24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS 2007 PAZARTESİ 8 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ ‘Washington AKP’ye destek olmayı bırakıp doğal müttefikleri olan laiklerden yana tavır almalı’ Türkiye’deki laikleri destekleyin DANIEL PIPES (*) Hugo Chavez Bildiğiniz Gibi... İşçinin ve emekçinin geleneksel bayramı 1 Mayıs, ne yazık ki ülkemiz hariç hemen tüm dünyada, her yıl olduğu gibi bu yıl da şanına yakışır bir biçimde kutlandı. Ama bütün bu kutlamalar ne denli görkemli olsalar da, Venezüella ve Latin Amerika’nın yoksul halkları için apayrı bir önem taşıyordu. Zira işte tam da o gün, birbiri ardından halka dönük reformlar gerçekleştiren Venezüella Başkanı Hugo Chavez bu kez yıllardır yoksul halkının ensesinde boza pişiren Amerikan emperyalizminin ve küresel piyasacı işbirlikçilerinin önde gelen iki büyük dayatma ve baskı aracı Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nu (IMF) kapının önüne koyma kararı aldığı müjdesini vermişti. Başkan, ayrıca bölgesel bir banka örgütü kurmanın hazırlıklarının sürdüğünün de altını çizmişti. Söz konusu örgüte, şimdiden çok sayıda Latin Amerika ülkesinin katılımı da gündemdeydi. Nitekim 3 Mayıs’ta altı Latin Amerika ülkesinin ekonomi bakanları Ekvador’un başkenti Quito’da toplanarak bir Güney Bankası’nın kurulması yönünde karar almışlardır. Bu konuda başı çeken Venezüella ve Arjantin’in yanı sıra yeni bölgesel kuruluşta Brezilya, Bolivya, Ekvador ve Paraguay da yer alacaktır. Güney Bankası’nın kuruluşunun 22 Haziran’da Paraguay’ın başkenti Asancion ya da 26 Mayıs’ta Venezüella’nın başkenti Caracas’ta imzalanması beklenmektedir. Ekvador Ekonomi Bakanı’na göre örgüte o güne kadar başka Latin ülkelerinin de katılımı söz konusudur. Ekvador ayrıca konuyla ilgili bir başka öneri daha gündeme getirmiştir. Bu, üçüncü dünya ülkeleri için büyük ‘felaket’ sayılan Uluslararası Para Fonu’na karşı (IMF), Güney Fonu ve Güney Bankası adı altında iki örgütün daha kurulması önerisidir. Ekvador Başkanı Rafael Correa’ya göre IMF bölgede borç verenlerin jandarmalığını yapmaktadır. Başkan haklı olarak, “Latin ülkelerinin 200 milyar dolarlık rezervlerini birinci dünya ülkelerine aktarıp ardından üç beş dolar kredi almak için olmadık koşullara boyun eğmeyi sürdüremeyiz” demektedir. Önerilen kurumlar ise yine başkana göre ‘pazar ekonomisi mantığından uzak, işbirliği ve kalkınmaya yönelik’ olacaktır!.. ??? Latin ülkeleri finansal güçlüklerle karşılaştıklarında sözü edilen fona başvurabileceklerdir. Öte yanda Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Venezüella’nın IMF’ye borçlarını ödemesiyle, IMF’nin Latin Amerika’dan silinme yolu da görünmektedir. Nitekim bölgeye yönelik krediler, portföyün yüzde 1’ine düşmüş durumdadır! Önce Uzakdoğu Asya’da onca yıkıma yol açtıktan sonra kapı dışarı edilen IMF, şimdi Latin Amerika’dan da kovulma sürecine girmiştir. Ne ilginç rastlantıdır ki, IMF’nin gerçek yüzünün giderek daha açık bir biçimde ortaya çıktığı şu günlerde Irak savaşının mimarlarından ve Irak’a karşı küçük nükleer bomba kullanmayı önerdiği için de ‘Nuke’ takma adını hak eden Paul Wolfowitz’in onursuz bir ‘yakın kayırma’ (nepotizm) skandalı sonrası, W. Bush’un desteğine karşın sonunda ‘istifa’ görüntülü görevden uzaklaştırılması hemen aynı günlere denk gelmiştir. Görünen o ki ‘Danimarka krallığında bir şeyler’ çoktan ‘çürümüştür’. Ve bu skandal, Fon’un yoksul ülkeleri sözde ‘uyum reformlarıyla’ perişan eden çok daha büyük bir skandalın küçük bir parçasıdır. Ancak borçları ödeyip Fon’u kapının dışına koymak, her zaman ondan kurtulma anlamına gelmez. Kamu mallarını borç faizlerini ödemek için yok pahasına ‘babalar gibi’ yerli ya da yabancı sermayeye peşkeş çekme ve özelleştirme furyası sürdükçe IMF o ülkeden elini eteğini çekmiş sayılmaz. Başkan Hugo Chavez, bunun ayırdında olan Bolivar, Castro gibi Latin Amerikalı büyük liderler arasında şimdiden yerini almıştır. 1 Mayıs’ta televizyonda yaptığı konuşmada dile getirdikleri bunu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde kanıtlamaktadır: “Venezüella’da kumanda IMF’nin, yani Kuzey Amerika emperyalizminin elindedir. IMF ülkelere sert ve katı ekonomik, sosyal politikalar dayatılmasına aracılık etmekle görevlidir. Bütünüyle soyulup soğana çevrilmeden önce IMF’den kurtulmak gerekmektedir.” Başbakan Chavez, IMF’nin gelişmekte olan ülkelere enflasyonla savaşmak için ‘ücretlerde itidal’ öneren katı monetarizmine karşı muhteşem bir nanik yaparak asgari ücretlere yüzde 20 zam, işgününü ise bugünden 2010 yılına kadar 8 saatten 6 saate indirme kararı almıştır. Bu yöndeki eleştirilerde, kuşkusuz, Venezüella yalnız değil. Arjantin IMF’nin bazı önerilerine kulak asmamaktadır Bolivya ise millileştirmelerden geri adım atma niyetinde asla değildir. Ekvador’un yeni başkanı Rafael Correa, geçenlerde Amerikan kökenli muz ve petrol şirketleriyle içli dışlı ilişkiler içinde olan ve sürekli Washington’ın borusunu çalan Dünya Bankası temsilcisini ülkesinden kovmuştur. Latin Amerika’da bağımsızlık rüzgârları esmeye devam ediyor... İ stanbul’a bu hafta gerçekleştirdiğim ziyaret, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ten beri karşılaştığı en büyük badirelerden birine denk geldi. Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından çıkardığı Cumhuriyet, Batı’nın kendine güveninin dorukta olduğu, Avrupai yaşam tarzının küresel şablon olarak kabul edildiği bir dönemde kuruldu. Atatürk’ün yaptığı refomların çoğu başarılı bir biçimde kök saldı. Arap harflerine geri dönüş ya da soyadlarının kaldırılması artık söz konusu değil. Buna karşın Türkiye genel olarak İslami yaşam tarzına çark etti. Okullarda yaygınlaşan dini eğitime ve devlet tarafından finanse edilen camilerin artmasına bir de türbanlı kadınların çoğalması eklendi. Bu dinci yükseliş, Meclis’te İslamcıların güçlü bir şekilde temsil edilmesine neden oldu. 1960’larda tek sandalyeyle yola çıkan dinciler, Türkiye’nin seçim sistemindeki acayipliklerin de yardımıyla bugün Meclis’te üçte ikilik bir çoğunluğa sahipler. İslamcı partiler iki kez, 19961997’de ve 2002’de, Başbakanlık’ı ele geçirdiler. İlk seferde Necmettin Erbakan’ın dikbaşlı kişiliği ve açıktan İslamcı programı, Atatürk AKP’nin emellerine dair sorulara ancak geleneklerinin koruyucusu olan askeriyeyi spekülasyonla yanıt verilebilir. 2005 yılı harekete geçirdi ve Erkakan bir yıl içinde ortalarında Türkiye’ye gerçekleştirdiğim bir devrildi. Erbakan’ın düşüşünden sonra eski ziyaretten sonra, AKP’nin gizli bir gündemi kurmaylarından Recep Tayyip Erdoğan olup olmadığını değerlendirmenin, iki yönde şimdi iktidarda olan Adalet ve Kalkınma de kanıtların bulunduğu dikkate alındığında Partisi’ni (AKP) kurdu. 19961997’deki “incelikli bir düşünsel bulmaca’’ olduğuna fiyaskodan ders çıkaran Erdoğan ve ekibi, karar kıldım. İki yıl sonraki ziyaretimde de dincileştirme konusunda çok daha dikkatli durumun değişmediğini gözlemledim. bir tavır takındı. Ancak Erdoğan, Yalnızca inceleyecek ve geçen ay yakın arkadaşı yorumlayacak daha Abdullah Gül’ü fazla veri var. Cumhurbaşkanlığı’na er ne kadar anketler Türk Her yabancı devlet gibi aday göstererek fazla seçmenlerin henüz kararsız her Türk de AKP’yi ileri gitmiş oldu. Birbiri olduklarını gösterse de, kendisi değerlendirmeli. ardına yaşanan yabancı liderler Erdoğan’da Her ne kadar anketler gelişmeler sonucunda, hem Meclis’in hem de karar kıldılar. Avrupa Konseyi Türk seçmenlerin henüz kararsız olduklarını cumhurbaşkanının yakın askeri müdahaleyi kınadı. gösterse de, yabancı zamanda seçilmesi liderler Erdoğan’da gerekiyor. İnsanın sorası karar kıldılar. Avrupa Konseyi askeri geliyor: AKP yeniden Meclis’teki müdahaleyi kınadı. ABD Dışişleri Bakanı sandalyelerin çoğunluğunu kazanabilir mi? Condoleezza Rice, daha da ileri giderek Eğer kazanamazsa bir koalisyon hükümeti AKP’nin “Türkiye’yi Batı’ya, Avrupa’ya kurabilir mi? Kendi saflarından birini doğru çekme’’ çabalarını övdü ve özellikle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtabilecek mi? Daha da önemlisi, AKP liderliğinin niyeti de bireysel ve dini özgürlükler alanında Türkiye’nin yasalarını Avrupa’ya nedir? Erbakan’ın akıbetinden ders çıkaran uyumlulaştırma çalışmalarını destekledi. AKP, İslamcı programını koruyup hedeflerini Ancak Rice’ın açıklaması AKP’nin zinayı gizlemeyi öğrendi mi? Yoksa gerçekten bu cezaya tabi kılarak ve alkolsüz bölgeler emellerden vazgeçip laikliği kabullendi mi? yaratarak İslam kanunlarını uygulamasını, İslami mahkemeleri laik mahkemelere tercih etmesini, sırtını kara paraya dayamasını, dini azınlıklara karşı ayrımcılığını ve siyasi muhaliflerini bastırmasını görmezden geliyor. Amerikan desteği AKP’ye oy kaybettirebilir Öte yandan Avrupa Birliği üyeliği AKP’ye büyük bir ek yarar sağlıyor: Türkiye’nin ezeli laik askeri liderliğinin siyasi rolünü azaltarak paradoksal bir şekilde İslami kanunların uygulanmasının yolunu açıyor. AKP’nin temkinli tavrı, subayların iğdiş edilmesini telafi edebilir mi? Sonuçta Bakan Rice, ABDTürkiye ilişkilerindeki AKP kaynaklı gerilimleri de görmezden geliyor. Ancak Rice’ın yüzeysel analizinin beklenmedik bir faydası da var: Türkiye’deki mevcut ateşli Amerikan karşıtılığı veri alındığında, Amerikan desteği AKP’ye oy kaybettirebilir. Şaka bir yana, Washinton AKP’ye destek olmayı bırakıp doğal müttefikleri olan laiklerden yana tavır almalı. (*) Yazar, Ortadoğu Forumu’nun yöneticisidir. İngilizceden çeviren: Sinan Dinçer (The Jerusalem Post, İsrail, 16 Mayıs) H Y Gölgemizden bile korkuyoruz UNANİSTAN’DA ‘TERÖR’ ORTAMI GEROGİOS MALUHOS B ir taraftan cesaret kırıcı, diğer taraftan anlaşılması güç bir durumla karşı karşıyayız. Deyim yerindeyse Yunanistan’da tam bir “terör” ortamı yaşanıyor. Televizyon programlarına katılan yorumcu, uzman ve politikacıların ifadelerinde, Nicolas Sarkozy’nin Fransa cumhurbaşkanı seçilmesiyle Türkiye’deki gelişmelerin ele alınış tarzına bakıldığında tam bir terör korkusunun (ortamının) hâkim olduğu gözleniyor. Uluslararası ilişkiler dikkate alındığında bu korku, bir yerde “annemi istiyorum” fikrinde bütünleşiyor diyebiliriz. “AB Türkiye’ye kapısını kapatırsa yanarız. Sonra ne yaparız? Türkiye’de askerimilliyetçi bir yönetim işbaşına gelirse ne olacak” şeklindeki sorular, yapılan yorumların ekseninde yer alıyor. İşte bu yorumları yapan birçok Yunanlı politikacı ve uzmanın, Erdoğan’ın korktuğundan daha fazla korktuğunu söyleyebiliriz. İslamcılardan daha İslamcı olup gelişmeleri kavrayamayan ve Türkiye’nin Avrupa çabasının başarısızlıkla sonuçlanacağını gören Yunanistan, Türkiye’de yaşanan panikten daha fazla paniğe kapılıyormuş gibi görünüyor. Sarkozy Ankara’ya kapıyı kapatıyor, Atina’da terör yaşanıyor! Ancak, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda izlenen politikalar daha en baştan belliydi. Türkiye’nin yolun sonuna ürkiye’nin kadar gidemeyeceğini herkes biliyordu ya da AB üyeliği bilmek durumundaydı. konusunda Neden mi? Brüksel’deki izlenen müzakerecilerin dedikleri politikalar ya da yaptıkları bir daha en baştan anlamda mantıkdışı. belliydi. Türkiye yolun sonuna geldiğinde, herhangi bir Türkiye’nin AB üyesi ülkenin yolun sonuna parlamentosundaki kadar oylama ya da herhangi bir gidemeyeceğini hükümetin Türkiye’nin herkes biliyordu üyeliğini halkına sormak ya da bilmek amacıyla referanduma durumundaydı. gitmesi Türkiye’nin üyeliğini engellemesini sağlar. Bu ülkelerden birisi var ki küçümsenecek düzeyde değil, Fransa’dan söz ediyoruz. Bu engel iyi ki erken geldi (Türkiye karşıtı Sarkozy Cumhurbaşkanı seçildi). Birkaç yıl sonraya kalsaydı (Türkiye üyelik yolunda reformlar yapıp ilerleme sağladıktan sonra), büyük bir deprem olacak ve tabii ki artçıları da bu doğrultuda daha şiddetli yaşanacaktı. Ayrıca, “kötü” generallerin karşısında olanlar “iyi” Erdoğan’ın süper güçlü olduğu dönemde Avrupa aleyhindeki tehditlerini ve Schröder’i destekleyip Merkel’in aleyhinde konuşarak Almanya’daki seçimlere doğrudan müdahale ettiğini hatırlasınlar. Erdoğan aynı güce bugün de sahip olsaydı acaba daha başka neler söylerdi oturup düşünsünler. Türkiye’nin AB üyeliğinin TürkYunan sorunlarına karşı bir “kalkan” olarak kullanılması, daha baştan bir ikiyüzlülük “balonu” ve sorunun geniş şekilde ele alınmasına ilişkin yükümlülükten kaçınma yoluydu. Şimdi bu şaka artık bitti. Yunanistan’ın çıkarları aktif ittifaklarla sağlanmalı, gölgesinden korkar hale getirilen halkın güvenini yeniden kazanması sağlanmalı ve (bunu güvence altına alacak şekilde) gerçek politikalar izlenmelidir. T Doğalgazda üçlü ittifak Rusya, Kazakistan ve Türkmenistan’ın Hazar kıyısı doğalgaz boru hattı üzerindeki işbirliği yakın gelecekte etkisini güçlü biçimde hissettirecek DİMİTRİ ORLOV R usya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçen günlerde Kazakistan ve Türkmenistan’a yaptığı ziyaretin iki somut hedefi vardı: Birincisi, Hazar kıyısı doğalgaz boru hattı projesinin yaşama geçirilmesi için üç ülke arasında ortaklık sistemini oluşturmak, ikincisi ise Avrupa ülkelerinin enerji sektöründe Rusya karşıtı ittifak oluşturmalarının önüne geçmek. Putin’in bu ziyaretler esnasında iki amacı da gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Varşova’daki enerji zirvesine, o zirvenin asıl konusunu oluşturan ülke, yani esas oyuncu Kazakistan katılmadı. Hazar kıyısı doğalgaz boru hattı konusunda varılan anlaşma ise, pek çok kişinin bu anlaşmanın resmi nitelik taşımadığından söz etmesine ve anlaşmanın sadece bir “niyetler anlaşması” olduğunu söylemesine karşın, yakın gelecekte etkisini güçlü biçimde hissettirecek. geçtiği ülke olması ya da taşıyıcı ülke statüsünün devam etmesi için can atıyor. Son zamanlarda özellikle Batı’daki komşularımız, yani eski Sovyet cumhuriyetleri ile Doğu Avrupa ülkeleri bu avantaja sahip olmak ya da bu avantajı sürdürmek için amansız bir mücadele içindeler. Onların bu mücadelesini anlamak mümkündür. Zira geçiş ülkesi olmak, maddi anlamda zenginleşmenin ötesinde, boru hattı üzerinde tam kontrol imkânını, yani ihracatçı ülkeler ile alıcı ülkelere kendi siyasi taleplerini dayatma şansı veriyor. Birincisi, bu anlaşma Kazakistan ve Türkmenistan’ın, Rusya ile ittifakı onayladıklarını gösteriyor. Nazarbayev şaşırttı Özellikle Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, bu konudaki tavrını çok net biçimde ortaya koydu: Nazarbayev, Varşova’daki zirveye katılabilirdi; ama bunun yerine, Putin ve Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov ile buluşmayı seçti. Nazarbayev’in bu net tavrının, AB ve ABD’de şok etkisi yarattığına hiç kuşku yok. Türkmenistan Devlet Başkanı ise Polonya’daki zirvede daha temkinli bir tutum takınarak, AB ve diğer güç merkezleri ile işbirliği yapma imkânlarından söz etti ve diğer bazı alternatif olanaklar için kapıyı aralık bıraktı. Bununla birlikte, Berdimuhammedov da Rusya ile ittifaka taraftar olduğunu kesin bir dille belirtmekten geri durmadı. Böylelikle, Hazar kıyısı doğalgaz boru hattı üzerinde üç devletin siyasi işbirliği gayet belirgin biçimde kendisini göstermiş oluyor. İmzalanan anlaşmalar da, buna en iyi biçimde tanıklık ediyor. Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Rus Devlet Haber Ajansı RİA Novosti, Rusya, 15 Mayıs) Silaha dönüşebilir Rusya gibi zengin enerji kaynaklarına sahip olan ve sektörün önemli oyuncuları arasında yer alan bir ülke, bir de taşıyıcı ülke statüsünü elde ederse, söz konusu mekanizma, önemli bir silaha dönüşebilir. ABD Kongresi’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi’nin Rusya, Kazakistan ve Türkmenistan’ı hedef aldığı açıkça görülen enerji hammaddelerinde işbirliğini kısıtlayan bir yasa tasarısını kabul etmesi, hiç de rastlantı eseri değil. Zira ABD, bu tarz ittifakların kendisi için taşıdığı tehlikenin farkında. Üç devlet başkanının buluşması ve enerji alanında anlaşmaları, hiç şüphesiz, siyasi açıdan da anlam taşıyor. Taleplerini dayatabilecek Bu anlaşmanın önümüzdeki dönemde Rusya ekonomisine getireceği parasal katkının miktarı konusunda henüz bir şey söyleyemiyoruz. Fakat bu anlaşma, Rusya’ya asıl olarak bambaşka bir alanda avantaj sağlayacak. Bilindiği üzere, pek çok ülke, kendi ülkesinin boru hatlarının Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. FATMA MERAL TÜNTÜL Yunancadan çeviren: Murat İlem (Kathimerini gazetesi, Yunanistan, 8 Mayıs) CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle