18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ulusal Sorunlarımız ve Dış Müdahaleler!.. ABD, Türkiye’yi şekillendirmek için siyasal İslama verdiği desteğin yanında, bölücü/ayrılıkçı hareketten de yararlanabileceğini belli etmiştir. Bu, Türkiye açısından son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir gelişmedir. PENCERE Koalisyon?.. Eski deyişle bu işlerin ‘künhüne vâkıf’ yani aslını, gerçeğini, temelini bilen dostum dedi ki: AKP iktidarı tarikatlar koalisyonudur!.. Üsteledim: Gerçek mi?.. Artık siyasetin yapısı değişti, 2002’de çöken ‘Üçlü Koalisyon’ Ecevit’in başbakanlığında üç partiden oluşuyordu. Oysa çoktan beri partilerin, sendikaların, derneklerin, açıkçası demokrasinin çağdaş örgütlerinin kıymeti harbiyesi kalmadı; tarikat ve cemaatlerin borusu ötüyor... Yok canım... Dostum kafasını kaşıdıktan sonra ekledi: Bir de bunların tepesine Amerika’yı oturttun mu, Türkiye’de geçerli demokratik düzenin yapısı ortaya çıkar!.. ? Biraz düşündükten sonra sordum: Abartmıyor musun?.. Dostum: Tarikatlar, dedi, AKP’de buluştular; Erbakan ayvayı yedi, çünkü dinciliğin politikasında dozu kaçırmıştı, aşırı ya da radikal İslamcıydı... Evet!.. ABD ne diyor?.. Ilımlı İslam Devleti!.. AKP ile ABD başlangıçta tam uyum içindeydiler; ama, Irak’a Türkiye’den sarkmak için Başkan Bush’a yetki verecek tezkere Meclis’te reddedilince işin rengi değişti... AKP’nin Hamas’ı Ankara’ya çağırması ABD ile ilişkilere tuz biber ekti... RTE tarikatların isterlerine hayır diyemez; işin püf noktası burada!.. AKP tarikatlar koalisyonunun eğilimine göre iş tutmak zorunda!.. Yaaa?.. RTE, Maliye Bakanı Unakıtan’ı harcayamaz, eli kolu bağlıdır; Merkez Bankası’nın başına Arap bankasında iş tutan, faizi haram sayan birini keyfinden getirmek istemiyor; gerilimi, sinirliliği boşuna değil... Peki, bu iş nereye gidiyor?.. Bilemem, ama, AKP tarikatlarla cemaatler koalisyonudur; Türkiye’de çağdaş siyasal parti dönemi aşıldı... ? Dostumu çok sever sayardım, ama, bu kez söylediklerine doğrusu pek inanamadım... Dedim ki: Söylediklerine inanmak biraz zor... Bak, diye yanıtladı, AKP’nin karşısında neden bir iktidar alternatifi oluşmuyor?.. Çünkü Türkiye’de çoktan beri siyasal yaşam ve particilik alanında tarikatlar egemen!.. Politikada karar verenler ‘hoca efendi’ diye anılan bir sürü üçkâğıtçı!.. Bugün tarikat ya da cemaat demek, camilerde, tekkelerde, ticarette, bankacılıkta, medyada, eğitimöğretimde, yurtiçinde ve dışında dal budak salmış örgüt demek!.. Yakında bunlar laik girişimci işadamını da haklarlar; faizi haram sayan adamı ülke bankacılığının başına neden getirmek istiyorlar?.. Bu kez dostuma yanıt vermedim... Sustum. ? Anlaşılan, Türkiye’nin kurtuluşu için, AKP’de buluşan ‘Tarikatlar Koalisyonu’na karşı bir koalisyona gerek var... Ama hırsla birbirini yiyen politikacılarımızda o akıl var mı?.. ‘Umut ve Yaşam’da Birlikte Olmak... ‘‘Hayatın acımasız olduğunu kabul edin’’ diyor... ‘‘Bu benim başıma nasıl geldi, diye sormayın? Benden daha kötü durumda olan insanlar da var diye düşünün’’ diyor... ‘‘Her şeyin en iyisini yapmaya çalışın’’ diyor... ‘‘Önemli olan ruh ve akıldır’’ diyor... ‘‘Yapamayacağınız şeyler için boş yere üzülmeyin, yapabileceklerinizi yapmaktan zevk alacağınız için uğraşın’’ diyor!.. Kim mi? Tüm yaşantısı tekerlekli sandalyede geçen, ama bilim alanında Einstein gibi büyük bir öncü, bir savaşımcı sayılan Prof. Stephan Hawking... Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’nin ‘‘Umut ve Yaşam’’ dergisini bilir misiniz? Bu derneğin çalışmalarını izler misiniz? Pek çoğumuz, adını belki duymuştur, ama işlevini bilmez! Oysa tüm sakatların, kas hastalarının tek umut ve güç kaynağı olan bir kuruluştur bu... Sevgili dostum, gazetemiz yazarı Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in kurduğu, yıllardır başkanlığını yaptığı çok önemli bir sağlık yuvası... Hawking, konuşamıyor, elini ayağını oynatamıyor, ama kitaplar yazıyor, kuramlar üretiyor, bilim alanında yollar gösteriyor!.. Şaştınız mı? Ama bütün bunlar bir gerçek! Nasıl yazıyor, nasıl duyuruyor düşüncesini? Göz kapaklarını oynatarak mı, gözünü açıp kapayarak mı? Bir mucize! Bir bilimsel başarı, bir çeşit zafer! Hawking’in uyarıcı sözlerini derinliğince duydum. İki yıldır yürüme daha doğrusu yürüyememe gibi bir durumda olduğumu okurlarım bilirler! Bir çeşit sakatlık! Değilse ne? Oturacaksın, kalkınca beş on adım atacaksın, pencerenden, kapıdan dış dünyayı seyredeceksin; kitaplar, dergiler, gazeteler okuyacaksın, TV’ler, radyolar... Sonra yazacaksın.. yazacaksın!.. ??? Kas hastalıklarının şimdilik çözümü yokmuş! Ama bilim alanında araştırmalar sürdürülüyormuş. Prof. Coşkun Özdemir derginin başyazısında diyor ki: ‘‘Silaha bu kadar çok para harcanmasa sonuçlara daha çabuk gidilebilecek... Düşünün, yılda 895 milyar dolar değerinde silah üretiliyor! En üst düzey bilimsel çalışmaların yapıldığı ABD aynı zamanda en çok silah üreten ülke! Irak’ta kullanılan ve seri ölümlere yol açan kurşun, füze, tank, helikopter nelere mal oluyor kimbilir?’’ Umut ve Yaşam! İki sözcük her şeyi özetliyor!.. Neden bu dünyadayız, neden acılar çekiyoruz? Nasıl umutlanabiliriz, yaşamın tadını nasıl duyabiliriz? Yüz binden çok kas hastası varmış ülkemizde.. Kimbilir kaç bin de sakat! Hepsi bulabildikleri tekerlekli koltuklarda sürdürüyor günlerini, gecelerini!.. Üstelik pek çoğu için uzunca bir süreç yok! Herkes için böyle! Bir gün, herkes için bitecek yol!.. Ama önceden bunu duymak, yaşamak, bilmek, en acı olan!.. Ben bu derneği uzun yıllardır bilirim. Yazılarımda sözünü ederim. Şimdi bu yararlı kuruluşun bir üyesi olmak istiyorum. Okurlarımı da bu yararlı göreve çağırmak istiyorum. Bir dostluk, bir sevgi, bir ilgi, hiç değilse insanca bir duyarlıkla... ??? ‘‘Umut ve Yaşam’’da güzel şiirleri de var kimi hastaların... Yaşam özlemi, yaşam sevgisi, yaşam özlemiyle dolu... İşte Vediha Çolak’ın bir şiiri... ‘‘Benim için iter misin bulutları? / Doğurur musun güneşi aklınla / Bir kartal olup takar mısın pençene / Gezdirir misin dağların tepelerin üzerinde... Denizden bir avuç su alıp / Serper misin üzerime / Havai’deki iklimi getirir misin ülkeme.. En kötü günümde / Bir volkan gibi patlarsam / Parçalarımı savurur musun / Okyanusun tuzlu sularına Dünümü bana verirmisin / Karşında ağlasam / Bana zayıf değilsin der misin? / Beni çeker misin huysuzluğuma karşın / Sen benim canımsın, der misin?’’ Umut’la Yaşam kardeştir. Biri olmasa öteki olmaz!.. Adres: Kas Hastalıkları Derneği, Hat Boyu Caddesi No: 12 Yeşilköyİstanbul O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU T ürkiye’de bazı olaylar zamanın hızlı akışı içinde dikkatlerden kaçıyor, bir kısmı da göz ardı ediliyor. Geçenlerde (30 Mart’ta) ABD’nin Ankara Büyükelçisi, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan bazı Türk vatandaşlarının giriştiği bir eylemle ilgili olarak basın mensuplarınca kendisine yöneltilmiş bir soruya karşılık, ‘‘Bunlar belki de Güneydoğu’da yıllardan beri ortaya çıkan en ciddi olaylar. Hem bölge halkına, hem de yetkililere itidal telkin ediyoruz’’ yanıtını vermiş!... Bir büyükelçinin, herhangi bir olay karşısında, kendi hükümetinin tutum ve politikalarını açıklaması uluslararası diplomaside olağan sayılagelen bir davranış olmakla birlikte yapılan açıklamanın, bulunulan ülkenin yönetim sorunlarıyla ilgili olmaması, bu konuda temel koşuldur. Aksine bir davranış diplomatik teamüllere ve nezaket kurallarına aykırıdır. ABD Büyükelçisi verdiği yanıtla ülkesinin olaya müdahil olma tavrını ortaya koymuş; ‘‘Bu sizin ülkenizin yönetim sorunu!.. Benim böyle bir soruyu yanıtlamam uygun olmaz!..’’ dememiştir... Bunu fırsat bilerek verdiği yanıtta, bölücü/ayrılıkçı terör örgütünün sözlüğündeki sözcükleri seçmiş, işin daha da vahimi, muhatap tarafları sömürge valisi edasıyla ‘‘bölgedeki halk’’ ve ‘‘yetkililer’’ olarak belirlemiştir. Bu da yetmezmiş gibi, bir de ‘‘itidal’’ telkininde bulunmuştur!... Olayın bir başka boyutu ise bu açıklama karşısında tepki göstermesi gerekenlerin suskunluğu olmuştur... Birileri çıkıp da bu kişiye anlayabileceği bir dilde haddini bildirmemiştir!... Diğer yandan ulusal bilinçten yoksun bir basın mensubunun, yalnızca haber elde edebilme uğruna, ülkesinin ulusal sorunlarıyla ilgili olarak yabancı bir büyükelçiye soru yöneltme densizliğinde bulunması üzerinde de duran olmamıştır... Ülkemize özgün yönetsel bir soruna ilişkin bir yabancı büyükelçinin sergilediği bu pervasızca davranış, hiç kuşku yok ki, gelecekte atılacak bazı adımların habercisidir. Bu adım, AB’den sonra ABD’nin de ulusal sorunlarımıza müdahil olma girişimlerinin başlangıcıdır. ABD bu girişimiyle Türkiye’yi şekillendirmek için siyasal İslama verdiği desteğin yanında, bölücü/ayrılıkçı hareketten de yararlanabileceğini belli etmiştir. Bu, Türkiye açısından son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir geliş medir. Benzer şekilde Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetsel sorunlarına müdahalede bulunulması, 19. ve 20. yüzyıllarda büyük devletlerin izlediği temel politika olmuştur. Bu süre içinde büyük devletler, Osmanlı’nın yönetsel sorunlarına müdahale ederek bir kısım ‘‘Osmanlı tebaası’’ için koruyuculuk rolü üstlenerek imparatorluk üzerinde büyük bir baskı oluşturmuşlardır. Bu yoldaki girişimler temel etkenlerle birleşince, devletin yıkım süreci hızlanmış, ancak ‘‘Atatürk’’ Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu gidişe dur diyerek Türk ulusunu esir olmaktan kurtarmıştır. Osmanlı’nın tarım toplumu özelliğinden kurtulamamış olması, sanayi devrimini gerçekleştirememiş bulunması, özetle çağın gerisinde kalmış olması yanında; ‘‘1789 Fransız Devrimi’’ sonrasında ortaya çıkan siyasal akımlar, bu yıkımın temel etkenlerini oluşturmuş olsa da, büyük devletlerin birlikte yaşadığımız çeşitli unsurlar üzerindeki koruyuculuk girişimleri bu sonucu hızlandırmıştır. Büyük devletlerin 19. ve 20. yüzyıllarda izledikleri politika, şekillendirmek istedikleri ülkenin sorunlarını uluslararası zeminlere taşımak, sonra bu sorunlara uluslararası boyut kazandırmak ve daha sonra da duruma müdahil olarak kendi ulusal çıkarlarına uygun çözüm tarzlarını o ülkeye kabul ettirmek olmuştur!.. TürkErmeni ilişkileri, tarihte bunun son örneğini oluşturmuştur: 1878 Berlin Antlaşması ile gündeme gelen ‘‘Doğu Anadolu’daki Ermeni Islahatı’’, İngiltere, Fransa, Rusya, AvusturyaMacaristan ve İtalya’nın soruna müdahil olmasıyla uluslararası boyut kazanmış, yabancı ülkelerin izledikleri bu politika, Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmalarına yol açmıştır. Ermeniler için başlangıç aşamasında hedef, büyük devletlerin duruma müdahalesini sağlamak olmuştur. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi ‘‘Currie’’, 28 Mart 1894 tarihli raporunda, Ermenilerin bu hedefini şöyle ifade etmektedir: ‘‘Ermeni ihtilalcilerin hedefi, karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini temin etmek ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahale etmesini sağlamaktır’’ Olayların varacağı boyutları gören ‘‘Sadrazam Kâmil Paşa’’nın, 17 Mayıs 1895 tarihli değerlendirmesi ise şöyledir: ‘‘Her bir savaş sonrasında yapılan barış antlaşmalarına konulan bazı maddeler yeni bir savaşı çıkaracak vasıfta olmuştur. Ermenilerin Berlin Antlaşması’na eklettiği Rumeli ve Anadolu vilayetleri ile ilgili 61’nci madde, onları ihtilal ve isyana çağırmıştır. Daha önce bağımsızlık elde eden Romanya, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan gibi, Ermeniler de konferans sonrası, hemen ihtilal ve isyan hazırlıklarına girişmişlerdir’’ Ve ‘‘Rus Çarı II. Nikola’’, 1914’te, oynanmakta olan oyunu açıklamıştır: ‘‘Rus bayrağı, Çanakkale ve İstanbul boğazlarında özgürce dalgalansın. Türk boyunduruğu altında yaşayan halklar özgürlüklerine kavuşsun. İsa’ya inandıkları için acı çektirilen Ermeniler, Rus himayesi altında yeni bir özgür yaşama kavuşsun.’’ Gelinen nokta ve gerçekler Ermeniler: ‘‘yeni bir özgür yaşam’’ın ne olduğunu, 70 yıl (19201990) özgürlükten yoksun olarak Sovyetler Birliği topraklarında yaşayarak anlamışlardır... Benzer acılar, geçmişte ‘‘Balkanlar’’da , ‘‘Kuzey Afrika’’da ve ‘‘Ortadoğu’’da yaşanmıştır... Bugün de yaşanmaktadır... ‘‘Özgürlük’’ ve ‘‘bağımsızlık’’ naralarıyla Türk askerini sırtından vuranları, onu sırtından hançerleyenleri, kimileri affetmek istese de tarih affetmemiştir. Onların bir kısmı, geçmişte özgür olarak yaşadıkları topraklarda bugün, insanlık dışı uygulamalar altında, yokluk ve yoksulluğun acısıyla umut tüketmekte, bir kısmı da demokratik olmayan yönetimlerde, özgürlük ve bağımsızlıktan uzak, yurt bilinen topraklara hasret, sorunlarla dolu bir yaşamı sürdürmektedir. ABD, bugün Türkiyeyi şekillendirmek için ‘‘ılımlı İslam’’,‘‘bölücü/ayrılıkçı hareket’’,‘‘Büyük Ortadoğu’’ manivelalarını elinde tutmaktadır. Bu manivelalar ABD’nin elinde olduğu sürece, Türkiye Cumhuriyeti’nin tümlüğü, Türk ulusunun bütünlüğü tehlike altındadır. Şeriat bağnazlığının ve bölücü/ayrılıkçı düşünce aymazlığının tutsak aldığı beyinlerin özgür hale getirilemediği bir Türkiye’de, siyasal İslamın ve bölücü/ ayrılıkçı hareketin birer tehdit olarak varlığını sürdürmesi kaçınılmazdır. Türkiye’nin ulusal sorunları giderek AB ve ABD’nin müdahil olduğu zeminlere çekilmekte, çözüm noktasından uzaklaşılmaktadır. Büyük tehlike, ulusal sorunlarımızın uluslararası ortamlara taşınmas,; ulusal çıkarlarımıza aykırı çözüm tarzlarının önümüze konması ve Türkiye’nin bu çözüm tarzlarını kabule zorlanmasıdır... İçine itildiğimiz yol bu dur!.. Ve bu yol çok büyük tehlikelerle doludur!.. İçme Suyu Kaynakları Yok Oluyor Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU Hacettepe Üniversitesi, Öğretim Üyesi Y erkürede tüm insanlığı yakından ilgilendiren çevre sorunları, yeni boyutlar kazanıyor. Gelişmiş, gelişmekte ve geri kalmış ülkelerde, çevreyi bozucu ve insan yaşamını temelden sarsıcı felaketler yaşanıyor. Bu çevresel felaketler dünyayı yöneten veya yönettiği ni düşünen insanlar ve ülkeler tarafından görmezden geliniyor. Dünya gezegenini en fazla tehdit eden çevre felaketlerinin başında küresel iklim değişmeleri geliyor. Bunu içme suyu kaynaklarının azalması ve mevcutlarının kirlenmesi, ormanların yok edilmesi, üçüncü dünya ülkelerinin fakirliğine bağlı olarak ortaya çıkan çevre bozulmaları, doğal yaşam alanlarının bozulması ve biyolojik çeşitliliğin yok edilip azalması ve klasik çevre sorunları olarak değerlendirilen hava, su ve toprak kirliliği ve bunlara yol açan zehirli maddelerin kullanımı gibi etmenler izliyor ve dünyayı yaşanamaz duruma getiriyor. Şu anda tüm insanlığı en fazla etkileyen çevre sorunu, içme suyu kaynaklarındaki azalma ve kirlenmedir. Bu sorun beraberinde çok önemli sosyal sorunları da getirmektedir. İnsan nüfusu sürekli artıyor, ancak bu nüfusun içeceği su kaynakları da azalıyor. Bu zıtlığın getirdiği sonuç ise korkutucu. Günümüzde yerkürede yaşayan insan nüfusunun üçte biri, yani iki buçuk milyarı, yeterli tatlı su bulamamaktadır. Yine günümüzde bir milyar insanın içme suyu kıtlığı altında kırılma tehdidi yaşadığı bilinmesine karşın, sorunu çözmeye yönelik girişimlerin kısıtlı oluşu normal midir? Gelişmiş ülkelerin ivedilikle bu insanlık dramına çözüm bulmaları insanlık borcudur. Sorunun çözümünde öncü rolü ve gerekli itilimi Birleşmiş Milletler üstlenmeli ve gelişmiş ülkeleri en kısa zamanda göreve çağırmalıdır. Bütün bunlara ek olarak, gelişmiş ülkelerin günlük tüketimine sunulan birçok ürün, özellikle tekstil ürünleri ve araba üretimi kapsamında çok miktarda temiz su kullanılmakta ve kirletilmektedir. Bu suyu karşılamak için birçok ülke insanlık için yaşamsal önemi olan yeraltı su kaynaklarını devreye sokarak şu andaki nüfusu ve gelecek nesillerin yaşama şansını yok etmektedir. Bunun da engellenmesi ve yeraltı su kaynaklarının koruma altına alınmasının sağlanması gerekmektedir. Nüfus artışı ve buna bağlı olarak çevre zenginliklerinin yok edilmesi de bir başka önemli evrensel çevre sorunudur. Son iki yüzyılda dünya nüfusu bir milyarken altı milyara ulaştı. Kırk beş yıl sonra bu nüfus dokuz milyara ulaşacak. Ancak insan sayısındaki bu artışa paralel olarak, dünya doğal rezervlerinde herhangi bir artış olmamakta ve her geçen gün doğal kaynak miktarında büyük azalmalar görülmektedir. Avrupa’daki sıfır nüfus artışına karşın, üçüncü dünya ülkelerindeki müthiş artış, neden gelişmiş ülkeleri ilgilendirmez görünüyor? Bu durum devam edecek olursa, bu bölgelerdeki tüm doğal yapı ve varlıklar ortadan kalkmakla karşı karşıya kalacak ve dünyada önemli bir sosyal patlamanın gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Enerji gereksiniminin karşılanmasında nükleer güçten yararlanma için gösterilen ulusal ve uluslararası çabalar ise anlaşılamamaktadır. Nükleer enerji yerine alternatif enerji üretimi için niçin yeterli çaba sarf edilmiyor? Neden planlanan nükleer enerji santralı sayısının beş bin iken günümüze değin sadece 450 dolayında kaldığının çok iyi irdelenmesi gerekir. Enerji açığının bu yolla kapatılması tüm dünyada terk edilirken Türkiye’de bu hususun ikide bir ortaya çıkarılması ise son derece düşündürücüdür. Türk kamuoyu bu oyuna asla gelmemeli ve nükleer enerji santrallarının kurulmasına izin vermemelidir. Tüm bunlara ilaveten, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, sanayileşmiş ülkelerin atmosfere saldıkları zehirli gazların, yer kürenin ikliminde oluşturduğu olumsuz sapmalar, dünyanın doğal yapısını ve iklimini önemli ölçüde değiştirmeye başlamıştır. Buna neden olan ülkeler ise zararlı gazları azaltacakları yerde arttırmakta bir sakınca görmemektedir. Amerika’nın hâlâ Kyoto Dünya İklim Antlaşması’nı imzalamaması affedilir gibi değildir. Bunun arkasında art niyet ve bencillik aranmalıdır. Oysa dünya gemisi batınca onun içinde Amerika da olacaktır. Onların da karbondioksit oranının 1983 yılı düzeyine düşürülmesi için çaba sarf etmeleri hepimizin yararına olacaktır. Ama önce kendi çıkarları bunu gerektirmektedir. Eğer bu sorumluluk üstlenilmezse, atmosferdeki karbon monoksit ve karbondioksit oranlarının artışına bağlı olarak, sera etkisi olayının yaygınlaşması ile dünya sıcaklığı 0.71 santigrat derece kadar artacaktır. Bu durumda dünyanın en önemli tatlı su kaynaklarını barındıran buzul ve buz dağlarının erimesine, dünyadaki yeşil örtünün bozulmasına, biyolojik çeşitliliğin ve birçok kıyı yerleşim alanının sellerle yok olmasına yol açacaktır. Özellikle Afrika, Orta Amerika ve Asya’nın önemli bir kısmında çevresel felaketlerin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Tüm bu çevresel tehdit ve bozulmalar, insanlığı ortadan kaldırmaya yönelik olarak ve hızla artarken buna duyarsız kalmanın kime yararı olacaktır? Hiç kimseye. Bu sorunun yanıtını dünyayı yöneten güçlerin vermesi ve ona göre kendilerine düşen görev anlayışıyla hareket etmeleri gerekmektedir. NOVITAS Turizm Edirne KastamonuSafranboluAmasra MudurnuGöynükBeypazarı BoluAbantYedigöller Frig Dünyası (Kütahya, Afyon, Frig Vadisi, Gordion) BursaMudanyaCumalıkızık Orta Anadolu’da İslam Sanatı (KayseriSivasDivriğiElazığ Malatya) Hitit Dünyası Endülüs – Madrid – Toledo : : : : : 0809 Nisan 1416 Nisan 1516 Nisan 1516 Nisan 2830 Nisan : 2930 Nisan : 0106 Mayıs : 1214 Mayıs : 1320 Mayıs (Endülüs kitabının yazarı İlker Özünlü refakatinde) İstanbul günübirlik ve diğer turlarımızı acentemizden sorunuz. Tel: 0212 251 28 08 (pbx) [email protected] www.novitas.com.tr İSTANBUL 10. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN DÜZELTME İLANI Dosya No: 2005/2282 30.03.2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde 13791 basın no ile yayımlanan Gayrimenkul satış ilanının Kıymet Taktir bölümünde (340.f 000,00.YTL. sı) olarak yazılmıştır. Doğrusu 340.000,00.YTL.’sıdır. Satış İlanının Tapu kaydı bölümünde Maliklerin isimleri (Cenan Ergin) ve (Cem Ceyhun Ergin) olarak yazılmıştır. Doğrusu Cenan Ergün ve Cem Ceyhun Ergün’dür. Satılacak Taşınmazın tapu kaydının son cümlesinde (Haczi ile Çeşitli Takyidatlar olduğu bildirilmiştir) Yazılmıştır. Doğrusu Davacıya bu taşınmazdan alacağına tahsil ve haciz hakkının tanınmasına karar verildiği, tapu kaydında dosya haczi ile çeşitli takyidatlar mevcut olduğu bildirilmiştir. İmar durumu bölümünde (H = 3.50 m.) yazılmıştır. Doğrusu H = 15.50 m ve H = 3.50 m. olarak düzeltilmiştir. İlan olunur. 03.04.2006 Basın: Tashih CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle