22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 AĞUSTOS 2002 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ FIK1NCIAL1TMES Avrupa Türkiye'ye yeniengel çıkarmasın AJNTtXRA(ANKA)Av rupa Birliği üyeliği yolun- da önemli engelleri kaldı- ran Türkiye'nin karşısına, AB 'nin "Jûbns" gibi baş- ka engeller çıkarmaması gerektiği bildirildi. Financial Times ga^ete- sinde. Dani Rodrik ve So- B Ozel imzasıyla yayımla- nan değerlendırmede, Tür- kiye açısından en önemli sorunun "bu değişikKkle- rin ekonomik krizden kur- tulmava çaJışan Türldye'ye ekonomikve siyasi istiikra- ngetiripgetirmeyecegr' ol- duğu savunuldu. Siyasi ve ahlaki açıdan yıpratır Bu sorunun cevabının AB'nin tutumuna bağlı ol- duğunun vurgulandığı de- ğeriendirmede, Türkiye'nin karşısına Kıbns gibi bir başka engel çıkanlmama- sı gerektiği, çünkü bımun modernleşme yolunda olan bir ülke için siyasi ve ah- laki açıdan yıpratıcı olaca- ğı belirtildi. AB kapısınınMüslütnan ülkeleriçinkapalı olduğu- nu 1996 yıhnda duyuran Avnıpa Hıristiyan Demok- ratik Partisi'nin bu tutu- munun, siyasi olarak Tür- kiye açjsından endişe veri- ci olduğunun ifade edildi- ği değerlendirmede, "Eger ABTürkiye'yemodernkş- mesüretindesahipçıkrnaz- sa Avrupa kendi küftürel geleceği açısından büyük bir alün ftrsatı kaçınr ve Türkiye'yi istikrarsızhğa doğru sürükler'' denildi. Kopenhag'agidiyor Yûmazhn gündemi AB üyeüği AYHANŞtMŞEK ANKARA - Başbakan Yardımcısı ve ANAP lide- ri MesutYıbnaz, hüküme- tiı AB reformlaruıı anlat- mak ve müzakere tarihi is- tanek ıçin sab günü Kopen- hig'a gidiyor. Yılmaz'ın, AB Dönem Başkanlığı'nı yariiten Danimarka'da, Eaşbakan Anders Fogh Easmussen ve Dışişleri Ba- kmı Per StigMöDer ile bir a*aya geleceği öğrenildi. /B Genel Sekreteri Büyü- lelçi Mjlkan Viıral'ın eş- lk edeceği Yılmaz'ın Ey- lil'de ce diğer üye ülkele- r kapsayan bir Âvrupa ru- nna çıkması bekleniyor. Tüıfcye, 3 Kasım seçim- l:ri neceniyle iç politikaya cdaklaıırken AB'nin ge- nşleıre takviminde geri sryım sürüyor. Türkiye'nin iıl sotundaki Kopenhag İ>oruğı'nda müzakere ta- ıhi alabilmesi için temas- krda hılunmak ûzere ilk darakDanımarka'ya giden "ılmaz. Dönem Başkanı'ra onreformlarlaTürkiye'rıin loponag ölçütlerini kar- ılarduuma geldiği konu- unda isnaya çahşacak. Yıl- laz'uıziyareti, AB üye ül- elericn dışişleri bakan- annın:0-31 Ağustos tarih- :rinde yapacaklan resmi lmayaı toplantı öncesin- e genekleşmesi nedeniy- ; de öıem taşıyor. Danmarkalı yetkililer, utaa: ile yapılacak gö- üşmetrde Türkiye'nin ar- ığı soı adımdan duyduk- an mennuniyeti ifade ede- eklerni dile getirdiler. Prof. Dr. Boratav, Türkiye'de IMF ve Dünya Bankası hegemonyasına son verilmesi gerektiğini savunuyor Dış etkenlere teslim olmamah JL ürkiye'de Dünya Ticaret Örgütü ve Gümrük Birliği'nin iktisat politikalan açısından bağlayıcı politika parametrelerinin dışında kalmaya özen gösteren bir yönelişi savunmamız gerekiyor. Bu, dünyadan dışlanmak anlamına gelmez. Doğal olarak bu türden bir seçim ise, IMF ve DB'nin Türkiye'deki iktisat ve sosyal alandaki hegemonyasına son vermeyi gerektirir. rürkiye deneyimine baküğmız- da siyaserin toplumsal yöne- timde etkinsizlik yarataği doğ- nıdeğilıni? Ahmet H. Köse: Siyasetin do- ğası gereği tarafsız olduğunu savunmak an- lamsızdır. Önemli olan toplumun. kamusal alanlara ilişkin tercihlerini doğru olarak yansıtabilecekleri demokratik dönüşümle- ri sağlayabilmek ya da mevcut tepkileri cid- diye alabilmektir. Hepimizinyakındığı Tür- kiye'nin siyasal pratiğindeki olumsuzluk- lar kamusal alanın kirlenmesindeki temel etmendir aynı zamanda. Bu, KlT'Ierin ve- rimsizliğinin, sağlık ve eğitim gibi kamu- sal hizmetlerin kötü ve eksik sağlanması- nın da ardındaki temel etmendir. Yoksa, birçok araştırmanın da gösterdiği gibi, bir işletmenin kamu ya da özel mülkiyette ol- masıyla mikro düzeydeki verimlilik ya da etkinlik arasında zorunlu bir bağ yoktur. Kamusal alandaki kararlara vatandaşlannı- zın doğrudan katılımını gerçekleştiremi- yorsanız sorun demokrasinizde demektir. Toplumumuzdaki bu olumsuzluğu veri alıp, her şeyin piyasaya terk edilmesi ise yeni ve daha kalıcı bir sorunun başlangıcı demek- tir. Zira piyasa, tarih boyunca hiçbir zaman ve hiçbir yerde teorik modellerde olduğu gi- bi eşitlerin buluştuğu bir yer olmamıştır. Tüm toplumsal hayah piyasa haline getir- mek, insanlık tarihinin kazandığı başka de- neyimleri, örneğin kamu alanını, hukuku, kültürü yok saymak anlamına gelir. Bu kuş- kusuz piyasayı ve onun mantık bütününü hafife almak anlamına gelmez. Ancak unu- tulmamalı ki iktisat ve onun sadece bir öğe- si olan piyasa, toplumsal oluşumun yalnız- ca bir parçasıdır, tümü değil. Bu süreç içerisindebizimki gibi ülkelerin iktisadi kalkınma arayışlanna ne oldu? Ya- ni kalkmnıa probJemitümüyleottadan kalk- ümı? ErinçYekian: Dikkatedelim, artıkgünü- müz iktisat yazmında "getişmiştik-azgetiş- mjştik" sorunsalı yerüıe "finansal getiri'' so- runlannın ön planda olduğunu görüyoruz. Artık "azgeüşmiş ülketer" tanımı iktisat ya- zınından sessiz sedasız çıkartılmış, yerine "yükseten piyasalar" kawamı konulmuş durumda. Dolayısıyla, azgelişmişlik bir so- run olmaktan çıkartılmış, azgelişmiş ülke- ler de artık "yükselen pıyasa"ya dönüştü- rülmüşler. Oynanan oyun Bu arada kapitalistler. ücretli emek, sanayi serma- yesi, sabit sermaye yannmcı- sı gibi öğeler gene yerini "pi- yasa oyuncularT, "hisse senedi - veya repo-yaûnmcılan'' gibi kav- ramlara bırakmış. "Oyuncular" sözcüğü gerçekten de spekülatif parasal hareketle- re dayanan günümüz küreselleşmesini çok iyi tanımlıyor. Çünkü artık reel yatınm, reel üretim, is- tihdam gibi sorunlar ikincil önem taşıyor. Aslolan piyasada "oynanan qj r un''dur. Pi- yasada oynanan bu spekülatif oyunun esas içerdiği ise kumarhane kapitalizmidir. îşte ülkemizde, medyatik bir ifadeyle, "finansal serbestieştirme ve küreselleşen dünyaya ayakuydurma" sloganıyla kamu- oyuna duyurulan bu süreç, aslında, özü iti- banyla spekülatif niteliklere dayanan ve re- el yatınm davranışlanndan ziyade, rantiye tipi girişimleri besleyen ve sanal bir dün- yayı tanımlayan bir ideolojinin egemerüi- ğine yol açmıştır. Bu şartlaralrında, neo-li- beral hegemonyanın azgelişmiş uluslara önerdiği "kaUaiuna" modeli. daraltıcı pa- ra ve maliye politikalanna dayanmakta ve yüksek fînansal getiri ve devalüasyon ris- kinden anndınlmış bir döviz kuru sistemi- ni amaçlamakta. Bu yapı alûndamerkez ban- kalan "siyasetten bağunsız" kıhnarak, sa- Ekonomik bunalımdan toplumsal bunalıma Uzmanlar tartıştı Prıyasa, hiçbir zaman ve hiçbir yerde teorik modellerde olduğu gibi eşitlerin buluştuğu bir yer olmamıştır. Tüm toplumsal hayatı piyasa haline getirmek, insanlık tarihinin kazandığı başka deneyimleri, örneğin kamu alanını, hukuku, kültürü yok saymak anlamına gelir. Unutulmamalı ki iktisat ve onun sadece bir öğesi olan piyasa, toplumsal oluşumun yalnızca bir parçasıdır, tümü değil. ANKHRR Prof. Dr. Boratav ile aynı görûşü paylaşan BES Ankara 1. Şubesi üyeleri de IMF'nin hegemonyasının kalkmasııu istivor. dece ve sadece ulusal paranın değerini ko- rumakla görevlendirilrnekte ve bu amacın dışında başka hiçbir rol oynamamalan için ellerindeki bütün müdahale olanaklan kı- sıtlanmaktadır. Kamunun maliye politika- lan ise doğrudan doğruya "faizdışı fazlave- ren bütçe" amacına mahkûm edilmektedir. Kamu rüketim ve yatınm harcamalannda olağanüstü kesintiler pahasına sağlanması beklenen bu politika sonucunda kamusal ala- nın sınıriannın alabiJdiğince daraltılması öngörülmekte ve kamunun geleneksel ola- rak kâr amacı gütmeyen tüm sosyal altya- pı faaliyetleri finansal sermayenin spekü- latif faaliyet alanına çekilmektedir. Böyle- ce neoliberal politikalann savunuculan az- gelişmiş ülkelerin sanayileşme, planlı ya- tınmlar gibi özgün kalkınma stratejileri ge- liştirmek suretiyle uluslararası sermaye akımlanna ayak bağı olmaması gerektiği- ni dikte etmektedir. Merkez bankalannın gö- re\i fıyat ve kur istikrannı sağlamak ve ulusal piyasada yüksek finansal getiri dü- zeyini korumak olmalı: kamu maliyesi ise doğrudan doğruya uluslararası sermayenin çıkar alanını genişletmek için gerekli tüm tedbirleri almakla koşullandınlmalıdır. Bütün bu politikalar ise küreselleşmenin nimetlerinden yararlanılabilinmesi safsa- tası altında pazarlanmaktadır. Bu söylem- deküreselleşme ken'anına geç kalmadan ka- tılmak için gerekli olan tek şey yabancı ser- maye için büyük bir "hoş geklin partisi" düzenlemektengeçiyor. Işte, 1989'daalınan 32 sayılı karar, yani Türkiye'nin yabancı ser- maye hareketlerine tümüyle açılması da bu hoş geldin partisinin davetiyesi oldu. Ardın- dan da 1990'h yıllarda yaşadığımız devre- vı krizler yaşandı ve Türkiye'nin EMF ve DB'nin tümüyle kontrolüne gireceği ko- şullar oluştu. Bu anlattıklannızuı ışığmda gjderek ulus deviederin kendi kaderlerinemüdahak alan- lanıun daraldığını: dolayısı>1a bu dönüşü- me karşı çıkmanın imkânsız olduğunu soy- lemek mümkün mü? Korkut Boratav Bu doğrultuda Türkiye yapısındaki ülkeleri etki altına alan çok güçlü bir ^eknesaklaşörma" rüzgânnın esmekte olduğu doğrudur. Ancak son yir- mi yılın bilançosunu çıkanrsak, gelişmek- te olan ülkeler grubunda en hızlı büyüyen ülkelerin, iktisat politikalan alanında ulu- sal düzlemdeki hareket serbestisini en ge- niş tutan Çin, Güney Kore ve Tayvan ve kıs- men Hindistan gibi Asya ülkeleri olduğu- nu; dış etkenlere büyük ölçüde teslim olan Latin Amerika ve eski sosyalist ülkelerin ise periyodik krizlere ve durgunluğa mah- kûm olduklannı gözlemekteyiz. Bana gö- re, Türkiye bakımından DTO ve Gümrük Birliği'nin iktisat politikalan açısından bağ- layıcı politikaparametrelerinin dışında kal- maya özen gösteren bir yönelişi savunma- mız gerekiyor. hegemonyasına son Bu, sıkça savunulduğu gibi, dünyadan dışlanmak. dünya- nın dışında kalmak anlamına gelmez. Doğal olarak bu türden bir seçim ise IMF ve DB'nin Türkiye'deki iktisat ve sosyal alandaki hege- monyasına son vermeyi gerektirir. Ancak.Türkiye'nin çokyüklü birdış kay- nak gereksinimine nıuhtaç olduğu; EVIF ve Dünya Bankası'mn bu gereksinimi karşüa- mak için sahneye çıküklan; ekonomi yöne- timine "paravı verenin düdüğücahnası'' ne- denhieegemenoktuldandoğrudeğil midir? Türkiye'nin borçkarnesi Programı uygulayan ve destek veren çevrelerce dış iç borçlanmasuun sürdürülebilirliği üzerindeki kaygılann yersiz olduğunu; yurtiçindeki nominal ve reel faiz hadleri son iki ^ayda epey artnıış olsa bile, iç^orçlann döndürülmesinde sorun olmadığı öne sürülüyor. Dış borçlanmamn sürdürülebilirliği üzerinde bir yargıya varabilmek için Ocak 2000-Nisan 2002 dönemindeki ödemeler dengesini yakından incelemekte yarar var. Bu dönemde Türkiye ekonomisi 7.1 miryar $'lık cari açık verdi, sermaye hareketlerini 9.0 milyar S'lık açıkla kapadı, rezervlerini mütevazı ölçülerde (1.2 miryar $) arttırdı. Bütün bu döviz talepleri IMF'nin net 17.3 milyar $'lık katkısı ile karşılandı. Sermaye hareketlerinin daha yakından incelenmesi, portföy yatınmı ve kısa vadeli sermaye girişleri net bakiyesinin negatif olduğunu (sırasıyla - 2.9 ve -12.7 milyar $), 3 milyar $'lık doğrudan yabancı yatınmm hemeırtümüylebif tektîSM telefon lisansına bağlanabileceğini gösteriyor. Bu gelişmeyi tamamlayıcı bir görünüm de dış borç yükünün seyri ile ilgili. 1999 sonundan 2002 Mart sonuna kadar Türkiye'nin dış borçlan 14.5 milyar $ arttı; bu artış kamu kesimi borcunda 20.5 milyar $ artış ile özel kesim borcunda 6.0 miryar S azalış sonucunda oluştu. Türkiye'nin borç stoku uzun vadeli borçlarda 23.0 miryar $ artış, kısa vadelilerde 8.4 milyar $ azalış ile kısmen uzun ve orta vadeli borçlara dönüştü. K. Boratav Türkiye gelişmekte olan eko- nomiler içinde cari işlem açıklan ılımlı bo- yutlarda olan bir ülkedır. Yani, döviz kuru dış ricarete dönük bir politika aracı olarak kulanılabilirse ve dış ticaret politikalan DTÖ kurallan içinde kalınarak yürütülür- se, yüzde 6-7 dolaylannda büyüme hızla- nnın neden olacağı cari işlem açıklan mil- ligehnn yüzde 1.5'inigeçmeyecektir. 1980 sonrasımn verileri ve parametreleri bize bunlan gösteriyor. Bunlar ıhmlı, rahatlık- la sürdürülebilir boyutta dış açıklardır. Ne var ki, sermaye hareketleri üzerinde 1989 sonrasında gerçekleştirilen serbestleşme nedeniyle, Türkiye'ye sermaye girişi, cari işlem açıklanndan bağımsızlaşmıştır. 1 do- larlık cari açık, ortalama olarak dört dolar- lık sermaye girişine yol açmış; aradaki fark abartılı rezerv birikimine, yerli aktörlerin kayıt-içi ve kayıt-dışı sermaye çıkarmala- nna tahsis edilmiştir. Böylece 1989'u izle- yen on yılda 14 milyar dolar cari işlem açı- ğı veren Türkiye ekonomisi, dış borcunu 60 milyar dolar arttırma a başans"nı sağla- mıştır. Dış borcun cari işlem dengesi için- de yer alan faiz yükümlülüklerini ödemek hiçbir zaman sorun olmamıştır. "NonnaT yıllarda, örneğin 1995-1999 yıllan içinde, dış borcun anaparasını vadesi gelen kredi- ler yenilenerek döndürütaıesi de sorunsuz gerçekleştirilmiştir. Ancak, finansal karga- şa ve kriz ortamında, alacaklılar borcun ye- nilenmesini redderakleri zaman, ciddi ükan- malar doğmuştur. Işte "borcun çevrflmesi" krizi bu anlamı taşır. Önerilen çözüm (a) IMF kaynaklan ve (b) cari işlemlerde yaratılan fazla ile borç anaparasının ödenmesidir. Büyük bir dış borç stokunu cari işlem fazlası yarata- rak; büyük bir iç borç stokunu da bütçede faiz dışı fazlagerçekleştirerek azaltmaya kal- kışmak büyük bir haksızlıktır. Zira, kamu sektörü fazlası yaratmada iç faizlerin veya borç kâğıtlannın vergilenmesi seçenekleri tamamen gündem dışı tutulmakta ve ope- rasyon, esas olarak dolaylı vergileri artnr- mak; kamu hizmetlerini daraltmak ve ka- mu yatınmlanm sıfırlamak yollan ile sınır- lı kalmaktadır. Borç krizinin yükünü alacak- lılara değil, olduğu gibi borçlulara yıkmak; açıkçası Türkiye halkını yoksulluğa mah- kûm etmek demektir. Şu anda dünyanın en büyük borçlusu olan ABD'nin dış alacaklılan "borcunu öde" talebinde bulunsalar, ABD ekonomisi çö- küntüye uğrar. ABD'nin kaldıramayacağı biryüİcü Türkiye ekonomisinin ve halkının omuzlanna yıkmak insafsızlığmı reddet- memiz gerekir. IMF sorunlaıi agırlaşürdı Dış borç krizinin koşullan IMF progra- mınm vürürhığe girdiğiArahk 1999'da yok mukü? Korkut Boratav: Dış borç stoku cari iş- lem açığından bağunsız büyüdükçe ve bel- li bir eşiği aştıkça potansiyel olarak bir dış borç krizi gündeme girmiş ohır. Arahk 1999 IMF programı, Türkiye'yi bir finansal kri- ze sürükledıği için bu potansiyeli hayata geçirmiştir. Bu nedenle, dış açık sorununun olmadığı 1998-99 yıllannda IMF ile yakın ilişkiler kurmamn da zorunlulugu yoktu. Ekonominin özellikle iç borç faiz yükün- den ve daha önce değindiğimiz sermaye hareketlerinin serbestleşmesinden kaynak- lanan kronik sorunlan vardı; ancak IMF programlan bu sorunlan hafifleştirmedi; aksine daha da ağırlaştırdı. Programıbütün olarak nasıl değerlendir- iyorsunuz? Ük olarak ndernedeflendiveln hedeflerneviamaçlrvordu? Hedeflerintut- turulduğu yönündeİd iddialan nasıl değer- lendiriyorsunuz? Oktar Türel: "Hedefleri rufrurduk. iyi yoJdavTZ* türünden beyanlar Kasım 2000 ve Şubat 2001 kazalanndan önce de sık sık du- yulmuştu. Burada şunu beürtmekle yetine- biliriz: Bu hedeflerin tutturulması ekono- mimizi yıkıma götüren IMF patencli poli- tikalareşiğinde gelecek daha derinbunahm- lann temellerinin atdması demektir. Bu ana saptamanın ardından, müsaade ederseniz, programm kur ve borçlanma politikalanna yönelik değerlendirmelerimi yapmak iste- rim. Biündiği gibi, programı uygulayan ve destek veren çevreler "dalgab kurrejimi,do- ğaa gereği, keskin döviz kuru hareketlerini dışladığıiçin, bundan sonra ekonomimizde bunatun koşullan oiuşmaz" iddiasındadır- lar. Ancak, gözlendiği gibi, dalgalı kur re- jimi, ekonomimizi denge döviz kuruna yak- laşhrmamış. nominal ve özellikle reel kur, Merkez Bankası'nın döviz piyasalanna mü- dahale etmekteki isteksizliğinin de etkisiy- le, son on beş ayda son derece çarpıcı iniş- çıkışlargöstermiştir. Çok şikâyet edilen ve girişimcilerin karar almalannı güçleştiren belirsizlik dalgalı kurrejimi altında da sür- mekte, keskin ve kısa süreli olanlar yerine yaygın ve sona ereceği ufukta görülmeyen bunalım evTeleri yaşanmaktadır. Borç bataflına saplandı Borçlann durumu ve yukandaki diğer gözlemler, bi- zi şu saptamalara götürüyor (i) Ödemeler dengesinin sermaye hesabını denkleştirebilmek için 2003 'te kısa vadeli ve/veya özel borçlanmalara bel bağlamak zor. Türki- ye'ye güvenemediği için 2002'de ülkeyi terk eden uluslararası para sermayesi nasıl olacak da bu eğilimini değiştirecek? (ii) 2003 'te vadesi gelen ve (döndünileceği var- sayılan ticari krediler dışında) 12 miryar dolar civannda olacağı sanılan borç anapa- ra ödemesi için IMF ve Dünya Bankası kay- naklanna yaslanmanın bize nasıl bir bedel ödeteceği şimdiden tahmin edilebüir. (iii) Benzer şekilde, öngörülebilecek doğrudan yabancı sermayegirişleri de2003 'ün dış fi- nansmanı için yeterli olamaz. (iv) Serma- ye hesabını denkleştirebilmek için Türki- ye'nin çok yüksek ölçülere varan cari işlem fazlalan vermesi, toplam gelir ve harcama- larm radikal bir biçünde kısılması ve itha- latın daraltılması ile mümkün olabilir. Bu- nun anlamı, 2003'te Türkiye'nin taşıyama- yacağı bir resesyondur. Kamu iç borçlann- daki gelişmelere bakalım. Kamu iç borcu- nun döndürülebilmesi, sadece yaratılan ve hedefleri tutturduğu ileri sürülen birincü fazla ile ilgili değil, aynı zamanda reel fa- iz hadleri ve ekonomik büyüme ile de ilgj- lidir. Reel faiz oranını 2002'nin hiçbir ayın- da yüzde 7'nin altına düşüremeyen ve_^ 2002'nin en az üç aymda yüzde 15-25 çev- resinde reel faiz hadlerini kabule zorlanan Hazine'nin kamu iç borçlanmasuıı, üstefik büyüyemeyen bir ekonomide, sürdürebil- mesi için mucizeler bile yetmez. Türkiye 'yi, "Bugün içiniç borçlanmada sorun yokrur'1 diyen anlayış, borç batağına saplamıştr. Yarın. Program krlz yarattı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle