22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1HAZİRAN 2003 PA2AR CUMHURİYET SAYFA KULTUR kulturfû cumhuriyet.com.tr 15 KULE CANBAZI SLTVAY AKIN Oyuncaklara kıymayın efendiler!~^r y er imza günü ya da gös- M / teri sonrasında karşı- W i laştığıın "Sizi tanıdık- M _M. tan sonra okumaya başladım" ya da, " Evimde büyük bir kütüpbane var ama çocuğum okıamayı sizinle sevdi" gibi sözler birer öduldür beniın ıçın. Bır şairi, yazan bundan daha çok ne mutlu edebilirki1 *'.. KLütüphanemde özellikle yan ya- na durmasmı istediğim kitaplar var. BunJardan ikisi, Alberto Mangu- el'in "Okumanın Tarihi" ve Fer- hat Özenin"TürkJye'deOkuma Alışkanlığı" adlı kitaplandır. Bir- birini tamamlayan bu iki kitabın arasında Necip Asım Yazıksız'ın " K i t a p " adlı eseri durmaktadır. Ben ki, mezar taşlannın her birini kütüphane raflarına konmuş birer kitap olarak gördüğüm nice mezar- lık gezdim, dolaştım ama evimin birkaç yüz metre ötesinde olan ve içinde Necip Asım"ın da bulundu- ğu Sahrayıcedit Mezarlığfnı şu ana kadar bır kez olsun ziyaret etme- dim! Kltap ofcumayanlar... Adnan Binyazar, eleştirel yön- temle kitap okumayanı şöyle ta- nımlar "O, başkasının düşünce- lerini, kendi varlığı gibi satmava çalışır. Onun için iyi ya da kötü sonuca bilinçle varma söz konu- su değildir. Tabu'laştırdığı kişi- lerin iyi ya da kötü dedikleri önemlidir. Böyle kişilerin 'oriji- nal' bir çocuk oyurıcağı gibi ku- rulmuşları azınlıkta değildir. Bir hacıyatmaza taş çıkartanları da az değildir." Binyazar'ın sözlerinin doğrulu- ğu tartışılmaz. Tıpkı. Mustafa Ke- mal Atatürk'ün şu sözlerinin doğ- ruluğunun da tartışılamayacağı gi- bi: "Bir ulus, varlığını ve hakkı- mkorumakyolunda, bütüngücü ile, bütün görünür görünmez güçleriyle ayaklanmış ve karara varmış olmazsa, bir ulus yalnız kendi gücüne dayanarak varlığı- nı ve bağımsızhğını sağlayamaz- sa, şunun bunun oyuncağı ol- maktan kurfulamaz." Gündelik hayatta da kullanırız: "O iş çocuk oyuncağı"... "Ada- mın elinde oyuncak olduk". "Bu iş çocuk oyuncağı değil"... O^£D "Ben çocuk oyuncağı mıyım?"... Enbiya suresinin 16. ayetinde bi- le karşılaşınz bu deyimle: "Biz gö- ğü, yeri ve bunlar arasındakileri oyuncak diye yaratmadık." Oyuncaflın kiiçümsenmesl Ömer Asım Aksoy, "Çocuk oyuncağı haline gelmek" deyimi- ni, "Deyimler Sözlüğü" adlı ese- rinde şöyle açıklıyor: "Bir işi, sık sık giin ve biçimini değiştirerek küçümsenir duruma düşürmek." Yukanda verdiğimiz örneklerde anlatılmak istenilenler doğru olsa da, oyuncağın küçümsenmesi hep rahatsız eder beni. Yaşantımızın bir döneminde ne bir sevgili, ne bol maaşlı bir iş, ne de cennet bizim ol- sun istiyorduk. Tek beklentimiz, vitrinde gördüğümüz bir oyuncağı ellerimizin arasına al- ARİF DAMAR Mayıs ayı yazın dergilerinden: Adam Sanat, Agora, Akatalpa, Ay, Berfin Ba- har, Budala, Dize, Edebiyat ve Eleşti- ri, Eski, Evrensel Kültür, Gösteri, Ki- tap-lık, Kuzey Yıldızı, Varlık, Yasak- meyve, Yom, Son Kişot, Şiir Üikesi dergilerinde yer alan şiirleri okudum, inceledim. Ve Yasakmeyve dergisinde yer alan Hulki Aktunç'un "Kelebeklerin Son- suzluğu" adlı şiirini Ayın Şiiri olarak değerlendirdim. Yazın dünyasıyla ya- kından ilgilenenler bilirler ki Hulki Ak- tunç önceleri değerli bır öykü yazan olarak adını duyurmuştur. Şiirler yaz- ması ve yayımlaması çok sonradır. Ve iyi bir şair olarak da kendini kanıtlamış bir kimsedir. Genelde bizim yazınımız- da hemen hemen bütün öykücü ve ro- maktı. Montaigne'in dediği gibi, çocukluğumuzda oyunumuz oyun değil, en ciddi uğraşımızdı. Çocuğun gelişiminde son derece önemli bir yere sahiptir oyuncak. Bilim insanlan, oyun oynayan ço- cuğun saldırganlık dürtüsünü yen- diğine dikkat çekiyorlar. Çocuk ruh doktoru Atalay Yörükoğlu, bu ko- nuda şu bilgileri verir, "Çocuk Ruh Sağlığı" adlı kitabında: "Ço- cuk oynadıkça duygulan keskin- leşir, yetenekleri serpilir, beceri- si artar. Çünkü oyun, çocuğun en doğal öğrenme ortamıdır. Duy- duklarını, gördüklerini sınayıp denediği, öğrendiklerini pekiştir- diği bir deney odasıdır." 'Çocuflun yaratma ortamı' Çocuğun gelişiminde oyuncağın büyük bir pay sahibi olduğu ve her çocuk da yannın büyüğü olduğuna göre, oyuncaksız bir dünyada bü- yüklerin yaşamının sağlıklı olması beklenemez. Oyuncağın küçüm- senmesi, çocuk gelişiminin önem- senmemesidir aslında. Atalay Yörükoğlu'nu okuyoruz: "Oynayan çocuk kendi hayal dünyasındadır bir bakıma. An- cak oyunda işlediği konular ger- çek konulardır. Dış çevrede algı- ladıklarını oyun ortamında evi- rir çevirir kendine özgü bir yo- rumda birleştirip bütünier. Baş- ka bir deyişle oyun, çocuğun ya- ratma ortamıdır. Çocuk kendi dar sınırlarını aşma çabası için- dedir. Oyunda erişkinler gibi güçlü ve beceriklidir. Bindiği so- pa değil, azgın bir attır! Elinde- ki oyuncak uçak ona dünyanın dört bir yanını dolaştıran gerçek uçaktır. Oyuncak tabancasıyla herkesten güçlüdür. Bu tür oyun- larla çocuk yaşının ve boyunun küçüklüğünü, güçsüzlüğünü, ha- yalinde de olsa aşmıştır. Özendi- ği büyüklerle boy ölçüşebilir ar- tık." " Oyuncak paylaşmayı, uyum için- de bir arada olmayı öğretir çocuk- lara. Yörükoğlu oyunu, bir ayağı hayal dünyasında, öteki ayağı da gerçekler dünyasında olan bir köp- rü olarak tanımlıyor. Bu tamm, ya- şamın ta kendisi değil midir? ReçelH ekmekler ve uçağım... Trabzon'da. bir uçak yapmıştım evimizin terasında. Babam, mal al- mak için Istanbul'a giderdi ve geri döndükten birkaç gün sonra terası- mıza içi boş kasalar taşınırdı. Işte. o tahta kasalardan yapmıştım uça- ğımı. Trabzon Havaalanı'na inen uçaklara bakıp, onlara benzetmeye çaiışmıştım. Pervanesi olmasa da, kanatlan vardı uçağımın!.. Uzakla- ra, çok uzaklara gidecektim... Yol- da karnım acıkacaktı elbette. Bu yüzden her gün, annemin yaptığı reçellerden bir dilim ekmeğe sürer, uçağın içine koyardım. Yolda kar- nımın acıkması halinde çözümü böyle bulmuştum! Her gün terasa çıktığımda, reçel- li ekmeğimin üstünde yüzlerce ka- nnca görmek tüketmedi umutlan- mı; her seferinde yeniden hazırla- dım ekmeğimi... O reçelli ekmek- ler, uçağımın yakıtıydılar sanki... Sonra, sonra bir gün babam aldı uçağa götürdü beni... Bindik ve ha- valandık; o yaşıma kadar hiç uçağa binmemiştim!.. Düşlerim gerçek- leşmişti işte, bulutlann arasında uçuyordum! Babam Ankara'ya, Atalay Yö- rükoğlu na götürdü beni. O güzel insanla oyuncak dolu bir odada oy- nadım üç gün... O saatler, ömrümün en unutamadığım anlarıdır. Onu sevdiğim için uçağımı anlattım... Ben anlatırken ilgi dolu bakışlany- la dinleyişi gözümün önündedir hâ- lâ... Benim en dost, en sıcak, engü- venilir çocukluk arkadaşlanmdan biridir Atalay Yörükoğlu... Ne mi oldu sonra? Düşlerimden, terasta yaptığım uçağımdan doğal olarak ürken babama şunlan söyle- miş arkadaşım: "Bu çocuğun ka- natlarını sakın kırmayın!.." mancılar önceleri şiiri denemişler son- ra da öyküye (Tomris Uyar hariç), ro- mana ve hatta eleştiriye geçmişlerdir. Örneğin Aziz Nesin, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Fethi Naci bunlann en önde gelenlerindendir. (Kemal Ta- hir'in 1938 yılında Ses dergisinde İs- mail Kemalettin takma adıyla şiirler yayımladığını kaç kişi biliyor ki!) Az- iz Nesin, Fakir Baykurt ünlendikten sonra yeniden şiir(!) yazmış, kitaplaş- tırmışlardır. Aziz Nesin çok ünlü olma- saydı şiirlerini hangi yayınevi cesaret gösterip yayımlardı? Lafi uzatmayalım, işte Hulki Aktunç bu konuda bir "istis- na"dır. Demem o ki Aktunç gerçekten iyi bir şairdir, iyi bir öykücü olmasmın yanı sıra. "Kelebeklerin Sonsuzluğu" o ka- dar incelikler banndıran, o kadar zarif bir şiir ki, dokunsanız bir kelebeğin ka- nadına dokunduğunuz gibi onu uçmak- tan yoksun bırakabilirsiniz. Aktunç'un bu şiirinde ne toplumsal, ne de bireysel bir mesaj saklı. Bir güzellik ki anlaşıl- maz, sadece duyumsanır. Bir yıldız akı- şı. ayın siyah birbulutun arkasından çı- kıp ilk görünüşü, bir serçenin konduğu dalı eğmesi gibi bir güzellikler yuma- ğı. Bir salkımsöğüt dahnın birden esen yelde salınması gibi. "tnsanlığı güzel- İik kurtaracaktır" demişti Dostoyevs- ki. K. Marx da "Güzelliğin yasaları- nın egemen olduğu bir toplum" ide- alini gösterir öğretisinde. Hulki Aktunç kardeşimi kutluyorum. Kelebeklerin Sonsuzluğu Günler ey yankılar düzeni ' kelebekler bekleniyor şimdi kelebekler (1) Günler ey tırtıllar düzeni kelebekler bekleniyor - Yaşınız kaç peki? - Sizin öleceğiniz yaş. (2) Yollanm kaıia kaplı kelebekler bekleniyor - Boyunuz kaçtır peki? - Tabutunuza göredir. (3) Üşenmedim hayattan hiç kelebekler bekleniyor - Kaygınız nedir peki? - Kelebeğin beklenmeyişi... (4) Yalnızım üşüdüm evimden kelebekler bekleniyor - Eviniz nerede peki? - Kendimle komşuyum ben. (5) llkyaz öykü güz romandır kelebekier bekleniyor - Ne yazdıntz peki? - Duyduklanmdan az. HULKİ AKTUNÇ ORTRE/ HULKİ AKTUNÇ 1949 Istanbul doğumlu Hulki Aktunç, ortaöğrenimini askeri okullarda tamamladı. îstanbul Hu- kuk Fakültesi'nde gördüğü öğreni- mini yanda bırakarak bir reklam ajansında çahşmaya başladı. tlk öy- küsünün de yayırnlandığı (1969) Soyut dergisinin yanı sıra, Yeni Edebiyat, Yeni Dergi, Papirüs, Yeni Ufuklar ve yönetimine katıl- dığı Türkiye Defteri (1973-75) dergilerinde öykü, eleştiri ve ince- lemeleri çıktı. Olaylan atlamah ke- sitlerle, konuyu gizleyerek dolaylı bir biçimde veren, üslupça titiz 14 öyküsünü topladığı 'Gidenler Dönmeyenler' (1976) adlı ilk kita- bıyla 1977 Türk Dil Kurumu Öy- kü Ödülü nü, 'Bir Çağ Yangını' (1980) adlı romanıyla 1981 Abdi Ipekçi Roman Ödülü'nü, 'Bir Y- er Göstericinin Hayatı' ile 1989 Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü. 'İn- san Aşklarının Külüdür' ile 1994 Halil Kocagöz Şiir Ödülü'nü, 'Is- tıraplar Ansiklopedişi' ile de 1995 Cemal Süreya Şiir Ödülü'nü ka- zandı. Öykü: 'Gidenler Dönmeyenler' (1976), 'Kurtarılmış Haziran' (1977), 'TenveGölge'( 1985), 'Bir Yer Göstericinin Hayatı' (1989), 'Güz Her Şeyi Bilir'"(1998). Roman: 'Bir Çağ Yangını' (1980), 'Son tld Eylül' (1987). Şiir: 'Sır Kâtibi' (1989), 'Islıkla Tarihçe' (1989), 'Adresim Ayna- lar' (1991). 'Şarkılar' (1992),"'în- san Aşklannın Külüdür' (1993), 'Istıraplar Ansiklopedişi' (1994), 'Bir Şeyin Varoluşu' (2000), 'Fi- rak' (Toplu şiirleri, 2000). Sözlük: 'Büyük Argo Sözlüğü' (1990). Deneme: 'Erotologya' Tiyatro buluşması bugün Kanlı Nigar'la başlıyor. RumeliHharıy nda şenlik var Kültür Servisi - '3. Rume- li Hisan Tiyatro Buluşması' bu akşam İstanbul Büyükşe- hir Tiyatrosu'nun sahneleye- ceği 'Kanlı Nigar' oyunuyla başlayacak. Sadık Şendil'in yazdığı ve Engin Gürmen'in yönettiği oyun, erkeklerden çok çeken bir kadının yaşa- mını ele alıyor. 14 Haziran'a kadar sürecek olan buluşma- da bütün gösterimler saat 21.00'deyapılacak. Yann Ankara Sanat Ti- yatrosu Bertolt Brechfin 'Küçük Burjuva Düğünü' adlı müzikli oyununu sahne- leyecek. Oyunu Yılmaz O- nay yönetiyor. Sunay Akın, tek kişilik gösterisi 'Kumbaradaki Zü- rafa'yla salı günü Istanbullu- lann karşısında olacak. Fer- han Şensoy'un yazıp yönetti- ği tek kişilik gösterisi 'Fer- hangi Şeyler' ise çarşamba günü izlenebilir. Genco Erkal'ın farklı ya- zarlann metinlerinden oluş- nırduğu savaş karşıtı oyunu; 'Yaşasın Savaş' cuma akşamı sahnelenecek. Cumartesi gü- nü Ali Poyrazoğlu'nun yazıp. yönetip, oynadığı tek kişilik gösterisi; 'Ödünç Yaşamlar" tiyatroseverlere sunulacak. Poyrazoğlu bu oyunda insan öykülerini mizahi bir dille an- lahyor. Pazar günü Sadri Alı- şık Tiyatrosu 'Boing Boing' adlı oyunu sahneleyecek. Insanoğlunun kendi doğa- sıyla ne denli baş edebildiği sorusunu çarpıcı ve eğlendiri- ci bir dille anlatan 'Yaşamın Üç Yüzü' 9 Haziran Pazarte- si günü izlenebilir. Tiyatro Stüdyosu'nun sahnelediği oyunun yazan Yasmina Re- za. Salı günü Nibat Sırdar'ın 'î>i Uykular Türkiye', çar- şamba günü Tiyatrofil'in 'Vajina Monologlan' oyun- lan sergilenecek. Kubilay Tunçer'in yazıp Lale Mansur'la birlikte oy- nadığı 'Olağan Mucize- ler'perşembe günü izleyıci- nin karşısmda olacak. Murat- han Mungan ın kurguladığı ve Müşfik Kenter'in rol aldı- ğı 'Bir Garip Orhan Veli' ise izleyiciyle cuma günü bulu- şacak. Tiyatro Buluşması 14 Hazi- ran Cumartesi akşamı Oyun Atölyesi'nin sahneleyeceği 'Dolu Düşün Boş Komış' oyunuyla son bulacak. Steven BerkofTun yazdığı. Haluk Bilginer'in yönettiği oyun, aile ve iş yaşamının, dostluk ilişkilerinin açmazlanm, kor- kulannı ve endişelerini anla- tıyor. (0 212 291 51 96) ESİNTtLER ZEYNEP ORAL Pina Bauschun İstanbul'u... Nereden başlamalı? Ah, nereden, nasıl başla- malı bu yazıya? Kendisi söylemişti: "Istanbul'un büyüsü, Istanbul'un bana verdiği duygular, titre- şimler öylesine güçlü ki, sözcüklere dökemiyo- rum. Zaten dansa bile bu yoğunluğun ancak bin- de birini yansıtabildim..." işte ben de dün akşam izlediğim Pina Ba- usch'un "lstanbul"vyia öylesine sarsıldım ki, iz- lenimlerimi sizlere aktarmakta zorlanıyorum. Pina Bausch'un Istanbul'unda önce insanlar vardı. Hem "maço", hem de kınlgan mı kınlgan erkekler... Erkek egemenliği vardı. Kadınlar var- dı. Gizil bir gücü barındıran ve yayan kadınlar... Bunlar arasında her an degişen, gözle görüleme- yen, elle tutulamayan ama taa derinden hissedi- len ilişkiler vardı. llişkiler yalnız insanlar arasında değil, insanla kent arasında, kentin sulan, kaldınm taşları, tra- fik keşmekeşi, kentin dinamizmi, kokuları, renk- leri arasında da vardı... Dogu ve Batı, korkularla sevinçler, kazanımlarla parmaklarımızın arasın- dan kayıp yitirdiklerimiz, korkulanmızla umutla- nmız arasında da vardı bu ilişkiler. Üç saatlik, hiç "boş" bir anı olmayan, sürekli "buluşlaha" (hayır buluşlarla değil duyarlılıklarla, yaklaşımlarla, tavırlarla) örülü bu eserde, yüreğim ve aklımla "gördüklerime" değil de, gözlerimle gördüklerime gelince: Kadınların saçlan, sanatçının hiçbir koreogra- fisinde bunca ön plana çıkmamıştı. Saçlarımız... Erkeği baştan çıkarmak için kuflandığımız saçla- nmız, onlara hizmet etmek için süpürge ettiğimiz saçlanmız ama aynı zamanda "günaha" girme- mek için bir telini bile gözlerden sakındığımız saçlarımız... Saçlardan ördüğümüz peçeler, du- varlar, korkuluklar... Ince küçük çeneleri, incecik belleri, mübarek elleri, oynak kalçalarıyla, aşktan deli divane ol- muş erkekleri saçlarıyla yatıştıran, onlara kul kö- le olan kadınlar... (Köpek olmaya demeye dilim varmadı...) Ama sahnede aynı kadınların etekle- rinin tutuştuğunu, eteklerinin uçuştuğunu, erkek- ler tarafından nasıl da yüceltildiklerini gördüm. (Evet yükseldiler, yükseldiler). İki bulaşık, iki emek arasında, onlarca çocuk dogurmaktan fırsat bul- duklannda, aşkla kanatlandıklannı (evet kanatla- nıp uçtular!) nasıl da mutlu olduklannı gördüm. Aşk oyunlarındaki yatak yastıklannın, kadının eli- nin hamuruna dönüştüğünü de gördüm. Erkeklerin maçolugunun sabun köpükleri altın- da eriyip gitmesini gördüm. (Ne çok sabun kö- püğü vardı sahnede!) Bir öpücük uğruna bitme- yen çabalannı gördüm. Döne döne, başlan dö- nen, yürekleri dönen erkeklerin "Mecnun"a dö- nüşlerini gördüm... Belki de en çok minicik bir su damlasının (sah- nede) nasıl büyüyüp yayıldığını, Boğaz'a, Mar- mara Denizi'ne dönüşmesini gördüm. Savaş çok yakınımızda olsa da, bizim sularda "çal oynasın vur patlasın"a dönüşen vurdumduymazlığı gör- düm. Marmara'nın öfkesini ve doğurganlığını gördüm. Yürüye yürüye arşınladığımız kaldınm taşlarının sonsuzluğunu gördüm... Sulann akı- şında ve duruluğunda Mevlana'nın fısıltısını duy- dum, derinlere kök salarken, gökyüzüne uzana- bilmeyi gördüm. Hayır, hayır, bunlann hiçbirini değil, sahnede yalnız erotizmle mistisizmin iç içeliğini gördüm. ınsanların tutkularını, kentin sonsuzluğunu gör- düm. Pina Bausch, sanki her an spontone, kendili- ğindenmiş gibi görünen, ama her anı en ince ay- rıntısına dek saptanmış, yerleştirilmiş, çalışılmış eserini, gerçeklerden, düşlerden, çağrışımlardan ve renklerden dokumuştu. Çok karmaşık duygu ve birikimlerin, müthiş yalın dışavurumuydu bu doku. Usta dansçı ve oyunculann yorumlanndaki mükemmellik ve iç- tenlikle bütünleniyordu. Sahnedeki her an yaşa- mın bir başka yüzüydü. Ah! Yaşamla sahne ara- sında keşke sahnede kimi tekrarlara yer verilme- seydi. Peter Pabst'ın sahne tasarımı ve videolan bir büyücünün elinden çıkmış gibiydi. Sularla yarat- tığı mucizeler bir yana, o yalınlıkta, o boşlukta, o sonsuz karmaşayı, çokluğu ve dinamizmi yansıt- mayı başarıyordu. Marion Cito'nun giysi tasarımı, Istanbul'un hem soyluluğunu ama aynı zamanda tüm bu soy- lu birikimlerden arta kalan sıradanlığı içeriyordu. Matthias Burkert'in çok geniş biryelpazeden derlediği, Mercan Dede'den Burhan Öcal'a; Astor Piazzoila'dan Tom Waits'e uzanan mü- zikler Doğu-Batı arasındaki sınırlan kaldınyor; ye- rel olanın derinlere kök saldıkça evrenselliğini vurguluyor, Istanbul'un "rengi" ile "ritmini" bütün- lüyordu. Tümü bir araya geldiğinde Pina Bausch'un İs- tanbul'u sonsuzdu. "Dalgalar" (fînalde insan dal- galan...) gelip geçecek, fstanbul hep sürecekti... Temsilden sonra Mercan Dede, Pina Bausch'a şöyle diyordu: "Siz, bizim için Tann'nın birlütfu- sunuz. Bu gece bana, Istanbul'a en büyük arma- ğanı verdiniz." Aynen öyle... e-posta: zeynep • zeyneporal.com Faks:(0 212)257 16 50 BUGUN • SCHNEIDERTEMPEL'da 15.00'te Cihat Aşkın (keman) ve Çağatay Akyol'un (arp) konseri. (0 212 249 01 50) • SAKIP SABANCI MÜZESt'nde 15.00'te Barok Ensemble ın konseri. (0 212 252 35 00) • CEMİL TOPUZLU AÇnOIAVA TİYATROSU'nda 21.00'de Yaşar'ın konseri. (Biletix:0 216 454 15 55) • TAKStM MEYDANI'nda 'Fetih Şenliği' kapsamında 17.00'de Mazhar-Fuat-Özkan'ın konsen. (0 212 293 31 30) • BİLGİ ÜNTVERSİTESt DOLAPDERE KAMPUSU'nda Banş Girişimi işbirliğiyle düzenlenen etkinlik kapsammda 14.00'te 'Gözler Önünde Saklı' adlı belgeselin gösterimi. 16.00'da Prof. Baskın Oran ve Prof. Turgut Tarhanlı'nın katıldığı söyleşi. (0 212 216 22 22)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle