13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr ‘Büyükada’nın savaş muhabiri’ azeteci ve yazar dostlarım arasında Ernie’yi bilen var mı? Belki mesleğimizin büyükleri biliyordur. ABD’nin en iyi beş gazetecilik fakültesi arasında olan, Indiana Üniversitesi’nin Bloomington Gazetecilik Okulu’nda kime sorsanız, Ernie Pyle’ı tanır; bu adın yazılı olduğu kapının altından her gün girip çıkıyorlar! Pyle, geçen yüzyılın, 2. Dünya Savaşı cephe muhabiriydi. Şimdi adına kurulan okullar, verilen gazetecilik burslarıyla meslekte önemli bir kilometre taşı sayılıyor. Pyle, Kuzey Afrika kıyılarından, Normandiya’dan, Pasifik adalarından haftanın 6 günü ardı arkası kesilmeyen savaş haberleriyle, gazeteciliğin ikon adlarından biri olmuştu. ‘‘Ernie’’ takma adıyla, Ernest Taylor Pyle, sıradan askerlerin sıra dışı hikâyelerini yazdığından, yüzyılın en başarılı muhabiri kabul edilerek 1944’te mesleğin büyük ödülü Pulitzer’e layık görüldü. Ödülü aldığı sırada, ABD’de 200’den fazla yerel gazetenin yanı sıra Life, Washington Daily News gibi ünlü yayın organlarında yazıları milyonlarca okura ulaşıyordu. Birkaç ay sonra Pasifik’teki Okinawa Adası’nda, bir Japon yaylım ateşi altında hayatını yitirene kadar, Corona marka G mektebim Cumhuriyet idi. Rahmetli Oktay daktilosunun şaryo tıkırtıları hiç durmadı. Bu Kurtböke 1976 Ekim’inde beni Cumhuriyet’in yıl onun kaybının 50. yılı... Türlü etkinliklerle eski binasındaki haber servisi masalarından gazetecilik okullarında, ABD gazetelerinde birine, Reha Öz’ün yanındakine oturttuğunda, anılacak. Ölümünden hemen sonra anısına ben hep orada kalemefendisi gibi duracağımı çekilip 4 dalda Oscar’a layık görülmüş, sanıyordum. Meğer, değilmiş! İkinci başrolleri Robert Mitchum ile Burgess uzun oturuş günümün ardından Kurtböke, Meredith’in paylaştığı Joe’nun Hikâyesi, ‘‘The Story of G.I. Joe’’ adlı filmse, şu sıralarda purosunun dumanını savurup ‘‘Hey çocuk!’’ dedi: ‘‘Gazeteci, sokakta haber yeniden, video tezgâhlarında yok satıyor. Ernie adına bugünlerde okul INDIANAPOLIS kovalar. Burası, mahalle kahvesi değil. Oturma!’’ O gün, Belediye bursları, gazetecilik ödülleri Başkanı Aytekin Kotil’in bir basın veriliyor, yenileri hazırlanıyor. toplantısı varmış, Deniz Som’un Meraklısına önerebileceğim web yanına beni çırak kattılar, İstihbarat sitesinde, yazılarını okuyabilir, sesli Şefi rahmetli Selahattin Güler dinleyebilirsiniz: www.journalism. gözlerimi dört açmamı tembih etti. indiana.edu/news / erniepyle/ MAHMUT ŞENOL İlk haberime böyle gitmiştim. Ünlü gazeteciyi böyle aktarırken Sonradan türlü haberlerin içinde onu öteden beri bildiğimi sanmayın. dolaştım, kıyısından köşesinden yüzlerce 1976’dan bu yana gazeteciliğimi, zaman yazım çıktı. O yılların cephelerine gidip zaman aralıklarla sürdürüyor olmaklığım, muhabirlik yapma düşleriniyse, yine dış Ernie’yi bildiğim anlamına gelmemeli. haberlere bakan rahmetli Ergun Balcı ABD’de yaşamaya başlayana dek, Ernie’nin Ağabey’in masasına konuk gittiğimde, ona adını duymamıştım. Ülkemdeki gazetecilik çocukça anlatırdım. Balcı, bunlara güler, okullarında Ernie’den söz edilip edilmediğini ‘‘Belediye haberleri senin neyine yetmiyor?’’ de bilmiyorum. Ekonomi fakültesi çıkışlı derdi. Bizim, Hikmet Feridun Es klasiği olduğumdan, gazetecilik okullarımızın dışında, pek öyle ‘‘ecnebi memleketlere’’ gidip müfredatlarıyla hiç karşılaşmadım. Benim gelen gazetecilerimiz o zamanlar yoktu. Yabancı dil bilen birkaç gazeteciyse, en iyisinden BBC dinleyip savaş haberlerine ilişkin yazılar çıkarırdı. O nedenle, Ernie’yi kendime örnek alacağım bir fırsatı bir gün yakalama olanağı hiç olamayacağından, kent haberleriyle günlerimizin geçtiğini düşünüyorum. Refik Durbaş’ın, tıpkı şiirleri gibi, okunduğunda tadına doyulmayan gazete yazılarından birinde rast gelmiştim. Durbaş’ın anlattığına göre, gazetemin eski muhabirlerinden Nizamettin Nazif, birkaç dil bilen, eski ve kurt bir gazeteciydi. Almanlar Yunanistan’ı işgal ettiklerinde, cepheye gidiyorum diyerek Büyükada’daki yazlığına yanına bolca rakı ve meze alarak çekilmiş, birkaç zaman oradan Cumhuriyet’e haberler göndermişti. Kulağını Brüksel, Monte Carlo, Budapeşte ya da BBC’ye dayadı mı, Ernie Pyle gibi cephede dolaşmasına gerek kalmadan, üstat döktürüyordu. Rakı kadehini yudumlarken Ernie’nin hangi cephede olduğunu, belki eline geçen ScrippsHoward gazetesinden öğreniyor olmalıydı. Bizim bu gazeteci uyanıklığımız ve kolaycılığımız varken cephede bin bir tehlike altına girmeye ne gerek vardı? Ben de, Babıâli’nin son, eski zamanlarına ucundan yetişmiş biri olarak, Ergun Çağatay dışında böyle isimlere, hiç rast gelemedim. Sonradan, Fuat Kozluklu, Şerif Turgut, Coşkun Aral gibi gazetecilerimizi cephelere gönderdik. Öte yandan, Uluslararası Gazeteciler Birliği’nin (IFJ) yayımladığı 2005 raporuna bakıldığında, cephedeki 10 yılın gazeteci kayıplarına ilişkin rakam 1100 muhabir olarak görülüyor. Böylece, Pyle’ın efsane bir isim olarak öncülüğünü yaptığı bu mesleğin pek güvenli olmadığı apaçık ortaya çıkıyor. O vakit, Nazif’in rakı, beyaz leblebi, Mısır Çarşısı’ndan alınmış Ezine peynirini taam edip haberini yazması akla yatkın geliyor. Bununla birlikte, gazeteciliği yazarlıktan ayırmayan, bu anlamda ciddiye alan Ernest Hemingway’in 192038 arasında cepheden gönderdiği yazıları okuduğumda, böyle iyisinden bir yazıya rakıyı değişirim, diyorum. Hemingway’in ‘‘Trakya’dan Göçenler’’ başlıklı cephe yazısını okuyunca, Nâzım’ın şiirindeki Cevdet Bey’in radyo dinleyip Cihan Harbi’nden malumat toplaması gibi, Büyükada’dan haber atlatmayı pek yakışık bulamıyorum. Kusura bakma, Nizamettin Nazif Usta: Kurtböke bana böyle öğretmedi!.. [email protected] Demokrasi inancı! alemimizde olmayan Fransa daha vardı ve sesini nedenlerden ötürü bir duyuramıyordu. Bu ‘‘Başka’’ buçuk ay sizlere Fransa belki günümüzün, seslenemeyince hızlı bir sene yarının yeni ‘‘tehlikeli sınıflar’’ını daha geride kalıverdi. Dileriz ki oluşturabilirdi. Ancak ne yaşı müsaitti, ne sınıf bilinci kavramı; 2006 yılı insanına, yurttaşına, okuruna saygılı; demokrasiye ve ne örgütü vardı, ne amacı; ne cumhuriyetçi ilkelere içtenlikle ortak din paydası, ne tarikatı. Tek bildiği, kendisine okulda sadık bir düzene, kısacası ‘‘çağdaş uygarlık’’ amacına öğretilen ‘‘Özgürlük, Eşitlik ve doğru yürüyüşünde Türkiye’ye, Kardeşlik’’ ilkeli Cumhuriyet ve Demokrasi’ydi. Nasıl bir bileyici Türk toplumuna, dünyamıza kalıcı ve sağlıklı adımlar taşıysa bu ilke, hep ‘‘Öteki’’ kazandırır... Biz buralarda tarafa yontuyordu. O ‘‘Başka’’ da kör ve karanlık kalan yanı, anlayana imza kampanyası saz, anlamayana 10 bin yanık araba arabaları meşale niyetine kullanıp az, olağanüstü bir 12 ay yaşadık. aydınlattı. İlkeli değil ilkel insanlar gibi davrandı. Ama Fransızlar geçen 29 Mayıs’ta Cumhuriyet, ne ‘‘Muz’’, ne de Avrupa Birliği Anayasası’na (ABA) ‘‘hayır’’ de(me)diler. ‘‘Tarikat’’ Cumhuriyeti olmaması Yüzde 55 Fransız, Avrupalılara itibarıyla olsa gerek ‘‘ilkel’’ gençlerin (!) üzerine yolladığı birlikteliklerinin geleceğini yönlendirecek Temel Belge’nin polisine ne tabanca çektirdi, ne sadece çokbilmiş bir avuç tüfek; ne bir ölüm (olayların başında trafo merkezindeki ‘‘Halkın Liberalleri’’ tayfasının iradesine bırakılmayacak kadar kazada ölen iki genç dışında) ciddi bir Toplumsal Sözleşme oldu, ne bir skandal... Siz oralarda, ülke çapında 25 bin olduğunu hatırlattı. Sonuç, yüzde 5’i aşamayan ‘‘kızılpolisin seferber olduğu, binlerce kahve’’ nostaljik (!) bir güruhun araba, otobüs durağı, çöp tenekesi vs. ve mekânın yandığı, polise taş yarattığı, ‘‘Peki ya Milli Hâkimiyet?’’ veya ‘‘Türkiye ve molotofkokteylleriyle karşılık geliyor, din elden gidiyor!’’ veren gençlerle üç haftaya yakın vesveselerinin mi ürünüydü? süren çatışmaların yaşandığı Hadi oradan güldürmeyin bir ortamın sonuçlarını adamı... 20 milyondan fazla düşünebiliyor musunuz? ABA kısmen veya Suçları kanıtlanmış tam baskı kitap, birkaç genç ağır hapis PARİS broşür halinde satıldı, cezasına çarptırıldı. dağıtıldı, okundu. 400 kadarına Metin haftalarca hafif cezalarla kamu önünde, ‘‘ders’’ verildi. arkasında, içinde Cumhurbaşkanlığı hırsı tartışıldı. ‘‘Hayır’’ gözünü bürümüş bir UĞUR HÜKÜM o bilgili bilinçten İçişleri bakanı ve doğdu. ABA’yı jet şürekâsı haricinde hızıyla meclislerinden geçiren (tabii ki aşırı milliyetçi ve halklar (siyasi iktidarlar), muhafazakâr liderler Jean Marie AB’nin iki kurucu halkından Le Pen ve Philippe de Villiers gibi biri, Fransızlardan daha mı istisnaları da saymazsak) hiçbir AB’ciydi acaba???... 8 Mart’ta sağ veya sol sorumlu politikacı ve sokaklara dökülen 200 bin liseli yönetici yangına körükle gitmedi. gencin ‘‘dersleri asmaktan’’ Hep olgun, o ‘‘ilkel gençleri’’ dahi başka zevki yok muydu acaba? kucaklayan bir söylem ve tutum 7 Nisan’da ülkedeki 2600 tercih edildi. İnsanına, liseden 480’ini bloke edenler, toplumuna, farklılıklarına ‘‘kökü dışarıda düşmanlar’’ güvenen; hatayı kendi dışında, mıydı acaba? Bu davranışların Cumhuriyetçi modelin veya ardında, özünde ne ABA’ya, ne demokrasinin özünde değil, derslere, ne okula ‘‘Hayır’’ bizzat bu modelin zayıflamasında vardı. Demokratik hakkını arayan, kendi kendini sorgulayan kullanan, hatta yer yer sınırlarını bir yaklaşım benimsendi. aşan eylemcilerin tepkisi, yeni Samimiyetin ölçüsünü ve liberal politikalar ve önlemlerin ciddiyetini uygulamaların hangi çıkarlar önümüzdeki kısa dönemde doğrultusunda biçimleneceğine göreceğiz. Ancak karalamak ve duyulan kaygıdan abartmakta, düşmanca duygu ve kaynaklanıyordu. Tepkiye tepki, düşünceleri pekiştirmekte başa ne binlerce öğrenci, sendikacı, soyunan Türk basını, örneğin muhalif yerlerde sürüklenip Cumhurbaşkanı Jacques Chirac dövülüyor, ne yüzlerce veya sol muhalefetin, Fransız gözaltılar, işkenceler sosyal modelini savunmalarını yaşanıyordu. Bir iki fırsatçı veya ne denli kendi kamuoyuna yağmacının şiddeti düştüğü yeri duyurmak çabasını gösterdi!.. yakıyordu, o kadar... İlle velakin Demokrasi, bir boyutuyla ekim sonu kasım başı arasında ‘‘genel saygının’’ insan geçen 18 günde, Fransa iradesiyle kolektif idamesi banliyölerinin bir kısmında değildir de nedir? Demokrasiyi kendi meşrebine uygun yakılan 10 bine yakın araba ve ayarlayan 233 kamu mekânı ise ayrı bir konuydu. Hiçbir demokratik hak bir basın, kendi toplumunu demokrasi erdemine vandallık, vahşileşme eylemini nasıl inandırabilir? haklı kılamazdı. Fakat kim ne [email protected] derse desin, ortada bir ‘‘Başka’’ Belçika’yı anlamak zor K Morales, Chirac’la buluştu Bolivya’nın yeni seçilen Sosyalist Devlet Başkanı Evo Morales, dün Fransa’nın başkenti Paris’te Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile bir araya geldi. Dünya gezisine çıkan Morales, önceki gün Fransa’ya gitmişti. İki liderin 45 dakika süren görüşmesinin ana konusunu Fransa’nın Bolivya’nin petrol endüstrisine yatırım planları oluşturdu. (Fotoğraf: AFP) K 10 bin 654 özürlünün ölümü yaştan özürlü insanların tedavi edildiğini ğaçlıklı yol uzun, geniş. Yüzyıllık anlatmıştı.’’ Birkaç ay sonra da her şeyin ıhlamurlar dökmüş yapraklarını. Soğuk, kokusu çıkmıştı! Çoğu gece bacalardan güneşli bir gün Stuttgart’ın 60 km. dumanlar yükseldiğini fark etmişti kasabalılar... güneyindeki Grafeneck yamaçlarında. Grafeneck tepesinde bugün de özürlüler var. Otomobilden iniyoruz. Mezarlık az ötede. Kara 1947’den bu yana gerçekten tedavisi yapılıyor demirdenkapısı açık. Çimenlerde ağır ağır onların. Ağaçlıklı yolun sağına soluna yapılmış yürüyoruz. Mezar taşları kısa, tekdüze, hepsi bir kocaman tek katlı evlerde kalıyorlar. Kimi elden çıkmış gibi. Üzerlerinde isim, soyadı ve ölüm tarihlerinden başka hiç yazı yok. Az ileride, zaman birkaç ay, kimi zaman da bütün bir ömür boyu. Nazilerin barakaları çoktan yerle bir duvarların sona erdiği yerde büyük iki mezar edilmiş. Yerlerine toplantı ve okuma salonları dikkatimizi çekiyor. Kuru otlarla kaplı, taş filany yapılmış. Personel odaları da. Yaşlı kadın ok. Merak edip sokuluyoruz. ‘‘Bu mezarlarda çoktan emekli olmuş, fakat burada devam tam 250 ölünün külü var!’’ İrkilerek arkamıza ediyor yaşamına. ‘‘Gidin bakın şuraya’’ diyor dönüyoruz. Üzerinde rengi atmış mavi ve eliyle yeni yapılmış tek katlı bir binayı bir giysi, başında beyaz bir başörtü, zayıf, gösteriyor. ‘‘Orada bir belgeler müzesi var. neredeyse kemikleri çıkmış, uzunca boylu, yaşlı Grafeneck’te neler olup bittiğini görmeli ve mı yaşlı bir kadın duruyor hemen yanımızda. kavramalısınız!’’ Sonra küçük adımlarla Nereden çıkmıştı? Biz geldiğimizde mezarlık uzaklaşıyor, geldiği gibi selam sabahsız. Uzun bomboştu. Sırtı hafifçe kambur, yüzü buruşuk. yıllar süren araştırma ve Bir tuhaf. Olsa olsa filmlerde görürsünüz onun gibisini. Ve S T U T T G A R T çalışmaların ürünü belgeler vitrinlerde, fotoğraflar konuşuyor, anlatıyor, anlatıyor. çerçevelerde. Okudukça, baktıkça Sormamıza gerek yok. ‘‘İyi ettiniz de içiniz bir tuhaf oluyor, buralara geldiniz’’ diyor. ‘‘Herkes sarsılıyorsunuz. Hitler 1935 yılında görmeli Grafeneck’i, bilmeli partisinin genel kurulunda, burada 1940’ta yaşananları, Nazilerin iyileşmesi mümkün olmayan, korumasız, zavallı insanlara AHMET ARPAD ‘‘daha çok azap çekmesinler’’ yaptıklarını!’’ Birlikte çıkıyoruz dediği özürlü insanların ortadan mezarlıktan, yürüyoruz koca kaldırılması emrini vermişti. ‘‘Bir özürlü ıhlamurlar arasında. Uzun yolun sağında yatağında yatarken, savaş yaralısı yatak solunda tek katlı kocaman evler, sonunda bulamıyor’’ sözleri onundur. Güney sarayımsı bir bina... O konuşuyor, anlatıyor. Almanya’daki yurt ve hastanelerden toplanan Hep geçmişten söz ediyor. 1947 yılında burada bedensel ve zihinsel özürlüler getirildikleri çalışmaya başladığında 18 yaşındaydı. Grafeneck’te kısa bir muayenenin ardından, Yardımcı hemşire olarak işe almışlardı onu. tıpkı Yahudilere yapıldığı gibi, ‘‘Duşa Tepenin altındaki Gomardingen kasabasında gidiyorsunuz’’ kandırmacasıyla gaz odalarını doğmuştu. ‘‘Sanırım biliyorsunuz savaş boyluyordu. Grafeneck’te 10 bin 654 özürlü yıllarında Nazilerin burada ne yaptığını?’’ diye ‘‘yok edildi’’. Hitler’in 19391945 yıllarında soruyor birden. Biliyorduk, Hitler’in hüküm sürdüğü Almanya’da iğne yaparak, doktorlarının Ocak 1940 ile Aralık 1940 Luminal denen ilacı içirerek, aç bırakarak, arasında Grafeneck’te tam 10 bin 654 özürlüyü gaz odalarında karbondioksit vererek, gaz odalarında öldürdükten sonra yaktıklarını! yedisinden yetmişine, ‘‘yaşamasına değmez’’ ‘‘O aylarda, çoğu zaman gece yarısı, kapkara dedikleri tam 200 bin özürlü ölüme otobüsler geçerdi kasabanın sokaklarından’’ yollanmıştır. Dışarı çıkıyoruz. Yaşlı kadın az diye devam ediyor. ‘‘Önceleri ne olduğunu anlamamıştık. Fakat sonra günün birinde papaz ötede kazların yanında durmuş, konuşuyor, konuşuyor. Kim bilir neler anlatıyor onlara! efendi babama, bize tepeden bakan, sarayı www.ahmetarpad.de andıran binayla çevresindeki barakalarda her A asım ayının sonlarında, Belçikalı’’, ‘‘Brükselli ve Belçikalı’’ veya ‘‘Valon ve karakışta 2 evsizin Belçikalı’’ olmaları çok önemli soğuktan öldüğü kimlik sorunlarına ve sıralarda bir geçit töreni ve aşağılık kompleksi nedeniyle havai fişek gösterisiyle Flaman, Valon ya da Brüksel ‘‘gönenç ülkesi’’ Belçika’nın milliyetçiliğine yol açıyor. Her kuruluşunun 175. yılı ve Belçikalı kendini ancak ikinci federalizmin 25. yılı sırada Belçikalı hissediyor. kutlamaları sona erdi. Tam bu Bir Flaman, önce Flaman, sırada işadamları, gazeteciler sonra Belçikalı; bir Valon, ve entelektüellerden oluşan önce Valon, sonra Belçikalıdır Flaman beyin takımı (think çünkü. Sadece yurtdışında tank) Warande grubu Flaman bölgesinin AB içinde bağımsız yaşayan Belçikalılarda ‘‘Belçikalı olmak’’ ön plana bir devlet olmasını isteyen çıkar. Belçikalıların bir önemli bir bildiri yayımladı. Flaman özelliği de yanlış giden her şey özerkliğini sosyoekonomik konusunda Belçika devletini bir perspektifte değerlendiren sorumlu tutmalarıdır. Flaman bildiri sahipleri, Valon bölgesini, Valon bölgesi bölgesiyle Flaman bölgesinin ya da Brüksel’i anlamadan; her geçen gün çok daha Belçika’yı Flaman bölgesi, farklı dünyalar haline Brüksel ve Valon bölgesini geldiklerini belirttiler. Grup, bilmeden anlamak mümkün Belçika federal yapısının değildir. Hollandalılar küreselleşmenin getirdiği yeni ‘‘cimri’’, Fransızlar ‘‘şovenist’’, fırsatlardan yararlanmada İngilizler ‘‘soğuk’’ olarak yetersiz kaldığını bildirdi. bilinirler. Ya Belçikalılar?.. Grup ayrıca bu yapının etkisiz ve hantal olduğunu, Brüksel ve İşte bunu da 37 yıldır Belçika’da yaşayan İngiliz Valon bölgelerinin yararına, gazeteci ve Avrupa uzmanı ancak Flaman bölgesinin Richard Hill, yeni çıkan kitabı zararına çalıştığını açıkladı. ‘‘The Art of Being Belgian’’da Grup, Brüksel’in AB yanıtlamaya çalışıyor. Hill’e kontrolündeki bir ‘‘Avrupa göre ‘‘Belçikalılar uzlaşma ve Bölgesi’’ haline getirilmesini ödün verme konusunda istedi. Le Soir gazetesine uzman. Bir Hollandalı fikrini konuşan Belçika’nın pazarlamaya çalışır, Belçikalı federal birlikteliğinden ise susup arka yana olan tarihçi Marc Reynebau, B R Ü K S E L planda bir şeyler yapmaya çalışır’’. ‘‘bildiriye Belçikalılar dikkatli, imza atanların esnek, pragmatik demokratlığının ve uzlaşmacılar. tartışmalı olduğunu Belçikalılar her ve istemlerinin şeyin mümkün hiçbirinin yeni ERDİNÇ UTKU olduğuna inanır ve olmadığını’’ belirtti. her zaman çözüm Dışarıda Belçika ararlar. Planlı yaşarlar, ama pek bilinmez, bilenler de hayatın hazlarından da genellikle Jacques Brel, çizgi yararlanırlar. Richard Hill, roman, bisikletçiler ve Belçika’yı çok seviyor futbolcularıyla, iyi bira, ve bu ülkenin yeterince patates kızartması ve çikolata tanınmadığını ya da yanlış ülkesi olarak tanır Belçika’yı. tanındığını düşündüğü için Hatta Avrupa kurumları ve kalemi eline alıp ‘‘gerçekleri’’ diğer bazı uluslararası dünyaya anlatmaya karar kurumların merkezinin vermiş. Hani biz deriz ya, Brüksel’de olması nedeniyle Türk dostu Amerikalı ya da Brüksel çok daha fazla ön Türk dostu Alman... Hill de plana çıkmıştır dışarıda. bir Belçika dostu İngiliz. Amerikalılar Belçika’da Belçika’dan dönmeyi ‘‘Belçikaca’’ konuşulduğunu düşünmüyor. ‘‘Belçika düşünür, Türklerin çoğu Avrupa’nın en iyi saklanmış Belçika’nın sadece Fransızca sırrı’’ diyen birinden başka konuşulan bir ülke olduğunu bir davranış beklenmez zaten. sanır. Karmaşık Belçika’da Avrupa’nın en büyüleyici, nüfusun yüzde 60’ının ama yeterince bilinmeyen bir Flamanca konuştuğunu ülkesi. Çelişki ve karşıtlıklar ya da Belçika’nın 3 resmi dili ülkesi. Sürrealist bir ülke, olduğunu kim bilebilir ki günlük gerçekler yabancıların (Fransızca, Flamanca ve hayal gücünü zorluyor. Almanca). Belçikalılar Zora gelince Belçikalılar sorunlarını uzlaşma ile çözer, çok sık hasta olur, kendi evinin çok yaratıcı olabiliyorlar. sahibi olmayı çok önemli sayar Kutunun dışına çıkıp açık fikirli düşünebiliyorlar. Zaten ve her fırsatta ‘‘Fransız veya Richard Hill daha önceki Hollandalı olmadıklarını’’ bir kitabında (WeEuropeans) vurgularlar. Belçikalı Belçikalıları ‘‘açık fikirli karikatürist Picha’nın fırsatçılar’’ olarak dediği gibi, ‘‘Bir kültürü nitelendirmişti. ‘‘Belçikalı tanımlamanın en iyi yolu, olmak bir sanat’’ olabilir, dışlama yöntemidir: Belçikalı ama ‘‘Belçika’yı anlamak’’ olmak, Fransız, Alman, İngiliz çok daha zor bir sanat! ve Hollandalı olmayan her şeydir’’. İnsanların ‘‘Flaman ve [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle