03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 KASIM 2003 PAZAR CUMHURİYET SAYF JVİjJLiJ. U i i kultur(5 cumhuriyet.com.tr 15 KULE CANBAZI SLTVAY AKUV Fatih'ten 462 yıl sonra!..~T~ T"er ne kadar "Çanakkale r—4 Geçlimez" diyorsak da, JL JL işgal güçleri Boğaz'ı geç- meyi başarmışlardır! Üstelik, Istan- bul, Binnci Dünya Savaşı sırasında saldınya ugrayan. bombalanan bir kenttir. Bunu başaran da, uçak ile birlikte Ikinci Dünya Savaşı 'nın en gûçlü sılahı olacağmı o günlerde tüm dünyaya kanıtlayan denizaltı- lardır. Binbaşı Martin Nasmith komu- tasındaki Ingiliz E-l 1 denizaltısı, ÇanakkaJe'yi geçerek Kız Kulesi yakmlannda pusuya yatar. O sıra- da, Karaköy nhtımmda bir nakliye gemisine Çanakkale'ye götürmek üzere asker ve cephane yüklenmek- tedir. Sudan çıkan E-11 'den iki tor- pil atılırlstanbul'a. Bu saldın, bü- yük bir haber olarak yer alır İngiliz gazetelerinde; cephane dolu gemi- rıin infilak ettiği ve Istanbul'un bundan büyük zarar gördüğü yazı- hr. Oysa Nasmith'in torpidosu nak- liye gemisine değil. ona bağlı oJan bir mavnaya isabet etmiş ve onu ba- tırmıştır! İlfllnç İstanbul fotoğraflan Bu saldın, Fatih SuJtan Meh- met'ten 462 yıl sonra Istanbul'un ilk kez bombalanışıdır. Marmara Denizi 'ne açılarak orada gizlenen E-l 1 ertesi gün Istanbul'a geri dö- nüp saldınnın kentte yarattığı kor- kuyu gözlemler: Gemi seferleri ip- tal edilmiş, Haliç zincirle kapatıl- mıştır. E-l l'in kaptanına yapacak bir tek şey kalmıştır; denizaltının periskopundan fotoğrafçekmek! O da öyle yapar ve böylelikle Istan- bul'un tarih boyunca çekilen en il- ginç fotograflan çıkar ortaya! Işin aslını ararsanız, fstanbul'u torpilleyen denizaltı E-l 1 'den önce Çanakkale Boğazı'nı geçen ilk de- nizaltı Avustralya bandıralı "AJE- 2" olacaktı!.. Henry Stoker ko- mutasındaki AE-2'nin. mayınJarla döşelı Boğazı geçtiği 25 Nisan 1915'ten sonra, iki tngiliz denizal- tısı E-l 1 ve E-l4 de Marmara De- nizi 'ne ulaşmayı başanrlar. Stoker, Marmara'da E-14 ile kar- şılaşmca çok sevinir; çünkü elinde kalan tek torpido ile İstanbul 'a sal- dıramayacağını çok iyi bilmekte- dir. Ne var ki, Ingiliz kaptan Boy- le, Stoker'e torpil vermeyi kabu) etmeyerek ertesi gün yeniden bu- luşmayı tekJif eder. Bu karşılaşma, AE-2'nin de istanbul'un da kaden- ni değiştirecektir!.. istanbul'a saldırmakta kararlı olan Stoker, Boyle ile buluşma ye- rine geldiğinde "Sultanhisar" ad- lı torpido botuyla karşılaşır. Bun- dan sonrasını, denizaltıya burnuy- la çarpan SuJtanhisar'ın kaptanı Ali Rıza Bey'ın 1947'de yayımlanan "AE-2 Denizaltı Gemisini Mar- mara'da Nasü Badrdım" adlı ki- tabından okuyahm. "Bütiin asker- ler birer birer denize atlıyorlar- dı. Geminin üzerinde yalnû süva- risi olduğunu öğrendiğim bir za- bit kalmıştı. Bu kahraman zabit sulara karışmakta olan gemisini terk etmiyor ve Marmara nın mavi sularına gömülmek üzere olan bayrağına selam resmini ifa ediyordu. Vatan sevgisinin bu gü- zel tecellisi, hepimizi mütehassis etmişti. Hepimiz maglup düşnıa- nın karşısında aynı hürmet hissi- ni duyarak namaglup armadanın sulara kanşan bayrağını selamlı- yorduk." Kapısı saatll haplsftane Çanakkale'yi geçen ilk denizaltı olan AE-2, Marmara Denizi'nde beş gün gizlenmeyi başanr. Batışı- nın ertesi günü olan 1 Nisan'da, AE-2 'de görevli Avustralyalı deniz- ciler kendilerini esır alan Sultanhi- sar vapuruyla istanbul'a getirilir- ler. Henry Stoker ve arkadaşlan, es- nafın kapı önüne çıktığı ve çocuk- lann boğaz kesme ışaretı yaptıkla- n bir yol boyunca yürütülerek, Fred ve Elizabeth Bernley adlı iki gaze- tecinin yazdığı "Stoker'in Deni- zaltısı" adlı kitapta tarif edilen şu binaya konulurlar: "İki tane saati olan -biri Türkiye, diğeri İngilte- re zamanını gösteriyordu- kışla- nın büyük kemeraltı yolundan geçtikten sonra, mürettebata kış- Ia hapishanesi olduğu anlaşılan büyük bir odaya girmeleri söy- lendi. Nöbetçiler sigara ve çay ge- tirdi." istanbul'da, kapısındaki saatlerin biri Türkiye, öteki Ingiltere zamanı- ru gösteren kışla hangisidir? Selimi- ye Kışlası olabilir mi?.. Ya da, o yıl- larda Taksim Meydanı 'ndaki parkın yerinde bulunan ama sonradan yıkı- lan Topçu Kjşlası mı?.. Davutpaşa ve Rami kışlalan var bir de!?.. Bu sonınun yanıtı, istanbul Üni- versitesi'nin Beyazıt Meydanı'na açılan tarihi kapısında gizlidir. Çünkü, giriş kapısında iki saat bu- lunan üniversite binası, Birinci Dünya Savaşı yıllannda Harbiye Nezareti olarak kulJanJİmaktaydı!.. Henry Stoker ve arkadaşlan bu ta- rihi kapının altından geçirilerek hücreye konulmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında yalnızca düşman denizaltılar gel- mez îstanbul'a. Müttefikimiz olan Almanlar da Kaptan Hersink ko- mutasındaki U-21 denizaltısını Ça- nakkale'ye gönderirler. 24 Mayıs 1915 tarihinde Çanakkale'ye gelen U-21'in saldınlan sonucunda "HMS Triumph" ve "HMS Ma- jestic" adlı Ingiliz savaş gemileri denizin dibini boylar. Bu durum karşısında îngilizler, aralannda kra- liçelerinin adını taşıyan "HMS Queen Elizabeth"in de bulunduğu donanmayı geri çekmeye karar ve- rirler. Ingiliz deniz istihbaratında görevli olan Compton Mackenzie, ahnan bu karan "Ingiliz Kraliyet Donanması tarihindeki en utanç verici manevra" olarak yorumlar. Yerebatan'da denfzaltı botu L--21,5 Haziran 1915'te giriş ya- par istanbul Boğazı'na. Kaptan Hersink'in gelışine en çok E. l/n- ger sevinir!.. Savaş günlerinde Is- tanbul'da bulunan bir Alman arke- olog olan Unger, denizaltıda bir şiş- me bot olup olmadığını sorar. Her- süık'in "Evet, var" yanıtı üzerine de botun kendisine verilmesini is- ter. Alman arkeolog, U-21'in botu- nu şişirerek Istanbul'un bir tarihi eserinin ilk kez tam ölçüsünün çı- kanldığı gezisini yapar. E. Unger'in, denizaltınuı botuy- la gezindiği yer, Yerebatan Sarru- cı 'dm Yerin altındaki bir sarnıcı doldu- ran eski Bizans suyunda vüzen, bir arkeoloğun nefesiyle şişmiş deni- zaltı botu!.. Söyle ey istanbul.. bana daha de- rinlerdeki sırlannı da söyle!.. HeykeltıraşMehmetAksoy, emekvermeden ( sanatçı'oluverenleriveküratörlüğüeleştirdi Sanat kıyımına artıkson verilmeli SORLJSTÜRMASI MEHMET AKSOY / Uluslararası bir bienalin amacı, katılan ülkelerin sanatlanndaki son eğilimleri bir araya getirmek ve yeni gelişmelerin önünö açmaksa İstanbul Bienali bn amaca ne kadar katkıda balunuyor? 2Küreselleşmeden en çok yarar saglayan çokuluslu ya da büyük ulusal kuruluşlann, bienal vb. sanat etkinlikJerine sponsor olmalan, saaatın, düzeni sorgulayıcı yanını zayıflatıyor olabilir mi? Bu olgunun, sanaün kitlelerden uzaklaşmasında birpayı olduğu söylenebilir mi? Katılan sanatçılann ne oranda temayla ilişkili, ne oranda kendi sanatçı nhelikleriyle seçildiğini dişünüyorsunuz? Türkiyeli sanatçdan bu açıdan nasü değerlendiriyorsunuz? ' Son bienalde de göriildüğü gibi resim, heykel vb. plastik sanatlann yam sıra vıdeo-art, yerleştirme gibi yeni saoat türlerine yöneliş gittikce aroyor. Sizce bunun nedenleri nedir? Sanatçılar, klasik plastik szatlarda artık yeni hiçbir şey yçılamayacağuıı düşünüyor ohbilirler rai? Başka bir deyişle. sizce de resimde, heykelde yolun so^una mı gelindi? 5Bienalde sizi en çok etldleyen, aklınızda kalan iş bangisiydi? Bienalin amacı; son eğilimleri, yeni gelişme- leri, sanatsal içerikten yoksun yenüik ve deği- şikliklen sanat olarak sunmak olamaz. Bu gidi- şin sanatsal gelişmenin önünü kapattığın] düşü- nüyorum. Sanat; yenilik, değişiklik olsun diye yapılmaz. Sanatı hafife almak anlamına gelen bu durum, özellikle genç sanatçı adaylanna çok zarar veriyor. Onlar ki ek hiçbir zorlufa katlan- madan; desenle, boyayla, formla, kompozısyon- la taruşmadan, ellerine video kamera alıp 'sa- natçı' oluveriyorlar. Sanat adına, milyon dolar- lar verilerek yapılan bu sanat katliamına bence artık son v enlmelidir. Niye bunu büyük tekeller, holdingler destek- liyor? Çünkü zararsız ve kişiliksiz, en iyisi bile bir oyun ve espriden öteye gidemiyor. Içeriği boşaltılmış; felsefesi, mesajı, birkarşı duruşu ol- mayan, daha dogrusu olamayan bir israf sanatı. Bienal sanatı -pardon- işi yapanlann, kapitalle bir çelişkilerinin olduğunu sanmıyorum. Can sılcıcı 'laireseHesml?' Işler Bugün küreselleşme, paranın küreselleşmesi anlamına geliyor. Pararun iktidan, onun gücü ve felsefesi -ve maalesef- onun sanatı da oluyor. Ulusal çıkarlar, süper güçlerin çıkarlan doğrul- rusunda belirleniyor. Bılgınin, sanatın küresel- leşmesi de bu kanaldan seyredıyor. Bizimkiler; Amerika'daki performans işi, video işi ya da enstalasyon yapanJarla sanki aynı mahallede, aynı sokakta komşu olarak büyümüşler; aynı de- nilebilecek tepkiler veriyor, aynı zevkleri, aynı esprileri ve aynı buluşlan 'paylaşıyorlar'. Sa- natçı kişiliği ve bu kişihği belirleyen sosyal, coğrafik, etnik olgular yok sayıhyor. Onun için de her yerde birbirine benzeyen can sıkıcı, 'kö- reselleşmiş' işler ortaya çıkıyor. Heykelin, resmin problematığı, 'bienal ifi' yapanlannkiyle aynı değil. Aynm; 'Sanat ne- dir? Ne için yapdır?' sorusunda saklı. Sanat; bir görüşün, felsefenın, bir duygunun, bir me- sajın; renk dilinden, form dilinden ve ses dilin- den çok kişisel yansıması, dışa vurumudur. Ile- tici ve eğiricidir, dnsezisi ve büyüsü vardır. In- sanlara moral gücü verebilir. Nesneler dünyası- nı anlamlandırarak görünenin arkasındakı ger- çeği gösterir. Sanatçılarnasıl seçiliyor? Bir de başımıza son zamanlarda "küratörlük" gibi bir meslek çıktı. Kim bunlar? Sanatçı mı? Hayır! Kim? Sanat ta- rihçisi, eleştirmen yani sanatçılann tarihte ve şimdilerde yaptıklannı araştıran ve bunlan kro- nolojik bir sıraya sokan, çoğu zaman yanlış yo- rumJayan insanlar. Şimdilerde ne yapıyorlar? 'Sanat yapıyorlar.' Nasıl? Sanatçı üzerinden ' anat; yenilik, değişiJdik olsun diye yapılmaz. Sanatı hafife almak anlamına gelen bu durum, özellikle genç sanatçı adaylanna çok zarar veriyor. Japon Ozavva Tsuyoshi'nin 'Sebze Silah' dizisinden, 2003. ortaya bir konu ahyorlar ve sanatçı seçiyorlar. Hatta, konuyla ilgili işler istiyorlar. Sanatçılar, tesadüf, aynı konuyla aynı zamanda iJgileruyor- muş! Küratörgeliyor ve bu işleri seçiyor. Sonuç, komedi. Restm ve heykel devam edecek Sanat eseri her zaman çağuıın duygusunu, i- nanç ve felsefesini yansıtmıştır. Yenidir, kav- ramsaldn" ve bu, taş devrinden, mağara resimle- rinden beri böyledir. Sanatın içinden bunlan so- yutlayıp, yenilik için yeni ve kavTamsallık için de kavram yaparsan, sanat olmaz. Formalizmin batağına düşersin. KavTamsal kargaşa olur. Ge- linen durum da budur zaten. Heykel ve resim yüzyıllardır kendi içinde de- ğişiklikler, ilerlemeler göstermekte. Zamanma şahitlik etmekte, onun bilgisini, duygusunu ta- şımakta ve insanoğlu etten, kemikten ve sudan kalmaya devam ettiği sürece; renk olduğu, form olduğu, dokunma duyusu, aşk duygusu, acı. kor- ku, ölüm korkusu, yaşama isteği, sevme, sevıl- me isteği ve var olma isteği oldugu sürece; ya- ni insanı insan yapan değişmezse, heykel ve re- sim devam edecektir. Kendi gelişme, yenilenme mecrasında topîuma, toplum psikolojisine, fel- sefeye, bilim ve teknolojiye göreceli, dünya sa- nat mirasını arkasına ahp, basamak atlamadan yoluna devam edecektir. Bürün bu bienalkrdeki deneysel ve moda akımlann çıkışmuı teorik düzeyde iflas etriğini ve dünyada tekrar düşüşe geçtiğini; tekrar dese- ne, forma, modele. yani yeteneğe geri dönüldü- ğünü biliyorum. Bu çıkışın, resmin ve heykelin ıçınde bulunduğu tıkanıklıklara işaret ettiğini, akademizme ağır bir darbe vurduğunu kabul ediyorum. Ozüldüğüm; yanlış, önü ve arkası belli olmayan bu anarşist çıkışın genç sanatçı adaylanna verdiği zarar; sanatı hafife alma, sa- nat imajının kaydınlması. Bunun değişmesi, ye- rine orurması kim bilir ne kadar uzun zaman is- ter? Bienaller; katılan sanatçılanyla değil, küratör- leriyle anılır oldu. Baş sanatçı onJar. Hani elbir- liğiyle yapılan sinema gibi, tıyarro gibi bir iş ol- sa; 'yönetmen bu, senarvo bu, oyuncular da bunlar' dersin. Sanki sanatçılar futbolcu, maça çıkanyorsun, sen de tek seçici antrenör. Antre- nörler hiç olmazsa hemen hepsi futbolcu köken- li, hem de iyi futbolcu. Peki ya küratör? Sanat yapım sürecindeki problemlerle yüzleşmemiş, bu bilgiden ve duygudan yoksun bir kişinin, tek seçiciliği ne kadar doğru olur, bilemiyorum. ESINTİLER ZEYNEP ORAL Tam 0 Anda... Tam o saatte, o dakikada orada olmak... Ora- dan geçiyor olmak... Beş dakika önce ya da beş dakika sonra değil de tam o anda... O sabah evden çıkarken telefon çalsa, kapı- dan dönüp telefonu açsa, konuşma uzasa, uzasa, uzasa... Sonunda dayanamayıp hadi geç kaldım, işim var, gitmem gerek deyip de çıksa... Ne bileyim, mesela trafik sıkışsa... Levent'te trafik ışıklanna vardığında, yeşil ışık, kırmızı ol- masa... Ulaşması gereken yere başka bir yol- dan gitmeyi seçse... O otomobile degil de da- ha hızlı ya da daha yavaş giden şu otomobile binmiş olsa... Galatasaray'da bir tanıdığa rastlasa... Ne var ne yok, şu pınl pınl güneşli havaya bak falan dese... Birkaç dakika oyalansa... Ya da hiç oya- lanmamış olsa... Yüzlerce, binlerce, milyonlarca seçenek var- ken yüzlerce, binlerce, milyonlarca olasılık var- ken... Tam o anda, bombaJann patladığı an ora- da olmak.' Biliyorum, insan isyan ediyor! 'Kader' değil bu! Olmamalı. İnsan yaşamı, beş dakika öncelere, beş da- kika sonralara, o köşede değil de bu kö'şede bulunmalara bağlı olmayacak kadar değerli. Tam o anda, orada olanlardan biri de Kerem Yılmazer'di. Tiyatronun, sinemanın, müzikallerin 'efendi' oyuncusu. Ne çok izledim onu sannelerde... Çook çok eskilere gidiyorum. Sanki bin yıl ol- muş gibi, oysa yalnızca 70'li yıllardı. Dormen Tiyatrosu'ndaydı. 'EskıÇamlarBardakOldu'. İlk oyunlanndan... Ne çok, ne çok sevdiği, sevgilisi, kansı, birictk arkadaşı tiyatro oyuncusu Göksel Kortay'a o oyunda mı âş/k olmuştu? Sonra birbiri peşi sıra çıkan o keyifli müzikal- ler. Izleyiciler kadar sahnedekilerin de eğlendi- ği müzikaller. 'Oliver', 'Yaygara 70', 'UyyBalon Dünya'... Ve diğerleri... Aynı zamanda müzisyen olması, gitar çal- ması, şarkı söylemesi, dans edebilmesi, oyun- culuğunun artıları, müzikallerin olmazsa olmaz koşuluydu. Sonra Şehir Tiyatrolan'nda 'Kuşlar', 'Genç Osman', 'Hûrrem Sultan'dan 'BizansDüştü'ye uzanan sayısız oyun... Hiç boş durmayan, ça- lışkan ve hep çalışan sahne emekçisi... Sahne dışında ise hep 'efendiliği, iyiliği, iyi kalpliliği, yak/n ve uzak çevresindeki tüm insan- lara sevgiyi, saygıyı sürdüren; bu sevgiyi say- gıyı yüzündeki gülümseme, gözlerindeki panl- tı, yüreğindeki sıcaklıkla yayan bir kişilik... Biliyorum insan isyan ediyor, tam o anda Ke- rem Yılmazer'in de tam orada olmasına! Ne kadar isyan etsen azdır Sevgili Göksel Kortay! Bu 'kader' değil! Olmamalı. Bu terorizm. Yani bu ülkede yaşayan her bi- reye, herkese, her birimize yönelik vahşet. Ülkemin, Istanbulumun, kan okyanusunda yüzdüğü o meşum gün, hepimiz telefonlara sa- rılıp yakınlanmızı, sevdiklerimizi aradık. Çıldırasıya korktuk. Ancak onlara ulaşabildiğimizde rahat bir ne- fes alabildik. Oh benimkiler değil! Benim çocuklanm, be- nim eşim, benim anam babam, benim ailem değil... Böyle deyip rahat ettik... Ne büyük haksızlık! Ne büyük utanç! Benimkiler değil, dedik... Ama başkalannın ki! Şunu anlamayız: Bugün 'benimkiler' ya da 'başkalanntnkiter' yok!.. Bugün, hepsi bizim çocuklanmız, bizim eş- lerimiz, bizim yakınlanmız, bizim ailemiz, bizim dostlanmız, bizim sevdiklerimiz, bizim insanla- nmız. Bugün, 'terörûn gücüne' de, 'gücün terörû- ne' de teslim olmama günüdür. Ancak bu teslim olmamada birleştiğimiz an, düze çıkabiliriz. e-posta: zeynep ' zeyneporal.com Faks:(0 212)257 16 50 JaponbastoresMeriaç*arttrmada • PARİS (AFP) - Çoğunluğu kişisel koleksiyonlarda bulunan Avrupa'daki son Japon baskı resim örnekleri önümüzdeki hafta Paris'te açık arttırmada satışa sunulacak. Huguette Beres Koleksiyonu'ndaki 18. ve 19. yüzyıla ait desen, çizimii kıtaplar ve ahşap basİa resimlerin bir bölümü, geçen yıl kasım ayında yapılan bir açdc arttırmada satılmıştı. Galerie Beres'in yöneticiliğini yapan Huguette'in kızı Anisebelle Beres, bu koleksiyonu oluşturmanm 25 yıldan fazla zaman aldığını, annesinin bu koleksiyonu 1952 yılında açtığı müzede sergilemesiyle unutulmaya yüz tutan Japon baskı sanatma dikkat çekerek dünya kültür mirasına büyük katkı sağladığını vurguladı. Bu yapıtlan satışa sunmaktan üzüntü duyduğunu da ekleyen Beres, bazılannm müzeler tarafinan satın alınacağını umduğunu belirtti. BUGUN • CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU'nda 20.00'de CRR Dans Tiyatrosu'ndan 'Kimlikler'. (0 212 232 98 30) • DEĞİRMEN SANATEVİ'nde 21 OO'de Grup Alkala'nın konseri. (0 212 245 70 06) M BtLGİ ÜNİVERSİTESİ DOLAPDERE KAMPUSü'nda 14.00 ve 19.00'da 'Benim Cici SUahım', 16.30 ve 21.30'da '11 Eylöl' adlı filmlerin gösterimi. (0212 293 50 10) • NAZIM KLLTÜREVİnde 19 OO'da 'Nisan Devrimi' adlı fiknin gösterimi. (0212 245 04 81) • TARIK ZAFER TUNAYA KÜLTÜR MERKEZİ'nde 14.00 ve 19.30'da 'Hayatın Tek Yolculuğu' adlı fiknin gösterimi. (0212 293 12 70)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle