18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 OCAK 2004 PAZAR CUMHURİYET SAYFA J\_ LJ I_j JL U M\ kultur(Scurnhuriyet.com.tr 15 KULE CANBAZI SUNAYAKEV Çocuklann Haçlı Seferi•"">f anakkale Belediye Başka- m nı Ülgür Gökhan'ınma- \» > kam odasında oyuncak bir -J tahta at var! Sopanın ucu- na konulan bir at başından oluşan bu oyuncak uzaklardan, çok uzak- lardan gelmektedir... Almanya"nın Osnabricker ken- tindeki bir köprüye "Çanakkale" adı verilmiştir. Bunun nedenı, her iki kentin bırbırini "kardeş kent" ilan etmesıdir. Çanakkale'de de bir park "Osnabricker" adtnı taşır. Üzennde "27 Ekim 2002" tanhi yazılı başkanın odasındakı oyun- cak, Çanakkale'ye gelen Alman meslektaşının armağanıdır. Ülgür Gökhan bir konuşmamızda. Os- nabricker çocuklannın kentin be- lediye başkanını tahta atlarıyla karşıladıklannı ve bunun çok eski bir gelenek olduğunu anlatmıştı. Bu bilgi bizleri yıllar öncesıne, dört Haçlı Seferi sonrasının Avru- pa'sına götürür... 'Atlıkarınca Alayı' Papa III. Innocentius'un, Ku- düs'ü Müslümanlardan kurtarmak amacıyla yaptığı çağn, vaizler ta- rafindan Avrupa'nın her kentine. kasabasına ve hatta köyüne kadar ulaştmlır. 1212 yılının mayıs ayın- da, Etienne adında bir Fransız ço- ban, St. Denıs kentindeki manas- tınn önünde hararetli konuşmalar yapmaya başlar. On iki yaşında bir çoban olan Etienne, düzenlene- cek yeni seferde öncülerin çocuk- lar olmasını, böylelikle Akde- niz'in önlerınde. Hz. Musanın Kızıldeniz'i geçiş öyküsünde ol- duğu gibi açılacağını iddia errnek- tedir. Bu hayalperest çocuğa ına- nanlann sayısı gün geçtikçe artar ve binlerce aile çocuklannı Etien- ne'in yanına gönderir. Kudüs'ü kartarmak amacıyla başlayan bu yolculuk "Çocuklann Haçlı Se- feri" olarak anılacaktır. Kavurucu yaz güneşı altında günlerce yürüyen çocuklann pek çoğu açlığa ve susuzluga dayana- mayıp yollarda ölür. Büyük bir kısmı da vazgeçip geri döner ev- lerine. Marsilya'ya ulaşan az sayı- da çocuk ise gözyaşlarıyla ufka bakarlar kıyıdan; kumsalda karşı- lıklı olarak kınlan iki şey vardır; denizin önlerinde açılmadığını gö- ren çocuklann umutlan ve dalga- lar!.. Her şeye rağmen Kudüs'e git- mekten vazgeçmeyen çocuklar. yedi gemiye binerek yelken açar- lar Akdeniz'e. iki gemi fırtınadan kurtulamazken öteki çocuklar bir başka felakete, esir tüccarlanna yakalanır- lar. Yaşanı- lan bu acı- lardan ha- bersız olarak, Alman- ya'nın Köhı kentindeki bir ki- lisenin önünde toplanan kala- balık, "Nikolaus" adlı çocuğu dikkatle dinlemektedir, çocu- ğun ağzından çıkan sözler Etıenne'in söylediklerinin bir kopyasıdrr. Binlerce Alman çocuğu bek- leyen son, Fransız ço- cuklann yaşadıkları- nın aynısı olacak- tır; yollarda öle- cek, deniz önlerinde açılmayacak ve gemilerle Kudüs'e gitmeye ça- lışanlar esir tüccarlan tarafından köle pazarlannda satılacaktır. Ülgür Gökhan'ın makam oda- sındaki oyuncak tahta at, Avrupa- h çocuklann bu hazin öyküsünü anımsattı bana; çocuklar, Haçlı Seferi'ne tahta atlanyla katılmış- lardı çünkü. Onlann, yollan üs- tündeki kent sokaklanndan, ba- caklan arasına sıkıştırdıklan tah- ta atlarla birer kahraman edasıyla geçişleri "Atlıkannca Alayı" di- ye adlandınlır. Tolstoy'un tahta atı... Düşler ve tahta at ne güzel bir ikilidir! Bu ikili, Özkan Mert'in dizelerinde de çıkar karşımıza: Kar yağıyor, karyağıyor, Kızak kaytyor çocuklar. Benim de içi saman dolu Bir atım vardı küçükken, Şiikran diye bir sevgilinu Oyuncak tahta atı olmayan ço- cuk, sandalyelerle giderir bu özle- mini. Ben de, sanki atmış gibi san- dalyeye ters olarak binenleTdenim! Sandalyenin sırt dayanılan kısmı atın boynu olurken ileri geri salla- yışımla yerden bir uzaklaşan, bir konan ayaklann çıkardığı ses, dörtnala koşan bir attan farksız gi- bi gelirdi bana. Sandalyeyi oyun- cak at yapan çocuklardan biri de Tolstoy'dur. Ünlü Rus yazar, ço- cukluğunun tahta atını şöyle anım- sar: "Uzun kış geceleri, koltuğa atkımızı yayarak kupa arabası yapar, birimiz arabacı, birimiz uşak olur, kızları ortaya oturtur, üç sandalyeden at yapar ve yola koyulurduk. Yolda başımıza ne- ler neler gelmezdi ki! Böylece ne denli neşeli. ne kadar çabuk ge- çerdi kış geceleri!.. Gerçeklere göre düşünülürse hiçbir oyun ol- mazdı. Oyun olmayınca da ne yapacaktık!" Yüreği kırık heytceltıraş Çanakkale Belediye Başka- nı'nın odasındaki tahta atın 13. yüzyıl Avrupası'na götürmesi gi- bi, Ozkan Mert'in dizeleri ve Tols- toy'un yazısında karşımıza çıkan kış, Floransa'nın Medici Sarayı'na savurur bizleri: Floransa'yı 300 yıldan fazlayö- neten Medıcı ailesinden olan Pier de Medici, babası "Muhteşem Lorenzo"nun hayattayken özenle koruduğu heykeltıraştan. sarayın bahçesine bir kardan adam yap- masını ister... Sanatçı için bu bü- yük bir hakarettir! Genç adam, bir daha geri dönme- mek üzere aynlır saraydan... Kar yağışı altında, geride birbirine pa- ralel iki siyah çizgi bırakarak uzaklaşan arabadaki yüreği kınk heykeltıraş, Michelange- adını taşı- maktadır. Osman Zeki Oral 'ın resimleri, bir dönem kendisinin de içinde bulunduğu On 'lar Grubu'sergisinde Memleketiyle özdeşleşen birressam Korku fılmi 'OkuP 9 Ocak'ta gösterime girecek. Sinemamızda korku çağı I Kûltür Servisi - Türkiye'nin ilk fantastik korku dizisi 'Sır Dosyası'nın yaratıcılanndan Durul ve Yağmur Taylan'm yönettikleri, Sinan Çetin'in sahibi olduğu Plato Film yapımcılığında gerçekleştirilen 'Okul' adlı korku fılmi 9 Ocak'ta gösterime girecek. Filmde olaylar, ilk günlerden itibaren dkulun en güzel kızı Güldem'e (Nehir Erdoğan) âşık olan, onun için yazdığı ve okulun her tarafına bıraktığı duygusal öyküleriyle kalbinı kazanmaya çalışan okul dergisinin editörü Gökalp'in (Burak Altay) aşkına karşılık bulamaması üzerine gizemli bir mektup bırakarak intihar etmesiyle başlıyor. Bir yıl sonra tam Gökalp'in ölüm yıldönümünde gizemli olaylar baş gösterir. Bu olaylardan sadece Güldem değil, Güldem'in etrafındakiler de etkilenmeye başlar. Erkek arkadaşı Ersin (Berk Hakman), kız arkadaşlan Şebnem (Sinem Kobal) ile Ceyda (Melisa Sözen), okul dergisinin editörü Umut (Barış Yıldız), kameralarla öğrencileri gözetleyen Vedat Bey (Ahmet Mümtaz Taylan), gaddar hoca Alparslan Bey (Ali Sunal) da tehdit altındadır. Kısa bir süre sonra gerçek ortaya çıkar, Gökalp'in hayaleti, intihanna neden olan herkesten teker teker intikam almaktadır. Hem de ÖSS'ye haftalar kala! Senaryosu Doğu Yücel'e ait olan filmin iç çekimleri Kabataş Erkek Lisesi'nde dış çekimleri ise Vefa Lisesi'nde gerçekleştirilmiş. Filmdeki 'yaratık' tasanmlannın bir kısmını ünlü çızer Galip Tekin üstlenmiş. SELCEN AKSEL Türk resminin, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Anadolu'ya açıldığı ve bugüne dek uzanan oluşumlann temelle- rinin atıldığı bir döneminin temsilcilerin- den Osman Zeki Oral, Anrik Sanat Ga- lerisi tarafindan düzenlenen bir sergiyle gündeme gelen 'On'lar Grubu' adlı olu- şumun da bir üyesi ve aynı adla düzenle- nen, 10 Ocak'ta son bulacak olan sergi- de yapıtlan yer alıyor. 1943 yıluıda İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne girişinin kendi- si için dönüm noktası olduğunu söylüyor Oral. Zonguldak ilinin Ereğli ilçesinden Akademi giriş sınavı için Istanbul'a ge- lişi, sınavı kazanmasıyla resim ve bu sa- nat adına farklı hizmetlerle dolu bir ya- şama adım atacaktır çünkü... On'lar Gru- bu'nun oluşumunun da büyük bir heye- canla gerçekleştiğini vurgulayan Oral, o günleri şöyle anlatıyor: "Bedri Rahmi atölyesindeki daha ziyade son sınıf ve onlardan sonra gelenler öncülük etti, Bedri Rahnunin önderliğinde... Bizi çok büyük yazarlar, dergiler. mesela Yeditepe Dergisi. Eser Dergisi. Ülkü Dergisi desteklediler ve güç. cesaret verdiler. Hakikaten bir ekol oluştu okulda, tamamıyla yöresel morifleri ele aüp, Türk peyzajını, Anadolu'yu, Ana- dolu folklorunu işledik ve halk yaşan- tısını resme mal ettik. Türk resmine katkıda bulundu On'lar Grubu..." 1946-50 yıllan arasmda grubun büyüdü- ğünü, 48'e yakın ismin On'lar'ın takip- çisi olduğunu belirtiyor Oral. "Dönemin şartları. Anadolu'ya gidenlerin duru- mu elvermedi bazılarının bağlannı sürdürmesine, anıa sürdüren arkadaş- larınıızın olması mutluluk verici." Öğretmenlik yıllan... Dönemin akademi mezunu resim öğ- rermenlerinin Türk resmine katkılan bili- nir, bir sanatçının ye- tiştirildiği güçlü bir eğitimin, uzaklardaki yeteneklere ulaşması ve yol açmasından baş- ka bir şey değildır bu aslında. Osman Oral, Akademi'den mezun olur ve Bolu Kız Öğret- men Okulu'nda çalış- maya başlar. Bolu'nun şartlanmn iyi olduğunu söyleyen Oral, yine de o yıllarda resim öğretmen- liği yapmanın bugüne göre çok daha zor oldu- Osman Zeki Oral, 40 yıl önce yaptığı bir resminin önünde (üstte). Sanatçının son yıllarda yaptığı çalışmalarından biri (altta). ğunu hatrrlatıyor. "Resim öğretmenleri Anadolu'da yalnızdı eskiden, bir tıpkı- basım resim, kitap veyahut da öğren- cüerine örnek olarak gösterebilecekle- ri bir dergi yoktu. Bugünün şartların- dan çok farklıydı her şey." Akademi de Bedri Rahmi'nın çocuk resimlerinden de örnekler gösterdiğini, bu konudaki dü- şüncelerini öğrencileriyle paylaştığını söylüyor Oral. "Aralarında Köy Ensti- tüİerinden gelen resimler de vardı..." Bolu'dan öğrenci resimlerinın yer aldığı bir sergiyi. yine Bedri Rahmi'nin deste- ğiyle Istanbul'da gerçekleştirdiğini anla- tıyor. Bolu'da Devlet Güzel Sanatlar Ga- lerisi'nin kuruluşuna da öncülük etmiş Osman Oral. Dönemin valisinin karşı çık- masma rağmen. 1964-65 yıllannı kapsa- yan hazırlık çalışmalannda, Güzel Sanatlar Şube Müdürü'nün deste- ğıyle sonuca ulaştıklannı belirtiyor. "On galeri açıldı benim zamanımda; Bolu, Eskişehir. Antalya, Kütahya, Erzurum, Balıkesir... Galerinin kurulması\la bu- günkü kültür sitesinin ilk adımı atümış oldu. Lisede sanat tarihini galerilerde uygulamalı olarak görürlerdi." Oral, galeride atölyeler açtıklanm, burada halk- tan, esnaftan, ailelerden, çocuklardan ça- lışanlar olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Her şeye rağmen. inanılmaz büyük bir ilgi gördü yaptığımız her şey." Ardından Ankara'da Devlet Güzel Sa- natlar Galensi'nın kuruluşunda çalışan ve yıllarca yöneticiliğini üstlenen Oral, burada da galericilik anlayışına farklı bir boyut katmış ve atölye çalışmalannrn ya- nı sıra fihn gösterimleri gibi yan et- kinliklerin yapılmasına öncülük etmiş. Osman Oral. o günlerde böyle geniş bir yelpazede öğretmen ve yönetici olarak hizmet vermenin yam srra her frrsat buluşunda fır- çasını eline alıp tuvalin başma geçtiğini söylüyor. Artık emekli olduğu bugünse resimden başka işi yok ve çalışmalannı memleke- ti Karadenız Ereğlisi'nde sürdü- rüyor. Kendisinin 'realist peyzaj ressamı' olarak tanındığını söy- lüyor Oral. "Çevremdeki yöre- sel morifleri, doğayı resmet- mek... Nasıl Hikmet Onat tstan- bul'u anlatıyorsa. ben de mem- leketimin denizini, ağaçlarını, gökyüzünü resimledim..." EStNTİLER ZEYNEP ORAL Mutlu Anları Çoğaltmak... Bugün pazar... Yeni yılın ilk pazarı... Doğrusu, "yeni" diye bir şey olmadığını, he- pimiz bal gibi biliyoruz. Biten ya da başlayan bir şey yok. Biten yalnızca geçen yıl duvara astığı- mız takvim, elimizin altındaki ajanda... Zamanı, yani o sürekli akışı kavrayabilmek için icat etti- ğimiz takvimin eskisini atıp yenisini çoktan al- dık bile. (".. .avucundayızzamanın bir kâğıt gibi buruş- tunılup atılmak için" diyordu Oktay Rrfat.) 2003 bitti, 2004 başladı diye toplumun ya da bireyin yaşamında bir şeylerin bitip başka bir şeylerin başlayacağı yok elbet. Geçen yıllardan devraldığımızekonomik, politik, toplumsal, kül- türel tüm olgular, kendi iç dinamiğini ve varlığı- nı sürdürecek. Her yılı "yeni" yapan, biraz da umutlar, bek- lentiler ve özlemler... Hayır, bir yıldan ötekine umutlarımız, beklentilerimiz ve özlemlerimizin değiştiğinden değil. Ama artık bu kez onların gerçekleşeceğine dair inancımızın yoğunlaş- masından... Ve bu "yeniyılın" ilk pazarında sizi karamsar- lığa boğmak istemediğimden, ne Adalet Baka- nı Danışmanı Prof. Soyaslan'ın "Eğitimli ve ça- lışan kadınlar sokağa daha çok çıktığı için daha azdindardır" gibi sözlerle hem bilgilenmeyi hem çalışmayı lanetleyen gerici zihniyeti ne de Ali Babacan'ın "Kadınlann evde oturması iyiye işa- ret, demek ki kocalan iyi kazanıyor" gibi çağdı- şı yorumu üzerine durmayacağım. (Dayanamayıp kocaman bir parantez açıyo- rum: "Femando Krapp Bana Mektup Yazmış" adlı oyunu izlediniz mi? Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu'nun sunduğu küçük bir mücevher... Sakın kaçırmayın. Küçük demem, kısacık bir oyun olmasından. Yoksa Unamuno'nun öykü- sü, Tilbe Saran ve Selçuk Yöntem'in muhte- şem oyunculukları, Işıl Kasapoğlu'nun rejisiy- le içinizde çok uzun sürecek ve bitmeyecek bir tiyatro tadı bırakıyor. Bu oyuna burada değin- i memin nedeni, Ali Babacan ve Soyaslan'a bir | an önce oyunu görmelerini önermek istediğim- den... Neler söylediklerinin bilincine varmaları için...) Yeni yılın ilk pazarında diyeceğim şunlar: Bugün pazar, güneşi görenler, haydi güne- şe!.. Içiniz ısınsın, yürüdüğünüz, yürüyeceğiniz yolun aydınlığını içinize çekin. Arna güneşi gö- remeyenleri de unutmayın. {"...Hapiste en insafsızgardiyan - zaman" di- yordu Nâzım Hikmet.) Birde. zamanın bölünemeyen, en küçük par- çalarına yönelin diyeceğim. An'lara... Insanoğlunun bütün işi gücü yaşamak ola- caksa; yani nasıl ve nerede olursak olalım, ya- nn sabah ölecek ya da hiç ölmeyecek gibi ya- şanacaksa, anları değerlendirmek gerek. Acı veren, utanç veren, korku veren, kahre- den anlan unutmadan, yok saymadan; sevinç ve sevgi dolu, ışıklı, güzel, sıcak, keyifli anlan- mızı çoğaltalım... Rekabeti, yarışı, kazanma tutkusunu değil, dayanışmayı, birlikte çalışmayı, birlikte üretme- yi ve paylaşmayı sağlayan anlarımızı vurgulaya- lım... (Birkaç akşam önce Sibel Asna, Osman- lı Bankası Müzesi'nde kadın arkadaşlarını bir araya toplamıştı. Her biri çeşitli mesleklerden çok farklı kadınlann dayanışmasını görmek be- ni çok etkiledi.) "Popüler kültür" adı altında bize dayatılan şan, şöhret, gösterişi değil, insanın içindeki ay- dınlık özü, cevheri, alçakgönüllülüğü değerlen- diren anlar üzerinde yoğunlaşalım. Akıp giden zamanda, güzel anların kıymetini bilmekzorundayız. Çünkü bence insanoğlunun kendisine ve çevresine karşı belki de ilk görevi mutlu olmak ve mutlu kılmak. {"Zaman bihmlehnin çoğulu doğaya, tekilibi- ze ilişkindir, bizim yaşamış olduğumuzu göste- rir. 'Binlerce yıl' sözü masaldır, 'bir gün' ise ger- çek" diyordu Melih Cevdet Anday.) "Bir gün", "bir an"... Yaşamışhğın izdüşüm- leri... Mutlu anlarınızın çoğalması ve onları fark etmenizdileğiyle... zeynep « zeyneporal.com Faks:(0 212)257 16 50 Yasaklamaya Baykam'dan tepki I Kültür Servisi - Amerika'da yaşayan Türk yazar Murat Hiçyılmaz'ın Piramid Yayınevi'nden çıkan 'Aum' adlı romanı hakkında 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafindan Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'nca düzenlenen rapor gereğince toplatıhna karan verildi. Yayınevi sahibi ve Genel Yaym Yönetmeni Bedn Baykam, suçlamalan reddetti ve para cezasını ödemeyeceğini istanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na, adliyeye ve gerekli makamlara bildirdi. Bu arada 2. Asliye Ceza Mahkemesi'ne başvurarak toplatıhna karanna itiraz eden Baykam'm isteği reddedildi. Baykam daha önce de Erje Ayden'in kitaplannm toplatıhnasma dikkat çekerek muzu- kurulunun şahsına, yayımladığı kitaplara ve yazarlara önyargıh davrandığım, bunun ardında siyasi bir tavır olduğunu öne sürdü. Iranlı oyuncudan ajansına dava • LONDRA (AA) - Iran asıllı Ingiliz oyuncu Alan Marm, kendisine sadece kebapçı, terörist ya da Ingiltere'de yaşayan yabancı rollerini bulan ajansmı, ırk aynmcılığı yapmakla suçlayarak dava etti. Otto Ser\ices adlı ajansa bağlı bulunduğu 9 ay boyunca, çağnldığı seçmelerin pek çoğunda kendisinden sübyancı, sahtekâr Arap, terörist gibi roller oynamasının istendiğini belirten Marni, merkezi Sheffield'da bulunan ajansm kendisine sadece belli ırklarla ilgili ve kötü imajlar içeren roller önerdiğini ileri sürdü. Ajans yetkilileri ise suçlamalann dogru olmadığını açıkladılar. Dava önümüzdeki günlerde Sheffield Iş Mahkemesi'nde görülmeye başlayacak. ». t
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle