14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURlYET 21 AĞUSTOS 2005 PAZAR 10 P A Z A R Y 4 Z 1 L A R I dishab@cumhuriyet.com.tr Turist her zaman ötekidir 7 az bitmedetı bir kez olsun turizme değınmezsek bir şeyler eksik kalacak gıbı geldi. Gerçi okur başlığa bakınca her an ele alınabilecek bir konuya eğıldığımizi düşünebilır. Ancak yıllık taze veriler, araştırma sonuçlan ne hikmetse bu rnevsimde yayımlanıyor, yaygınlaşıyor. Hele hele yaz aylannın boşalttığı sanılan Pans'ı tunstlerin nasıl doldurduğunu gördüğümüzde gayn ihtiyari diyoruz ki, "Bu Ugi niçin bu kadar köklü ve kalıcı?" Pans'ın komşulanna ılham kaynağı, "•yapay plajı"nda üstsüz seyretmeye gelrruyorlar herhalde. Kent aslında daha hazıran sonunda okullann kapanmasıyla belırli bir soluklanmaya başhyor. Ancak ara veya yan sokaklan, hatta ana caddeleri, atardamar güzergâhlan küçük ve orta ölçekli esnafın kepenk kapattığı, vıtrin örttüğü (Paris esnafi Insan Hakkı tatilinden zımık tavız (!) vermez. Bir sokaktaki 5 ekmekçinin 4'ü kapatır, 5,'si de pazar günleri ve akşam 2O'den sonra çalışmaz. înanın sadece bizim sokaktaki durum değil bu...) ağustos'ta "Oh" dedırtecek denli tenhalaşıyor. Her yerde mı? Hayır... Turistik yörelerde aksine yoğunluk aşın derecede artıyor. Bir de buna iki yıldır, "Pembe" (buralarda sosyahstler için kullanılan geleneksel ağız) Beledıye Meclisi'nin Yeşil üyelerinin bastırmasıyla tramvay yapımı, otobüs veya bisiklet şentlerinın korunmaya alınması ve çoğaltılması, diğer trafik araçlanna açık yollann yayalar lehine azaltılması eklenince şahsi ulaştırma aracı kullananlara ağustos bile zehir oluyor. Öyle özel şoforün kaldınmın kenanna, üstüne araba çekmesi, "İki dakika idare ediver, abi"lerle işler de yürümüyor... Meydan bu sayede çoğunluğu kültür turistı olanlara kahyor. "Kültür turizmi de neymiş" deyip geçmeyin. Uzmanlara sorarsanız. yeryüzündekı turizm gelirlerinın yüzde 8 ila 20 arası bu alandan sağlanıyor. tstersenız adına, tuhstlerın "boş zamamnı dolıı değeriendirmefl" de dıyebıleceğımız "Kültür Turizmi'', Fransa'nın turizm sektöründe "birinci" ülke olma ve kalma konumunu da güçlendiriyor. Dünya Tunzm Örgütü'nün verilerine göre 2003 sonu itibanyla Avrupa Birliği ülkelennde turizm endüstrisinin cirosu 213 rrulyar Avro'ymuş (Dünya Bankası bütçesinin 20 katı). Dünya çalışanlarının yüzde 8'ini istıhdam eden sektördeki ücretli sayısı 200 milyon. Yıne aynı örgütün yalancısıyız: 622 milyar dolar toplam ciroyla turizm sektörü petrol ve otomobil sektörlerinin önünde ilk sırada. En çok turist çekme şampiyonluğunu PARİS UĞURHÜKÜM uzun yıllardır kımseye kaptırmayan Fransa'ya gelen ve 40.8 milyar dolar hasılat bırakan 75.5 milyon yabancının yanya yakını bir biçimde kültür turizminden yararlanıyor. (Bu arada 15.9 milyar dolarla Türkiye'nin dünya turizminde 8. sıraya sıçradığını da ekleyelim.) Fransız kültür turizmi, gelirinin yüzde 38'ini Paris ve banliyösündeki Versailles kentinden sağhyor. Ulusal Turizm Gözlem Merkezi'nin 2003 sonu rakamlanna bakılacak olursa ülkenın en çok ziyaret edilen ulusal varlığı, Paris'in ortasında ve kenti ikiye bölen Seine nehrinin üzerindeki adaya inşa edilmiş, büyük yazar Vîctor Hugo'nun, kambur kahramanıyla ünlenmiş romanımn mekânını oluşturan Notre Dame Kılisesi. Yüda yaklaşık 10 milyon kişinin gezdiği bu kiliseyi, 8 milyon ziyaretçiyle Paris'in tek gerçek tepesi Montmartre'a kurulu Sacre Coeur Bazilikası (büyük kilise) izlıyor. Elbette bu rakamlan yabancılara atfedemeyeceğımiz gibi, ne kadar kültürel bir misyon yüklendikleri de tartışma götürür. Aynen para verilerek girildiği için kesin zıyaretçi sayısı bilinen (2003'te 5.864.969 kışı) Eyfel Kulesı gıbı. Fakat Lou\Te Müzesi (5.735.399) veya Georges Pompıdou Kültür Merkezi (5.320. 957) doğrudan "kültür" sınıflamasına alabileceğimiz mekânlar. Veya ziyaretçi sayılan milyonlan aşan Versailles Sarayı (2.853. 976), modern sanatlar müzesi Örsay Müzesi, bilim ve sanat merkezi La Villette Bilimler Sitesi ve ülkenin tümüne yayılmış yüzlerce değil, binlerce müze, sergi ve konser zemini olabildiği kadar eğitici nitelik taşıyan, tamamen tarihi ve ulusal varlık tanımında saray, şato, kilise, manastır vb. mekânlar sürekli izleyici (isterserüz adına müşteri deyin) çekmektedir. Örneğin, her yıl 1.113.000 kişinin ücret ödeyerek gezdiği Avignon - Nimes kentlen arasında MS 1. yüzyılda inşa edilmiş su kemerinın Gard köpriisü bir başka sıradan örnektir... Beton, güneş ve denize dayalı, ucuz kitle turizminın doyum noktalannın ötesinde, olağanüstü bir potansiyele sahip Türkiye, acaba ne zaman yalnızca Antalya'ya inen uçak sayısını referans almaktan vazgeçip, kalıcı ve uzun vadeli yaklaşımlarla, evrensel hazinelerine, özündeki güzelliklerine öncelik tamyacak? Filozof Yves Michaud dıyor ki: "Turist her zaman 'öteki'dir. Gezen insanlar kafalanndaki stereotiplere rağmen bazen gördükkrinden derinlemesine etkilenirier. BöytetUde kendi kimliğini yeniden keşfetme hatta yeniden yaratma olanağı doğar." ugur.hukum@paris.com Dünya çizgi roman başkenti ~T\ rüksel Belediyesi'nin r £ turizm ve ticaretten J-J sorumlu ve çizgi roman projeleriyle ilgilenen encümeni Philippe Decloux'nun basın sözcüsü Erdem Resne'ye dünyanın ılk Tenten Festivali sonrası w\vw.dördüncükuwet medya.com sitesinde "Türkiye'de çizerlere yeterince önem verilmediğini ele ahp bir lluslararası Avni Festivali düzenlenmesini ya da Atatürk Havaalanı'na bir Avni heykeli dikümesini" önermeyi düşündüğümü söylüyorum. Sanatçılar yapıtlannda yaşarlar. Oğuz Aral yerine, yarattığı kahramanlann heykellerini dikmek, o kahraman adına festival düzenlemek, kahramanlannı, Aral'ın mizah anlayışını, kişilığini ve hayatını araştırma kitaplanna konu etmek çok daha etkıli olurdu. Aynı Belçikalıların dünyanın ilk Tenten Festivali'nde yaptıklan gibi. Briiksere havayolu ile gelenleri çizgi roman kahramanı Brükselli Tenten ve sevimli köpeği Milu karşüıyor. tstanbul'a gelenleri de Istanbullu gecekondu çocuğu Avnı "Dn gul dııiil mufiıf" diye karşılasa, kendi dilinde bir hoş geldiniz dese, fena mı olur?" diye açıyorum önerimi. Herge ile Aral'uı aslında ortak bir yönü var. tkisi de gereksiz taramalardan kaçınılması gerektiğini düşünüyor. Ustelik Oğuz Aral sadece mizahımıza değil, yetiştirdiği çizgi serüvencilerle çizgi romanımıza da hizmet etmiş biri. Neredeyse pul koleksiyoncusu kadar çizgi- roman koleksiyoncusu olan Decloux'nun basın sözcüsü Resne "Belediye olarak hem kültürel hem turistik açıdan çizgi romanı destekledikkrirü, amaçlannın, Brükseli zamanla Dünya Çizgi Roman Başkenti yapmak olduğunu" söyleyerek "Istanbul'a ipuçlan" veriyor: "Çizgi roman başlarda yadırganryonhı. Sanat olarak kabul edUmesi zaman akü, pedagojik yönü ise yeni keşfedihyor. Eskiden sınifta çizgi roman okuyan çocuğa ceza verilirken, arük derslerde çizgi ve karikatür atöh/eleri düzenİenryor. Hem kültürel hem turistik açıdan çizgi romanı destekkmeye çahşryoruz. Amaç, Brüksel'i zamanla Dünya Çizgi Roman Başkenti yapmak. Bu nedenle Brüksel'in merkezinde ruristkrin her mevsim görebflecekleri çizgi roman annûlan duvarları süslüyor. Bu, aynı zamanda sosyal ve şehircilik yönü olan da bir projedir: Çürümeye bırakılnuş sokak köşelerini yeniden yaşanır hale getirmek için çizgi roman sayesinde yeniden canlanma yaratıhyor. Her sene nisanın ilk 15 gününde Brüksel Çizgi Roman Festivali'ni düzerüiyonız. Diğer şehirler gibi sadece ünlü isimkrin değil, her tür alternatif çizimin de BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU tanıüldığı bir ortam. Aynı zamanda gençlerin ilgisini çekmeye yöneük etkinlikler de düzenkniyor. Ekonomik olarak da önemli bir olay. Çizgi roman endüstrisi büyüyor ve büyük değerlerin yeöştiği Brüksel de bundan payını çıkarmak zorunda." Belçika'da çizgi romana göstenlen ilginin nedenleri konusunda Erdem'in görüşünü soruyorum: "Belçika, dünyada en çok çizer yetiştiren ülkelerin başında geliyor. O denli ki sadece çizgi romancıbk dersleri verilen ilkokul da (Saint-Luc) Brüksel'de açıku. Tenten, Red Kh\ Şirinler gibi birçok kahramanın yanı sıra en ünlü dergOer arasında yer alan Le Petit Spirou da Belçika'da doğmuştur. Çizgi romana olan bu ilgiye birçok neden bulunabilir... Birincisi, genel olarak alçakgönüllü olan ve kendüeriyle dalga geçümesinden pek ahnmayan bir tophım olduğu için Belçikahlar, mizaha pek yatkffilar. tkincisi, geçmişte egemen olan Fransız diU ve kültürü, Belçika'yı doğal olarak Fransa'ya ve onun edebiyattan doğan basun ve yayın dünyasına yakmlaşnrdL Fakat 19. yy Fransası'na oranla çok daha özgüriükçüydü Belçika. Bunun sonucunda birçok yazar-çizer- karikatürist Brüksel'de faaüyet göstermeye başladL Ekonomik nedenlerden dolayı arük tüm çizgiroman yayınevleri daha büyük Fransız şirketieri taranndan sann ahndı, ama durum 100 yıl önce çok degişikti." Belçika çizgi- romancılığının etkilendiği ülkeler konusunda ise gayet net konuşuyor Erdem. "Çizgiroman kültürü o denli kuvvetü kL Belçika başka ülkeleri etkiliyor. Belçika'da, kendi içinden yetişen iki ünlü çizim akmn var: Biri Herge'nın yarattığı Açık (hafîi) çizgi - Ligne Claire - diğeri ise Charleroi'da geüşen Marcinelle Okulu. Ekonomik olarak yayınevleri Fransa'da odaklandığı için bu ülkeye daha yakın. ama Fransa'dan etidleniyor denemez. Bir de son yıllarda, ülkedeki diğer tophıluk oîan Flamanlann da kendi dil ve kültüıierini yansıtan akımlar etkin obnaya başlıyor." Bir ara dalmışım. Atatürk Havaalanı'na iniyorum. Gelen yolcular çıkış kapısında Istanbullu gecekondu çocuğu Avni "Dn gol dnfil ımıfuf diye karşıhyor beni. Sitedeki yazıya Hüsnü C. Özdemir tarafından eklenen bir yorumla daldığım rüyadan uyanıyorum: "Çok güzel bir öneri, ancak Türkiye tarihinin en kültürsüz günlerini yaşıyor. Hiçbir kültür politikası uygulamayan hükümet, bir de ayakta kalan son kale AKVI'yi yıkryor. Kimin umurunda bunlar ve kamuoyu uyuyor resmen... Avni intihar ederdi eğer yaşasaydL." erdincutku@binfiidr.be Bangladeş tegenelgrev Bangladeş'te dün yapuan genel grev ülkeyi felç ettL amaçh genel grev sırasında gösteriler de yapıhrken eylemciler, "Bombacılanyakalayın", "Beceriksiz hükümet" sloganlan atü. Gösterüer sırasında potisk e\iemciler ara- sında yer yer çaöşmalar çıktı. Geçen hafta Bangladeş'in neredeyse bütün kentkrinde paüayan 434 küçük bomba 2 ki- şinin ölümüne, 100'den fazla kişinin yaralanmasına yol açmışü. Saldınlan köktendinci Cemaat-ül Mücahidin ör- gütü üstlenmişti. Muhalefet hükümeti köktendincilere karşı yeterB önkm almamakla suçhıyor. (Fotoğraf: AP) Anılarda 'OsmanBey'... D ört yıl kadar önceydi, bir tstanbul-Sruttgart uçuşunda beraberdik. Yine Truva'dan dönüyordu, heyecanlıydı her zamanki gibi. Uçakta yan yana orurmuş, sadece kazılardan değil, havadan sudan da sohbet etmiştik. Kendisi gibi cana yakın eşi de yanındaydı. Uçaktan indikten sonra benimle pasaport kuyruğuna girmiş, sabırla beklemişti sırasının gelmesini. Çarşaflı, sıkmabaşlı, sakalh yolcular ise "AB ülkesi vatandaşlan* girişinden çabucak çekip gidıyorlardı. Alman pasaporthı Manfred Korfmann Türk pasaportlularla aynı kuyrukta beklemişti. Alçakgönüllüydü, duyguluydu, sabırhydı. Onun bu özellikleri ve insanımıza olan yakınlığı, Truva kazılannda yanında çalıştırdığı köylülerın daha ilk günden ona "Osman Bey" demesinin nedeniydi. Sruttgart'ta Edzard Reuter ve STUTTCART AHMET ARPAD Manfred Rommel ile Türk-Alman Forumu'nu kurarken bizlere en büyük desteği veren, ilerde de danışma kurulu üyesi olarak her türlü yardımda bulunan yine o idi. 1988'de büyük bir özveri ile başlattığı Truva kazılan projesinin başanya ulaşmasmda, dünya çapında yankılar uyandırmasrnda yine büyük bir dostu, gençliğini Hifler'den kaçarak ülkemizde geçirmiş olan Reuter'in katkılannı da burada belirtmek gerek. O yıllarda Edzard Reuter'in yönettiği endüstri devi Mercedes Benz'in sürekli sponsorluğu olmasaydı bugün Truva hâlâ toprağm altındaydı. On üç yıllık kazıların ardından Korfmann'ın 2001 yılında Almanya'da düzenlediği ve ilkini Stuttgart'ta Cumhurbaşkam Ahmet Necdet Sezer'in açtığı üç büyük Truva sergisini tam 750 bin kişi gezmişti. Bu küçük, fakat çok önemli Küçük Asya kentinin sanıldığı gibi bir Yunan kolonisi değil, bir Hitit- Anadolu yerleşimi olduğunu kanıtlamıştı Korfmann. Yunanlılan kızdırdı. Truva'yı ömürlennde tek kez görmüş, onun son yıllarda yeniden gezme önerisini ret etmiş kimi Aunan "uzman" tarihçi ile başı derde girdi. Haklıydı. fakat yine de çok üzüldü. Çocuğunu elinden almak istemişti birileri. Sohbetlerimizi hep Türkçe yapardık, Truva'yı gezerken de, Stuttgart'ta ortak dostlarla beraber yemek yerken de. Geçen yıl Türk vatandaşı olmuştu sessiz sedasız. Berlin makamlan Alman vatandaşlığını elinden almaya cesaret edememişti. 63 yaşında aynldı aramızdan. Daha çok verimli olacaktı. Uluslararası bir müzenin Truva'da açılması için çok uğraştı. Tüm eserlerin günün bırinde yine kaçınldığı topraklara geri dönüp, o müzede sergilenmesini düşlüyordu. Ülkemiz Manfred Osman Korfmann'a çok şey borçlu... www.ahmet-arpad.de PEKİN Çin nasıl Çin oluyor? Ben okuduysam herkes okur' demişti Dr. tbrahim Saldıran. Psikiyatr. Antalya'dan. Fethiye'ninKayaköyünde çobanmış, mübadeleyle gelen bir ailenin çocuğu. tstanbul'da tıp eğitimi görmüş. O zamanki Türkiye başka bir Türkiye'ymiş; "Mesela aşevleıivardı" diyor, "Oğrenciyesaygıvardı, yardım edilirdi, ev bulunurdu ve sorun değildi, öğrenciler de kendflerine gösterflen saygmın farkındaydL Daha fakirdi ülkemiz o zaman" diyor. Aziz Nesin gibiydi dünyaya bakışı. "Bu halka borçluyum" diyordu ya Aziz Nesin de. Pınl pınl yetiştirdiği 2'si doktor ve biri de avukat olan kızlan onun tek hazinesi oldu. Başka da bir şeyi yoktu; yıllar sonra değiştırebildiği, artık o türleri caddelerde hiç görühneyen markası yine Reno olan Spring tipi arabasmdan başka. Memleketten 8 bin km uzaktan neden Doktor tbrahim'in adını andım ya da neden hep onu anımsıyorum buralarda? Burada da onun gibi ders çalışanlar var. Doktor tbrahim, "Sokağa çıkar, sokak lambası alünda ders çaüşırdım. Evde ışık yoktu. Böyfc okudum ve doktor çıktım. Ben okuduysam çocuklar, bilin ki herkes okur" diyordu... Bisikletimle akşam saati avare avare bisiklet yolundan gidiyorum. Bisiklet yolunun genişliği bizim ara sokaklar kadar geniş. O genişlik kadar da yan tarafta yaya kaldınmı var. Çin'de sokak lambalan ölü gözü gibidir ve sadece kendini ayduılatır, mum kendi dibini aydınlatır hesabı o da kendisini aydınlatıyor (Çin'deki enerji sıkıntısına dikkat!). Ama işe yanyor mu, yanyor işte: Tam o dipte kitap okuyan bir kız öğrenci gördüm. Bana Kayaköylü Doktor tbrahim'i hatırlattı. Türkiye"de 50 yıl önceki manzara 2000'li yıllann başuıda Pekin sokaklannda aynen hüküm sürüyordu. Bisıkletımi durdurdum, uzaktan seslendim: "N'apıyorsun orada?" Ne dediğimi anlamadı. Yabancı olduğumu görünce, daha sıcak bir gülümsemeyle yanrma gelip tngilizce "Size nasıl yardım edebihrim?" dedi. Burada ırkçılık falan yok; ne de olsa komünist bir kökenden geliyorlar, Doğu Avrupa'dakiler gibi buldumcuk olup ırkçılık falan türemiş değil, hâlâ kendisini kaybetmeyen bir topluluk. Yabancıya sıcaklar, bizim gibıler; Doğu insanı ne de olsa... Adı Gı Cüem. Sordukça üşenmeden yanıtladı. Işık altında ders çahşıyormuş. Burası daha güzelmiş. Sessizmiş! Hem çevreye bakıyormuş hem de ders çahşıyormuş. Yurtta çahşmak zormuş, kalabalıkmış. Keyfi yerinde anlayacağınız. Daha birkaç gün önce, yemekte gece geç saate kaldığım için bir fast food'a gittim. Bir sürü öğrenci, cıs tak cıs tak müziğin ve insan gürültüsünün ortasuıda ders çahşıyor. Yanlanna yaklaşıp "Bu gürünüde zor olmuyor mu" diye sordum. " Yoo, benim yurt odamdan daha sessiz burası" dedi biri. Yurt odasuıda 10 kişi kalıyorlarmış. Yurt dedikleri de üniversite dışında toplu halde öğrencilere kiralanan evler. Şimdi yeri gelmişken söyleyelim: Çin'de gecekondu yok; dikkat, 1 milyar 300 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz! Devlet, kasaba nüfusunu banndırabilecek irilikte binalar inşa etmiş zamanında; haliyle buralar kim kime dum duma... Diyeceğim o ki bizim gecekondularla bu yerleşim yerlerini karşılaştınnca hani deyim yerindeyse -ki yerinde- bizim gecekondular; "cennet,cennet!".. Diğer öğrenci 10 gün önce Pekın'e gelmiş. 5 ay sonraki sınavı geçebilecek kadar bilgisi yok. "Ama gelecek yılki sınavı geçeceğim'' diyor. Yurtlarda ders çahşmak zor. Dışanlarda kendilerine çalışacak mekân bakıyorlar. Kimileri kendisine partner seçmiş. Her sabah saat 6'da buluşuyorlar. Pratik yapıyorlar. Partner buhnak zor. Seviyesi kendisi gibi olmalı ki ders çalışmalan dengeli gidebilsin, biri diğerinden iyiyse birbirlerine partner olamıyorlar çünkü. Sabahın köründe sıcaklık yüksek omıadığı için erken kalkmak zorundalar. Kimileri toplu ders çalışılan etüt odalanna gidiyor. Ya sabah 5 ya da 6 gibi çok erken gitmek lazım ya da orada uyuklamak; çünkü yer kapmak laznn. Çin'de her yerde, her mekânda günün her saatinde ders çalışan öğrenci görmek mümkün... Çünkü onlan çok çok daha fazla rekabetçi bir gelecek bekliyor. Yapılan araştırmalara göre bu baskı öğrencileri intihara sürüklüyor. Strf bu yüzden 24 saat açık telefonlar var. Çin işte bu öğrencilerin, bu koşullarda çalışan öğrencilerin sırtında yükseliyor. Zamanında Cumhurbaşkanı Hu Cintao'nun da bu koşullarda ders çahştığından hiç kuşkunuz obnasın. Çin böyle Çin oluyor. Bu gazetenin de sadık bir okuyucusu olan Psikiyatr -ya da kendisine gelen hastalannın çok azının deyimiyle "deü doktoru"- Doktor tbrahim'e başvuranlann çoğu hep köylüler olmuştu. Neymiş; köylüler de psikiyatra gidermiş. (Belki köyde tenis kortu da olsa gideceklerdi!) Vakti zamarunda seyrettiğimiz Küçük Ev dizisindeki doktor gibi, köylüler kendisine para veremedikleri zaman yumurta, köy pidesi, tarhana getiriyorlarmış. Doktor tbrahim farkında değildi ama Çin'deki meslektaşlan da onun gibi çalışıyorlardı ve hâlâ çalışıyorlar. Çin o yüzden Çin. ÇevTenizde öğrenci tbrahim var mı? Doktor tbrahim kayınpederimdir. Geçen yıl rahmetlı oldu. Meslektaşlan ölüm nedeninin sigaranın yarattığı kanser diyorlar ama.. bence değil. leventuhıcer(â hotmaiL com LEVTNT ULUÇER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle