13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Hollanda’nın ING Bankası’nın hazırladığı İran’a Saldırı başlıklı raporunda ilginç öğeler var Önden İsraillileri göndermek JÜRGEN ELSASSER Filistin’in Bitmeyen Çilesi Filistin sorununun çözümü yönünde geçen hafta yaşanılan yoğun diplomatik trafik, genellikle öngörüldüğü gibi “havanda su dövmekten” öteye gidemedi. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Ortadoğu gezisiyle başlayıp, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ve Filistin otoritesi başkanı Mahmud Abbas’ın katılımıyla altı yılı aşkın bir süredir rafa kaldırılan “Barış’ın Yol Haritası”nın yeniden canlandırılmasına yönelik toplantılardan ne yazık ki, beklendiği üzere somut, elle tutulur bir sonuca ulaşılamadı. Olmert’in partisinin üyelerine “Mahmud Abbas’la ilişkilerin koparılmasının ciddi bir hata olacağını” açıklamasına karşın zirvenin yakın gelecek için de umut vaat etmediği açık. Görüşmelerin, Hamas ve El Fetih’in Mekke’de varılan anlaşma uyarınca bir ulusal birlik yönetiminin kurulmasından sonra Bayan Rice’ın katılmasıyla yeniden başlaması umuluyor. Bütün bunlara, Bayan Rice’ın Ürdün’ü ziyaret ederek Kral Abdullah’ı Kudüs zirvesi konusunda bilgilendirmesi, ayrıca konuyu Suudi Arabistan ve Mısır askeri sorumlulularıyla görüşmesinin ardından geçen çarşamba “dörtlünün” Mekke ve Kudüs zirvesi sonrası gelişmeleri değerlendirerek ortak bir tavır belirleyecekleri Berlin ziyaretini de eklemek gerekiyor. Bölge ve dünya medyasında yoğun bir biçimde yer alan bu hummalı diplomatik trafiğin sonuçlarına bakıldığında, “dağ fare doğurdu” diyenlere hak vermemek olası değil. Kudüs zirvesi ve onu izleyen bir dizi toplantıdan sonra gelinen nokta, ne yazık ki, sorunun esasına girmeden, çevresinde dolaşılarak yeniden başa dönüldüğünü ortaya koymaktadır. Zira kırk yıldan sonra bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının önü, dün olduğu gibi bugün de aşılması güç engellerle dolu. İsrail, Şaron’un Filistin yönetimini “muhatap” almayan “tek yanlı” politikasını sürdürmekte kararlı görünüyor. Sorunun havale edildiği ABD, AB, BM ve Rusya’dan oluşan “dörtlü” ve İsrail, bir Filistin devletinin kurulmasını öngören ve altı yıldan bu yana rafta bekleyen barışın “Yol Haritası”na işlerlik kazandırılması için vazgeçilmez, olmazsa olmaz koşulları arasında, bilindiği üzere, şiddete başvurmamak, İsrail’i ve geçmişte varılan anlaşmaları tanıması var. Ancak Hamas’ın, İsrail’i dolaylı tanımaktan yana olan ısrarını sürdürmesi, görüşmelerin sorunun esasına girilmesinin önünde, en azından şimdilik en ciddi engel. Konuya iyimserlikle yaklaşanlar için ise, en salim yol Filistin ulusal birlik yönetiminin kurulmasının beklenmesi. ??? 1967 sınırları içinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla ilgili görüşmelerin “olmazsa olmazları” ilk bakışta haklı görünüyor. Bu yüzden bugün değilse yarın, pek de tutarlı olmayan “tanımama” inadının aşılması sürpriz olmayacak. Ama barışın önündeki engel, salt bununla sınırlı değil. Buzdağının asıl kitlesi, henüz suyun altında. Yıllardır ortada olmasına ve onca uyarılara karşın kulak ardı edilen ve barışın önünü kesmesi olası engellerin aşılmasının ise çok daha güç olacağından kuşku yok. Sorun, İsrail’in dün olduğu gibi bugün de barışa hazır olmaması. Bu kimsenin saklısı değil. Bu engellerin, görüşmelerin ilerlemesinin önündeki İsrail’in tanınmasıyla ilgili engelin aşılmasının ardından birer birer ortaya çıkacağı hemen kesin. İsrail, yıllardır barışın Yol Haritası’nın üzerine temellendiği anlaşmaları hiçe saymakta, hoyrat bir biçimde çiğnemektedir. Örneğin işgal altındaki Filistin topraklarına donduracağını söylediği kolon konuşlandırmayı tüm hızıyla sürdürmektedir. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki kolonizasyon 1993’ten bugüne 220 binden 440 bine ulaşmıştır. 2004’te Uluslararası Adalet Divanı ve 4. Cenevre Konvansiyonu tarafından yasadışı ilan edilmesine karşın, güvenlik bahanesiyle Batı Şeria’nın en verimli bölgelerini ilhak etmeye yönelik “utanç duvarı”nın inşası da tüm hızıyla sürmektedir. Onbaşı Şalit’in serbest bırakılmasını dayatırken Olmert, karşılıklı olarak “esirlerin” serbest bırakılması konusuna değinmekten özenle kaçınmaktadır. Ayrıca İsrail, Filistin halkının ciddi bir açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu şu günlerde aylardır 1 milyar dolara yakın parasını vermeye de yanaşmamaktadır. AB’nin hâlâ sürdürdüğü ambargo da cabası. Bunlar, barış isteyen bir ülkenin yapacağı işler değil! E skiden Almanya’nın batısında yaklaşan bir savaş hakkındaki bilgileri yerel barış grupları veya Alman Komünist Partisi bildiriler yayımlayarak duyururdu, bugün insanlar birikimlerini yatırdıkları kredi kuruluşundan epostayla uyarılar alıyor. Çatısı altında Alman Direktbank’ın (DiBa, daha önce de Quelle Bank idi) bulunduğu Hollanda’nın ING bankası 9 Ocak’ta “İran’a Saldırı” başlıklı bir dosya yayımladı. Bu dosya hiç dikkate alınmadı veya özel bir gayretkeşlikle önemsizleştirilmedi. Die Welt gazetesi, Hollandalıların “Körfez bölgesinde artan gerilimlere karşı uyardığı” şeklinde bir formülasyonla işi biraz sulandırdı. Gerilimler? Araştırmanın kendisi daha açık: “Mali piyasalar, İran’a bir İsrailAmerikan saldırısının muhtemel olmadığını düşünüyor. İsrail’in savaş retoriği ve ABD ordusunun son dönemde Körfez bölgesindeki birliklerin gücünü artırması, bu piyasaların beklenmedik şekilde şaşırtılabileceği yolunda uyarılar içeriyor.” Şöyle de devam ediyor: “Burada bir senaryo yazıyoruz. İsrail, şubat sonu veya mart başında 56 nükleer santrala saldırı düzenliyor. Darbeler birkaç saat, birkaç gün veya en fazla birkaç hafta içinde bitebilir. Biz, ABD ordusunun doğrudan katılımının mümkün olduğundan, ama bunların da, daha çok İran’ı tırmandırıcı bir misillemeden alıkoymak için kalkan olarak kullanılabileceğinden (...) hareket ediyoruz.” Analistler, İran savaşıyla ilgili benzer tahminlerin önceki yıllarda da yapıldığına yönelik saptamalarla ayrıntılı bir biçimde tartışıyorlar. Karşı tezlerin bu kez daha güçlü olabileceğini kabul ediyorlar: İsrail ve ABD, Lübnan ve Irak’taki askeri başarısızlıkları nedeniyle güç kaybetmiş durumdalar. Öyle diyorlar. Kasım ayındaki Kongre seçimlerinden sonra saldırgan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld görevden alındı ve yerine daha ılımlı Robert Gates getirildi. İsrail’in savaş retoriği ise Tahran’la 20 yıldır süren “gölge boksu”na dahildir. Bankacılar, senaryolarını, bütün bunlara rağmen mantıklı buluyorlar, hepsinden önce de ABD ordusunun asker sayısını artırmasına bakarak böyle düşünüyorlar. Rapor, ABD Kongresi’ndeki savaş karşıtı havayı İran’a olası bir saldırıya karşı bir engel saymıyor. Sonuçta bunun, ABD’nin İsrail hava kuvvetlerini öne sürmesi sonucuna yol açabileceği fikrindeler. Birçok Demokrat da İsrail destekçisi olduğundan, böyle bir durumda bir itirazda bulunmayacakları görüşündeler. Eğer ABD, Tel Aviv ve Kudüs’e saldırıları önlemek üzere müdahale ederse, Demokratların bunu çok daha az eleştireceğine de inanıyor ING analistleri ve şuna dikkat çekiyorlar: United States Air Force’s Institute Haziran 2005’te, İsrail’in Irak’taki Osirak nükleer santralı inşaatına 1981’de yaptığı saldırının değerlendirmesini yayımladı. Şimdi de aynen böyle yürüyebilir işler. Elbette arada iki de fark olabilir: İsraillilerin, harekâtın günlere veya haftalara yayılmasına hazır olması gerekir. Ve bir de, şaşırtıcı bile olsa, İsraillilerin nükleer silah kullanması mümkündür. Alman barış hareketi ve solu şu sıralarda rahat rahat hazirandaki Heiligendamm G8 Doruğu’na hazırlanıyor. Peki ama, ya karşı taraf, savaş planlarında bizim takvime bağlı kalmazsa ne olacak? (Freitag, Almanya, 23 Şubat) Almancadan çeviren: Osman Çutsay Bankacılar rahat Bu uzman raporunun dikkat çeken yanı, soğukkanlı biçemidir. Yazarlar için önemli olan uyarı veya protesto falan değil, müşteri danışmanlığıdır. Eğer Ortadoğu’da iş, savaşa açılacak çatışmalara giderse, insanlar servetlerini nasıl koruyabilir? Raporun önerisi, kısaca, “Buy Oil/Russia/Gold and Sell Turkey/Israel” (Petrol/Rusya/Altın satın al ve Türkiye/İsrail sat!) şeklindedir. Genel olarak, hisse senetleri düşebilir ve hammadde değerleri kazançlı çıkabilir deniyor. Ama bankacılar rahat: “Bu sonuçların devamlılığı İran’ın misilleme dozuna bağlıdır. Eğer yanıt sınırlı kalırsa, sonuçları da kısa sürer.” Petrol tankerlerinin rotasına düğüm atmayı, Tahran, Irak’la savaşında bile başaramamıştı. İran’ın Irak’a desteği üzerine MICHAEL PERRY S avaş karşıtları ve hatta dünün saf gazetecileri bile Başkan George Bush’un İran’ın Irak’taki direnişçileri desteklediği savlarına karşı çıkıyor ama bu, yeni bir savaşı önleme çabalarımız çerçevesinde ciddi bir stratejik hata oluşturabilir. Bush yönetiminin tartışmayı İran ile (sözümona planlanmamış) askeri bir çarpışma ekseninde yürütme girişimlerine tanıklık ediyoruz. Bush, tartışmanın İran’ın Iraklı direnişçileri destekleyip desteklemediği üzerine olmasını istiyor. Çünkü, bu öncelikle Bush’un kazanabileceği bir tartışma. İkincisi, böylesi bir tartışma daha önemli konuları erteliyor; özellikle de “İran Irak’taki Amerikan askerlerine saldırıları destekliyorsa ABD’nin de İran’a savaş açma hakkı var” yönündeki konuşulmayan varsayımı... Ertelenen bir şey daha; İran’la bir çatışmanın gerekli ve yararlı olduğu savı. Kilit soru İran’ın Iraklı direnişçileri destekleyip desteklemediğiyse eğer, Bush kazanacak. Yönetimin, Irak’ın 2003’te işgal edilmesinin önünü açan utanç verici yalanlarına ve Bush’un gösterdiği kanıtların niteliğine karşın Irak’taki direnişçilerin İran’daki bazı kişilerden maddi destek aldığı büyük olasılıkla doğrudur... Ancak kesinlikle İran hükümetiyle bağlantısı olmayan birey lerden. Sınırlar, haritacıların çizdiği çizgiler kadar belirgin değildir. Yani, İran’dan Irak’a çok büyük boyutlarda olmasa da bir miktar silah girdiğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak küçük bir ayrıntı, Bush’a tartışmayı kazandırabilir: Bazı İranlılar ABD askerlerini öldürmeleri için direnişçilere yardım ediyor. Dahası, Iraklı direnişçiler İran hükümeti ya da ordusundaki bazı bireylerden destek alıyor olabilir ama İran liderliğinin bilgisi dışında. ABD, uluslararası hukuku ve ahlaki ilkeleri çiğneyerek, dünyanın görüşünü hiçe sayarak İran’ın komşusunu işgal etti. ABD, işgali altındaki Irak’tan İran’a karşı tehdit oluşturuyor. En azından İran hükümetindeki bazı bireyler bu tehdide yetkilerini aşarak tepki vermiş olabilirler. Hatta, tartışmanın hatırına direnişçilerin İran’dan resmen devlet onaylı yardım aldığını da söyleyelim. Kargaşa içindeki bir komşunun hiçbir ülkenin yararına olmayacağı bir gerçek ama İranlılar on yıllardır ABD’nin baskısını hissediyor. Bush yönetiminin son tehditleri İran’ın hedef olduğunu açıkça gösterdi. İranlılar, ABD’nin İran’ı işgal etmesinin önündeki başlıca engelin Irak’taki bataklık olduğunu biliyor. ABD’nin Irak’ta karşılaştığı güçlükler, İranlılara zaman kazandırabilir. Bush’un şu anki kanıtlarının uyduruk olduğu besbelli ama sonunda İran “müdahalesinin” gerçek kanıtları da ortaya çıka bilir. Ve böylesi bir kanıt gerçekten de çıkarsa İran’ın Iraklı direnişçileri desteklemesi durumunda ABD’nin saldırması gerektiği savını çürütme fırsatını kaçırmış oluruz. Tartışmayı sözümona demokratik hükümetimizin eylemleri ekseninde yürütmeliyiz. İranlıların komşularına yardım edip etmediğini ve kendilerini savunmalarını tartışmayı bırakın. Bunu yapmaya sonuna kadar hakları var. ABD Irak’ta saldırgan taraftır ve İran’a saldırırsa orada da saldırgan konumunda olacaktır. İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer (antiwar.com internet gazetesi, 21 Şubat) ‘ABD’nin güvenilir olmadığını bilmeliyiz’ Washington yönetimi için Ankara’nın sadece NATO’da müttefik olduğunu belirten Cindoruk ‘Türkiye’nin bölünmezliği alanında dost ve müttefik kabul etmemiz bir yanılgı olur. ABD’nin güney sınırlarımız ve toprak bütünlüğümüz açısından güvenilir olmadığını bilmeliyiz’ dedi LEYLA TAVŞANOĞLU Eski TBMM başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, söyleşimizin bu bölümünde AKP’nin seçimler sırasında parti içi 9 şiddetinde bir deprem yaşayarak dayanamayacağını öngörüyor. Cindoruk ayrıca Türkiye’nin Kürdistan konusunda bir devlet politikası olmamasını eleştiriyor. Hele de ABD’nin Ortadoğu siyasetiyle ilgili sözleri çok çarpıcı. Diyor ki: “ABD’nin güney sınırlarımız ve toprak bütünlüğümüz açısından güvenilir olmadığını bilmeliyiz.” Erdoğan ve ekibi Türkiye’de İslami otokrasi kurmuyorlar mı? CİNDORUK Kuramazlar. Çünkü onların dediği kadar İslamiyeti vurgulayacak kadar siyasi bir akım yok bugün. İslamiyette reform ya da İslamiyetin öbür dinlerle barışma süreci, medeniyetler çatışmasının önlenmesi tek şarta bağlıdır. İran’daki devrim daha liberalleşirse bu çatışma biter. Bugünkü iktidarın kaderi enternasyonal İslamın varacağı noktadır. Önümüzdeki seçimlerde bunlar yine seçilir ve anayasayı değiştirmeye kalkarlarsa kendi istekleri doğrultusunda bir anayasa ortaya koymayacaklar mı? CİNDORUK Anayasayı değiştirebilecek gücü kazanacaklarını sanmıyorum. İster Erdoğan cumhurbaşkanı, ister Abdullah Gül başbakan olsun. Hiç fark etmez. Meclis’te 360 milletvekiline seçilebilecek yer bulmak zorundalar. Ayrıca teşkilatlarda bekleyen nöbetçi siyasetçiler var. Yani il başkanları. Meclis’e girmek isteyeceklerdir. O çarpışma 9 şiddetinde olacaktır. Bugüne kadar hiçbir parti bu kadar büyük çapta olmadığı halde böyle bir şiddetli depreme dayanamamıştır. Erdoğan cumhurbaşkanı da olsa listelerden elini çekemez. Tarafsız olamaz. Irak kan gölüne döndü. Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumu ortaya çıktı. ABD’yle ilişkiler tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sertleşti. Bu arada önce Abdullah Gül, ardından da Orgeneral Yaşar Büyükanıt Washington’a gidip görüşmeler yaptılar. İkisinden farklı sesler çıktı. Büyükanıt “PKK’ye destek olan Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun liderleriyle kesinlikle görüşmem. Kim istiyorsa görüşsün” dedi. Gül ise, “Asker silahıyla konuşur. Siyasetçi istediğiyle görüşür” gibi bir açıklama yaptı.Bu iki yorumu nasıl değerlendiriyorsunuz? CİNDORUK Bir devletin en önemli yaşama gerekçesi ve şartı dış politikadır. Büyükanıt ve Erdoğan arasındaki çelişki Türkiye devleti için çok önemli noktadır. Türkiye için ciddi bir önem taşıyan meselelerin başında Kürdistan geliyor. Bunun ismini koyarak söylemek istiyorum. Bugüne kadar bir terörist örgüt ve onun terörist başı vardı. Kullandığımız tabir buydu. Bu iç meselemizdi. Bugün ise Abdullah Öcalan siyasi Kürtçülükte ikinci figür haline gelmiştir. Birinci figür Kürdistan mı? CİNDORUK Birinci figür Kürdistan ve onu yöneten Barzani ve Talabani aşiretleri ve aileleridir. Üstelik onlara kol kanat germiş ya da onlarla birlikte hareket eden bir ABD var, tabii. Ama Türkiye önündeki bu çok büyük meseleyi tam teşhis edemedi. Büyükanıt açıkça söyledi. “Türkiye bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır” dedi. Bir iç örgüt ülkeyi bölemez. Ama yeni bir devlet kurulmuştur. Yeni bir komşunuz vardır. O komşunuzun arkasında da Ortadoğu’yu planlayan bir süper güç var. O süper güçle savaşamazsınız. Hatta büyük bir ihtilafa da giremezsiniz. O nedenle Türkiye zor bir durumla karşı karşıya. Büyükanıt’ın söylemleriyle Erdoğan’ın söylemlerinin çelişkili olması şu sonucu çıkarır: Bu konuda devletin politikası yoktur. Zaten MGK bu konuyu görüştü… CİNDORUK Bunun bugüne kadar görüşülmemesi hükümet için büyük hatadır. Hükümet askeri demokratik meselelerde muhatap almayabilir. Ama savunmayla, savaşla ilgili konularda askere danışmadan ABD dahi karar alamıyor. Büyükanıt’ın Erdoğan’la bu konuda çelişkiye düşmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin inanılmaz zaafıdır. Peki, Barzani, Talabani gibi kişilerle nasıl bir görüşme zemini olabilir? CİNDORUK Kürdistan devletiyle müzakere kolay değil tabii. Çünkü karşı tarafın fikri ifade ediliyor. Bekliyor, orada. Hatta Talabani, Hatay meselesini ortaya attı. Barzani sık sık Diyarbakır’dan söz ediyor. Yani orada kurulan Kürdistan devletinin hem bugün hem ileride Türkiye’den toprak talebi var, hem de vatandaş talebi var. Orada PKK’nin silahlı timleri var. Onların bir kısmı Irak Kürdistanı tarafından asimile ediliyor. Bu basite alınacak bir hadise değildir. Devletin iç politika meselelerini görüyor ve ürküyorum. Neden ürküyorsunuz? CİNDORUK Türkiye gibi güçlü bir devlet ortaya milli bir politika koyamıyor. Konunun MGK’de konuşulması da yetmez. Önce TBMM’de gizli oturum yapıp onların da orada konuşması sağlanarak bütün partilerin ittifakla bir karar vermesi gerekiyor. Ama bu tarafta, ABD’nin ve koalisyonun himayesinde bir özerk Kürdistan kurulmuştur. Ama resmen ilan edilmedi… CİNDORUK Kürdistan devleti ilan edilmesi, BM’ye katılması vs. beklenmemelidir. Sınırları, hükümeti, parlamentosu, üniversiteleri, öbür kurumları belli bir devlet var. Bu devleti görmezlikten gelemezsiniz. Bugüne kadar, ABD Kongreleri’nin Lozan’ı onaylamaktan kaçınmalarını siz nasıl izah ediyorsunuz? CİNDORUK ABD, Ortadoğu için petrol merkezli bir siyaset oluşturmaktadır. İsrail’in güvenliği, Kürdistan vakası, ABD’nin Ortadoğu planlamasının belirmiş koşulları. ABD, bölgede Türkiye ve İran’ın gücünü eksiltmek zorundadır. ABD, sadece Lozan’ı iç hukukuna dahil etmemekle kalmamıştır. Zürih ve Londra anlaşmalarını da engellemek yönünde Türkiye’ye üç kez çok ciddi ambargolar uygulamıştır. ABD için Türkiye sadece NATO’da müttefikidir. Türkiye’nin bölünmezliği alanında dost ve müttefik kabul etmemiz bir yanılgı olur. ABD’nin güney sınırlarımız ve toprak bütünlüğümüz açısından güvenilir olmadığını bilmeliyiz. CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle