Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN Barış fırsatı çıktığı anda silaha sarılan İsrail’de ‘daimi savaş toplumu’ sürekli yeniden üretiliyor 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Ortadoğu’nun geleceği karanlık BEŞİR EBU MANNİ srail bugünlerde çok ilginç bir yer haline geldi: Her gün Filistinlileri öldüren bir savaş makinesi ile insani değerlerini unutmuş bir toplumun birlikteliği söz konusu olan. İsrail eliti ve dünyanın en büyük dördüncü ordusu, Filistin’i cezalandırdığı, altyapısını yıktığı, sosyal kurumlarını yok ettiği, onları korku ve umutsuzlukla yaşamaya mahkum ettiği ölçüde ilkel Kassam füzelerinden daha çok korkar ya da sürgündeki Hamas lideri Halit Meşal’dan daha çok çekinir hale geldi. Aynı şekilde, bugün gelinen noktada, Gazze’de öldürülen insanlar inkâr ediliyor, demokratik yollardan seçilen milletvekillerinin yasadışı tutuklanması meşru gösteriliyor ve Filistin halkı İsrail’i haritadan silmek isteyen teröristler ilan ediliyor. İsraillilere göre Filistinli olmak aşağılık bir durum. Ancak hemen belirtmek gerekiyor ki böylesi bir ırkçılık bugünkü İsrail politikalarına ve toplumsal yapısına özgü. İsrail’de ulus kavramının üretimi, Yahudilerin üstün ırk olduğu söylemiyle destekleniyor. Bu üstün insanlar diğerlerinden esirgenen her türlü hak ve ayrıcalığa doğal olarak sahipler. Bu temeller üzerine kurulan bir düşünce sistemi, şu anda İsrail’de kabul gören güvenlik anlayışını yarattı. İsraillilerin güvenli yaşayabilmesinin yolu, Filistinlilerin işgal altında ve korku içinde yaşamasından geçiyor. Askeri güç, işgal ve savaş, İsrail’in güvenlik politikasını uygulayan araçlar olageldi. Bu nedenle bağımsız, özgür ve huzurlu bir Filistin İsrail’in çözüme yönelik politikalarında yer almadı. İsrail, eşitlik ve karşılıklı ilişki kurmak gibi evrensel değerlerden yoksun. Bunun sorumlusu ise İsrail eliti, çünkü işgal altındaki Filistin’deki sömürgeci ayrıcalıklarını koruma isteği, İsrailli sosyolog Avshai Ehrlich’in ifadesiyle ‘‘daimi savaş toplumu’’ yaratmıştır ve bunun ABD’nin İsrail Politikası ve Ulusal Çıkarlar İsrail’in kaçırılan bir askerini bahane ederek başlattığı saldırılar, Gazze’nin yeniden işgaline yönelirken benzer gerekçelerle Lübnan’ı da hedef almış görünüyor. Ateş, bir kez daha Ortadoğu’nun tümüne yayılmanın eşiğinde. İsrail bombalarının Tanrı’nın her günü sivil halkın üstüne yağarken yaşamını yitiren yüzlerce insanın canının, anlaşılan, esir alınan üç İsrail askerinin yanında esamisi bile okunmuyor. Birleşik Devletler, saldırıları İsrail’in ‘savunma hakkı’ sayıyor. Güvenlik Konseyi’nin İsrail saldırılarını kınayan karar suretini de otuz yıldan bu yana olduğu gibi bilmem kaçıncı kez ‘veto’ ederek geçersiz kılıyor. Avrupa’nın tepkisi ise çoğu zaman olduğu gibi göstermelik. Olmert yönetimi, barışı rafa kaldırıp işgali altındaki Filistin topraklarını ilhak etmenin planında. Gazze saldırısı ve saldırının Lübnan’a yayılmasını, Birleşik Devletler ve koalisyon güçlerinin Irak’taki askerlerinin geri çekilmesiyle ilgili haberlerin hemen ardından gündeme gelmesini salt bir raslantı olarak görmek zor. Ortadoğu’daki karmaşanın baş sorumlusu bu ikilinin durduk yerde hır çıkarmasının ardında, görünenin dışında bazı gizli saklı hedeflerin olduğundan kuşku yok. Irak’ta giderek tırmanan şiddet olayları ve olgunlaşan iç savaş ve parçalanma ortamına karşın bölgeden asker çekileceğiyle ilgili haberlerin W. Bush yönetimini sıkıntıya soktuğu da kesin. Oysa İsrail saldırılarının Gazze’den Lübnan’a, yarın, kimbilir Suriye’ye yayılarak Ortadoğu’nun tümünü kapsaması olasılığında, bu, Washington’un üzerindeki Irak’tan asker çekmesiyle ilgili baskı ve beklentileri ortadan kaldıracaktır. ??? Geçen haftaki yazımızda ‘dünya kamuoyu ve devletlerinin Filistinlilerin haklı davası karşısında hiçbir zaman bu denli sağır ve dilsiz’ kalmadığından söz etmiştik. Aynı sayfada yer alan Eftonbladet adlı İsveç gazetesinin başyazısı ise ‘Dünya ne kadar susacak’ başlığı taşıyordu. Aslında dünyanın sustuğu falan yok. Ama Ortadoğu’nun saldırganının, küresel efendisinin korumasında astığı astık, kestiği kestik... Küresel efendinin petrol ve enerji yollarının denetiminde güvenilir yardımcısının üzerine gitmeye asla niyeti yok. Tam tersine, İsrail’e eksiksiz askerî, siyasal, ekonomik destek politikalarının temel taşı. Daha açık bir deyişle, tek kutuplu dünyada Filistin ve Ortadoğu’da barışın anahtarı Washington’un elinde. Peki bu koşulsuz destek Birleşik Devletler’in ulusal çıkarlarına ne ölçüde uygun? Bu kimilerinin pek hoşlanmadıkları soruya iki Amerikalı araştırmacı profesör, geçenlerde 83 sayfalık bir metinle yanıt verdi. Aşağıda, Fransa’nın ciddi yayın organı Le Monde gazetesinin 24 Mart 2006 tarihli sayısında Corine Lesnes tarafından özetlenen metinde yer alan bazı görüşler, ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteğinin her zaman Amerika’nın ulusal çıkarlarına hizmet etmediği, tam tersine, çoğu zaman bu çıkarlara zarar verdiğini ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi internet sitesinde ‘çalışma belgesi’ başlığıyla yer alan söz konusu metin, Yahudi lobisinin tüm protestolarına karşın ‘geri çekilmemiş’, üniversite yönetimi metne sadece, incelemenin sorumluluğunun yazarlarına ait olduğunu belirten bir paragraf eklemekle yetinmiştir. Yahudi lobisi tarafından gazetelerde yayımlanması engellenen inceleme, aslında ABD’nin sürdürdüğü geleneksel İsrail yanlısı politikalarının güçlü bir eleştirisidir. ‘İsrail lobisi ve Birleşik Devletler’in dış politikası’ başlığıyla Harvard Üniversitesi’nin ‘Kennedy School’ Araştırma Direktörü Stepnen Walt ile Chicago Üniversitesi Siyasal Bilimler Profesörü ‘‘John Mearsheimer tarafından kaleme alınan incelemeye göre, Birleşik Devletler çoğu zaman ‘ulusal çıkarlarını’, kendi güvenliğini tehlikeye atma pahasına Yahudi devletinin çıkarları ile karıştırmaktadır. İsrail lobisi, Amerikan diplomasisini etkilemek için çaba gösteren kişi ve örgütlerden oluşmaktadır. Araştırmacıların ortaya koydukları görüşlere bakılırsa ‘Yahudi lobisi, Amerikalıları, Birleşik Devletler’in çıkarlarının İsrail’in çıkarlarıyla hemen hemen aynı olduğu’ konusunda ikna etmeyi başarmışlardır. Araştırmacılar, terörist tehdidin ABD ile İsrail’i yakınlaştırdığıyla ilgili geleneksel görüşe de karşı çıkıyorlar: ‘‘Amerika’nın terorizmle, Irak, İran ya da Suriye ile sorunları, büyük ölçüde İsrail yanlısı politikalarından kaynaklanmaktadır. Bir zamanlar Sovyet yayılmasına karşı ‘stratejik koz’ olan İsrail, bugün Birleşik Devletler için artık ağır bir yüktür.’’ Yazarlar, İsrail’in Mısır’la birlikte ABD’den en çok askeri ve ekonomik yardım alan ülke olduğunun da altını çizmektedir (kişi başına 500 doIar). İsrail ayrıca yardımı, diğer ülkelerden farklı olarak bir defada almak ayrıcalığına da sahiptir. Peki bütün bunlara karşılık İsrail, büyük müttefikine dürüst davranmakta mıdır? Ne gezer... Örneğin Çin’e hassas teknoloji sağlamaktan, ABD’ye karşı tüm müttefikleri içinde en gözüpek casusluk operasyonlarına girişmekten geri durmamıştır. İsrail yanlısı iki ünlü lobinin bir Pentagon çalışanından elde ettikleri gizli bilgileri İran’a aktarması, bilgileri sızdıran Pentagon analisti Larry Franklin’in geçen Ocak ayında yaklaşık on üç yıl hapse mahkum edilmesi, sözü edilen ‘dürüst’(!) davranışlar arasındadır. W. Bush yönetimi hatadan dönmek gibi bir yeteneğe ne yazık ki sahip değildir. Bütün bunlara karşın bölgedeki taşeronunu kollayıp korumaya kararlıdır. Filistin sorununun çıkmazı da sanırız, bu noktada düğümlenmektedir. İ onlarca Filistinlinin öldürülmesi ne de köylerin, evlerin, yolların, santralların bombalanmasına Yahudi bir İsraillinin tepki gösterme hakkı yok. Tek yapabildikleri, işbirlikçi bir sessizliğe bürünmek. BARIŞ KORKUSU İsraillilerce görmezden gelinen bir başka nokta ise Filistinlilerin barış önerileri. Mahkumlar Belgesi, İsrail’in sert tepkileriyle karşılaştı. Gazze’ye bombalar düşerken bile Filistin barışçı çözüm yolları arayışındaydı. Başbakan İsmail Haniye, 11 Temmuz’da Washington Post’a verdiği demeçte, barış önerisinde bulunmuştu. Ancak Hamas’ın ilan ettiği ateşkes İsrail’i ‘‘tehdit’’ etti (aynı durum 198182’de Filistin Kurtuluş Örgütü ateşkes ilan edince de yaşanmıştı) ve bu yüzden diplomatik kanalları ‘‘bombaladı’’. Bu açıdan 2006, 1982’nin tekrarı niteliğinde. 1982’de FKÖ’ye bağlı olmayan Filistinlilerce İsrail’in Londra Büyükelçisine suikast girişiminde bulunulmasını Lübnan’ı işgal gerekçesi yapan İsrail, bugün de Gilad Şalit’in kaçırılmasını Gazze’ye girmek için kullanıyor. Gazze’nin yeniden işgali, tıpkı 1982’de Lübnan’da olduğu gibi, önceden planlanmış bir operasyon. Barışla yüz yüze geldiği an silaha sarılan İsrail’de ‘‘daimi savaş toplumu’’ sürekli yeniden üretilirken ‘‘daimi barış toplumu’’ hayali ise reddediliyor. İsrail’in Lübnan’a saldırıları Lübnan’da yine büyük şiddet olaylarının yaşanacağını gösteriyor. Hizbullah, İsrail’i yasadışı olarak hapiste tuttuğu Lübnanlı mahkumları serbest bırakmaya zorluyor. İsrail ise karşılığında tüm askeri gücüyle, savunmasız bir başka Arap halkına saldırmaya hazırlanıyor. İsrail’in inkârcı ve militarist tavrı egemen olduğu sürece gelecek karanlık görünüyor. (znet internet sitesi, 12 Temmuz) İngilizceden çeviren: Öykü Tümer devamlılığını Arap ve Filistinlilerin düşman halk olduğu söylemiyle sağlamıştır. SÖMÜRGECİ EMELLER Savaş ve işgal sadece Filistinlilerin kaderlerini tayin hakkını ihlal etmiyor, aynı zamanda İsrail ulusal çıkarlarına da hizmet ediyor. Bu çıkarları İsrail, kendi politikasını yaratmada kullanıyor: İsrail toplumunu askerleştirmek, sömürgeci uygulamaların devamlılığını sağlamak için çok önemli. Filistin ile varoluşsal bir savaş verildiği söyleminin topluma dayatılmasındaki amaç, aslında yayılmacı politika izleyerek ve toprakları kamulaştırarak İsrail elitinin kendi sömürgeci emellerine ulaşmalarını sağlamak. Bu kadar saldırgan bir politika izlenmesinin bazı sonuçları da var. Gideon Levy’nin belirttiği gibi, İsrail ‘‘ırkçı ulus’’ haline gelmiştir. Levy’ye göre mecliste Filistinlileri kendileriyle eşit bir insan, bir müzakere ortağı olarak gören tek bir parti yok. Irkçılığın bu ölçüye varmasında, İsrail’de toplumsal bir barış cephesinin olmamasının rolü büyük. Gazze’ye saldırıları protesto eden tek bir gösteri yapılmadı. İsrail’de toplumsal muhalefetin olmadığı çok açık. İsraillilerin yüzde 60’ı kaçırılan askerin iadesi karşılığında Filistinli tutukluların serbest bırakılmasını (yani Hamas’ın önerisini) destekliyorsa da kimse son dönemdeki olaylara tepki göstermiyor. Tek bir İsrail askerinin hayatı söz konusu olduğunda ne BTC hattı dengeleri değiştiriyor BakuCeyhan, daha önce Türkmen doğalgazında tek söz sahibi olan Rusya’nın önemini azalttı JAN KEETMAN 776 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 150 bin parça borudan oluşan Baku TiflisCeyhan (BTC) petrol hattı, dağlar ve vadilerden geçiyor. Ancak siyasal bir rotası var; bu rota Azerbaycan’la düşmanca ilişkiler içindeki Ermenistan’ın çevresinde bir yay çiziyor ve her şeyden önce de Rusya’dan korkuyla güneye doğru dönüyor. Nitekim, boru hattının açılışı her yerde kutlanmıyor. Çevreci gruplar ve insan hakları örgütleri, inşaat başladığından beri sert eleştirilerde bulunuyorlardı. Almanya merkezli bir sivil toplum örgütü olan Urgwald, dün yine üç ülkedeki eleştiricilere yönelik yıldırma ve şiddeti, toprakla ilgili açıklığa kavuşturulamamış hukuki sorunları ve borulardaki çatlamalar nedeniyle olası kirlilikleri eleştirdi. Petrol şirketleri, aslında uzun bir süre, bu projeye ikna olmuş değildi. Uzmanlar, Azerbaycan’daki petrol rezervlerinin, bu yatırımı (2.5 milyar Avro) ve nakliye ücretlerini karşılayacağından kuşkulu. Konsorsiyumun başındaki BP şirketi, bugün, en önemli AzeriŞirak Güneşli petrol yataklarında 900 milyon ton petrol bulunduğunu tahmin ediyor. Böylece günde 1 milyon varil petrol pompalanabilecek boru hattının 18 yıl dolu kalacağı düşünülüyor. Ancak borular, en az 40 yıllık bir işletme süresi için döşendi. Daha başka petrol yatakları bulunabilir, ama bunların kapsamı tam bir kesinlik taşımıyor. Kaldı ki, bu petrolün bir bölümü de, İran ile Azerbaycan arasındaki tartışmalı sularda bulunuyor. Zaten Azerbaycan’daki tüm petrol de Ceyhan’a pompalanmıyor. 1 çok daha büyük petrol rezervine sahip. Ancak Kazakistan şimdiye kadar dünya pazarına sadece Novorossisk üzerinden ulaşabiliyordu. Bu ise eski güç Moskova’ya ekonomik ve politik bağımlılık demekti. Uzun pazarlıklardan sonra Kazakistan, haziran ayı ortasında Azerbaycan’la bir petrol yatağını bu hatta bağlamak için anlaşmaya vardı. Aynı sıralarda Kazakistan’dan Çin’e 1240 kilometrelik bir boru hattı inşa edileceği de kaydedildi. Yani, BakuTiflisCeyhan ile birlikte Orta Asya’daki ağırlıklar yer değiştiriyor. Çin ve İran gecikerek devreye girerken, Rusya nakliye tekelini bu alanda yitiriyor. Bu çeşitlendirme ise bölgedeki ülkelere, öncelikle de BTC petrolünün Ceyhan’dan tankerlerle taşınacağı Batı’ya yarıyor. Bu arada, bölgedeki enerji rezervinin işletmeye açılmasında ikinci tur beklemeye alındı. Tahminlere göre petrol rezervini çok geride bırakabileceği söylenen dev doğalgaz yataklarının aslan payı Türkmenistan’da bulunuyor. Türkiye’de, bundan da kazanç sağlanacağı yolunda bir umut var. Bu kazanç, Türkmenistan’dan başlayıp Hazar Denizi’nden Baku’ya geçen ve sonra da BTC hattına paralel bir doğalgaz boru hattından gelecek. Ama burada da Rusya kaybedecek gibi görünüyor. Rusya, şimdiye dek Türkmen doğalgazında tek başına söz sahibiydi. (Neues Deutschland, Almanya, 13 Temmuz) Almanca’dan çeviren: Osman Çutsay Yapımı yıllar süren BakuTiflisCeyhan petrol boru hattının açılış töreni 13 Temmuz’daAdana’nın Ceyhan ilçesinde çok sayıda liderin katılımıyla yapıldı. (AA) Temel değerlerin yeniden gözden geçirilmesi bir kez daha gündemimize geliyor Sosyalizm geri mi dönüyor? VİKTOR KUZNETSOV T ÖNEMLİ RAKİP Önemli bir rakip, Karadeniz’deki Rus limanı Novorossisk’tir. Azeri petrolünün aslan payı şimdiye dek bu liman üzerinden ihraç edilmekteydi. Boru hattının tam kapasiteyle işletilmesini güvenceye almak için Kazakistan’ın da bu işe katılması çok önemliydi. Bu ülke, Hazar Denizi kıyısında oplumumuz akıllarda gerçekleşecek yeni bir devrimin eşiğinde. Görünüşte halk kendiliğinden piyasa reformlarının etkisi altında gibi; ama aslında insanların bilinci bu reformların temel amacını reddetmeye hazır hale geldi. Kast ettiğim şey, bir süre etkisi altında kaldığımız, girişimciliğe, palazlanmaya ve sermaye biriktirmeye tapınmadır. Aslında bize dayatılan ilkeler çok da fazla değil: 1. Yoksulluk bir kusurdur. 2. Zenginlik bir erdemdir. Nereden geldiğine ve nereye harcandığına bakılmaksızın. 3. Mülk ve iş sahibi, her zaman işçiye göre daha iyi, daha yetenekli ve topluma daha faydalıdır. Onun gibi olmak istemeyen ve olamayan, her zaman tembel ve aptaldır. 4. Her şey satılabilir ve alınabilir. Talep duyulmayan konu, ilgi duymaya değmez. 5. Pahalı olan güzeldir, yararlıdır. En ideal insan en fazla paraya sahip olan insandır. Bu ilkelere devam edilebilir. Ama sorunun özü bellidir. Sonuç da ortadadır: Kendi cennetini kurma coşkusunu yaşayan yüzde 5’lik toplumsal kesimin yanı sıra, yüzde 7080’lik yaşama savaşı veren kesim ve yüzde 1525’lik çoktan teslim olmuş kesim... Bu satırları okuyan, bana ‘‘Ne o, komünistlik mi yapıyorsun?’’ diye sorabilir. Hayır, Zyuganovculuktan (Zyuganov, Rusya Komünist Partisi’nin lideri çev.), Stalincilikten, merkeziyetçilikten vs. nefret ederim. Ama bana sosyalizmin şeytanın uydurması olduğunu, yoksulların bankacılara dua etmesi gerektiğini ve öncü Batı kültürünü ezberlememizin şart olduğunu söylediklerinde katıksız bir sosyalist olup çıkıyorum. Sosyalizm anlayışımda kültürü başa almam rastlantı değil, çünkü kapitalist mengenede ilk can veren kültür oluyor. Evet, Moskovalı kendini beğenmişler, ortalıkta her türlü kitap ve yayın olmasının coşkusunu yaşıyor. Bunlar, ülkenin bu alanda onlarca yıl geriye savrulduğunu bilmiyorlar mı? Herhalde biliyorlar ve ötekilerin yanında tanrısal birer insan haline geldiklerinden dolayı bu durumu alkışlıyorlar. İŞÇİ RUHSUZ BİR UŞAKTI Sosyalizmin yaratıcılık özgürlüğünü boğduğunu söyleyip sansürü lanetliyorlar. Ben de lanetliyorum. Ama sosyalizmin olmadığı koşullarda yaratıcılık özgürleşti mi ki? Neden basından halk yazıları, edebiyattan da toplumsal gerçekçilik kayboldu. Çünkü kapitalist ilke egemen oldu ve artık başka şeyler düşünmesi istenmeyen okurun eğlendirilmesi amacı ön plana çıktı. Benim sosyalist kültürden anladığım, yoksullara düşman olmayan bir kültürdür. Şu anda demode sayılan Troçki, 30’lu yıllarda, o dönemin Batılı edebiyatının ilk kez işçilerden insan olarak söz ettiğini belirtirken haklıydı. Daha önce işçi, sadece ruhsuz bir uşaktı, her şey aristokratlar ve bankacılar dünyasında yaşanırdı. Bugün bizim medyamız ve edebiyatımız da aynı şekilde ya ‘‘kaymak tabakanın hayatını allayıp pullamakla’’ ya da ‘‘diptekilerin patolojik analizini yapmakla’’ meşgul. Biraz ütopik de olsa, sosyalist düşünce tarzının bazı ilkelerini ifade etmek istiyorum: 1. Yoksulluk bir kusur veya erdem değildir. Zenginlik de öyle. Yoksulun yaşam koşullarının iyileşmesine yardım etmek gerekir. 2. Zengin hep iyi, akıllı ve yetenekli değildir. Her şey, onun işinin topluma ne verdiğine ve gelirini nasıl harcadığına bağlıdır. 3. Ekonomi, hayatın çok önemli bir bölümüdür; ama en önemlisi değildir; kültürün ve ahlakın önünde gelmez. 4. İşçi de ekonominin ve toplumun vazgeçilmez bir öğesidir, tıpkı girişimci gibi. Eğer iş hayatı, ticaret, borsada oynamak vs. bir insanın yapısına veya ruhuna uymuyorsa, bu onun geri kalmış bir kişilik olduğunu göstermez. Ama işçinin de, iş gücünün alınıp satıldığını, bu satışın fiyat ve koşullarının kendisine bağlı olduğunu anlaması gerekir. Yalnızca işçinin devletten anlayış beklemesi yetmez, başkalarıyla birleşip kendi çıkarlarını savunması da gerekir. Bu sosyalist anlayışımın korkunç ve devrimci bir yanı var mı dersiniz? Sosyalizm yeni bir düzen değildir, bir parti kurulması için esin kaynağı olan hazır bir öğreti de değildir. O bir düşünce tarzı ve dünyayı kavrayış biçimidir. Tek tarz ve biçim değildir; ama yaşamsaldır. O olmadan elimize geçecek olan yalnızca otoritertekelci kapitalizmdir. Bu ise Stalin döneminden biraz daha iyi, ama Brejnev’in durgunluk yıllarına göre bazı açılardan daha geri bir durum olur. (Moskovskiye Novosti, Rusya, 14 Temmuz) Rusçadan çeviren: Hakan Aksay CUMHURİYET 09 K