22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 OCAK 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Hazine arazileri yabancılar için yapılacak golf sahaları, ikinci konutlar ve sosyal tesislere tahsis edilecek 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Devlet eliyle yabancılara koloni ANKARA (AA) Yabancılara mülk satışında 3 ayrı model uygulamaya konuluyor. İspanya modeli, kent projeleri ve emeklilere özel hizmet paketleri yoluyla, çok sayıda yabancının Türkiye’ye çekilebileceği belirtiliyor. Maliye ve turizm bakanlıkları, İspanya modeliyle ilgili planlama çalışmalarını sürdürüyor. Sona yaklaşan bu çalışmalarda AntalyaKızılca ve AydınDidim, İspanya modelinin ilk uygulama alanları olarak belirlendi. Bu iki bölgede, “cazibe merkezleri” oluşturulacak ve yabancılar için özel sektör kanalıyla golf sahaları, ikinci konut niteliğinde konutlar ve sosyal tesisler inşa ettirilecek. Hazine’ye ait araziler de bu işe tahsis edilecek. İspanya modeli çalışmaları sırasında, inşaatı ve işletmeyi üstlenen firmalara dönük bazı vergi kolaylıkları da düşünülüyor. Kurumsal Yoksulluk Toplumu bir arada tutan, kurumlarıdır. Ancak bilmem kaç bin yıllık devlet geleneği ve büyüklük sözleri ne olursa olsun, toplum çok ağır bir kurumsal yoksulluk yaşıyor. Kuşkusuz, 11 kez değiştirilmesine karşın bir türlü biçimlendirilemeyen 12 Eylül rejiminden kalma bir anayasa ve ona dayalı kurumsal yapılar var. Ancak, kimi kurumların yalnızca adları var. Pek çoğu, kendi iç evrimleriyle değişemediği gibi, diğer kurumlarla ilişkilerini sağlıklı bir biçimde yürütemiyor. Toplum, tepeden tırnağa ya da baştan sona, kamu ya da özel olsun, kurumlarını çalıştıramamanın sıkıntılarını yaşıyor. Kurum içi işleyişlerde yaşanmakta olan büyük sıkıntılar; yapı kooperatiflerinden siyasal partilere, hemşeri derneklerinden sendikalara uzanıyor. Bu büyük alan bir tarafa, devletin en üst kurumları arasında yaşananlar da kurumsuzluğun ve kuralsızlığın çok acıklı ve zararlı örnekleridir. Kuralsızlık ve ilkesizlik, kurumların kanına işlemiştir. Toplum, neredeyse sürekli olarak, devletin en üst kurumları arasında bir türlü sona ermeyen kavgaların yaşandığı bir durumla karşı karşıya kalıyor. Kavga ortamı, yukarıdan aşağıya yayılıyor; atama ile gelen vali ve kaymakamlarla seçimle gelen belediye başkanları arasında, çoğu kez uyumlu bir çalışma ortamı sağlanamıyor. Belediye başkanları ile kendi partilerinin örgütleri arasında, olmaması gereken bir noktada bulunuyor; bunlar arasında ya çok sıkı çıkar bağları oluşuyor ya da çok kavgalı bir ortam. ??? Devletin en üst düzey kurum ve kuruluşlarında yaşanan kavga ortamı, çok büyük ölçüde hükümetin yanlış tutumundan kaynaklanıyor. Hükümet, “biz seçimle geldik, seçmenin üzerimize yüklediği siyasal sorumluluğumuzun gereği olarak istediğimizi yaparız” yaklaşımıyla davranıyor. Bu yaklaşım, yanlıştır. Hiçbir demokrasi, “seçimle geldim, her şeyi yaparım” anlayışını içermez, içeremez; çünkü bu anlayış, tanımı gereği, demokratik değildir. Gerçekte hükümet işbaşına geldiği günden bu yana, bu büyük yanlışın içindedir ve bundan bir türlü kurtulamıyor. Bu yönetme politikasıyla, niteliği gereği özerk olması gereken kurumların üst yöneticilerini bile tek başına kendisi atamaya çalışıyor; yasaları değiştirerek bunu zorluyor. Yeni kurulan üniversitelerin rektörleri ve TÜBİTAK yönetimi bu anlayışın kurbanlarıdır. Hükümet, başka bir zorlama daha yapıyor; Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Merkez Bankası gibi para konusuyla doğrudan ilgili kurumlara yönetici atama işini beceremiyor. TRT, yıllardır yönetimsiz bırakılmıştır. Hükümet bu görüşe o kadar bağlıdır ki, geçen mayıs ayında, yine çok tartışmalı bir biçimde de olsa “kendi” atadığı Merkez Bankası Başkanı’nın elini kolunu bağlıyor; bankanın diğer yöneticilerinin atama işlemini bir türlü yapmıyor; Başbakan, yasal olarak bağımsız olan kendi atadığı Merkez Bankası Başkanı’nı, geçen hafta yaptığı gibi, acımasızca suçluyor. ??? Üst düzey bürokrat atamalarındaki bu büyük eksikliği, hükümet çevreleri, “Mayısı bekleyin” diye öteliyor. Mayısta cumhurbaşkanı seçilecek ve işte o zaman hükümetin istediği üst düzey kamu yöneticileri atanabilecektir. Geçmişte cumhurbaşkanı ile bir başbakan yardımcısı arasında yaşanan “anayasa fırlatma” olayının nelere mal olduğu çok açıktır; bundan ders çıkarılmaması da kurumsal yetersizliğin acı bir göstergesidir. Seçimlere gidiliyor; son dört yılın deneyimleri kanıtlamıştır ki, işbaşında bir koalisyon değil de tek parti hükümeti de olsa, siyasal istikrar tam olarak sağlanamıyor. O zaman bozukluğun kurumsal ve yapısal olduğunun kavranması; ana nedenlerinin tartışılması ve yeni anayasal ve yasal açılımların sağlanması gerekiyor. yakupkepenek06@hotmail.com erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com ? Yabancılara mülk satışında özel kent projeleri de hayata geçirilecek. Kent projelerinin ilki İzmir ÇeşmeReisdere’de Maliye tarafından tahsis edilen Hazine arazisi üzerinde Norveçliler için inşa edilecek. Yabancılar, ucuz olduğu için sağlık hizmetini bile Türkiye’den alacak. İspanya modelinde, ikinci konut olarak nitelenen evler, daha proje aşamasında elden çıkarılıyor. İnşaatları ve işletmeyi üstlenen firmalar Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde proje maketleriyle tanıtımda bulunarak satış yapıyor. hizmet sunulacak proje çerçevesinde, Reisdere’de Norveçli emeklilere yönelik konutların yanı sıra huzurevi, sağlık tesisleri, sosyal tesisler ve spor alanları oluşturulacak. Halen planlama çalışmaları devam eden Norveç Kent Projesi’nde doğrudan satışın yanı sıra devre mülk yoluyla satış ve kiralama yöntemleri üzerinde de duruluyor. Sağlık turizmiyle ilgili işletmelerin yabancı ülkelerin sosyal güvenlik ihalelerine katılımı yoluyla da yabancıların Türkiye’ye çekilmesi hedefleniyor. Bunun ilk uygulamasını da Norveç Sosyal Güvenlik Teşkilatı’nın emeklilerle ilgili ihalesini alan Balçova işletmesi gerçekleştirdi. Norveç’te bir emeklinin sosyal güvenlik kurumuna aylık maliyetinin 18 bin dolar civarında bulunduğunu belirten bir ekonomi yetkilisi, “İlgili sosyal güvenlik kuruluşları, emeklilerini Türkiye ya da benzer ülkelere göndererek 5 ile 10 bin dolar arasında bir bedelle sağlık hizmeti almasını sağlıyor. Biz de İzmir’in yanı sıra Afyon, Bursa, Balıkesir gibi sağlık turizmine uygun yörelerimizle bu konuda söz sahibi olabiliriz” dedi. Norveçlilere özel kent Yabancılara mülk satışında özel kent projeleri de önümüzdeki dönem hayata geçirilecek. Kent projelerinin ilki İzmir ÇeşmeReisdere’de Maliye tarafından tahsis edilen Hazine arazisi üzerinde Norveçliler için inşa edilecek. Reisdere’deki Norveç Kent Projesi, bu ülkenin sosyal güvenlik teşkilatı ile koordineli gerçekleştirilecek. 5 bin kişiye Antalya ve Muğla gözde Yapılan araştırmalara göre, ülkemizde turizmin merkezleri olarak nitelenen Antalya, Aydın, İzmir ve Muğla’da şu ana kadar 41 bin 362 yabancı, 32 bin 635 adet mülk satın aldı. Adet olarak yabancılara en fazla mülk satışı 14 bin 124 ile Antal ya’da olurken bu ilimizi 8 bin 218’le Muğla, 5 bin 744’le Aydın, 4 bin 549’la da İzmir izledi. Kapladığı alan bakımındansa yabancılar en fazla Muğla’da yer edindi. Bu ilimizde yabancılara satılan gayrimenkullerin toplam büyüklüğü 4 milyon 742.4 bin metrekareye ulaştı. Antalya da, 3 milyon 760 bin metrekareyle bu ilimizi izledi. Yabancılar İzmir’de 4 milyon 742 bin metrekare, Aydın’da da 1 milyon 558 bin metrekarelik yer aldı. Turistik yörelere yatırımda İngilizler başı çekerken 16 bin 436 İngilizin 4 ilde edindikleri taşınmaz sayısı 11 bin 807’yi buluyor. Almanlar da 9 bin 989 kişi ve 8 bin 414 taşınmazla İngilizlerin ardında yer alıyor. Bu arada gayrimenkule yatırımda İngilizler Muğla’yı; Almanlar, Hollandalılar, İrlandalılar ve Norveçliler Antalya’yı; Yunanlılarsa İzmir’i tercih ediyor. ALİ BABACAN: 2007’de hedefler tutacak! Ekonomi Servisi Geçen yıl ekonomide enflasyon başta olmak üzere makro hedefleri tutturamayan hükümet, 2007 için umut dağıtmaya başladı. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, “Biz hükümet olarak sorumluluğumuzun farkındayız ve iş dünyasının bilmediği şeyleri biliyoruz” dedi. BusinessWeek Türkiye dergisine verdiği demeçte, 2007’deki makro hedeflerinin ulaşılabilir hedefler olduğunu ifade eden Babacan, “Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine ve Merkez Bankası ile birlikte hazırladığımız planlar, 2007 için öngörülen yüzde 5’lik büyüme hedefinin gerçekçi olduğunu söylüyor. Yüzde 4’lük enflasyon hedefimizde de artıeksi iki puanlık bir bant var. Merkez Bankası’nın projeksiyonu, hedefin ulaşılabilir olduğunu gösteriyor” diye konuştu. Babacan, “Dışardan bakanlar bazı riskler algılayabilir ve herkesin endişeleri olabilir. Ama biz rahatız, çünkü ne yapacağımızı iyi biliyoruz” diye konuştu. Kasım ayında cari açığın artmaya devam etmekle beraber hız kestiğine dikkat çeken Ali Babacan, “Mayıs ayındaki faiz artırımlarının ekonomi üzerindeki etkisinin 36 ay içinde kendini göstereceğini bekliyorduk. Bu şimdi gerçekleşiyor” dedi. Dünya çapında birkaç enerji firmasının Türkiye’de rafineri yapımı için temasta olduğunu söyleyen Babacan şöyle devam etti: “Bunların hepsi milyar dolarlık yatırımlar... 2006’da ekonomideki büyümenin ithalata damgasını vurduğunu görmek mümkün.” Ekonomi Servisi Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) “Gıda Durumu” raporuna göre, hububat fiyatları son 10 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Rapora göre, 2006’da dünya buğday üretimi, 2005’e göre yaklaşık 33 milyon ton düşerek (yüzde 5.3), yaklaşık 592 milyon ton düzeyinde bekleniyor. İri taneli hububatlar için 2006’daki dünya üretiminin ise 2005’ten yüzde 2.1 düzeyinde düşük olarak 981 milyon ton civarında beklendiği belirtiliyor. Raporda, özellikle etil alkol için olmak üzere endüstriyel kullanımın büyümeye devam etmesi durumunda fiyatların mevcut yüksek düzeyinden geriye dönmesinin zor olduğunu belirtiliyor. Geçen yıl dünya mısır fiyatları 70 dolarlık bir artışla 164 dolara kadar çıktı. Buğday fiyatları ise 190 dolardan 250 dolara kadar tırmandı. Fiyatlardaki artışın bu yılın ilk yarısında da devam etmesi bekleniyor. FAO, raporunda, 2006 yılında gıda ithalatı için yapılan küresel harcamaların, bir önceki yıla göre yüzde 2 artarak, 374 milyar dolara ulaşabileceğini açıkladı. Raporda, gelişmekte olan ülkelerin ithalat faturasının 2005’e göre yüzde 5 Zayıf rekolteler ve biyolojik yakıt üretimi için artan talep nedeniyle hububat fiyatları oranında artabileceğinin beklendiğine yer verildi. son 10 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Alternatif enerji hububata yaramadı 6 firmanın faaliyet gösterdiği Türkiye’de en çok satılan ürün grubu kozmetik Kadınlara doğrudan gelir ŞEHRİBAN KIRAÇ Türkiye’de yerel firmalar tarafından 1970’lerde kitap ve ansiklopedi satışı ile harekete geçen doğrudan satış, son yıllarda, Avon, Oriflame, Amway, Herbalife, Tupperware ve DSS (yerli) gibi çokuluslu firmaların Türkiye’ye girmesiyle hareketlendi. Çoğunluğunu 3549 yaş arasındaki ev kadınlarının kadınların oluşturduğu satış temsilcileri, özellikle sattıkları kozmetik ürünleri ile aile ekonomilerine katkı sağlıyor. ? Doğrudan satış, Türkiye’de çoğunluğunu ev kadınlarının oluşturduğu yaklaşık 550 bin kişiye ek gelir kapısı oldu. Çalışma koşullarını kişinin kendisinin belirlemesi nedeniyle de pazar cazip hale geliyor. Türkiye’de doğrudan satış yapan firmaların cirolarının toplamı 225 milyon Avro civarında. Firmalar yaklaşık 550 bin satış temsilcisi ile faaliyet gösteriyor. Türkiye’de şu anda 5’i çokuluslu olmak üzere 6 firmanın faaliyet gösterdiği doğrudan satış pazarında şirketlerin faaliyet alanları, kozmetik, kişisel bakım, temizlik ürünleri, ev araç ve gereçlerinden oluşuyor. Türkiye’de doğrudan satış sisteminde en çok satılan ürün grubu ise kozmetik. Oriflame Türkiye Genel Müdürü Ayşe Geçalp, doğrudan satışın, herhangi bir eğitim, tecrübe aranmaksızın herkesin, kendi çalışma saatleri ve çalışmak istediği mekânı seçebileceği bir iş olması nedeniyle tercih edildiği ni vurguladı. Geçalp, “18 yaşını doldurmuş herkes, meslek, eğitim, tecrübe gibi kriterlere bakılmadan Oriflame güzellik danışmanı olabilir. Bağımsız güzellik danışmanlarımızın yüzde 42’si lise ve yüzde 22’si ise yükseköğrenimli. Danışmanlarımızın yüzde 98’ini kadınlar oluşturuyor” dedi. Avon Pazarlama İletişimi ve Halkla İlişkiler Müdürü Eda Bekem de, “Avon Türkiye’de yaklaşık 450 kişi çalışıyor ve çalışanların yüzde 92’si bayan” dedi. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Irak/Bağdat ile Somali/Mogadişu arasında yaklaşık 3400 km var. Ancak, biri Ortadoğu diğeri de Doğu Afrika’da yer olan bu iki ülkenin tarihleri şu günlerde kesişmeye başladı: ABD, bu iki ülkede, terorizmle savaş gerekçesiyle din savaşlarını körüklüyor. Irak macerası, kitle imha silahları yalanıyla başlamış, demokrasi getirme bahanesiyle devam etmiş, sonra da bir ŞiiSünni kutuplaşmasına dayanan iç savaşı arayışına dönüşmüştü. ABD’nin Somali serüveni biraz farklı. 1991’de diktatör Siad Barre’nin devrilmesinden sonra oluşan kaos ortamında, “insani gerekçeler” bahanesiyle başlayan müdahale girişimi, 19921993’te ABD’nin apar topar çekilmesine yol açan (Black Hawk Down filmine konu olan) fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Şimdi, amaç Somali’ye demokrasi getirmek değil. Aksine, ABD Somali’de halkın son derecede nefret ettiği savaş lortlarını (düpedüz, silah ve uyuşturucu taciri gangsterler) destekleyerek (Washington Post, 17/05/06), maşası haline getirdiği Etiyopya rejiminin silahlı güçlerini kullanarak ülkeye yeniden girmeye çalışıyor. Bu plan da, “Taliban tipi rejimle, İslamofaşistlerle, El Kaide’yle” mücadele” olarak sunuluyor. Ancak Etiyopya güçleri Hıristiyanlardan, savaşan Somali güçleri Şeriat Mahkemeleri Birliği’ne bağlı Müslümanlardan oluştuğundan bir din savaşı körüklenmiş oluyor. verilerine göre Somali’de uranyum, doğalgaz ve henüz işletilemeyen petrol yatakları varmış. Ancak bu bana yeterli gelmedi, Somali üzerine yazılarından tanıdığım Dr. Abdulkadir S. Hüseyin’e sordum. Hüseyin’e göre, ABD’nin bölgedeki en önemli stratejik amacı Aden Körfezi’ni denetlemek. Bunun için de Somali kıyısındaki Berbera kentinde bir deniz üssü istiyor. Böylece ABD, petrol zengini Arap ülkeleriyle Batı ülkeleri, Asya ülkeleri (özellikle Çin, Hindistan) arasındaki petrol tankerlerinin, ticari şileplerin geçiş yollarını denetimi altına alabilecek, Hint Okyanusu’na açılan bir üsse daha sahip olacak. İkincisi, 1990’larda ABD petrol şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum Somali’nin kuzey kesimlerinde sondaj çalışmaları yapmış, söylentilere göre önemli büyüklükte gaz ve petrol rezervlerine rastlamış (CIA el kitabındaki bilgiler de bunu doğruluyor). Ancak, bugüne kadar, Somali’de siyasi ortam bu kaynakların işletilmesine olanak verecek bir şekillenmeye, ABD dostu bir merkezi devletin oluşmasına olanak sağlamadı. Gerçekten de Los Angeles Times’ın 18 Ocak 1993 tarihli bir haberinde, ABD’nin dört enerji devi, Conoco, Amoco, Chevron and Phillips’in Siad Barre hükümetinden, Somali’nin dörtte üçünü kapsayan, on milyonlarca dönüm arazide araştırma yapmak için çok özel imtiyazlar aldıkları yazıyordu. Los Angeles Times, Dünya Bankası uzmanlarıyla da konuşarak, “Eğer ABD ülkede istikrar sağlayabilirse, bu şirketler milyarlarca dolarlık kazançlar gerçekleştirebilecekler” sonucuna ulaşıyor. Bağdat Mogadişu ha büyük bir resmin parçası. ABD’nin dönüşü ABD’nin, bu enerji kaynaklarına, stratejik noktalara ulaşmak amacıyla bir an evvel Somali’ye dönme telaşı, bu amaçla, ekonomik ve siyasi açılardan fena halde bir limana gereksinimi olan Etiyopya rejimini kullanması, adeta, başıboş bir ineğin zücaciye dükkânına girmesine benziyor. Bu yüzden birçok gözlemci; Etiyopya, Eritre, Uganda, Kenya vb. ülkeleri de içine çekerek bölgeyi yangın yerine çevirebilecek bir savaş olasılığından söz ediyor. ABD destekli Geçici Federal Hükümet (GFH), bir zamanlar ABD’nin savaştığı, Somali’yi yangın yerine çeviren gangster/savaş lortlarından oluşuyor; belki uluslararası desteği var ama, Financial Times’dan, Sudan Tribune yorumcularına (07/01) kadar birçok gözlemcinin işaret ettiği gibi Somali’de toplumsal desteği neredeyse sıfır. Buna karşılık, aylardır ülkeyi yönetebilen “yıllardır ilk kez düzene benzer bir yapı oluşturmaya başlamış olan” Şeriat Mahkemeleri Birliği (ŞMB) hareketi var. Bu hareket Somali iş çevrelerinin (bir anlamda “ulusal burjuva” sınıfının) mali ve siyasi desteğiyle oluştu (BBC) ve ülkeye düzen getirdikçe, halkı haraca bağlayan, kadınlara kızlara tecavüz eden gangsterleri kentlerin dışına sürdükçe, Somalililerin güvenini, desteğini kazandı. ŞMB hareketinin içinde radikal Müslüman kesimler de olmakla birlikte, liderliğinde, BBC’nin ifadesiyle “ılımlı” biri, Libya’da hukuk eğitimi almış, lise öğretmeni, Şerif Şeyh Ahmet var. Halbuki, Financial Times’ın, “Somali’yi işgal etmek çözüm değil” (04/01/07) (AP) Somali’de ne var? ABD’nin Irak’a neden geldiğini, Irak’ta ne olduğunu biliyoruz. Ama çok yoksul ve çorak ülke Somali neden önemli? CIA Somali üzerine yazan bir başka uzman, Abid Mustafa da 3 Haziran’da Media Monitor Network’ta yayımlanan bir yazısında, aslında yalnızca ABD’nin değil, İngiltere, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Çin kaynaklı şirketlerin de Somali’nin gaz ve petrol rezervlerinde gözleri olduğunu, tüm şiddetiyle süren iç savaşa karşın, Geçici Ulusal Hükümet, Somaliland Hükümeti ve Punland hükümetle riyle imtiyaz anlaşmaları yapmaktan çekinmemiş olduklarını aktarıyordu. Aslında, Somali’de petrol olduğu daha sömürge döneminden beri biliniyor, Fransa, İngiltere ve ABD, bu kaynaklara ulaşmak için rekabet ediyorlarmış. Diğer bir deyişle, Somali’de yaşananlar, son yıllarda büyük güçlerin “enerji güvenliği” başlığı altında dikkatlerini giderek Afrika üzerinde yoğunlaşmasıyla oluşan da başlıklı baş yazısında işaret ettiği gibi başka türlü de olabilirdi: “Birincisi, ŞMB, düzen kurmaya devam etmesi için kendi haline bırakılabilirdi. Barre’den bu yana ilk kez düzene benzer bir şey oluşuyordu. İkincisi, ek olarak da, toplumsal desteği, Etiyopya’nın desteklemek iddiasıyla müdahale ettiği sözde geçici hükümetten çok daha geniş olan İslamcılarla iş yapmanın yolları aranabilirdi. Bunun yerine, elimizde şimdi hiçbir toplumsal desteği olmayan bir hükümeti destekleyen, ABD destekli bir istila var. Etiyopya eğer kalırsa, tüm Somali işgal karşısında birleşecek, eğer giderse, siyasi boşluk oluşacak. Silahlı Somali klanları ülkenin leşi üzerinde birbirlerine girecekler. Bu arada, hiç şüphemiz olmasın, İslami hareket daha iyi ve daha örgütlü ve radikalleşmiş olarak geri gelecek.” Gerçekten de, “IV. Kuşak Savaşlar” kuramcısı emekli Albay William Lind, “Etiyopya’nın işgalinin başarısına bakarak karar vermekte acele etmeyin. Asıl savaş şimdi başlayacak” diyor (Antiwar.com, 06/01) ABD neden bu yolu seçti? Baştan beri Somali halkının nefret ettiği “savaş lortlarıyla” gangsterler ortak iş yapmış olmanın bedelini mi ödüyor? Yoksa, Müslümanlarla Hıristiyanları karşı karşıya getirerek bir din savaşını mı körüklemek istiyor? Gelişmiş ülkelerden yoksullarına kadar her yerde “küreselleşme” sürecinin sınıf çelişkilerini derinleştirdiği, emperyalist rekabeti ve savaşları hızlandırdığı bir dünyada, olup bitenlerin jeopolitiğini, kapitalizmle, emperyalizme ilişkisini, (askeri sınai kompleksin devasa kârlarını) halklardan gizleyerek, ABD hegemonyasına hizmet edecek bir kutuplaşma yaratmak için “din savaşları paradigması” çok uygun değil mi? CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle