşiği şilerin cezalandırılacağını öngörüyor, tüzelkişiDivan’ın kararı, uluslararası hukuk camiasılerden ve devletten söz etmiyordu. Ancak, Di nın bir bölümünce, siyasi nitelikte ve adaletsiz van, Soykırım Sözleşmesi’nin 1. ve 9. madde bulunmuştur. Bu görüşü savunanların başında Yulerini yorumlamak suretiyle, devletlerin de soy goslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (YUCM) kırım suçunu işlemekten sorumlu tutulabilecek hâkimlerinden Antonio Cassese gelmektedir. lerini karara bağladı ve sözünü ettiğimiz kura Cassese, Bosnalı Sırp komutanların, Sırbistan devlı değiştirdi. leti tarafından finanse edildiğini, bu kişilerin Soykırım hukukunda suçun bireyselliği ku Sırbistan’ın siyasi ve askeri liderliğiyle çok sıralının geçerli olması, Ermeni iddialarına kı bağları olduğunu ortaya koyan sağlam kanıtkarşı Türk tezine hukuk alanında güç ka lar bulunduğunu, bu kanıtların Sırbistan’ın soyzandıran unsurlardan biriydi. Bu kurala ge kırım ile suçlanması için yeterli olduğunu belirttirilen değişik yorumla, her ne kadar bu avan miş ve Divan’ın bu kanıtları yetersiz bularak, Sırtaj kaybediliyorsa da, gerçekte, Divan kara bistan devleti yetkililerinin, Bosnalı Sırp generı, soykırım hukukuna ilişkin birçok kavra rallere soykırım işlenmesi yönünde açık emirma açıklık getirdiği ve bu alandaki içtihada ler verdiklerini belirten belgeleri istemesini, ciddi katkıda bulunduğu gibi, Türkiye’nin “gerçekçi olmayacak kadar yüksek bir kanıt tezini de güçlendiren önemli unsurlar içeri standardı aranması” olarak değerlendirmiştir. yor. (2) Buna karşılık, birçok uluslararası uzman ve akaKararın önemli noktaları demisyen, Divan’ın, soykırım suçunun mevcuDivan kararının ana noktaları şöyle özetlene diyeti için ispatlanması zorunlu olan “özel kasıt” unsuruna ilişkin kanıtların “kesinlik ve bilir: • Divan, her ne kadar Srebrenitza’da Bosna kat’iyet” standardının yüksek tutulmasını haralı Sırplar tarafından soykırım suçunun işlen retle desteklemiştir. Örneğin, “Crimes of War diğini kabul etmişse de, bundan dolayı Sırbis Project” İcra Direktörü Anthony Dworkin, Ditan’ın devlet organlarına yüklenebilir bir sorum van’ın verdiği kararla, Soykırımın Sözleşmeluluk saptanamaması nedeniyle, Sırbistan’ı suç si’ni doğru yorumlamış olduğunu, bunu yapar ? Arkası 8. Sayfada PENCERE Uluslaşmak... Başkentte bomba patladı.. Şehrin göbeğinde.. Ölüler.. Yaralılar.. İlk gözlemlere bakılırsa olay PKK’nin marifeti gibi... Dehşete düşmek, tepki duymak, öfkeye kapılmak, Ankara’nın ortalık yerinde nice masum insana yönelen teröristlere düşmanlık duygularıyla donanmak, savunma içgüdüleriyle ne yapılması gereğini düşünmek... Bütün bunlar doğaldır... ? Ancak Türkiye’nin bugün içine düştüğü duruma gerçekçi açıdan bakmadan geçemeyiz... Filistin’de insanlar ölüyor.. Ama Filistin Müslümanları iki şak!.. Bir yanda herkesin bildiği FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) var.. Bir yanda Hamas.. Dincilik, Filistin’i ikiye bölmüş... Irak’ta insanlar ölüyor... Irak da iki şak.. Bir yanda Sünniler.. Öte yanda Şiiler.. Ya Türkiye’de durum ne?.. Türkiye’de de insanlar ölüyor... Şehit üstüne şehit veriyoruz.. Peki, Türkiye de iki şak mı?.. ? Türkiye, Filistin ya da Irak gibi, birbirinin hallerinden anlamayan bilinçsiz insanların birbirlerine düşmesi sürecine mi sürüklenecek?.. Atatürk’ün laik ve bağımsız Cumhuriyetini bu tuzağa düşürmek isteyen dış güçler, emperyalist emellerine alet edebilecekleri kurumları ve örgütleri yurtiçinde göz göre göre destekleyip kullanabiliyorlar... Ülkemizde cepheleşmeden söz açılabiliyor.. Laik cephe.. Dinci cephe... ? ABD hem PKK’nin arkasında.. Hem AKP’nin arkasında.. Ve insanlarımız şehitleşiyor!.. ? Bir süreden beri dışardan ve içerden körüklenen örgütlü siyasette ümmetleşmeye doğru apaçık zorlanan ulusumuz yeniden uluslaşmak zorundadır... Ankara’da Ulus’ta patlayan bombadan sonra da ulusumuzun aklı başına gelmeyecek mi?.. Birleşen Sola Bir Devrimci Program! Tarihi bir seçim arifesinde, solun birleştiği şu günlerde, CHP’nin hakkını yememek gerek. 31 Mart tezkeresini Meclis’e getirmekle, Türkiye’yi ABD’nin peşinde Irak savaşına sürüklenmekten kurtardılar. Laik Cumhuriyeti, gerici bir cumhurbaşkanından, Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak onlar kurtardılar. İrticacı girişimleri, yolsuzlukları, özelleştirmeleri, kadrolaşmaları önlemek için Meclis’e pek çok önerge getirdiler. Programlarında, internet sitesindeki belgelerinde, bağımsız dış politikanın önemini vurguladılar. Parti Başkan Yardımcısı Onur Öymen, değişik açıklamalarında ve “Ulusal Çıkarlar” başlıklı kitabında, ABD’nin “Ben büyüğüm, güçlüyüm” politikasını eleştirdi. Türkiye’nin, küreselleşme koşulları bahane edilerek kendisine yapılan baskılara karşı durabilecek güçte olduğunu belirtti. Ancak bugün ülkemizde olağanüstü bir durum var. Sokağa dökülen milyonlar bir devrim bekliyor, birleşen sola Atatürkçü, devrimci bir program istiyor. Milyonların seslendirdiği, “Ne ABD, ne AB” mesajının arkasında, Genelkurmay Başkanı’nın ve Cumhurbaşkanı’nın uyarıları yatıyor: “Toprak bütünlüğümüz, ulusal varlığımız, laik Cumhuriyetimiz tehlikede.” Bu ortamda Sn. Şükrü Elekdağ’ın Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamalar ilginçtir: “Bağımsız Kürt devleti Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eder. Bu tehdide karşı bir devlet stratejisi yoktur.” ABD’nin bu hedefe yönelik politikalarının kesinlikle kabul edilemeyeceğini söyleyen Elekdağ, hükümeti, bu politikanın, TürkAmerikan ilişkilerine vereceği zararı anlatamamakla suçluyor ve şöyle diyor: “Kanımca Türkiye, karşılaşacağı bu ağır ve acil tehdide karşı koymak ve onunla baş etmek imkân ve gücüne sahiptir. Türkiye’nin sahip olduğu ve bu amaçla kullanabileceği diplomatik, ekonomik ve askeri enstrümanlar, bu alanda sonuç almak için yeterlidir. Yeter ki özgüvenli bir liderlik Türkiye’de yönetime geçsin ve ülke çapında birlik ve dayanışma ruhunu sağlayabilsin.” (Cumhuriyet, 13 Mayıs 2007) Kuşkusuz, CHP tehlikenin farkındadır. Ancak antiemperyalist politikası, ABD’ye, güttüğü politikanın zararlarını anlatmak biçiminde mi olacak, yoksa Latin Amerika ülkelerinin yaptığı gibi, politik ve ekonomik tam bağımsızlık ilan etmek biçiminde mi? Sorun burada. Rahşan Ecevit son açıklamasında bu soruya aşağı yukarı yanıt veriyor. 8 maddelik programında şunları belirtiyor: “IMF’ye teslim edilen ekonomik programa karşı milli bir program izlenmeli. ...AB ve ABD’nin dayatmaları geri çevrilsin. KKTC’nin bağımsızlığının uluslararası camiada tanınması sağlansın. Türkiye, AB ve ABD’nin pazarı olmaktan kurtulsun. Yabancılara toprak satışları durdurulsun.” R. Ecevit aynı zamanda ABD’nin Irak politikasının ve Ortadoğu projesinin doğurduğu tehlikeler üzerinde durulmasını istiyor. Bütün bunlar gösteriyor ki ekonomik bağımsızlık olmadan tam bağımsızlık olamaz. IMF’den kopmadan, Türkiye açlarını, işsizlerini doyuramaz. AB’ye sırt çevirmeden tarımını yıkımdan, verimli işletme ve topraklarını bedavaya satılmaktan kurtaramaz. Tam bağımsız, Atatürkçü Türkiye, emperyalizme tam anlamda sırt çevirmiş Türkiye’dir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa emperyalizmini bir kurtuluş savaşıyla kovduk. Atatürk, ancak bağımsız Cumhuriyeti kurduktan sonra “Yurtta barış, cihanda barış” dedi. Şimdi yine emperyalist hedeflerle bize yaklaşan AB ve ABD ile uzlaşma yolları mı arayacağız? Dünya hızla değişiyor. Putin, 1 milyar 300 milyonluk Çin’le beraber bir cephe kurdu. Latin Amerika başkaldırdı. Türk halkı ayaklandı. Bu ortamda Türk solundan gerçek anlamda, sözde değil, özde devrimci, Atatürkçü, bağımsız bir politika bekliyoruz. Dr. Şükrü M. ELEKDAĞ U ken de, Bosna’da sadece Srebrenitza katliamının “soykırım eşiğine” ulaştığını saptamış olan YUCM’nin bu konuya ilişkin kararını teyit etmiş olduğunu belirtmiştir. (3) Bu noktada, soykırımla, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları arasındaki hassas farkın belirlenmesinde kilit unsur olan “özel kasıt” (dolus specialis) kavramı üzerinde kısaca duralım. Soykırım Sözleşmesi uyarınca, bir suçun soykırım olarak nitelenmesi için, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubun hedef olarak alınması ve kurbanların sırf bu gruplardan olmaları nedenine odaklanan özel bir kasıtla kısmen veya tamamen yok edilmeleri gerekiyor. Soykırım suçunun işlendiğini ispatlamak için savcıların, failin kurbanlarını sırf sözleşme kapsamındaki dört gruptan birine mensubiyetleri nedeniyle ve grubun tamamının veya bir bölümünün yok edilmesine odaklanmış zihinsel bir saplantıyla öldürdüğünü hiçbir kuşkuya meydan vermeyecek şekilde kanıtlamaları zorunlu oluyor. Katliamın boyutları çok büyük de olsa, suçun özel kasıtla işlendiği kanıtlanamazsa, işlenen cürüm büyük bir olasılıkla insanlığa karşı suç veya savaş suçları kategorisine giriyor. UAD kararı, soykırımı, bir tür insanlığa karşı suç olan “etnik temizlik”ten ayıran kritik unsurun da özel kasıt olduğunu şu ifadelerle ortaya koyuyor: “Ne bir alanı etnik açıdan homojen hale getirmeyi amaçlayan bir politikanın yansıttığı kasıt, ne de böyle bir politikayı uygulamak için yapılan operasyonlar, sadece bu nitelikleriyle soykırım olarak tanımlanamaz. Soykırımı tanımlayan özel kasıt belirli bir grubun (mensuplarının sırf o gruptan oldukları için) tamamen veya kısmen imhasıdır ve bir grubun üyelerinin sürgüne ve göçe tabi tutulması kuvvet kullanılarak gerçekleştirilse dahi, ne bu grubun imhasıyla eşdeğerde sayılabilir ne de bu imha keyfiyeti yer değiştirmenin otomatik sonucu olarak görülebilir. Ancak, bu, etnik temizlik olarak nitelenen fiillerin hiçbir zaman soykırım oluşturmayacağı anlamına gelmez. Nitekim, eğer bu fiiller… belirli bir grubu, bölgeden çıkarma amacından farklı olarak, özel kasıtla imha etme niyetiyle yapılmış ise soykırım oluşturur.” (4) UAD’nin kararı, Türkiye’nin Ermeni iddiaları karşısındaki hukuki tezinin isabetli ve güçlü olduğunu iki açıdan teyit ediyor. Birincisi, kararın, soykırım suçunun oluşması için özel kasıt unsuruna kritik bir önem atfetmesidir. Nitekim, Divan kararında, Bosnalı Sırpların, Nazi tipi ölüm kamplarında Boşnakları kitlesel katliamlarla imha ettiklerini ve onlara akla durgunluk veren korkunçlukta vahşet yaptıklarını kaydediyor. Divan, ayrıca, bu fiillerin soykırımın maddi unsurunu oluşturan eylemler olduğunu da kabul ediyor. Ancak, suçun manevi unsurunun, yani, özel kastın varlığının kanıtlanamaması nedeniyle, soykırım suçunun işlenmediği sonucuna varıyor. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle