13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ 4 HABERLER Maliye Bakanı Unakıtan, Erdoğan’ın işaret edeceği kişinin cumhurbaşkanı seçileceğini söyledi 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK ‘O söyler, biz de seçeriz’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın işaret ettiği kişinin seçileceğini belirterek “O der ki ‘o olur, bu olur’.. bir işaret verdiği zaman biz de seçeriz yani. Hiç lamı cimi yok” dedi. Kanaltürk’ün denetlenmesiyle ilgili olarak kendisinin talimat vermediğini savunan Unakıtan, denetimden rahatsız olanların mahkemeye gitmelerini önerdi. Türkiye’de devletin artık ekonomiden elini çekmesi gerektiğini belirterek “TRT, PTT başta olmak üzere hepsi özelleştirilmeli” dedi. Unakıtan, dün özel bir televizyon kanalında gündemdeki konulara ilişkin GüzelİnceSeksi... Amerikan Psikoloji Derneği başkanı, genç kız ve kadın imgesinin artık böyle tanımlandığını söyleyerek “kız çocuklarının, genç kızların, kadınların cinsel nesne olarak kullanıldıklarını’’ açıklıyordu. Reklamlarda, her türden satışa sunulan malın tanıtımında (otomobilden buzdolabına, turizm programlarından ev eşyasına kadar) kadın bedeninin ‘cinsel nesne’ olarak kullanılmasının tehlikelerine dikkat çekiyordu. NTV radyosundan yapılan BBC yayınında kadın bedeninin yeni toplumsal kabule açılan beden imgesinin ‘güzel, ince, seksi’ olması yolunda yapılan yoğun baskının sonucu olarak genç kızlarda ‘anoreksi hastalığı’nın arttığına dikkat çekilen açıklamada bu durumun bir toplumsal sorun kabul edilmesinin gerekliliği anlatılıyordu. Sonuçta Batı bile isyan noktasına geldi diye düşündüm. Çünkü, bu yoğun baskı, başta Amerika olmak üzere Batı kaynaklı sinema filmlerinin, fotomodellerinin, mankenlerinin ‘örnek imge’ olarak sunulmasıyla başlamıştı. ‘Kadının McDonalds’laştırılması’ diyebileceğimiz bir süreçte, manken Twiggy ile başlayan ‘kemik üzerine yapıştırılmış deri gibi ince olmak’ modası artık bir ‘genç kız hedefi’ durumuna gelmişti. İnce bedenler her yerde ‘başarılı kadın’ simgesiydi. ‘Başarılı kadın’; ince, şık, enerjik, saldırgan, seksi idi. (Temel İçgüdüSharon Stone) İş yaşamının başarılı yeni ‘cosmo girl’ tipi buydu. Özel yaşamda da erkeğe meydan okuyan, kimseye aldırmadan partner değiştiren, sadakati unutup hazzını yaşayan bir ‘genç kadın’dı o. Medyanın peşinde koştuğu ‘başarılı starlar’ böyle genç kadınlardı. Filmlerde rol alan, dizilerde oynayan, podyumlarda aranan genç kadınların ortak tipi buydu: Güzelinceseksi. Bu kadınların en büyük iki korkusu vardı: Selülit ve yaşlanma. Neyse ki estetik operasyonlar, yağ aldırmalar, yosunlu sıcak banyolar, gym salonları imdada koşuyordu. Amerikan Psikoloji Derneği, çocuk oyuncaklarına da dikkati çekiyordu. Oyuncakçılar Birliği başkanı da, “Ne yani? Olup bitenlerden biz mi sorumluyuz? Ne satılırsa biz onun oyuncağını yaparız’’ diye suçlamalara yanıt veriyordu. Ben ‘Barbie Bebek Sendromu’ diye adlandırdığım bir oyuncağa dikkat çekmiştim. Barbie bebek, incecik, sarışın genç bir kadındı. Çok lüks bir yaşamı vardı. Yazlık, kışlık evi, her mevsimin giysileri, lüks arabaları vardı ama.. ailesi yoktu, eğitimi yoktu, çalışmıyordu, gene de bu lüksü yaşıyordu. Ben soruyordum: Barbie bebek küçük kızlarımıza kimleri hatırlatıyor? Kimler gibi olmalarını istemesine yol açıyor? Bilmem, bana da “Ne yani? Bütün olup bitenler Barbie bebek yüzünden mi” diye sorulur mu? Ama şunu söylemeliyim ki, çocuk oyuncakları da bir yaşam ideolojisinin simgeleridir. Ve elbette çocukları çok etkiler. Bunların üzerinde durulmadığını görüyoruz. Bunları sorun olarak görmüyoruz ama.. bu konu giderek daha artan yaygınlıkta önümüze çıkacaktır. Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Saynur Canat, şöyle diyor: ‘’Toplumun zayıflık ve beden egzersizlerine verdiği önem anoreksiya nervosa hastalarını destekleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde moda hemen tamamen zayıf kadınlara yönelik olup, mankenler basında baş köşeyi işgal etmektedirler. Hastalığın ortaya çıktığı ergenlik dönemi bireyin çevrenin bakış açısına aşırı önem verdiği ve ‘başkalarının gözünde nasıl göründükleri’ sorunuyla aşırı bir uğraş içinde oldukları dönemdir. Toplumdaki bu eğilim ergen kızlarda anoreksiya nervosanın ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır.’’ Anoreksiya nervosa, yemek yememe, yediklerini kusarak çıkarma, yeterince zayıf olamama takıntısıyla beliren bir yeme bozukluğudur. Amerikan Psikoloji Derneği adına yapılan açıklamada, bu genç kızların zihinsel işlemlerinde de yavaşlama, matematik becerilerinde azalma, ders notlarında düşme olduğu belirtiliyor. Bu gerçek sorunları acaba ne zaman sorun olarak göreceğiz? Modernleşme adı altında gizlenen bu sorunlara eğilen kurumlarımız olmayacak mı? Bunların salt sağlık sorunları olmayıp toplumsal değer yitirmelere bağlı yozlaşmalar olduğunu ne zaman anlayacağız? Bu noktadan başlayan büyük toplumsal kayıplara kim, kimler, ne zaman sahip çıkacak? Aileleri ürküten, eğitimcileri kaygılandıran bu sorunlar meslek kuruluşlarını, konu ile ilgili dernekleri, sosyal sorumluluk odaklarını, siyasal partileri ilgilendirmiyor mu? Soruyorum, duyan var mı? [email protected] [email protected] www.erdalatabek.com ŞENER’DEN ‘ERKEN SEÇİM’ MESAJI SIVAS (Cumhuriyet) Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, erken seçim tartışmalarına dikkat çekerek “Bu saatten sonra yapılacak hiçbir seçim erken seçim sayılmaz” dedi. Memleketi Sıvas’ta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şener, son yasama yılına girildiğini belirterek “Tarih için eylül ve haziran tartışmaları yapılıyor. Ama bu saatten sonra yapılacak hiçbir seçim, erken seçim sayılmaz. Bugüne kadar 4 yıldan sonra yapılan seçim olmadı. Oysa biz 5’inci yılın içindeyiz’’ diye konuştu. Cumhurbaşkanlığı seçimine de değinen Şener, “Parlamento içi adayların şansının daha fazla olduğu görülüyor’’ diye konuştu. soruları yanıtladı. Unakıtan, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak “Biz Başbakanımıza bağlı insanlarız, bizim liderimiz odur. O der ki ‘o olur, bu olur’.. bir işaret verdiği zaman biz de seçeriz yani” dedi. Türkiye’de devletin artık ekonomiden elini çekmesi gerektiğini vurgulayan Unakıtan, “TRT, PTT başta olmak üzere hepsi özelleştirilmeli. Özelleştirmenin aynı hızla devam etmesi lazım’’ dedi. Unakıtan, Kanaltürk’ün denetlenmesiyle ilgili olarak, denetim elemanlarının kendilerince yapılan analizler sonucu denetim yaptıklarını ileri sürdü. “Ben muhalefet ediyorum, o yüzden inceleniyorum” anlayışının çok çirkin olduğunu belirten Unakıtan, “Bir taraf hükümeti methediyor, bunu incelemeyelim; bu eleştiriyor, laf olur in celemeyelim, böyle olur mu? Kendileri risk analizi yapıyorlar. Bu iş de onların hoşuna gitti. Program da yapamıyorlar, herhalde program da dolduruyorlar bu hususta. Çok ayıp işler yapıyorlar yani. Devletin Maliye Bakanı’na ağza alınmayan şeyler söylüyorlar. Tabii onların hesabı ayrı platformlarda. Gidersin, mahkemeye verirsin çok rahatsız olursan. Mahkemeye veririm, ona göre bakarım. Gelmiş Maliye elemanı, defterlerini bir verir misin? Neden, vergini doğru ödedin mi ödemedin mi bakacağım kardeşim. Kıyamet kopuyor. Medya gücünle vergi denetimini etki altına almak doğru bir şey mi. Bu ileri ülkelerde olsa herkes ayıplar. Kanal 7 incelenmiyor mu? Burada sordum. Oda ayırdık, sigortacısı, vergicisi ayrı ayrı gelir dedi. Onu denetleme, ben hükümetin aleyhine konuşuyorum beni denetleyemezsin, böyle olmaz’’ diye konuştu. TORBA YASA ATO’DAN UYARI Kaçak merkezlere AB standardı Fotoğraf: UĞUR DEMİR Bölge toplantısına katılan Karayalçın “Sol güçleri, AKP otobüsünü sollayarak geçmeye davet ediyorum” dedi. ‘Hayvancılık alarm veriyor’ ? ATO tarafından hazırlanan raporda, hayvan varlığının yüzde 33.7 azaldığı, tüketilen etlerin yarısının da kayıt dışı ve kaçak olduğu vurgulandı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) Türkiye’de hayvancılığın durumuyla ilgili hazırladığı raporda, ülkede hayvancılık sektörünün topyekun alarm verdiği, hayvan varlığının yüzde 33.7 azaldığı, tüketilen etlerin yarısının kayıt dışı ve kaçak olduğu vurgulandı. ATO tarafından hazırlanan raporda, şu tespitlere yer verildi: Türkiye’nin nüfusu 1990 yılından bu yana yüzde 29.6 artış gösterirken hayvan varlığı ise tam tersine azaldı. Türkiye’nin 1990 yılında toplam hayvan varlığı (kanatlı hayvan hariç) 64 milyon 992 bin baş iken, 2005 yılı sonunda 43 milyon 86 bin 802 başa düşerek yüzde 33.7 azalma gösterdi. 1990 yılında 40 milyon 553 bin olan koyun sayısı yüzde 37.6 azalarak 25 milyon 304 bine, 10 milyon 977 bin olan keçi sayısı yüzde 40.5 azalarak 6 milyon 517 bine, 6 milyon 694 bin olan sığır sayısı da yüzde 45.7 azalarak 3 milyon 633’e geriledi. Tarımda uygulanan makro ekonomik politikaların etkisiyle tarım nüfusundaki azalma, hayvan varlığının azalmasına neden oldu. Gelişmiş ülkelerde kişi başına günlük 219 gram et, 950 gram süt tüketilirken, Türkiye’de ise 35.6 gram et, 465 gram süt tüketiliyor. Türkiye’de yılda 1 milyon ton kırmızı et tüketiliyor. Resmi verilere göre, kesilen hayvanlardan elde edilen et miktarı 400450 bin ton civarında. Aradaki fark Türkiye’de 550600 bin tonluk etin kayıt dışı ve kaçak tüketildiğini ortaya koyuyor. ATO Başkanı Sinan Aygün, hayvancılık sektörünün Türkiye’de göç sorununun kriz haline gelmesini engelleyen başlıca sektör ve kırsal kalkınmanın anahtarı olduğunu belirterek “Hükümet, hayvancılığa sahip çıkmalıdır’’ dedi. ? Radyoloji teknisyenlerinin çalışma saatleri artırılıyor, ancak veriler, teknisyenlerin yüksek kanser riskine karşın korumasız çalıştığını gösteriyor ZEYNEP ŞAHİN ANKARA Hükümetin TBMM’den geçirdiği “torba yasa” kapsamında, çalışma saatleri 5’ten 7.5’e yükseltilecek olan radyoloji teknisyenleri, 11 Mart’ta Ankara’dan seslerini duyurmaya çalışacak. Radyoloji teknisyenlerinin çalışma saatleri AB’ye uyum gerekçesiyle artırılıyor.. ancak veriler, Türkiye’deki radyoloji teknisyenlerinin yüksek kanser riskine karşın neredeyse korumasız çalıştığını gösteriyor. Hastanelerdeki radyasyon çalışma alanlarının yarıya yakını kaçak; Türkiye’deki röntgen cihazlarının yüzde 54’ü, mamografi cihazlarının ise yüzde 63’ü kalite kontrol standartlarına uygun değil, 14 bin radyoloji görevlisinin 3 bin 500’ünün dozimetresi yok. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayına sunulan “torba yasa”, ithal hekim yolunun açılmasından, sınavsız şef ve şef yardımcısı atamalarına değin tıp çevrelerinde tepkiyle karşılanan birçok düzenleme barındırıyor. Uzmanlar, radyoloji teknisyenlerinin 5 saat olan çalışma sürelerinin 7.5 saate yükseltilmesini de eleştiriyor. Düzenleme, Türkiye’deki teknisyenlerin çalışma sürelerinin AB’li meslektaşlarıyla aynı seviyeye gelmesi gerekçesiyle yapıldı. Ancak araştırmalar, kansere yakalanmada yüksek risk taşıyan radyoloji teknisyenlerinin, bireysel sağlık açısından birçok tehlikeye karşın görev yaptığını gösteriyor. Radyoloji Teknisyenleri Derneği üyeleri 11 Mart’ta Ankara’ya gelerek seslerini duyurmak için girişimlerde bulunmaya hazırlanıyor. Tıp Kurumu Genel Sekreteri Ali Rıza Üçer, düzenlemenin, AB standartları gerekçe gösterilerek yapıldığına işaret ediyor. SHP lideri Karayalçın sosyal demokratlara seslendi ‘Solda birliğe ihtiyaç var’ İstanbul Haber Servisi SHP set yaptığımız kitlelerin önüne bugün de benzer koşulların geçerGenel Başkanı Murat Karayal geçerek bu sömürüye son ver li olduğunu söyledi. “İşte yine o çın, AKP ile Türkiye’nin ağır bir mek olmalıdır. Yurttaşlara di abiler ortaya çıktı. Yakalarını ve sömürü yaşadığını belirterek sos yeceğiz ki sola dönün, önünüz kaşlarını kaldırmışlar. Birileyal demokratlara solda birlik çağ deki AKP otobüsünü sollayın. rine kimin vurulacığını söylürısını yineledi. TCK’nin 301. Sol güçleri, AKP otobüsünü sol yorlar” diyen Karayalçın, Hrant maddesine “turnusol kâğıdı” layarak geçmeye davet ediyo Dink cinayetiyle, Türkiye’nin geçmişte yaşanan bu süreci yenibenzetmesinde bulunan Kara rum” diye konuştu. Karayalçın, TCK’nin 301 mad den yaşaması tehlikesiyle karşı yalçın, sosyal demokrat partilerin 301. madde karşıtı tavır alma desinin bir “turnosol kâğıdı” gi karşıya olduğunu kaydetti. Dink cinayeti ile gündeme gemasını eleştirerek “Atatürkçü bi gördüğünü söyledi. 301. madlük sadece Nutuk okumakla de içinde “Türklük”, “manevi len azınlıklar konusunda, Atadeğerler”, “düşünce özgürlü türk’ün sözlerini derinlemesine olmaz” dedi. düşünülmesi gerektiPartisinin Kâğıtğini ve CHP ile hane’deki Pembe ? Partisinin İkinci Bölge Toplantısı’na katılan DSP’yi maddenin Köşk Düğün Salokaldırılmasına karşı nu’nda düzenlenen Karayalçın, sosyal demokrat partilerin 301. madde aldıkları tutum neİkinci Bölge Toplankarşıtı tavır almamasını eleştirerek “Atatürkçülük deniyle eleştiren Katısı’na katılan Karasadece Nutuk okumakla olmaz” dedi. rayalıçın, şöyle koyalçın, seçim sürecinuştu: nin başladığına dik“‘Yurtta barış dünyada barış’ sökat çekerek Türkiye’nin solda bir ğü” “ifade özgürlüğü” kavramliğe ihtiyacı olduğunu belirtti. larının olduğunu vurgulayan Ka zünü hatırlayalım. Bugün, AtaAKP iktidarıyla, Türkiye’nin ta rayalçın, “Öyle bir maddeki, türk’ün ne demek istediğini darihinin en kötü sömürüsünü yaşa Türkiye ne kadar konuyu tar ha iyi anlıyorum. ‘Yurtta barış’ dığını belirten Karayalçın, “Tür tışıyorsa, hangi konular Türki kavramının ne denli önemli olkiye’de sağ çok iktidar oldu. Bu ye önünde sorunsa, 301. mad duğunu daha fazla görüyorum, hükümet döneminde olduğu ka de kapsamında tartışmak zo daha fazla içselleştiriyorum. Evet, ‘yurtta barış’ diyorum. Atadar yaygın, koyu bir sömürüyü runda kalıyoruz” dedi. Bir gazetede dün eski bir ülkü türkçülük sadece Nutuk okuyaşamadı. En yaygın işsizliği, en yaygın yoksulluğu ve en ağır cünün anılarının yayımlandığını makla olmaz. Biz, etnik kimemek sömürüsünü yaşıyorsak ve bu kişinin anılarında “abileri liklerimize göre bizi birbirimizsosyal demokrat parti olarak miz tarafından kullanıldık” de den ayıran güçlerin karşısına bizim görevimiz, uğruna siya nildiğini anımsatan Karayalçın, çıkma kararlılığını taşıyoruz.” Bu pazarı dinlenerek ve gündelik gelişmelerden kendimi uzak tutarak geçirmeye karar vermiştim. Kitap okuyacak ve müzik dinleyecektim. Türkiye’de bu mümkün mü? Sabahtan telefonlar çalmaya başladı. Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in Sabah gazetesinde yayımlanan açıklamasını soruyordu gazeteci meslektaşlarım. Cemil Çiçek, aydınları hedef alan açıklamalar yapmayı sürdürüyordu. İlk değildi, böyle giderse de son olmayacaktı. “Ermeni Konferansı” sırasında, “Arkamızdan hançerliyorlar” diye demeç vermişti. Ardından Kerinçsiz’lerin şikâyet dilekçeleri gelmiş, İstanbul İdare Mahkemesi Konferansı engelleyecek bir karar almıştı. Siyasi irade kendisini göstermiş, arkasından uygulama gelmişti. Adalet Bakanımız da böylece uygulamaya katkıda bulunmuştu. ??? Cemil Çiçek’in “aydın” diye nitelediği kimselere tepkisi hiç bitmedi. “Enteller” ne hikmetse, onu ve bazı milliyetçi odakları mutsuz ediyordu. Türk Ceza Ka Sabah Sabah Cemil Çiçek nunu’nun 301.maddesinin Orhan Pamuk yüzünden Batı’nın gözünde tepkiye neden olduğunu iddia edecek kadar da ilginç tezler öne sürüyordu. Orhan Pamuk davasındaki saldırı ortamını önleyemeyen, duruşmalardaki “uygulamayı” bir türlü görmek istemeyen Cemil Çiçek, o mahkemedeki ürkütücü tablonun sorumlusu olarak da Orhan Pamuk’u görüyordu. ??? Türkiye gibi bir ülkenin Adalet Bakanı olmak kolay değil. Cemil Çiçek’in durumunu anlıyorum. Gerçekten de böyle bir ülkenin demokratikleşme yönünde adımlar atması çok zor. Türkiye’nin bir hukuk devleti haline gelmesi için yapılması gerekenlerin haddi hesabı yok. Kanunlar değişecek, uygulamalar demokratik bir hukuk devletine yakışır hale gelecek. Bireysel hak ve özgürlükler gelişmiş ülkelerin düzeyine çıkarılacak. İşte Cemil Çiçek bu yüzden zorlanıyor. Türkiye’de insanlar düşünceleri yüzünden yargılanıyorlar, hakarete uğruyorlar, mahkemeler ırkçı saldırganlar nedeniyle işlerini yapamaz hale geliyorlar. Adalet sarayları, adalet dağıtmak işinden çok aydınları yargılamakla öne çıkıyorlar. Böyle bir ülkede Adalet Bakanı olmak kolay değil. Bu yargılamaların ve bu saldırganlık görüntülerinin hesabı kime fatura edilecek? Tabii ki öncelikle Adalet Bakanı’na. Bakan Bey de buna kızıyor. “Benim ne günahım var, bunları yapan bağımsız Türk adaleti” diyor. Kızınca daha da celalleniyor ve içindeki öfkeyi dışına vuruyor: “Türk aydını omurgasız.” Suçu aydınların üzerine yıkıp kurtulmak istiyor. Türklüğe hakaret etmek 301. maddeye göre suç sayılıyor da, “Türk aydınına” omurgasız demek herhalde suç sayılmıyor. Böyle denerek belki de oy kazanılıyor? Bakan eski ideolojisine gönderme mi yapıyor? Böyle konuşarak “ülkücü”lerden oy alacağını mı düşünüyor? Onlara göz mü kırpıyor? ??? AKP’liler geçen seçimlerde “özgürlük” vurguları yaparak, AB üyeliği konusunda umutlar yaratarak bir kısım seçmenin oyunu almışlardı. Adalet Bakanı ise Avrupa Birliği’ni savunanlara, özgürlük konusunda kendisini eleştirenlere öfkeli. Şimdi hava mı değişti? Başka türlü bir seçmen kitlesine mi seslenmek isteniyor? Yoksa, Bakanımız Yozgatlı olduğu için oradaki “ülkücü” oyların hesabına mı girdi? ??? Sorun tabii ki yalnızca TCK 301’den kaynaklanmıyor, Adalet Bakanı bu noktada haklı. Sorun uygulamadan kay naklanıyor. Çok anlamsız ihbar dilekçelerini işleme koyan, bunları ciddiye alıp soruşturan, dava açan, yargılayan, mahkum eden bir sistemin içindeyiz. Uygulamanın daha olumlu bir hale gelmesini sağlamak, yazarların, çizerlerin mahkeme kapılarında düşünceleri yüzünden sürünmesini engellemek, iktidarın görevi değil mi? Aydınlara “iki yüzlü”, “omurgasız” diyen Adalet Bakanı’nın görevi, insanların düşünceleri yüzünden yargılanmalarını engelleyecek bir hukuki ortamı oluşturmak değil mi? Bu anlayışla nasıl davaları engellemek istediğine inanılabilir ki! “Madem omurgasızlar, o zaman yargılanıp, kafalarına taş yağdırılsın.” “Madem ikiyüzlüler yok edilinceye kadar süründürülsünler” diyenler gökten zembille inmiyorlar ki! Adalet Bakanı aydınlar hakkında böyle düşünürse diğer kurumlardan ne bekleyeceğiz ki! ??? Sabah sabah, tatil gününe Cemil Çiçek’le başlamak pek de hoş değil… CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle