25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 KASIM 2007 CUMA AÇI MÜMTAZ SOYSAL PENCERE Ana Muhalefetin Gözü Ne Renk?.. İktidarın gözü kara.. Yargı mı?.. Üniversite mi?.. Medya mı?.. TRT mi?.. Ordu mu?.. Başka ne var?.. Hepsinin icabına bakmak için ne gerekiyorsa tezgâhta pişiriliyor... Ayrıntıya hem gerek yok, hem bu köşeye uzun laf sığmaz... Yargıya, kuracakları bir komiteyle el koyacaklar.. Üniversiteye istedikleri biçimi vermek için Çankaya’yı ele geçirmek gerekiyordu... O iş bitti... TRT mi?.. Yeni genel müdürün kişiliği neyin ne olduğunu anlatmaya yeter... Ordu mu?.. Bu iktidarın en çekindiği kurum ordu!.. Asker sanki hasım... Medya mı?.. Ülkenin ikinci büyük grubuna el koydular... O iş de bitti sayılır... Gözü kara bunların... ? Ne dış politikada muhalefetle temasları var... Ne iç politikada... Muhalefet de sanki düşman... Seçimlerde yüzde 47 oy alıp referandumda ağır bastılar diye istediklerini istedikleri gibi yapabilmek cüreti benliklerinde doğallaştı... Türkiye Cumhuriyeti’nin tek patronu oldular... İktidarın gözü kara... ? Ortadoğu allak bullak... Amerika’nın bunlara, bunların Amerika’ya gereksinmesi her şeyden daha ağır basıyor... Amerika Irak’ı işgal etti... Sınır komşusu Türkiye’yi de işgal etmiş gibi.. ABD bu işgale ses çıkarmayan, çanak tutan, sırtını Amerika’ya dayamazsa ayakta duramayacağını çok iyi bilen bu iktidardan daha iyisini mi bulacak?.. Türkiye, Amerika’nın Ortadoğu projesine göre BOP’laşıyor... ? Peki, bu gidişata karşı çıkan yok mu?.. Var, ama sesi duyulmuyor... Ana muhalefet, Türkiye’nin bugünku “vahim” durumuna göre halkı, iktidarı, devleti, dış dünyayı, AB’yi, ABD’yi, silkeleyecek bir üslubu, tonu, sesi, ağırlığı, heyecanı yakalayamadıkça ana muhalefet olamayacaktır... Ana muhalefet açılmalı, toparlanmalı; çok satışlı medyanın güdümünden ve denetiminden kurtulmalı; Türkiye’nin yaşadığı var olmak ya da olmamak gerilimini muhalefetine yansıtmalıdır... Türkiye ne 1970’leri, ne 1980’leri yaşıyor, ne de 1990’ları... Ana muhalefet zamanlamada 2000’lere, 21’inci yüzyıla; coğrafyada küreselleşmeye, Ortadoğu’ya, BOP’a gelmeli; Türkiye’nin ne büyük tehdit ve tehlike karşısında bulunduğunu ses tellerinde ulusa yansıtabilmelidir... Bu, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte kurulan CHP’nin tarihsel sorumluluğudur... İktidarın gözü kara... CHP’nin gözü hangi renk?.. Vekiller SANKİ ıvır zıvırla dolu sayfalarda yer kalmamış ve havaiyat yüklü programlarında vakit darlığı çekiyorlarmış gibi, “milletvekili” sözcüğünü uzun bulan medya çalışanlarımız son zamanlarda “vekil” sözcüğünü pek elverişli buldular. Bir “vekil” lafıdır gidiyor her tarafta. Vatandaş da pek beğenmiş olmalı ki, milletvekiline seslenirken “Sayın Vekilim” demeyi çok sevdi. Galiba milletvekilleri de öyle. Vekil, Osmanlı’nın son döneminde ve Ankara hükümetlerinin ilk dönemlerinde “bakan” anlamına geldiğine göre, bakan olmayı siyasetin zirvesi sayan milletvekilleri kendilerine böyle hitap edilmesini seviyor olmalılar. içbiri tam bir hukuk yanlışı içine düştüklerinin farkında değil. Üstelik, basit bir yanlış değil bu. Zamanla yaratacağı alışkanlıklar yüzünden köklü bir sistem değişikliğine varabilecek bir yanlışlık söz konusu. Çünkü, genel ilkeleri Fransa’dan alınan bizim anayasa hukukumuzda “emredici vekâlet” diye bir şey yoktur. Milletvekili, adı üstünde, olsa olsa “millet”in vekili sayılabilir. Son iki anayasada, “her mebus yalnız kendini intihap eden dairenin değil, umum milletin vekilidir” diyen 1924 Anayasası’ndan da ileri giderek “Milletvekilleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler” denilmektedir. Hukukta nedir bunun anlamı? Daha doğrusu ne demektir “millet” ya da şimdiki sözcükle “ulus”? Okullarda bu kavram doğru dürüst anlatılmadığı gibi, Amerika’da ya da İngiltere’de okuyup gelenlerimiz de pek üzerinde durmazlar bu kavramın. Hatta, kimi bu kavrama önem vermeyi bir çeşit gericilik, çağdışılık gibi görür. Oysa, anayasa hukukumuzun pek çok ilkesi gibi Fransa’dan esinlenerek benimsenen bu kavramın, 1789 Büyük İhtilali’nde egemenliği Kral’dan almak için ortaya atılan, yüceltilen ve neredeyse kutsanan bir anlamı var: Ulus, bugün yaşamakta olan vatandaşlar anlamına gelen “halk”tan farklı olarak, “ezeli, ebedi, soyut” bir varlıktır; bu anayasa anlayışına göre, milletin vekilleri, seçmenlerinin iradeleriyle bağlı olmadan, ecdadı ve gelecek kuşakları da düşünerek davranmalıdırlar. O halde, ulusun sorunlarına, yalnız bir seçim çevresini, o çevrenin insanlarını ve hele oradaki bir etnik grubu düşünerek değil, yine aynı anayasa anlayışına göre, hiçbir etnik ayrım gözetmeden vatandaşların bütününden oluşan ulusu düşünerek çözüm üretmek gerekir. öyle olunca, ABD Büyükelçisi’nin yalnız Kürt milletvekillerini ve ileri gelenlerini çağırarak Türkiye’nin Güneydoğu sorununa çözüm aramaya kalkışmasındaki haddini bilmezlik ve çiğlik büsbütün sırıtmıyor mu? mumtazsoysal@gmail.com H B Değişmeyen Kafalar Sevgi ÖZEL elih Aşık’ın köşesinde okuduk; Çevre ve Orman Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, bakanlık çalışanlarına bir “tavsiye yazısı” sunmuş. Yazıda, “Türkçemizdeki sözcük çeşitliliğinin korunması, yaşayan ve konuşulan zengin bir dil olarak varlığını sürdürmesi için günlük konuşmalarınız ve her türlü yazışmalarınızda ekli dosyadaki kelimelerin kullanılması konusunda hassasiyet ve itina göstermenizi rica eder, iyi çalışmalar dileriz” deniyormuş. Çevre ve Orman Bakanı’nın sevmediği sözcüklere bakın: “Amaç, atama, belirlemek, boş, dayanak, doğal, durum, gereksinim, görev, içermek, ilgi, ilişik, kapsamak, katılmak, koşul, izlemek, kent, neden, ödül, örgüt, örneğin, öneri, özel, sorumluluk, sonuç, sorun, tören, yasa, yasal, yaşam, yapay, yetki, yöntem, zorunluluk…” vb. Şimdi ben, istenmeyen sözcükler arasına alınan soyadımı “hususi” mi yapmalıyım? Ne de olsa, “ata yadigârı” bir sözcük… Arap’ın, Acemin sözcükleri baş tacı, Türkçe sözcükler kapı dışarı… 1960’larda, 1970’lerde Demirel hükümetlerindeki milli eğitim bakanlarının, 1980’lerin ortasında TRT’nin sözcük yasakları, kimi devlet kurumlarında sürüyor. Türkçe sözcüklere birçok kez genelgeyle yasak getirildi; dahası genelgelerde yer almayan sözcükler bile kimi kurumlarda yasaklı işlemi gördü; hâlâ da görüyor. Dünyada kendi diline yasak koyan tek ülke Türkiye’dir. Dünyada devlet eliyle kendi dilini bozan tek ülke yine Türkiye’dir. Resmi dil Türkçedir; ama Türkçeden başka hiçbir dil, genelgelere listeler eklenerek yasaklanmamıştır. Şu mantıksızlığa bakın: Anayasa diyeceksiniz; “yasa” sözcüğünü sileceksiniz; başbakan, bütün bakanlar, yazışma ve konuşmalarında istediği sözcükleri kullanırken aklıevvel birileri yasakçılığa soyunacak! Adı geçen bakanlığın basın ve halkla ilişkiler müşavirliği, kimseyi dinlemiyor, yazışmaları okumuyor. Üstelik Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, bakanlığının bütçesi görüşülürken bizi bile sollayıp birçok yeni sözcük kullanmış. Kuşkusuz kullanacak, Türkçe hepimizin ortak anlaşma aracı. Durum, bağışlayın “vaziyet” böyleyken dil bilinci açısından kafasının ne denli “münhal” olduğu belli olanlar, hâlâ sözcüklerle hesaplaşıyor ve dün TRT’nin başına geldiği gibi, kendi yasaklarında boğuluyorlar. “Sözcük”lü başlayan “tavsiye yazısı”nın “kelime”li sürmesi, “Türkçemizdeki sözcük çeşitliliğinin korunması” “maksadını” taşıyor ve bu yasak, bakanın “hususi” buyruğu ise sayın bakana bir “tavsiye”miz, bir de “teklif”imiz var: İlkin bakanlığının bilgisunar (internet) sayfalarına göz atsın, basın ve halkla ilişkiler müşavirliği’nin yasaklamaya kalkıştığı sözcüklerin neredeyse tamamı kullanılmış; kuşkusuz kullanılacak. Sayın bakan sakın, Basın ve halkla ilişkiler müşavirliği’nizin bu sığ önerisine uyup bilgisunardan ve yazışmalardan sözcük temizlemeye kalkmayın! Çevre ve ormanlarımız açısından sözcüklerden önce temizlenecek çok yer, çok şey var! Yıllar geçiyor; “milliyetçi M muhafazakâr” anlayışın Türkçe sevgisizliğinden gram eksilme olmuyor. Birtakım işgüzâr okul yöneticileri, öğretmenlerin diline biber sürüyor; her şeyi bilen birtakım “müsteşar”lar, “müşavir”ler, daire başkanları Türkçe sözcükleri çiziyor. Bari eskisini doğru yazıp seslendirmeyi bilebilseler. Yasaklanmak istenen sözcüklerin hiçbirinin söyleyiş ve yazım açısından sorunu yok; ancak elimize geçen resmi yazışmalarda “kanuni, zaruri, tabii, mükâfat, usul, tespit, alaka, takip…” gibi sözcüklerin türlü biçimlerde yazıldığını görüyoruz. Açın Resmi Gazete’yi okuyun; bilgisunarda her bakanlığın kendine göre yazımı var. MEB’inki başta olmak üzere bakanlıkların bilgisunar sayfaları yazım ve tümce yanlışıyla dolu. Yanlışlar salt yazışmalarda mı? Televizyonda TBMM’yi izlerken acı duyuyoruz. Bölgesel ağız farklılıklarını gideremeyen, doğru tümce kurmayı öğretemeyen bir sistemin ürünü olan milletvekilleri yazık ki çoğunlukta. Oysa doğru tümce kurabilmek demek, dile egemen olup düşüncesini doğru aktarabilmek demektir. Baylar, Bayanlar bırakın Türkçe sözcüklere düşmanlığı; bir düşman arıyorsanız, eğitim sistemine yöneltin öfkenizi. Türkçenin eğitim ve öğretimini belirleyen, sistemin yama tutar yanı kalmadı. Son sözcük yasaklama girişimi de bu sistemin, insanlara dil bilinci vermediğinin kanıtıdır. Dil bilinci olan hangi insan sözcüklere savaş açar? Kuşkusuz değişmeyen kafalardan her şey beklenir! CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle