24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 MAYIS 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Demokrasiye kadın gücü M eclis’te kadın oranını arttırmak bir amaç değil, bir araçtır. Demokrasiyi gerçekleştirmek, daha güzel bir dünya yaratabilmek için bir araç! gulayıp duruyoruz! Bundan on yıl önce KADER’i (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği’ni) kurduğumuzda, durum daha da utanç vericiydi. Parlamentoda kadın oranı yüzde 2’lerde sürünüyordu. Bundan 72 yıl önce parlamentomuz, kadın temsilinde dünya ikincisiydi. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında yarışa çok geç ve çok geriden katılan kadınlara olumlu ayırımcılık uygulanmıştı. Bugün yine buna ihtiyaç var! Kısa bir süre önce, KADER çok başarılı bir kampanyayla konunun önemini vurguladı, kamuoyunun dikkatini çekti. Ancak ondan sonraki gelişmeler, AKP’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, seçimlerin öne alınması, parti birleşmeleri vb.. kampanyanın devamını, sonraki ayaklarını gerçekleştirmelerini engelledi. Şu anda, KADER tüm siyasi partileri, aday listelerinde ilk iki adaydan birinin ve yukarıdan aşağıya her 3 adaydan en az birinin kadın olması için zorluyor. Öte yandan çeşitli kadın kuruluşları, güç birliği yapıp bağımsız kadın aday arayışlarını da sürdürüyor... Görünen o ki, kadını vitrin olarak kullanmayan, kadına öncelik sağlayan, kadınların taleplerini yerine getiren avantaj sağlayacak. Şunu herkesin bilmesi gerek: Kadınların temsil edilmediği siyaset, sadece kadınların değil, ülkenin de hiçbir sorununu çözmez, çözemez. Tamam seçim yasası, yüzde onluk baraj, partilerin işleyişi, hiçbiri demokratik değil! Dokunulmazlıklar, anayasada yıllardır yapılması gerektiği halde yapılmayan değişiklikler! Utanç verici 301. madde! Bunlar hallolmadan Meclis’te kadın oranını arttırmak hiçbir işe yaramaz gibi görünebilir! Yanlış! Kadınlar Meclis’e somut talepleriyle, bir şeyleri değiştirmek için geliyorlar! Unutmayalım ki, Meclis’te kadın temsil oranını arttırmak bir amaç değil, bir araçtır. Değişimi gerçekleştirmek için daha güzel, daha yaşanılası bir dünya yaratabilmek için bir araç! zeynep@zeyneporal.com faks: 0212.257 16 50 ürkiye’nin şu son otuz yıllık öyküT sü, aynı zamanda kadınların verdikleri amansız mücadelenin öyküsü… Sakın yanlış anlaşılmasın, daha önce mücadele verilmedi falan demiyorum. Ancak 70’lerden sonra verilen günü gününe mücadele; feminist kuramların ve söylemin yaygınlaşması; kadın erkek tüm toplumun üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül darbesi sonrasında erkek egemen politikalardan, ideolojilerden farklı politikalar üretilmesi; kadınların insan hakları için, farklı feminist grupların güç birliği etmesi; bu gücün sonraki yıllar içinde örgütlenmesi, kurumlaşma çabaları, daha geniş iletişim ağları kurulması; baskı gruplarının oluşturulması; Medeni Kanun ve Ceza Kanunu değiştirmede üstlenilen aktif ve etkili rol … Bunların tümü kadınların demokrasi mücadelesiyle iç içe gelişti. Ülkenin geleceğini karartmak isteyen güçlere karşı düzenlenen şu son Cumhuriyet Mitinglerinde de kadınların nasıl öncü bir rol oynadıklarını hep birlikte gördük. AĞIR HERKES DUYSUN! Hiç ama hiç unutmadım. Bundan tam 20 yıl önceydi. Tarih: 17 Mayıs 1987. Yer: İstanbul. Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı. O gün, kadınlar ilk kez, yaygın ve sistematik biçimdeki erkek şiddetine karşı yürüyüşe geçmişlerdi. “Dayağa Hayır!” yürüyüşü, 12 Eylül sonrasındaki ilk yasal yürüyüştü. Dayak yüzünden boşanmak isteyen bir kadını, hâkimin, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” gerekçesiyle evine geri yollaması bardağı taşıran son damla olmuştu. O güne dek kadınlara “Kocadır, sever de döver de” diye belletilmişti. O güne dek, dayak atan değil, dayak yiyen kabahatli ya da suçlu sayılırdı. Dayak atmak değil, dayak yemek ayıp sayılırdı… Sanılırdı ki, dayak yemek utanılacak bir şey ve o yüzden susulurdu. Hep susulurdu. Gizlenirdi, saklanırdı! Sanılırdı ki, “belli kadınlar” dayak yer: Belli sosyoekonomik sınıftan, belli geç KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Hangi Taşra? Geçen hafta sizlerle buluşamadık. Yazıyı son dakikaya bırakmanın ve yolculuk telaşının sonucu. Oysa, sıcağı sıcağına anlatmak istediğim şeyler vardı. Geçen hafta 10’uncusu gerçekleşen İstanbul Uluslararası Ülker Kukla Festivali’nde izlediğim bir oyundan ve PEN Genel Kurulu’nda yitirdiğimiz seçimden söz edecektim. Hani şu tek bir oyla yitirdiğimiz seçimden. Kukla Festivali’nin Onur Ödülü’nü kazanan ustamız Metin And’ı ve on yıldır festivali büyük bir başarı ile sürdüren sevgili Cengiz Özek’i kutladıktan sonra, açılışta izlediğim “Kiyohime Mandara” adlı oyundan söz etmek istiyorum. Japon kukla sanatının en önemli ustalarından biri olan Hoichi Okamoto’nun bir oyuncu ve insan boyunda bir kukladan oluşan gösterisi tek kelime ile heyecan verici idi. İçerikle biçimin bu denli örtüştüğü, teknik ustalıkla, duyarlığın bu denli buluştuğu çok az gösteri izlemişimdir herhalde. Kuklacı ile kukla arasındaki ilişkiden yola çıkarak aşk üstüne bir destan yaratmış Okamoto. Geleneksel sanattan çağdaş anlatıya uzanan bu görkemli yolculuğu kaçırmadığım için şanslı sayıyorum kendimi. ??? Gelelim, PEN kongresine… Kongrenin sonucunu tartışmayacağım elbette. Kulislerden de söz etmeyeceğim. Yalnızca arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Orhan Alkaya, Cuma Boynukara, Nevzat Çelik, Ayşegül Devecioğlu, Sezer Duru, Müge İplikçi, Vecdi Sayar’dan oluşan listeye oy veren ve vermeyen tüm arkadaşlarımıza… Bu liste adına, kongrede kısa bir metin okundu. Niçin göreve talip olduğumuzu açıklamak için… Tarihe not düşmek adına bu kısa metni sizlerle paylaşmak istiyorum : “Bizler, düşünce özgürlüğünün yalnızca bir iç âlem özgürlüğü değil, aynı zamanda düşüncelerini serbestçe, kısıtlanmaksızın ifade etme özgürlüğü olduğuna, kişi haklarına saldırı ve şiddet içermediği sürece bu özgürlüğün kısıtlanmadan kullanılması gerektiğine inanıyoruz. Birtakım tabular ya da kutsallar oluşturup onları dokunulmaz kılarak düşünce ve ifadenin önünde neyin eğri, neyin doğru olduğuna dair bir ölçü haline getirerek düşünce özgürlüğünden yana olamayız. Yalnızca hoşumuza giden sözleri duymak istemek ifade özgürlüğünden yana olmak değildir. Uluslararası PEN, edebiyatçıları, yayıncıları, gazetecileri ve çevirmenleri kapsayan bir örgüttür. PEN’in asli ilgi alanı insanlığın en önemli ortak değerlerinden edebiyatın gücünü korumaktır. Edebiyatın dili ise yerel olduğu zaman bile evrenseldir. Yerel olduğunda bile anlamını evrensel olanda bulur. Bu dil asli niteliğini, ırk, din, milliyet, cemaat gibi kurgulanmış kimliklerin ötesindeki insanın kadim ve evrensel sorunlarıyla temas halinde olduğunda kazanır. Bu dil, en yerel ve en öznel olanı anlattığında bile evrensel yargılara güvenir, onun evrensel değerler üzerinden anlaşılabileceğini umut eder. Doğası gereği kardeşliğin dilidir. Bu dil, andığımız nitelikleriyle insanın her türlü tahakküm karşısında doğal, katıksız, ikirciksiz, gönülden itirazıdır. Bizler, edebiyatın gücünü korumak ve tanımladığımız şekliyle ifade özgürlüğünü savunmak için PEN Türkiye Merkezi yönetiminde görev almak istiyoruz” demiştik… ??? İstanbul’dan sonra, yolum Avrupa’nın taşrasına düştü! Önce, Torino, sonra Cannes... Torino, Avrupa’nın en büyük kitap fuarlarından birinin 20. yılını kutluyor bu yıl; Cannes ise dünyanın en büyük film festivalinin 60. yılını. Cannes’a “taşra” dememe kimsenin bir itirazı olamaz. Film festivali ile adını tüm dünyaya duyuran bu mütevazı kent, “Province” bölgesinde yer alıyor. Fransızca taşralı anlamına gelen “provencial” sözcüğü bu bölgenin insanları için kullanılıyormuş önceleri, sonraları başka dilerde de bu sözcük kullanılmaya başlanmış. Torino’ya gelince Barok mimarinin görkemli örnekleri ile dolu bu kentin insanlarına “taşralı” demek haksızlık olabilir, ama Roma’nın yanında gene de taşra işte! Önemli olan, bu taşra kentlerinin kültür ve sanatla nefes alıp vermesi... Bizim taşramızda olup bitenlerle kıyasladığınızda insanın içi acıyor. Torino’da kitap fuarı gençlerle, çocuklarla dolup taşıyor. Dünyanın en ünlü yazarlarının (Antonio Skarmeta’dan Tahar Ben Jallouna’ya kadar yüzlerce yazarın) katıldığı söyleşilerde yer bulmak mesele. İtalyan radyoları gün boyu canlı yayınlar yapıyor. Fuarın bu yılki teması “Sınırlar”. Avrupa’da sınır kavramından söz açıp da Türkiye’ye değinmemek mümkün mü? Mesut Yılmaz, Moris Farhi, Feridun Zaimoğlu’nun da katıldığı panel yoğun bir ilgi görüyor. Cannes’da da Orhan Pamuk’un jüri üyeliği, Fatih Akın’ın yarışmadaki, Semih Kaplanoğlu’nun “Quenzaine”deki filmleri sayesinde Türkiye gene gündemde. Haftaya, Cannes’dan devam ederiz… vecdisayar@yahoo.com Nuri İyem’in bir yapıtı. B mişten, belli meslekten, belli eğitimsizlikten, belli çevreden… Sanılırdı ki dayak yemiş dayak yememiş kadın ayırımı yapılabilir… Sanılırdı ki kadına yönelik şiddet her kadını tehdit etmez! Bütün bunlara “Hayır” demek için kadınlar bir araya geldiler, müthiş bir dayanışma örneği verip örgütlendiler. Dayak, erkeğin hakkı değil, suçudur dediler!. Kadına yönelik şiddetin, temelde erkeklerin, kadın üzerinden güç ve iktidar sahibi olma tutkusu, çabası olduğunu ortaya koydular! Dayak, iktidar ilişkisinin kurulması ve yeniden yeniden üretilmesi için bir araçtı! Ve “Bağır herkes duysun” dediler. 20 yıl önceydi. Kadınlar öyle bir bağırdı ki, herkes duydu! (Kimilerinin duyması daha çok vakit aldı!) Hemen ardından Türkiye’deki ilk kadın sığınma evi Mor Çatı kuruldu. Bugün, dayağa karşı kadın dayanışması nın 20. yılında, erkek şiddetine hayır demek için 13 Mayıs Anneler Günü’nde yeniden aynı yerde bir araya geldiler. Haftayı, 20 Mayıs Pazar günü Maçka Parkı’nda Kadın Şenliği’yle noktalayacaklar. (Hepinizi bekleriz!) Sayısız kadın kuruluşunun imza attığı çağrılarına bir tümce daha eklediler: “Bağır Herkes Duysun / Erkek Şiddeti Son Bulsun!” Eğer bugün hâlâ kadına yönelik şiddet bunca meşru ve bunca yaygınsa, buna yalnızca gelenek görenek, eğitimsizlik deyip geçemeyiz. Bunun başlıca nedeni, demokratik düzene geçilememiş olmasıdır. Kadınların temsil edilmediği bir demokrasi, eksik bir demokrasidir. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar bugün TBMM’de sadece yüzde 4.36 oranında temsil ediliyorsa.. siz buna demokrasi diyebilir misiniz!.. Bu oranla Türkiye, 189 dünya ülkesi arasında, Kuveyt, Lübnan, Irak, Azerbaycan, Nijerya, Ürdün, Libya gibi ülkelerin ardından ancak 167. sırada yer alıyor; AB ülkeleri arasında ise yüzde 92’lik temsil oranındaki Malta’dan sonra sonuncu sırada... Bunun Türkiye için, demokrasi için ne büyük bir utanç olduğunu vur SEÇİM YAKLAŞIRKEN TÜM İLERİCİ, YURTSEVER, DEMOKRAT VE DEVRİMCİLERE ÇAĞRIMIZDIR!.. YENİDEN SAMSUN’A ÇIKIYORUZ!.. Emperyalizme, onun ülkemizdeki uzantısı işbirlikçilere ve irtica odaklarına karşı sesimizi yükseltmek, cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmak ve tek yumruk olduğumuzu göstermek için 20 Mayıs 2007 Pazar günü “Samsun Mitingi”ne pankartımız altında katılalım. TEŞEKKÜR Babamız Muhittin Soner’in kritik bakım ve ameliyatında ilgi ve özenlerini esirgemeyen tüm İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Kardiyoloji Bölümü sağlık çalışanlarına, tedaviyi doğrudan izleyen Dr. Emrullah Erdem’e, ameliyatını gerçekleştiren Prof. Sabahattin Umman ve Doç. Murat Sezer’e, tedavinin seyrini özenle izleyen Prof. Berrin Umman ve Prof. Zehra Buğra’ya en içten teşekkürlerimizle. 68’LİLER BİRLİĞİ VAKFI YÖNETİM KURULU Toplanma Yeri ve Saati İstanbul Taksim AKM önü, 19 Mayıs Cumartesi, saat 21.00’de İrtibat Telefonu: 0 532 325 85 90 YERİMİZ SINIRLIDIR, YER AYIRTMAKTA GEÇ KALMAYIN Soner Ailesi CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle