13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2006 PAZAR 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Balıkesir İl Disiplin Kurulu, il genel meclisi üyesi ve eski ilçe başkanını partiden attı Bayram İçin Kitaplar Sevgili, Gabriel Garcia Marquez’in ‘‘Anlatmak İçin Yaşamak’’ başlığı altında topladığı anılarında şöyle bir tümce var: ‘‘Bir yıl önce üniversiteyi bırakmış ve ne olduğunu öğrenmek zorunluluğu olmadan gazetecilik ve edebiyatla yaşayabileceğim hayaline kapılmıştım, bir yerlerde okuyup kendime düstur bellediğim bir cümle vardı, sanırım Bernard Shaw’undu: ‘Çok küçük yaşlarımdan beri okula gitmek için eğitimime ara vermek zorunda kalmışımdır’...’’ Marquez’in anılarını, eylül ayında, Antalya tatilinde, Turgut Özakman ’ın ‘‘Şu Çılgın Türkler’’i ve Yiğit Okur’un ‘‘Deniz Taşları’’ ile birlikte okuyordum. Bana göre de Shaw’un çok doğru olan bu tümcesine gelince gülmeye başladım. O sırada Nobelli yazar ile koşut olarak kitabını okuduğum Yiğit Okur ise tam tersi bir yol tutmuş ve gençliğinde okula gitmek için yazarlığına ara vermek zorunda kalmıştı. Yiğit Okur daha Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken tiyatro ile yazını ve gazeteciliği bir arada yürütmektedir. Genç Yiğit, Haldun Taner’in dikkatini çekmiştir ve Haldun Hoca, yetenekli bulduğu bütün gençler gibi, onunla ahbaplık etmeye, kendisini başka yazarlarla tanıştırmaya, ona okunacak eserler salık vermeye başlamıştır. Üç alanda da ümit veren genç Yiğit’in hâkim kökenli avukat babası, bir gün oğluna, aktörlüğün güç meslek olduğunu, olunca en iyisi olmak gerektiğini, eğer bunu yapamayacaksa kendisine hukuk okumasını tavsiye edebileceğini söyler. Yiğit Okur, Marquez kadar inatçı değildir, babasının önerisine direnmez, hukuk okumaya karar verir, İsviçre’ye yollanır. ??? Seçmek kavramının, Sevgili, bir yönünü hep ıskalarız, seçmek yalnızca bir şeyi almak değil, ama aynı zamanda, diğerlerinden de vazgeçmek demektir. Hukuku seçen delikanlı, ister istemez tiyatro ile yazından vazgeçmiştir. Ama yazmanın kurdu insanın içine düşmeyegörsün. Uzun yıllar orada çöreklenir ve hiç umulmadık anda birden bulunduğu yerden başını kaldırıverir. Nitekim Yiğit Okur da aile geleneği olan avukatlık mesleğini sürdürürken ‘‘yüz yıllık yalnızlık’’ değil de kırk yıllık bir suskunluk dönemi geçirdi ve sonra birden Hulki Bey ve Arkadaşları ile yazın dünyasına bomba gibi düştü. Kitaplarının hiçbirini, bürosundaki mesai saatleri içinde yazmamış olmak, dolayısıyla müvekillerinin vaktini çalmamakla övünen ünlü avukatımız, ondan sonra dur durak bilmeden, birbiri ardına kitaplarını yayımlamaya başladı, olağanüstü güzellikteki ince ve acı mizahı ile insanı güldürürken kanını donduran ‘‘Güvercinler’’i, ‘‘Topal Viktor’un Anıları’’, ‘‘O Zaman Kim Söyleyecek Şarkıları’’ (Öykü 2003 Haldun Taner Ödülü) ve ‘‘Piyano’’ izledi. Deniz Taşları, Yiğit Okur’un son romanı. Robert Kolejli Tarık, ömür boyu süren aşkı Nazan ve Sarıyer’deki bir konak çevresinde gelişen olaylarla örülmüş bu romanda, Okur’un ayrıntılardaki ustalığını, İngiliz profesör Henry Henry’ye söylettirdiği tarih konusundaki ilginç görüşlerini okuyabilirsin. Okur’u Marquez ile birlikte okumanın en büyük keyiflerinden biri de, her ikisinde de, romanın bilinçaltından fırlayan bir imgenin ürünü olduğunu görebilmen; iki yazarın bu ortak noktası, insana çok keyif veriyor. ??? Hemen hemen tüm eserlerini okuduğum bu iki üstadın son yapıtlarını bayramda okumanı salık veririm. Bu iki yazara oranla daha yeni tanıdığım, ama onlar gibi elime geçen her kitabını okumaya ahdettiğim bir başka yazar da Mustafa Yıldırım. Mustafa Yıldırım’ın ‘‘Sivil Örümceğin Ağında’’ kitabından bu sütunda söz etmiştim. Ne zaman çok iyi bir araştırma okusam hep düşünürüm, ‘‘Keşke Uğur Mumcu da bunu okusaydı’’ diye. İşte Sivil Örümcek kitabı (daha doğrusu kitapları, çünkü Mustafa Yıldırım her baskıda kitabı yeni bölümlerle güncelleştiriyor ve şu anda dokuzuncu baskıya varmış bulunuyor) da bunların en önde gelenlerinden. Bu kitabı okumadan çağımızın ve küreselleşmenin önemli kurumlarından biri olan sivil toplum kuruluşlarının (STK) gerçek yüzünü anlaman mümkün değil. İnsanın okurken yorulduğu, birkaç kez kim kimdi diye tekrar geriye dönüp baktığı bu kitap, çok dikkat isteyen, araştırıcı, ince eleyip sık dokuyan bir aklın, aynı zamanda olağanüstü sabırlı bir kişiliğin ürünü. Ama ‘‘Sivil Örümceğin Ağında’’ bir tatil kitabı değil, ders gibi izlenmesi gerek. Ne var ki Mustafa Yıldırım da Uğur Mumcu gibi üstün yetenekli bir araştırmacı olduğu kadar çok da iyi bir yazar. ‘‘Ulus Dağı’na Düşen Ateş’’ Mustafa Yıldırım’ın mutlaka okunması gereken romanı, daha doğrusu belgesel romanı. Kurtuluş Savaşı’nı ve Akıncılarını anlatan bu yapıtta hepsi de tarihi kişiler olan ve Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey , Gördesli Makbule, Halil, Akıncı Müfreze Komutanı Serezli Mehmet Pehlivan ve diğerlerinin öyküleri var. Çok çekici bir roman üslubuyla anlatılan gerçek öyküler, ‘‘bağımsızlık ve özgürlük bayrağını elden düşürmeyecek olanlara ve karanlığı yakacak olanlara’’ ithaf edilmiş. Şimdi anladın mı Sevgili, neden ‘‘Keşke Uğur bunu okusaydı’’ dediğimi? Sen mutlaka oku. Ben bu bayramda Mustafa Yıldırım’ın henüz okumadığım ‘‘58 Gün’’ünü bitireceğim. AKP’de eleştiri ihraçları COŞKUN YAMAN BALIKESİR AKP İl Disiplin Kurulu, Dursunbey’den il genel meclisi üyesi Ömer Faruk Uçar ile eski Dursunbey İlçe Başkanı Rahmi Kireç’i, parti yönetimini eleştirdikleri gerekçesiyle partiden ihraç etti. İl disiplin kurulu kararında, Uçar ve Kireç’in sahip oldukları yerel ‘‘Balat’’ adlı gazete aracılığıyla eğitim ve sağlık alanlarında yöneticilere baskı yaptığı, Uçar’ın bölge mil ? Yerel ‘Balat’ adlı gazete aracılığıyla eğitim ve sağlık alanlarında yöneticilere baskı yapmakla suçlanan il yöneticileri, suçlamaları kabul etmezken ‘‘Biz sadece Başbakan’a, Sağlık Bakanı’na açık mektuplar yazarak ilçenin eksiklerini, doktor ve öğretmen ihtiyacını gündeme getirdik ve çözüm istedik’’ dediler. letvekili Ali Osman Sali, Belediye Başkanı M. Ruhi Yılmaz ve ilçe örgütüyle ‘‘uyumsuz’’ olduğu savlandı. Uçar’ın ayrıca, Sali ve Belediye Başkanı Yılmaz başta olmak üzere parti yöneticileri hakkında iftira, hakaret, karalama niteliğinde yayınlar yaptığı, küçük düşürücü açıklamalarda bulunduğu kaydedildi. tedik. Sonuçta biz gazeteciyiz. Ama bazıları bizim ilçedeki eksikleri gündeme getirmemizden rahatsız oldu. Bunu bir koz olarak kullandılar. İftira, hakaret, karalama, doktorlara baskı gibi iddialar kesinlikle doğru değil. Bu olayın ardında kongre hesapları yatıyor. Önümüzdeki günlerde yapılacak kong Yargıya gidiyor İl Genel meclisi üyesi Ömer Farik Uçar şunları söyledi: ‘‘Biz sadece Başbakan’a, Sağlık Bakanı’na açık mektuplar yazarak ilçenin eksiklerini, doktor ve öğretmen ihtiyacını gündeme getirdik ve çözüm is re ile belirlenecek yönetim partiyi seçimlere götürecek. Belki de yeni milletvekilini belirleyecek. Yargı yoluyla hakkımı arayacağım.’’ Uçar’ın ihraç kararı Meclis’teki AKP grubunda da şaşkınlıkla karşılandı. Uçar’ın bu karar sonrası gruptaki arkadaşları ve avukatlarıyla durum değerlendirmesinde bulunduğu öğrenildi. Bazı il genel meclisi üyelerinin Uçar’a destek amacıyla istifa edebileceği öne sürüldü. asirmen?cumhuriyet.com.tr Böyle bir platformun olduğunu, Türkiye’de yaşayan Hıristiyanların denizden haç çıkarma törenleri sırasında öğrendik. ‘‘Türk Haliç Platformu’’ nun üyeleri önceki gün Fener semtinde ‘‘törene karşı tören’’ düzenlemişlerdi. Gazetelere yansıyan fotoğraflarla ortaya çıkan manzara şuydu: Bir atın üstünde, kafası kavuklu ya da sarıklı, Fatih Sultan Mehmet taklidi bir genç, tebessüm ederek parmaklarıyla çevresine ülkücü işareti yapıyordu. Fotoğrafının çekilmesinden memnun bir hali vardı. Hayali Fatih Sultan Mehmet’in çevresinde ise üç hilalli bayraklarla yürüyüşe geçen hayali yeniçeriler yer almışlardı. Bu arada bir grup ülkücü de geçen yıl olduğu gibi 2 tekneyle Haliç’te Hıristiyanlara karşı eylem yapmak üzere ortaya çıkmıştı. Sahil Güvenlik ekipleri, slogan atan grubu karaya çıkararak gözaltına almıştı. ??? Bütün bu gösterilerin amacı, yüzlerce yıldır İstanbul’un Fener semtinde yapılan bir dini törene engel olmaktı. Hıristiyanların yaptığı bu dini tören bazı kimselerin kanına dokunuyordu. Gerçekten bu gösteriyi ya ‘Türk Haliç Platformu’ panları anlamak istiyorum. Ülkücüler, ülkemizde önemli bir siyasi güce sahipler. Hıristiyanların ise artık ciddi hiçbir gücü kalmadı. Türkiye’nin tamamında sayılarının 100 bini bulduğu bile şüpheli. Belki de dünyada en az Hıristiyanın yaşadığı ülke Türkiye. Bu nedenle Müslümanları korkutacak bir durum olmaması gerekiyor diye düşünüyorum. Otoriter bir İslamcı yönetime sahip İran’da yüzde olarak Türkiye’nin 10 misli Hıristiyan yaşıyor. Orada bile Türkiye’dekine benzer bir öfke ve endişe olmadığını biliyorum. (Türkiye’de Hıristiyan binde 2 bile değil. İran’da yüzde 2’den fazla.) ??? Milliyetçilik belki de böyle bir şey. Kendinden olmayandan kuşkulanmak ve onu düşman görmek. Tabii burada ilginç olan, Hıristiyanlarla Türkler arasındaki ayrılık bir milli ayrılıktan çok dini ayrılık. Bu nedenle böyle gösterileri İslamcıların yapması akla daha uygun geliyor. Belki de milliyetçilikle dincilik arasında da bir geçiş yolu bulunuyor. Bunu biz anlamıyoruz. Anadolu toprakları, onlarca medeniyetin, onlarca milliyetin gelip geçtiği, konup göçtüğü bir yer. Ahmed Arif ’in ünlü ‘‘Beşikler vermişim Nuh’a, salıncaklar hamaklar/Havva anan dünkü çocuk sayılır’’ dizeleri işte bu gerçeği dile getiriyor. Bu ülkede yaşayan Hıristiyanların bizim akrabalarımız olmadığını kim söyleyebilir? Anadolu’da Hititlerden kalma bir tarihi kazıda ortaya çıkan insan kemiklerinin DNA’sı ile orada kazı yapan Türklerin DNA’sının aynı çıktığı haberini bir gazetede okuduğumda hiç şaşırmamıştım. Bu topraklarda yaşayan insanlar nereye gittiler? Onlar, yani Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar ve daha sonrakiler bizlerin ataları değil midir? ??? Milliyetçiliği de anlıyorum. Bu bir kimlik arayışı. Kendini bir tarihe, bir kültüre bağlayarak ifade etmenin aşırı biçimi. Olabilir, bazıları da kendi kimliğini daha öne çıkararak ve daha sert bir dille ifade edebilirler. ‘‘Türk Haliç Platformu’’ da kurarlar, mehter takımıyla gösteri de yaparlar. Buraya kadar bence denecek bir şey yok. Ancak 65 milyonluk bir ülkede 80100 bin Hıristiyanı düşman göstererek siyaset yapmak bana fazla abartılı ve gerçek ötesi geliyor. ‘‘Biz Türkler bu kadar zafiyet içinde miyiz’’ diye kendi kendilerine hiç sormuyorlar mı? ‘‘Böyle davranarak dünyaya kötü bir görüntü veriyor muyuz’’ diye düşündükleri olmuyor mu? ??? Başka ülkelerdeki milliyetçilikleri bahane ederek milliyetçilik yapmak da bu tür davrananların en büyük dayanağı. ‘‘Örneğin Batı Trakya’da Türklere yapılanları görmüyor musunuz?’’ dedikleri de oluyor. Diyelim ki Yunanistan, Batı Trakya’daki Türk azınlığa kötü muamele ediyor. O zaman biz de aynısını yapıp buradaki Rum azınlığa kötü muamele edince iyi mi yapmış oluyoruz? 12 Eylül’de Mamak Askeri Cezaevi’nde bize dayak ve küfürle söyletilen marşlardan birisi şu sözlerle başlıyordu: ‘‘Fatih Topkapı’dan şehre giriyor!’’ Hafif sakalları uzamış, at sırtındaki Fatih kılıklı ülkücü genç, acaba hangi duygular içindeydi? Hıristiyanlara karşı başlattığı cihadın mutluluğu içinde miydi? Gerçekten merak ediyorum. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle