18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2007 PAZARTESİ 4 HABERLER Yeni Petrol Yasa Tasarısı’nda milli menfaatların korunması ile ilgili maddeye yer verilmeyecek 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK TPAO’ya ‘çelme’ yasası TRT’DE SKANDAL Çocukları Tüketirken... Acımasız tüketim toplumu çocukları da kılı kıpırdamadan tüketiyor. Ankara TED Koleji öğrencilerinden genç bir ergen grubunun ‘Uyuşturucu kullanıyorlar’ diye haber yapılan olayı nedir? Genç bir erkek grubunun birbirini kışkırtarak denedikleri bir maddeyi Türkiye’nin uyuşturucu sorunu durumuna getirerek yapılan yayın hiç bir sorumluluk taşımıyor mu? Sonucunda ‘yanlış bir deneme’ olan bu olayın bu duruma getirilmesi tam bir ‘çocukgenç tüketilmesi’dir. Ülkemizin en iyi okullarından olan TED kolejleri, böyle bir olayla yıpratılırsa asıl zararı bu ülke çekmeyecek mi? Bu olay, babacan bir yöneticinin gençlerle yapacağı olgun bir konuşmayla çözümlenecek, gençler için de yaşamlarında biraz gülerek, biraz utanarak anımsayacakları bir anıdan ibaret kalacaktır. Bu gençler, elbette ki bu ülkenin seçkin evlatlarıdır ve dünyaya büyük hizmetleri olacaktır. Onları böyle vitrine koyup incitenler hiç düşünmüyorlar mı? İnsan tüketimi nasıl da kolaylaştı. Nesin Vakfı, Aziz Nesin tarafından kurulmuş, iyi niyet ve özveri simgesi bir kuruluştur. Ali Nesin, bu ülkede yetişmiş en iyi beyinlerden birisi, bir matematik profesörüdür. Şimdi vakfı o yönetiyor ve binbir güçlüğün içinde sınırlı desteklerle vakfı yürütmeye çalışıyor. Şimdi, vakıfta bir ‘tecavüz olayı’ olarak adlandırılan olay oluyor. Ali Nesin, olayı ‘biraz sınırları aşılmış bir evcilik olayı’ olarak tanımlıyor. Çocukların, ergenlerin bulunduğu kurumlarda olabilen olaylara çok dikkatle yaklaşılması gerekir. Kimi zaman yanlışlar da olabilir, yanlışlar da yaşanabilir. İnsan, çok karmaşık güdülerle hareket eden bir varlıktır. Hele de travmatik geçmişi olan çocuklar, gençler çok daha özene, çok daha dikkate gereksinim duyarlar. Onlara her zaman, yanlışlarında da şefkatle, anlayışla, onları kazanmak amacıyla yaklaşılması gerekir. Ahlaksal amaç, çocukların, gençlerin, insanların kazanılması olmalıdır. Tüketim toplumu ise çocukları, gençleri korumuyor. Tersine, onları sömürüyor, onları ürünleştiriyor, onları metalaştırıyor, onları tüketiyor. Tüketim toplumu, ahlak değerlerini bir yana itiyor. Anoreksik mankenler, tüketim toplumunun kurbanlarıdır. Elbette onlar da üne ve paraya giden yolda kendilerini tüketen gönüllü kurbanlardır. Ama örnek oldukları genç kızlar tüketim toplumunun bilinçsiz kurbanlarıdır. Tayland’ın çocuk fahişeleri, bütün dünyada yayılan çocuk pornosu, çocuk fuhşu hep tüketim toplumunun üne ve paraya doymayan çocuk sömürüsüdür. Amerika’da yapılan Miss Royalty yarışmaları 2 yaşında, 34 yaşında, beş yaşında çocukların saçları yapılarak, dudakları rujlanarak, yanaklarına allık sürülerek kadın gibi gösterilip öğretilen abartılı hareketleri sahneleyerek yarıştıkları tam bir ‘çocuk sömürüsü’. Ama hırslı annelerin gözetiminde sürüp giden bu yarışmalarda çocukların çalınan çocuklukları, kazananların haykırışları, kaybedenlerin gözyaşları arasında sürüp gidiyor. Turkcell reklamlarındaki insanın içine işleyen şarkısıyla reklama çıkarılan küçük kız çocuğu içinize siniyor mu? Neyin reklamını yaptığını bile anlayacak yaşta olmayan küçük sevimli kız çocuğu erken tanıştığı ünle (ve ailesinin aldığı parayla) ilerde başa çıkabilecek mi? Nerede çocuklarla ilgili sorumluluk? Ne oldu popçuşarkıcı yarışmalarında sevinen, üzülen kızlar, erkekler? Onların şimdi nerede ne yaptığını bilen var mı? Onları düşünen var mı? Hayır, yok. Onları düşünen yok. Tüketildiler, atıldılar ve bitti. Şimdi yenileri bu öğütme çarkının içine girecek, onlar da tüketilecek. Oyun böyle oynanıyor, çark böyle dönüyor. Peki siz ne yapıyorsunuz? Siz seyrediyorsunuz. Siz seyrediyorsunuz. Siz seyircisiniz. Sistem sizi seyirci yapıyor. Televizyonu açıyorsunuz, bakıyorsunuz. Kimi zaman üzülüyorsunuz, kimi zaman seviniyorsunuz. Oturduğunuz yerde başınızı sallıyor, içinizi çekiyorsunuz. O kadar. Sizden beklenen bu. Sizin seyirci olmanız gerekiyor. Tüketime katılıyorsunuz. Sistem sizin tüketiminiz üzerine kurulmuş. Siz de tüketiyor ve tükeniyorsunuz. Çocukları korumak mı? Gençleri anlamak mı? Bu tüketim toplumunda mı? Geçiniz!... email: [email protected] [email protected] www.erdalatabek.com Tatarca yayını durduruldu FIRAT KOZOK ANKARA TRT, yurtdışında ülke imajı açısından skandal niteliğinde bir karara imza attı. Yayın ve programlardan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Muhsin Mete’nin talebi üzerine “Türkiye’nin Sesi Radyosu”nca Tataristan’a yönelik yürütülen Tatarca yayını, personel yetersizliği gerekçesiyle durduruldu. Türkiye’nin Sesi Radyosu’nun 26 ayrı dilde sürdürdüğü yayınları, personel yetersizliği nedeniyle sıkıntılı günlerden geçiyor. Muhsin Mete, TRT Genel Müdür Vekili Ali Güney’in onayına sunduğu 27 Aralık 2006 tarihli ve 1774 sayılı resmi yazısında, kurum olarak bu yayınları sürdürmekte yaşadığı personel sıkıntısını itiraf etti. Sıkıntı yaşanan dillerden birinin de Tatarca olduğuna işaret eden Mete, Tatarca yayını 3 kişi ile sürdürdüklerini ancak bu personelden birinin TRT’den ayrıldığını kaydetti. Bir diğer personelin kurumla sözleşmesinin aralık ayında sona erdiğini belirten Mete, söz konusu dil için tek görevlinin kaldığını bildirdi. Muhsin Mete, “Söz konusu personelin bu yayını sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmek için gerekli yeterlilikte olmadığı için yayına yansıyan sorunlar yaşanmakta, yayın devamlılığı sağlanamamaktadır” dedi. Bu durumda her gün yürütülen Tatarca canlı radyo yayınının, uydu ve internet tekrarlarını sürdüremeyeceklerini kaydeden Mete, altyapı hazırlığı yapılana kadar yayını durdurma kararını Güney’in onayına sundu. Güney’in onay verdiği bu resmi yazı üzerine “Türkiye’nin Sesi Radyosu”, Tatarca yayınını durdurdu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Genel Kurulu’nda görüşmeleri bu hafta sürecek olan Petrol Yasa Tasarısı’nda önceki yasada yer alan “milli menfaatların korunması” ile ilgili maddeye yer verilmeyerek yabancı devletlerin Türkiye’de arama ve üretim yapmaları için Bakanlar Kurulu izni zorunluluğunun kaldırılması CHP’nin tepkisini çekti. Petrol Yasa Tasarısı geçen hafta TBMM Genel Kurulu’nda “temel yasa’’ olarak ? TBMM’de ‘temel yasa’ olarak görüşülmeye başlanan tasarıda yabancı devletlerin Türkiye’de petrol arama ve üretim yapmaları için Bakanlar Kurulu izni zorunluluğunun kaldırılması CHP’nin sert tepkisine neden oldu. görüşülmeye başlandı. Tasarı; petrol arama faaliyetlerinde yatırım indirimi ile vergi istisnası, transfer kolaylıkları gibi teşviklerin yanı sıra arama ve işletme hak ve yükümlülüklerini de yeniden düzenliyor. Petrol arama ve üretim çalışmalarının çok az olduğu deniz alanlarındaki faaliyetlere kapsamlı teşvikler getiren tasarıyla, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün görevleri ve gelirleri de yeniden düzenleniyor. Arama ruhsatlarından devlet hakkı alınmaması ve işletme sahalarından alınacak devlet hakkından indirimler yapılması hükme bağlanıyor. Devlet hissesi; üretim miktarlarına, üretimin cinsine, kara ve deniz sahalarına ve su derinliğine, gravitesine ve üretim metoduna göre kademeli ve indirimli olarak düzenlenecek. Maddelere yer verilmedi CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, tasarıyı “Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın arama ve üretim faaliyetlerinin önüne geçmek için hazırlanmış, TPAO’ya çelme yasası” diye nitelendirdi. Petrol Kanu nu’nda yer alan “Milli Menfaatların Korunması” başlıklı 12. madde ve onun ardından gelen 13. maddenin yeni tasarıya konmadığına dikkat çeken Seyhan, yabancı devletler veya yabancı devletler adına hareket eden şahısların petrol hakkına sahip olmalarını, menkul ve gayrimenkul satın almalarını yasaklayan ve bu yasağa istisna tanıma hakkını Bakanlar Kurulu’na veren düzenlemenin yeni tasarıda yer almadığını vurguladı. Çeşitli sivil toplum kuruluşları, yazarlar, hukukçular ve aydınların çağrısıyla düzenlenen “Türkiye Barışını Arıyor’’ konferansı dün yapılan oturumlarla devam etti. (Fotoğralar: AA) ‘Türkiye Barışını Arıyor’ konferansında yüzde 10’luk seçim baraj sistemi eleştirildi Türkali: Tek yol diyalog ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yazar Vedat Türkali, “Bu memlekette Türk’ü Kürt’ten ayırmak mümkün değil. Tek yol diyalog yolu. Daha yapılacak çok iş var bu memlekette’’ dedi. Gazeteciyazar Altan Öymen de Türkiye’deki barışın silahla değil diyalogla aranması gerektiğine işaret etti. Çeşitli sivil toplum kuruluşları, yazarlar, hukukçular ve aydınların çağrısıyla düzenlenen “Türkiye Barışını Arıyor’’ konferansının ikinci gününde, açılış konuşmasını yazar Türkali yaptı. “Bir başka halkı baskı altında tutan ülke kendi halkını da özgür bırakmaz. Ben de özgür değilim’’ diyen Türkali, egemen güçlerin toplumu ürküttüğünü söyledi. “Kürt sorununun dağda değil köyde, kentte, toplumun içinde yaşandığını’’ belirten Türkali, genel yüzde 10’luk baraj uygulamasıyla Kürtlerin parlamentoda temsil hakkının önüne geçilmeye çalışıldığını söyledi. Türkali, şunları söyledi: “Diyaloğun olmadığı ortamlarda silaha başvuruluyor. Tek yol diyalog yolu. Daha yapacak çok iş var bu memlekette. Bu memlekette Türk’ü Kürt’ten ayırmak mümkün değil. Ben buna inanıyorum. Ayırmak, hiçbir şey kazandırmaz. O noktaya gelinirse Türkiye batar.’’ Altan Öymen ise Türkiye’de barışın “silahla değil diyalog”la aranması gerektiğine dikkat çekerek “Dışarıda da içeride de diyalog benimsenmeli” dedi. Öymen, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı eleştirmesine karşın, onun “Dağda silahla gezeceklerine düz ovada siyaset yapsınlar” söylemine katıldığını da belirtti. Yüzde 10’luk baraj sistemini eleştiren Öymen, “Bu sistem tüm siyasi partilerin sonu olacak” dedi. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununa ilişkin çok çelişkili ifadeler verdiğine dikkat çekerek “Devletin ateşkes söylemleri havada kaldı” dedi. ÖDP lideri Hayri Kozanoğlu ise “Bugün TürkKürt diye bir ayrım yapılıyorsa herkes taleplerini açıksözlülükle dile getirebilmeli” dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanvekili ve Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Profesör Dr. Saim Yeprem’in AleviBektaşi kitaplarına ve Aleviliğe ilişkin değerlendirmelerini içeren mektubunun bir bölümünü dün yayımlamıştım. Bugün mektubun devamını yayımlıyorum. Bu mektubun dikkat çekici tarafı, Diyanet’in en üst düzeydeki bir yetkilisinin Aleviliğe ilişkin önemli saptamalarda bulunmasıydı. Aleviliği bir mezhep olarak kabul etmeyen Yeprem, cem evlerini de Cerrahi dergâhı düzeyinde mekânlar olarak ele alıyor. Bu saptamalar tabii ki Alevi topluluğu ve konunun uzmanları tarafından değerlendirilecektir. ??? İşte Profesör Dr. Saim Yeprem’in değerlendirmelerinin ikinci bölümü: “Yazınızda dile getirdiğiniz ikinci bir husus, yukarıdaki konuyla da bağlantılı olarak ele alınan ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir mezhebi temsil etmesi ve bütün örgütlenme ve propagandasını bu mezhep üzerine kurması’ iddiasıdır. Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı, ilgili kanunun yüklemiş olduğu ‘İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek’ görevlerini, Cumhuriyet’in temel ilkelerine ve laikliğe bağlı, kamu kurumu olmanın gereklerine uygun bir tarzda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak, mezhepler ve meşrepler üstü bir anlayışla, milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi ilke edinerek yerine getirme konusunda son derece hassastır. Bu bağlamda Başkanlık, sosyal bir olgu olarak mezhebi, meşrebi, siyasi görüşü ve düşünüşü ne olursa olsun, vatandaşlarımız arasında hiçbir şekilde ayrım yapmadan kanunun kendisine verdiği görevleri, yine yasalar çerçevesinde yerine getirmektedir. Yazınızda dile getirilen diğer bir husus ‘Devletin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın personeline, yani kadrolu din adamlarına değişik inanç, mezhep ve dinlerden oluşan yurttaşlarının vergisiyle maaş vermesinin doğru olmadığı’ düşüncesidir. Devletin topladığı vergilerle, vergi veren vatandaşların eğilimlerine göre hizmet Diyanet’ten Alevi Yorumu (2): ‘Alevilik Mezhep Değil Tasavvufi Bir Oluşum’ etmesi talebi, sosyal ve hukuk devleti olgusu esas alındığında, sağlıklı teorik bir yaklaşım olmadığı gibi, bunun pratik alanda da uygulanması örneği ve olasılığı bulunmamaktadır. Böyle bir yaklaşım sergilendiği zaman bazı vatandaşların da benzer tarzda yürütecekleri bir mantıkla farklı kanaatler ortaya koyacakları muhakkaktır. Sözgelimi hiç hasta olmamış ve ilaç kullanmamış bir kimsenin, verdiği vergilerle sağlık hizmetleri işinin yürütülmesine, hayatında hiçbir zaman spor salonuna gitmeyen ve hiçbir spor dalında bir maç dahi izlemeyen bir kimsenin verdiği vergilerle spor salonları ya da kompleksleri yapılmasına, çocuğu olmayan bir annebabanın verdikleri vergilerle eğitim alanına yapılacak yatırımlara razı olmaması ihtimali örneğinde olduğu gibi sayısı çoğaltılabilecek olumsuz görüşler ileri sürülebilir. Sosyal hukuk devletinde kamu hizmeti esas alındığında, bu türden bir yaklaşımın sağlıklı olmadığı ortadadır. ??? Yazınızda ‘Alevilik inancı’ndan bahsettiğiniz ve ‘Alevi, Yahudi ve Hıristiyan ya da ateist yurttaşların da bulunduğu toplum kesiminden...’ ifadenizle Aleviliği, Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı kategoride değerlendirdiğiniz görülmektedir. İnsanların dini konuda kendilerine özgü kanaatleri ve düşünceleri olması son derece doğaldır. Ancak Aleviliğin Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı kategoride değerlendirilmesi sağlıklı bir yaklaşım değildir. Alevi olarak nitelendirilen veya kendilerini o şekilde niteleyen bireylerin kişisel kanaatleri, sadece kendilerini bağlayacaktır. Alevilik ve Aleviler hakkında yapılan bilimsel çalışmalar, Alevilerin kendilerini İslam, hatta ‘İslamın özü’ olarak gördüklerini ortaya koymaktadır. (Bkz. Yılmaz Soyyer, Sosyolojik Açıdan Alevi Bektaşi Geleneği; Y. Mustafa Keskin, Değişim Sürecinde Kırsal Kesim Aleviliği; Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir; Mehmet Yaman, Alevilik İnanç, Edeb, Erkân, Haydar Kaya, Alevi Bektaşi Erkânı, Evradı, Edebiyatı.) Aleviliğin statüsünü ele alan bilimsel çalışmalarda, bir olgunun mezhep olması için gerekli temel kriterler göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmeler neticesinde Aleviliği mezhep olarak nitelendirmenin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı görülmektedir. (Prof. Dr. Sönmez Kutlu, Aleviliğin Dini Statüsü, İslamiyat Dergisi). Yine bu konuda yapılan araştırmalara göre, Alevilikte, ‘soyboyaşiret esasına dayalı sosyal yapıya uyarlanmış tasavvufi bir oluşum’ söz konusudur. Alevilikte var olan senkretik yapıyla beraber dini düşünce ve pratikler göz önünde bulundurulduğunda Alevilik için tasavvufi bir yapının söz konusu olduğu görülmektedir. Nitekim, Alevi telakkinin temeli olarak kabul edilen ve Alevi literatürde ‘Üçler’ şeklinde isimlendirilen ‘HakkMuhammedAli’ esasının, daha çok ‘uluhiyyetnübüvvetvelayet’in ifadesi olması; Alevilikte ilham ve keşfin (sezgi) epistemolojik anlamda temel bilgi kaynaklarından biri olarak kabul edilmesi; kişinin insanı kâmil olarak yetiştirilmesi için gerekli adab ve erkânın dört kapıkırk makam çerçevesinde oluşturulması; temel ibadet olarak kabul edilen ve içinde ‘tevhid’ bablarıyla beraber 12 hizmet üzerinden yürütülen ‘cem’, bir zikir toplantısı olması; pir, rehber, dede, talib şeklinde hiyerarşik bir yapılanmanın bulunması; temel ahlaki prensiplerin, toplumumuzda varolan değişik katmanların da benimseyip ‘edeb yâ hu’ kalıbında formüle ettikleri, elinedilinebeline sahip olmak kabulü çerçevesinde şekillendirilmesi; her ne kadar 677 sayılı kanuna bağlı olarak teşkilat yapısı olmasa ve şehirleşmeyle beraber farklı oluşumlar ortaya çıksa da, geleneksel anlamda Aleviliğin ana ocak ve buna bağlı alt ocaklar ve bunların bağlı oldukları tekkelere göre yapılanması, yapılan araştırmalarda Aleviliğin tasavvufi niteliği ağır basan bir oluşum olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. (Bu konuda bkz: Sönmez Kutlu, Alevilik Bektaşilik Yazıları; Cenksu Üçer, Tokat Yöresinde Geleneksel Alevilik). Aynı şekilde yapılan çalışmalarda bütün bu veriler dolayısıyla Aleviliğin İslam içinde ve ana hatlarıyla burhan, beyan ve irfan şeklinde tasnif edilen İslam düşünce ekollerinden irfani gelenek içerisinde değerlendirilmesi gerektiğine işaret edildiği de görülmektedir. (Cenksu Üçer, Alevilik Üzerine Bir Değerlendirme, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi.) ??? Çizilen bu çerçeve aslında cem evleri hakkındaki tartışmalara da ışık tutmaktadır. Tekke ve zaviyeler kapatılmadan önce köy ya da şehirde ‘ana ocaklar’ veya ‘ocaklar’ın bulunduğu yerler veya bunlara bağlı başka yerlerde bulunan tekke ve dergâhlarda; tekke ya da dergâhın bulunmadığı yerleşim yerlerinde ise gerekli büyüklükte evi olan bir dede ya da talibin evinde toplanıp, gerekli adab ve erkânı yürüten ve Bektaşiler, Erdebilliler, Tahtacılar, Hubyarlılar, Sinemililer vb. gruplardan oluşan Aleviler, tekke ve zaviyeler kapatıldıktan sonra adab ve erkân işlerini, bu işleri yürütmeye elverişli gördükleri evlerde devam ettirmişlerdir. (Alevi tekke ve dergâhları hakkında bkz: Baki Öz, Dünya’da ve Türkiye’de AleviBektaşi Dergâhları; Nejat Birdoğan, Anadolu ve Balkanlar’da Alevi Yerleşmesi; Eraslan Doğanay, Anadolu’da Yaşayan Dergâhlar.) Şehirleşmenin etkisiyle öncelikle cem evi ismiyle şehir merkezlerinde teşekkül eden, daha sonra köylerde de aynı adla inşa edilen bu yapıların, farklı sosyal etkinliklerle beraber aslında adab ve erkânın yürütüldüğü mekânlar olduğu açıktır. Bu anlamda cem evleri bir Mevlevi tekkesi ya da Cerrahi dergâhı gibi yukarıda çerçevesi çizildiği üzere Alevi adab ve erkânının icra edildiği mekânlardır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra kurumsal yapı ve teşkilatla rını kaybeden AlevisiSünnisi bütün tasavvufi oluşumların, adab ve erkânlarını söz konusu kurumsal yapı dışında sürdürdükleri ve günümüze kadar varlıklarını korudukları gerçeği sosyal bir olgudur. Son olarak burada ele alınması gereken bir diğer husus, söz konusu tasavvufi oluşumların finansmanı konusudur. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar, bu kurumsal yapı içerisinde faaliyetlerde bulunan tekke ve zaviyelerin, buralarda yürütülen faaliyetler için gerekli maddi kaynağı, gelipgeçenin ibate ve iaşesini karşılamak gibi topluma sosyal açıdan sağlayacakları katkı karşılığında herhangi bir vergiye tabi olmayan vakfiyelerin gelirleri ile beraber bu merkezlerin bağlıları tarafından yapılan bağışlardır. İlgili kanun ile bu kurumsal yapısıyla beraber yürüttükleri hizmet karşılığında kendilerine tanınan vergi muafiyeti, bulunan söz konusu vakfiye gelirlerini de kaybeden bu tasavvufi oluşumlar, ilgili kanundan sonra yürüttükleri faaliyetlerin maddi kaynağını sadece bağlılarının yaptıkları bağışlarla sağlamışlardır. Nitekim bu hususun Alevilik için de geçerli olduğu bilinmektedir. ‘Sosyal yapıları itibarıyla soya dayalı olan ve tasavvufu içselleştirmiş’ bu gruplar, diğer tasavvuf ekollerinde olduğu gibi, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra gerek karakazan hakkı adıyla tekke ve dergâhlara, gerekse Hakkullah adıyla hizmeti yürüten kişilere verilen ayni ya da nakdi bağışlarla, yolun adab ve erkânın yürütülmesi için gerekli maddi desteği sağlamışlardır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra bütün tasavvufi oluşumların maddi kaynağı, o oluşuma gönül veren bağlılarının yapmış oldukları ayni ve nakdi yardımlar olmuştur ve bu olgu günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bu açıklamamızı da öncekiler gibi okuyucularınız ile paylaşacağınızı umar, çalışmalarınızda başarılar dilerim. 12 Ocak 2007 Ankara Prof.Dr. M. Saim YEPREM D.İ.B. Din İşleri Yüksek Kurulu Bşk.V. T.D.V. Yayın Kurulu Başkanı BİRLİK OLUŞTURUYORLAR Mersin’de Alevi örgütü kuruluyor ABİDİN YAĞMUR MERSİN Alevilerin oy deposu olarak görülmemesi ve karar mekanizmalarında yer alması gerektiğini belirten Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker, “İmam hatip lisesi mezunu birisi başbakan olabiliyorsa bir Alevi de başbakan, cumhurbaşkanı olabilmelidir” dedi. Mersin’de faaliyet yürüten yöresel kültür dernekleri ile Alevi derneklerinin düzenlediği toplantıda Mersin Aleviler Birliği’nin kurulması kararı alındı. Hacı Bektaşi Veli Derneği Mersin Şube Başkanı Hüseyin Ali Baysal, Mersin’deki Alevilerin ortak irade geliştirmek amacında oldu ğunu belirtti. Turgut Öker de konuşmasında, “Cemevlerimiz kutsaldır” temalı kampanya hakkında bilgi verdi. Öker kampanyanın hem Türkiye’de hem de Avrupa’da geniş yankı uyandırdığını ifade ederek “Bizim geleceğimizi elimizden alan, geleceğimizi karartan, çocuklarımızı Sünnileştiren ve Aleviliğin kökünü kurutan zorunlu din derslerine karşı yürüttüğümüz kampanya Alevilerin birliğinin sağlanmasında son derece önemli oldu” dedi. Turgut Öker şunları söyledi: “Aleviler için yeni bir sayfanın açılması kaçınılmazdır. Bugüne kadar yaşadığımız olumsuzlukları düzeltme şansımız yok.” CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle