21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Bir hayat sona erdi... Gelecek günlerde daha pek çok cana kıyılacak Irak’ta... Biz mi kazandık şimdi! AM JOHAL özde “Bağdat Kasabı” Saddam Hüseyin’in son anlarında cellatlarından, bir yandan ona hakaret edip bir yandan alelacele verilen emirleri yerine getirmeye çalışan yüzü maskeli polislerden çok daha onurlu görünmesi bir tür ironi. Cep telefonuyla çekilen ve Batılı internet sitelerinde yayımlanan görüntüler olayı daha etkili bir hale getirdi. Onlar, Saddam Hüseyin’in de pek çoklarına gösterdiği kırmızı kartı taşıyorlardı. Bir Dünya Kupası maçı gibiydi ve hacca giden Müslümanlar öfkeliydi. Ama bu, bayram öncesinde beceriksizlik kokan kabasaba bir operasyondu. İnfaz odasının kötü koktuğu belliydi. Saddam kısmen insan hakları ihlalleri için, ama bir yandan da Amerikan imparatorluğunun kapısında paspas olmadığı için kurban ediliyordu. Fransa Zor Sınava Yaklaşırken Fransa, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha dört aylık bir süre olmasına karşın seçim atmosferine girmiş durumda görünüyor. Sağ’ın ve Sol’un adayları neredeyse şimdiden belli. Rakipler eteklerindeki taşları birbiri ardından dökmeye başladılar. Her şey, birinci turu nisanda, ikinci ve son turu mayısta yapılacak seçimlerin çetin geçeceğini gösteriyor. Kamuoyu araştırmaları Sağ’ın ve Sol’un şanslarının hemen hemen eşit olduğunu ortaya koyuyor. Ancak seçimlerden hangisinin zaferle çıkacağı, kuşkusuz, seçimler yaklaştıkça daha sağlıklı bir biçimde netleşecek. Ama görünen o ki, seçimler, salt Fransa’nın değil AB’nin kaderini de belirleyecek. Sağ’ın zaferi halinde Fransa, Merkel Almanyası ile el ele Avrupa Birliği’ni bütünüyle liberal ekonominin büyük gruplarının egemenliği altına girmesini ve buna koşut olarak Birleşik Devletler’le daha da yakınlaşmasını sağlayacak. Sol’un zaferi halinde ise Fransa, Birliğin kuruluş amaçlarına uygun olarak sosyal dayanışma ve emeğin ağır bastığı bir yönetime kavuşacak. Jaques Chirac’ın, iki başkanlık döneminde Atlantik ötesine mesafeli seyreden Gaullist politikalara bir ölçüde de olsa sadık kalmasına karşın, en azından şimdilik Sağ’ın adayı olarak görünen ve her fırsatta Amerika’ya olan hayranlığını dile getiren İçişleri bakanı Nicolas Sarkozy’nin seçilmesi halinde bu politikayı hızla terkederek ülkesini, tıpkı Merkel’in Almanyası gibi Washington’a rampa edeceğinden kuşku duyulmuyor. Merkel’in konuyla ilgili düşünceleri son derecede açık. Alman Şansölyesi Washington’a yaptığı ziyaret sonrası 4 Ocak 07’de Financial Times’da yayımlanan söyleşide ‘’Birleşik Devletler’le ekonomik sistemlerimiz aynı değerler üzerine kuruludur. Bu yüzden birbirimizden uzaklaşmamalı, tam tersine yakınlaşmalıyız’’ demiştir. Fransa’da seçimler Sağ’ın zaferiyle sonuçlanırsa, AB’nin bu iki ağır topu Birlik içinde gözlerini Amerika’dan ayırmayan üyelerin desteği ve Merkel’in altı ay için AB’nin başkanlığına gelmesi fırsatıyla Birliği liberal ekonomiye muhkemce bağlamayı hedefleyen, ancak reddedilen anayasasını bu kez yeniden gündeme getirmesi ve Birliği Washington’la içli dışlı ilişkilere yöneltmesi güçlü bir olasılıktır. ??? Başkan Chirac’ın konuyla ilgili görüşleri de farklı değil. Ülkenin ‘zinde güçleri’ olarak tanımladığı büyük ekonomik gruplar önünde yaptığı konuşmayı izleyen bir yazarın, yazısına, ‘Patronlar Jacques Chirac’a medyunu şükrandır’ başlığı atması her şeyi en küçük bir kuşkuya yer vermeyecek biçimde Özetliyor. (L’Humanite, 5.01.07). Büyük grupların Chirac’tan neden son derecede hoşnut oldukları biliniyor. Chirac, iki başkanlık döneminde de hep onların yanında olmuştur. Şimdi herkese ideolojilerden uzak durmalarını öğütlerken kendisi, mensup olduğu ideolojiye uygun olarak, Sağ’a sahip çıkmakta sakınca görmemekte, giderayak yılı rekor kârlarla kapatan ayrıcalıklı büyük gruplara, o bir türlü doyamadıkları yeni vergi indirimleri müjdelemektedir. Beş yılda bugünkü yüzde 33’ten yüzde 20’ye, bazı özel durumlarda yüzde 10’a ulaşacak indirimlerin gerekçesi ise hazırdır: Büyük grupların AB’de ve dünyadaki rekabet gücünü arttırmak. Ancak, 2000’den bu yana büyük şirketlere sağlanan bu tür ayrıcalıklar, onların ceplerini tıka basa doldurmaktan öte işe yaramamış, dişe dokunur bir istihdam da yaratamamıştır. Daha da kötüsü vergi indirimlerinin, zaten sosyal kazanımları hızla buharlaşmakta olan emekçilere ve dar gelirli milyonlara, giderek kamuya hizmet sunumunu da olumsuz yönde etkilemiş, dolaylı vergilerin artırılmak zorunda kalınmasıyla da tuzu kurulara sağlanacak vergi indirimlerinin faturası yine emekçilerin sırtına yüklenmiştir. Başkan Chirac’ın büyük gruplara somut armağanlar sunmasına karşın, yüz bin evsiz barksıza, geçim sıkıntısı içinde kıvranan büyük halk yığınlarına ve milyonlarca işsize yönelik armağanları ise her zamanki gibi bir türlü yerine getirilemeyen soyut ve boş vaatlerden ibarettir. Fransız seçimleri, tüm sayılan nedenlerle salt kendi ülkesini değil, tüm Avrupa Birliği’ni etkileyecek niteliktedir. Bu yüzden Fransız Sol’unun, seçimlerde yüzde 20’ye yakın oy alacağı tahmin edilen aşırı sağ ve ırkçı partinin, Fransa gibi zengin bir ülkenin başkentinde açlara ‘domuz çorbası’ dağıtma girişiminde bulunarak domuz yemeyen dinlere mensup yurttaşlarına ırk ayrımı yapmaktan çekinmeyen lideri ve adayı Le Pen’in, Sarkozy’ye saklamadığı sempatisi ve bu yakınlığın sonucu olarak aşırı sağ oylarının ikinci turda Sağ’ın adayına yönlenebileceğini hesaba katarak, Sağ’a, büyük sermayeye karşı sonuç vermesi kuşkulu hanım hanımcık eleştirilerini sertleştirmesi ve oklarını güçlü bir biçimde sosyal dayanışmayı, emekçilerin kazanımlarını ortadan kaldırmaya, giderek Avrupa Birliği’ni Birleşik Devletler’e bağlamaya yeminli odaklara çevirmesi gerekmektedir. S Kafa kesme görüntüleri gibi İnfaz görüntülerinin, direnişçileri yabancı gazetecilerin kafasını keserken gösteren video çekimlerinden bir farkı yoktu. Sabaha karşı alelacele hazırlanan böylesine bir fotoğraf gösterisi için saçmasapan bir hukuki süreç gerekli miydi? Bu gereksiz savaş için yüz binlerce kişi ölmeli, milyarlarca dolar harcanmalı mıydı? Bu Arap dünyasına karşı bir güç gösterisi miydi? Ya da ABD’lilere yeni yönetimin iş demek olduğu mu gösteriliyordu? Şiilerin ve Kürtlerin yaşadığı acılar onları tarafsız adaleti yerine getirmeye uygun mu kılıyordu, yoksa bu tatlı bir Oval Ofis’in karşısındaki bir odada duruyor. intikam mıydı? Uluslararası hukuka Bu, Teksaslı dâhinin doğal adalet kavramı ve gerçekten saygı gösterilmiş miydi? Artık karmaşık metaforuna uygun düşüyor: “Onu Irak’ta kim daha özgür ve baskıdan uzak babam yakalayamadı, ben yakaladım.” yaşayacaktı? Slovenyalı akademisyen Slavoj Aşağılayıcı bir ölümle karşı karşıya kalmak Zizek geçenlerde şöyle demişti: “İnsan üzere olan 69 yaşındaki adamı gösteren haklarının, Batı emperyalizminin belirli fotoğraflar bir duygudaşlık öğesi yansıtıyor. politikalarını, askeri müdahaleleri ve yeni Sadece AB ülkelerinin dışişleri bakanları sömürgeciliği gizleyen ve meşrulaştıran ölüm cezasının uygulanmasına insan hakları yanlış bir ideolojik evrenselliği vardır.” bağlamında eleştiriler yöneltti. ABD ise Saddam, “bütün savaşların anası” gibi yapılan şeyin Irak terimler icat etmişti ve adaletinin Iraklılar Körfez Savaşı sırasında tarafından uygulanması serseri seyir füzeleriyle olduğunu söylüyordu. tehlikesizdi. Sonuç Tony Blair’in, olarak, Usame bin kamuoyunun Hutton Ladin gibi ABD soruşturmasına yönelik tarafından etkin bir ilgisini dağıtmak için şekilde desteklenmişti. Irak’a gitmesinin ve Üstelik Washington beraberinde 1980’lerde Kürtlere, gazetecilerle öğrencilere Şiilere ve muhaliflere masallar okumasının yönelik insan hakları üzerinden çok fazla ihlallerini çok iyi zaman geçmedi. Bütün biliyordu. Saddam’ın Irak savaşı bir imgeler o dönemde Donald Saddam Hüseyin’in idamının ve saçmalıklar âleminde Rumsfeld ile birlikte görüntüleri tepki yarattı. yaşandı, gerçeklerden çektirdiği fotoğrafa uzak. Belki de bir hayatın bu denli gözler paha biçilemez. Batı, televizyonlarda önünde sona erişinde ilgi çekici ve Saddam’ı izleyerek büyüdü. Saddam’ın müstehcen bir şey var. Bu kadar özel bir anı mahkemede kendini savunması, amatör bir yakalayan fotoğraflar ve görüntüler hepimizi tiyatro grubunun gösterisi gibiydi. Kahire’de biraz daha ilkelleştiriyor, ölümü biraz daha aldığı hukuk eğitimini, sonunda kendi fazla kabul ettiriyor, daha az hissetmemizi, savunması için kullandı. ABD’nin eski daha az “vicdan azabı çekmemizi” sağlıyor. Savunma Bakanı Ramsey Clark bile Saddam ne düşünüyordu? Sona eren bir Saddam’ın yargı sürecine ilişkin kuşkularını hayatın anlamı nedir? Adalet nedir? dile getirdi. Saddam’ın yakalandığı sığınakta bulunan silah, şimdi bir savaş ganimeti olarak Saddam Hüseyin gibi acımasız bir kişiliği olan bir insan nasıl oldu da dünyada bir tür karmaşık sempati uyandırabildi? Propaganda neden işe yaramadı? Savaşla ilgili doyma noktamıza mı ulaştık? Adalet katillerin de hakkıdır Belki de bu kadar pis kokular yayan bu savaşın Cumhuriyetçilerle bir ilgisi vardır. Belki de Saddam hiç açılmaması gereken bu savaşın kamusal yüzünü temsil ediyordur. O, masumların öldürülmesinden sorumlu onlarca adi despottan sadece biriydi geçmişten kalan bir anı. Saddam infaz sırasında yüzünün örtülmesini istemedi. Sevinç içindeki Batı medyası “Bağdat Kasabı”nın asılmasından çok memnun kaldı. Saddam yaşamının geri kalanını hücrede geçirmeliydi ve böyle ölmeyi hak etmiyordu. Acımasız bir katildi, ama adalet katillerin hakkıdır, öyle değil mi? Ölüm cezası sadece tıpkı çağdaş Amerikan ve Arap dünyası gibi cahil, ideolojik kabızlık çeken, toplumsal olarak gelişmemiş ve bağnaz toplumlarda vardır. Atkısı boynuna dolanmıştı. Yerdeki kapak açıldı. Anında öldü. Bir hayat sona erdi... gelecek haftalarda ve aylarda da daha pek çok cana kıyılacak. Vay be! Biz kazandık, biz kazandık, biz kazandık. Böyle mi düşünmemiz gerekiyor? Güçlüler savaşırken acıyı halk çeker. ABD’nin en az ihtiyacı olan şey, yönetimde daha fazla Cumhuriyetçi olması. Sonuç olarak bu, Cumhuriyetçilerin savaşıydı, ABD’nin değil... (Znet internet sitesi, 3 Ocak) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer K ARŞILAŞTIRMALAR YETERSİZ Bugünkü İran’ı açıklamak... Müslümanları Batı’ya karşı birleştirme çabalarına karşı en iyi yanıt, ılımlı Sünni Arap arihsel analojiler çekici hükümetleri ittifakı kurarak ama tehlikelidir; çünkü tarih hiç tekerrür etmez. Tahran’ı tecrit olurdu diye düşünülüyor. 1979’daki İran Yine de, Batı’nın, İran’ın devriminden önce bazı nükleer siyasetine ve İsrail’e İsrailliler de İsrail, Türkiye ve tehditlerine nasıl tepki İran ittifakından yana çıkmıştı. göstermesi gerektiği sorusu Bugün de Suudi Arabistan ve için öne çıkarılan üç teşbihten Mısır’la “radikal” İran’ı söz edebiliriz. Bir kesim, İran denetim altında tutacak cephe rejimini Nazi Almanyası ile karşılaştırıyor. Başka bir kesim düşünü görenler var. İran’ın emellerinin aracı olarak Hamas için de eski Avrupa’nın güçler ve Hizbullah’ın yükselişi, dengesi en uygun analoji. ılımlı Arap rejimlerini Diğer bir kesimse iki kaygılandırıyor. Ancak bu perspektifi birbirine bağlıyor ittifakın da bir fiyatı var: İsrailve Soğuk Savaş’taki “dehşet Filistin görüşmelerinin dengesi”ne dikkat çekiyor. başlaması. Bunlar olmadan Yani; İran’a, Hitler ılımlı Arap rejimlerinin İsrail’e Almanya’sı, Büyük Friedrich yanaşması hayal. Peki, darbe Prusya’sı veya Stalin almış süper güç ABD, Sovyetler’i gibi mi “Bağdat’ta barış Kudüs’ten davranılmalıdır? Bu geçer” diyen Baker Raporu’nu analojilerin doğruluk payı var, uygulayacak mı? Böyle bir ama hiçbiri İran gerçeğine başarı zor. 3. analoji, İsrail’in karşılık gelmiyor. Hiçbirinden nükleer silahlarıyla ilgili işlevsel bir strateji türetmek imalarında ortaya çıkıyor. mümkün değil. Mahmud Olmert İran’a Ahmedinejad ile nükleer caydırıcılık Hitler’in gerçeğini karşılaştırmasını ran’la ilgili hatırlatmak ister ele alalım. İran gibi: İran, atom 3 analojinin liderinin, radikal kulübüne üye antisiyonizmiyle hiçbiri olabilir, ama iki hedefi var: gerçeğe kendisinden çok İsrail’in karşılık daha modern meşruiyetini yok gelmiyor. cephaneliğe sahip etmek ve İran’ın bir ülkeye karşı ılımlı yönetimler silah kullanırsa taş altındaki tüm devrine gönderilecektir. Bu da Müslümanların temsilciliği Soğuk Savaşı hatırlatıyor. Ama hakkını garantiye almak. bugünkü İran SSCB ile Galiba Ahmedinejad, İsrail kıyaslanabilir mi? “Dehşet üzerine söylediklerinde ciddi. Dengesi”nin başarısı, iki Ama sırf bu nedenle yeni bir Hitler midir ve bugünün İran’ı, rasyonel oyuncu arasındaki cepheleşme ve diyaloğa 30’lar Almanya’sına mı dayanıyordu. Bugünün İran’ı karşılık gelmektedir? Hitler rasyonel bir aktör olarak atom bombasını geliştirmek görülebilir mi? İran üzereydi, ama beceremedi; konusundaki çıkmaz, ancak İran bu bombayı “mutlak” bir ideolojinin içine yapabilecek gibi. Hitler’in işlemiş olduğu bir iktidara, iktidarı mutlaktı, “mutlak” bir silahı denetleme Ahmedinejad’ınki ise değil. izninin verilip verilemeyeceği. Yerel seçimlerin sonuçları Hangi alternatifler ciddiye Ahmedinejad için utanç alınabilir ki? Hele askeri vericiydi. İran rejiminin retoriği totaliter olabilir, ancak çözüm mümkün değilse... İran’la, liderinin delice siyasal iktidar çok daha ideolojisini reddetmemize muğlak. Hitler analojisi bir rağmen verimli bir diyalog başka gerekçeyle de sorunlu: sürdürebilir miyiz? Bu üç Böyle bir durumda, İran’a önleyici vuruş, tek doğru yanıt analojinin zaaflarının da gösterdiği gibi, yanıt pek açık olurdu. Fakat ABD’nin Irak, değil. İsrail’in Lübnan deneyimlerinden sonra, bu pek (Der Standard, Avusturya, 3 olası değil. İsrailli ve ABD’li Ocak) diplomatlar, eski sistemin Almancadan çeviren: Osman güçler dengesi örneğini Çutsay çekiştirmeyi seviyor. İran’ın, DOMİNİQUE MOİSİ T İ ETA: Zapatero’nun başarısızlığı ETA örgütünün son bombalı saldırısının ardından ateşkesin sona ermesi İspanya Başbakanı için vicdani bir sınav anı olmalı. PIERRE ROUSSELIN E TA örgütünün yeniden körü körüne öldürmeye başlamasıyla, Mart 2006’da yürürlüğe giren ateşkes bozulmuş ve İspanya Başbakanı José Luis Rodriguez Zapatero’nun başlattığı barış süreci de son bulmuş oldu. Geçen cumartesi Madrid’de Barajas Havaalanı’nda bir kamyonete yerleştirilen bombanın patlaması sonucu pek çok kişi yaralanırken 1 kişi öldü ve 1 kişi de yıkıntıların altında kayboldu. Bu son ölümcül patlama ETA’nın Mayıs 2003’ten bu yana gerçekleştirdiği ilk saldırıydı. Bu patlama İspanya’nın içinden söküp atamadığı karamsar geçmişiyle yeniden ilişki kuruyor. Her ne kadar çabalarının bugün oyalayıcı olduğu ortaya çıksa da Zapatero, sayfayı çevirmeyi istemek konusunda haklıydı. Uzun yıllar amansız bir baskının altında bulunan bölücü örgütün güçten düşmesi, silah bırakmayı getirebilirdi. Dahası, siyasi anlamda boyun eğmeye ya da ETA’nın çözülmesine yönelik tartışmaları da sınırlamaya gerek kalmadı. İspanya’da sağcıların savunduğu gibi Zapatero Barajas’taki patlamayla teröristlerin isteklerine boyun eğmiş olmadı. Ancak muhalefetin bu barış sürecinin başarsızlığa mahkum olduğu yönündeki açıklamalarında haklılık payı var. Bunun ise tek bir nedeni bulunuyor; hükümet hiçbir zaman bombacıların talep ettiği gibi Bask Bölgesi’nin kendi geleceğini belirleme konusunda siyasi ödünlere yönelik tezi ortaya atmadı. Böylesi bir tutum, durumu ancak daha da kötüleştirdi. İspanya yeniden terorizm sarsıntısı altında. ‘Görüşmeye değmezler’ El Kaide’nin 11 Mart 2004’te Madrid’de Atocha tren garında düzenlediği saldırıların ETA’nın kanlı eylemlerine son verdiği izlenimi oluşmuştu. Kendi ilan ettikleri ateşkesi bitirdiklerine ilişkin bir açıklamaya bile tenezzül etmeden yeniden vuran ETA’nın başındakiler ne kadar görüşmeye değmez kişiler olduklarını kanıtlamış oldular. Ölü doğmuş bir süreçte ilerleme sağlamak adına “amaçlarının öldürmek değil ama dikkat çekmek olduğunu” söylemek büyük bir yalan. Teröristlerin siyasi kanadı Batasuna, bu yöndeki açıklamalarıyla saygınlığını yitirmiş oldu. Barajas’taki patlamaları kınamayı reddetmesi, kendisinin yasadışı oluşunu ortaya koyarken sıkı bir terörle mücadele düzenlemesini de gerekli kılıyor. Gelecek birkaç hafta çok önemli. Güvenlik anlamında komandoları harekete geçmeden önce dağıtacak bir önlem gerekiyor. Siyasi anlamda ise hükümet ve muhalefet İspanya’nın önünü tıkayan farklılıklarını aşmayı başarabilmeli. Ateşkesin sonu Zapatero için vicdani bir sınav anı olmalı. ETA’yla mücadelede yalnızca iyi niyetler yeterli değil. Sağ muhalefete gelince; ona da çete savaşını bırakmak düşüyor. Muhalefet terorizmle mücadele konusunda aynı cephede yer almaya hazırsa hükümete bu konuda yardım etme zorunluluğundan daha fazla kaçamaz. (Le Figaro, Fransa, Başyazı, Ocak) Fransızcadan çeviren: Elçin Poyrazlar CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle