Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 AĞUSTOS 2002 CUMA CUMHURİYET SAYFA
DİZİ
FIK1NCIAL1TMES
Avrupa
Türkiye'ye
yeniengel
çıkarmasın
AJNTtXRA(ANKA)Av
rupa Birliği üyeliği yolun-
da önemli engelleri kaldı-
ran Türkiye'nin karşısına,
AB 'nin "Jûbns" gibi baş-
ka engeller çıkarmaması
gerektiği bildirildi.
Financial Times ga^ete-
sinde. Dani Rodrik ve So-
B Ozel imzasıyla yayımla-
nan değerlendırmede, Tür-
kiye açısından en önemli
sorunun "bu değişikKkle-
rin ekonomik krizden kur-
tulmava çaJışan Türldye'ye
ekonomikve siyasi istiikra-
ngetiripgetirmeyecegr' ol-
duğu savunuldu.
Siyasi ve ahlaki
açıdan yıpratır
Bu sorunun cevabının
AB'nin tutumuna bağlı ol-
duğunun vurgulandığı de-
ğeriendirmede, Türkiye'nin
karşısına Kıbns gibi bir
başka engel çıkanlmama-
sı gerektiği, çünkü bımun
modernleşme yolunda olan
bir ülke için siyasi ve ah-
laki açıdan yıpratıcı olaca-
ğı belirtildi.
AB kapısınınMüslütnan
ülkeleriçinkapalı olduğu-
nu 1996 yıhnda duyuran
Avnıpa Hıristiyan Demok-
ratik Partisi'nin bu tutu-
munun, siyasi olarak Tür-
kiye açjsından endişe veri-
ci olduğunun ifade edildi-
ği değerlendirmede, "Eger
ABTürkiye'yemodernkş-
mesüretindesahipçıkrnaz-
sa Avrupa kendi küftürel
geleceği açısından büyük
bir alün ftrsatı kaçınr ve
Türkiye'yi istikrarsızhğa
doğru sürükler'' denildi.
Kopenhag'agidiyor
Yûmazhn
gündemi
AB üyeüği
AYHANŞtMŞEK
ANKARA - Başbakan
Yardımcısı ve ANAP lide-
ri MesutYıbnaz, hüküme-
tiı AB reformlaruıı anlat-
mak ve müzakere tarihi is-
tanek ıçin sab günü Kopen-
hig'a gidiyor. Yılmaz'ın,
AB Dönem Başkanlığı'nı
yariiten Danimarka'da,
Eaşbakan Anders Fogh
Easmussen ve Dışişleri Ba-
kmı Per StigMöDer ile bir
a*aya geleceği öğrenildi.
/B Genel Sekreteri Büyü-
lelçi Mjlkan Viıral'ın eş-
lk edeceği Yılmaz'ın Ey-
lil'de ce diğer üye ülkele-
r kapsayan bir Âvrupa ru-
nna çıkması bekleniyor.
Tüıfcye, 3 Kasım seçim-
l:ri neceniyle iç politikaya
cdaklaıırken AB'nin ge-
nşleıre takviminde geri
sryım sürüyor. Türkiye'nin
iıl sotundaki Kopenhag
İ>oruğı'nda müzakere ta-
ıhi alabilmesi için temas-
krda hılunmak ûzere ilk
darakDanımarka'ya giden
"ılmaz. Dönem Başkanı'ra
onreformlarlaTürkiye'rıin
loponag ölçütlerini kar-
ılarduuma geldiği konu-
unda isnaya çahşacak. Yıl-
laz'uıziyareti, AB üye ül-
elericn dışişleri bakan-
annın:0-31 Ağustos tarih-
:rinde yapacaklan resmi
lmayaı toplantı öncesin-
e genekleşmesi nedeniy-
; de öıem taşıyor.
Danmarkalı yetkililer,
utaa: ile yapılacak gö-
üşmetrde Türkiye'nin ar-
ığı soı adımdan duyduk-
an mennuniyeti ifade ede-
eklerni dile getirdiler.
Prof. Dr. Boratav, Türkiye'de IMF ve Dünya Bankası hegemonyasına son verilmesi gerektiğini savunuyor
Dış etkenlere teslim olmamah
JL ürkiye'de Dünya Ticaret Örgütü ve Gümrük
Birliği'nin iktisat politikalan açısından bağlayıcı
politika parametrelerinin dışında kalmaya özen
gösteren bir yönelişi savunmamız gerekiyor. Bu,
dünyadan dışlanmak anlamına gelmez. Doğal
olarak bu türden bir seçim ise, IMF ve DB'nin
Türkiye'deki iktisat ve sosyal alandaki
hegemonyasına son vermeyi gerektirir.
rürkiye deneyimine baküğmız-
da siyaserin toplumsal yöne-
timde etkinsizlik yarataği doğ-
nıdeğilıni?
Ahmet H. Köse: Siyasetin do-
ğası gereği tarafsız olduğunu savunmak an-
lamsızdır. Önemli olan toplumun. kamusal
alanlara ilişkin tercihlerini doğru olarak
yansıtabilecekleri demokratik dönüşümle-
ri sağlayabilmek ya da mevcut tepkileri cid-
diye alabilmektir. Hepimizinyakındığı Tür-
kiye'nin siyasal pratiğindeki olumsuzluk-
lar kamusal alanın kirlenmesindeki temel
etmendir aynı zamanda. Bu, KlT'Ierin ve-
rimsizliğinin, sağlık ve eğitim gibi kamu-
sal hizmetlerin kötü ve eksik sağlanması-
nın da ardındaki temel etmendir. Yoksa,
birçok araştırmanın da gösterdiği gibi, bir
işletmenin kamu ya da özel mülkiyette ol-
masıyla mikro düzeydeki verimlilik ya da
etkinlik arasında zorunlu bir bağ yoktur.
Kamusal alandaki kararlara vatandaşlannı-
zın doğrudan katılımını gerçekleştiremi-
yorsanız sorun demokrasinizde demektir.
Toplumumuzdaki bu olumsuzluğu veri alıp,
her şeyin piyasaya terk edilmesi ise yeni ve
daha kalıcı bir sorunun başlangıcı demek-
tir. Zira piyasa, tarih boyunca hiçbir zaman
ve hiçbir yerde teorik modellerde olduğu gi-
bi eşitlerin buluştuğu bir yer olmamıştır.
Tüm toplumsal hayah piyasa haline getir-
mek, insanlık tarihinin kazandığı başka de-
neyimleri, örneğin kamu alanını, hukuku,
kültürü yok saymak anlamına gelir. Bu kuş-
kusuz piyasayı ve onun mantık bütününü
hafife almak anlamına gelmez. Ancak unu-
tulmamalı ki iktisat ve onun sadece bir öğe-
si olan piyasa, toplumsal oluşumun yalnız-
ca bir parçasıdır, tümü değil.
Bu süreç içerisindebizimki gibi ülkelerin
iktisadi kalkınma arayışlanna ne oldu? Ya-
ni kalkmnıa probJemitümüyleottadan kalk-
ümı?
ErinçYekian: Dikkatedelim, artıkgünü-
müz iktisat yazmında "getişmiştik-azgetiş-
mjştik" sorunsalı yerüıe "finansal getiri'' so-
runlannın ön planda olduğunu görüyoruz.
Artık "azgeüşmiş ülketer" tanımı iktisat ya-
zınından sessiz sedasız çıkartılmış, yerine
"yükseten piyasalar" kawamı konulmuş
durumda. Dolayısıyla, azgelişmişlik bir so-
run olmaktan çıkartılmış, azgelişmiş ülke-
ler de artık "yükselen pıyasa"ya dönüştü-
rülmüşler.
Oynanan oyun
Bu arada kapitalistler.
ücretli emek, sanayi serma-
yesi, sabit sermaye yannmcı-
sı gibi öğeler gene yerini "pi-
yasa oyuncularT, "hisse senedi -
veya repo-yaûnmcılan'' gibi kav-
ramlara bırakmış. "Oyuncular" sözcüğü
gerçekten de spekülatif parasal hareketle-
re dayanan günümüz küreselleşmesini çok
iyi tanımlıyor.
Çünkü artık reel yatınm, reel üretim, is-
tihdam gibi sorunlar ikincil önem taşıyor.
Aslolan piyasada "oynanan qj
r
un''dur. Pi-
yasada oynanan bu spekülatif oyunun esas
içerdiği ise kumarhane kapitalizmidir.
îşte ülkemizde, medyatik bir ifadeyle,
"finansal serbestieştirme ve küreselleşen
dünyaya ayakuydurma" sloganıyla kamu-
oyuna duyurulan bu süreç, aslında, özü iti-
banyla spekülatif niteliklere dayanan ve re-
el yatınm davranışlanndan ziyade, rantiye
tipi girişimleri besleyen ve sanal bir dün-
yayı tanımlayan bir ideolojinin egemerüi-
ğine yol açmıştır. Bu şartlaralrında, neo-li-
beral hegemonyanın azgelişmiş uluslara
önerdiği "kaUaiuna" modeli. daraltıcı pa-
ra ve maliye politikalanna dayanmakta ve
yüksek fînansal getiri ve devalüasyon ris-
kinden anndınlmış bir döviz kuru sistemi-
ni amaçlamakta. Bu yapı alûndamerkez ban-
kalan "siyasetten bağunsız" kıhnarak, sa-
Ekonomik
bunalımdan
toplumsal bunalıma
Uzmanlar tartıştı
Prıyasa, hiçbir zaman ve hiçbir yerde teorik
modellerde olduğu gibi eşitlerin buluştuğu bir yer
olmamıştır. Tüm toplumsal hayatı piyasa haline
getirmek, insanlık tarihinin kazandığı başka
deneyimleri, örneğin kamu alanını, hukuku, kültürü
yok saymak anlamına gelir. Unutulmamalı ki iktisat
ve onun sadece bir öğesi olan piyasa, toplumsal
oluşumun yalnızca bir parçasıdır, tümü değil.
ANKHRR
Prof. Dr. Boratav ile aynı görûşü paylaşan BES Ankara 1. Şubesi üyeleri de IMF'nin hegemonyasının kalkmasııu istivor.
dece ve sadece ulusal paranın değerini ko-
rumakla görevlendirilrnekte ve bu amacın
dışında başka hiçbir rol oynamamalan için
ellerindeki bütün müdahale olanaklan kı-
sıtlanmaktadır. Kamunun maliye politika-
lan ise doğrudan doğruya "faizdışı fazlave-
ren bütçe" amacına mahkûm edilmektedir.
Kamu rüketim ve yatınm harcamalannda
olağanüstü kesintiler pahasına sağlanması
beklenen bu politika sonucunda kamusal ala-
nın sınıriannın alabiJdiğince daraltılması
öngörülmekte ve kamunun geleneksel ola-
rak kâr amacı gütmeyen tüm sosyal altya-
pı faaliyetleri finansal sermayenin spekü-
latif faaliyet alanına çekilmektedir. Böyle-
ce neoliberal politikalann savunuculan az-
gelişmiş ülkelerin sanayileşme, planlı ya-
tınmlar gibi özgün kalkınma stratejileri ge-
liştirmek suretiyle uluslararası sermaye
akımlanna ayak bağı olmaması gerektiği-
ni dikte etmektedir. Merkez bankalannın gö-
re\i fıyat ve kur istikrannı sağlamak ve
ulusal piyasada yüksek finansal getiri dü-
zeyini korumak olmalı: kamu maliyesi ise
doğrudan doğruya uluslararası sermayenin
çıkar alanını genişletmek için gerekli tüm
tedbirleri almakla koşullandınlmalıdır.
Bütün bu politikalar ise küreselleşmenin
nimetlerinden yararlanılabilinmesi safsa-
tası altında pazarlanmaktadır. Bu söylem-
deküreselleşme ken'anına geç kalmadan ka-
tılmak için gerekli olan tek şey yabancı ser-
maye için büyük bir "hoş geklin partisi"
düzenlemektengeçiyor. Işte, 1989'daalınan
32 sayılı karar, yani Türkiye'nin yabancı ser-
maye hareketlerine tümüyle açılması da bu
hoş geldin partisinin davetiyesi oldu. Ardın-
dan da 1990'h yıllarda yaşadığımız devre-
vı krizler yaşandı ve Türkiye'nin EMF ve
DB'nin tümüyle kontrolüne gireceği ko-
şullar oluştu.
Bu anlattıklannızuı ışığmda gjderek ulus
deviederin kendi kaderlerinemüdahak alan-
lanıun daraldığını: dolayısı>1a bu dönüşü-
me karşı çıkmanın imkânsız olduğunu soy-
lemek mümkün mü?
Korkut Boratav Bu doğrultuda Türkiye
yapısındaki ülkeleri etki altına alan çok
güçlü bir ^eknesaklaşörma" rüzgânnın
esmekte olduğu doğrudur. Ancak son yir-
mi yılın bilançosunu çıkanrsak, gelişmek-
te olan ülkeler grubunda en hızlı büyüyen
ülkelerin, iktisat politikalan alanında ulu-
sal düzlemdeki hareket serbestisini en ge-
niş tutan Çin, Güney Kore ve Tayvan ve kıs-
men Hindistan gibi Asya ülkeleri olduğu-
nu; dış etkenlere büyük ölçüde teslim olan
Latin Amerika ve eski sosyalist ülkelerin
ise periyodik krizlere ve durgunluğa mah-
kûm olduklannı gözlemekteyiz. Bana gö-
re, Türkiye bakımından DTO ve Gümrük
Birliği'nin iktisat politikalan açısından bağ-
layıcı politikaparametrelerinin dışında kal-
maya özen gösteren bir yönelişi savunma-
mız gerekiyor.
hegemonyasına son
Bu, sıkça savunulduğu gibi,
dünyadan dışlanmak. dünya-
nın dışında kalmak anlamına
gelmez. Doğal olarak bu
türden bir seçim ise IMF
ve DB'nin Türkiye'deki
iktisat ve sosyal alandaki hege-
monyasına son vermeyi gerektirir.
Ancak.Türkiye'nin çokyüklü birdış kay-
nak gereksinimine nıuhtaç olduğu; EVIF ve
Dünya Bankası'mn bu gereksinimi karşüa-
mak için sahneye çıküklan; ekonomi yöne-
timine "paravı verenin düdüğücahnası'' ne-
denhieegemenoktuldandoğrudeğil midir?
Türkiye'nin borçkarnesi
Programı uygulayan ve destek veren çevrelerce dış iç
borçlanmasuun sürdürülebilirliği üzerindeki kaygılann yersiz
olduğunu; yurtiçindeki nominal ve reel faiz hadleri son iki
^ayda epey artnıış olsa bile, iç^orçlann döndürülmesinde
sorun olmadığı öne sürülüyor. Dış borçlanmamn
sürdürülebilirliği üzerinde bir yargıya varabilmek için Ocak
2000-Nisan 2002 dönemindeki ödemeler dengesini yakından
incelemekte yarar var. Bu dönemde Türkiye ekonomisi 7.1
miryar $'lık cari açık verdi, sermaye hareketlerini 9.0 milyar
S'lık açıkla kapadı, rezervlerini mütevazı ölçülerde (1.2
miryar $) arttırdı. Bütün bu döviz talepleri IMF'nin net 17.3
milyar $'lık katkısı ile karşılandı. Sermaye hareketlerinin
daha yakından incelenmesi, portföy yatınmı ve kısa vadeli
sermaye girişleri net bakiyesinin negatif olduğunu (sırasıyla -
2.9 ve -12.7 milyar $), 3 milyar $'lık doğrudan yabancı
yatınmm hemeırtümüylebif tektîSM telefon lisansına
bağlanabileceğini gösteriyor. Bu gelişmeyi tamamlayıcı bir
görünüm de dış borç yükünün seyri ile ilgili. 1999 sonundan
2002 Mart sonuna kadar Türkiye'nin dış borçlan 14.5 milyar
$ arttı; bu artış kamu kesimi borcunda 20.5 milyar $ artış ile
özel kesim borcunda 6.0 miryar S azalış sonucunda oluştu.
Türkiye'nin borç stoku uzun vadeli borçlarda 23.0 miryar $
artış, kısa vadelilerde 8.4 milyar $ azalış ile kısmen uzun ve
orta vadeli borçlara dönüştü.
K. Boratav Türkiye gelişmekte olan eko-
nomiler içinde cari işlem açıklan ılımlı bo-
yutlarda olan bir ülkedır. Yani, döviz kuru
dış ricarete dönük bir politika aracı olarak
kulanılabilirse ve dış ticaret politikalan
DTÖ kurallan içinde kalınarak yürütülür-
se, yüzde 6-7 dolaylannda büyüme hızla-
nnın neden olacağı cari işlem açıklan mil-
ligehnn yüzde 1.5'inigeçmeyecektir. 1980
sonrasımn verileri ve parametreleri bize
bunlan gösteriyor. Bunlar ıhmlı, rahatlık-
la sürdürülebilir boyutta dış açıklardır. Ne
var ki, sermaye hareketleri üzerinde 1989
sonrasında gerçekleştirilen serbestleşme
nedeniyle, Türkiye'ye sermaye girişi, cari
işlem açıklanndan bağımsızlaşmıştır. 1 do-
larlık cari açık, ortalama olarak dört dolar-
lık sermaye girişine yol açmış; aradaki fark
abartılı rezerv birikimine, yerli aktörlerin
kayıt-içi ve kayıt-dışı sermaye çıkarmala-
nna tahsis edilmiştir. Böylece 1989'u izle-
yen on yılda 14 milyar dolar cari işlem açı-
ğı veren Türkiye ekonomisi, dış borcunu 60
milyar dolar arttırma
a
başans"nı sağla-
mıştır. Dış borcun cari işlem dengesi için-
de yer alan faiz yükümlülüklerini ödemek
hiçbir zaman sorun olmamıştır. "NonnaT
yıllarda, örneğin 1995-1999 yıllan içinde,
dış borcun anaparasını vadesi gelen kredi-
ler yenilenerek döndürütaıesi de sorunsuz
gerçekleştirilmiştir. Ancak, finansal karga-
şa ve kriz ortamında, alacaklılar borcun ye-
nilenmesini redderakleri zaman, ciddi ükan-
malar doğmuştur.
Işte "borcun çevrflmesi" krizi bu anlamı
taşır. Önerilen çözüm (a) IMF kaynaklan
ve (b) cari işlemlerde yaratılan fazla ile
borç anaparasının ödenmesidir. Büyük bir
dış borç stokunu cari işlem fazlası yarata-
rak; büyük bir iç borç stokunu da bütçede
faiz dışı fazlagerçekleştirerek azaltmaya kal-
kışmak büyük bir haksızlıktır. Zira, kamu
sektörü fazlası yaratmada iç faizlerin veya
borç kâğıtlannın vergilenmesi seçenekleri
tamamen gündem dışı tutulmakta ve ope-
rasyon, esas olarak dolaylı vergileri artnr-
mak; kamu hizmetlerini daraltmak ve ka-
mu yatınmlanm sıfırlamak yollan ile sınır-
lı kalmaktadır. Borç krizinin yükünü alacak-
lılara değil, olduğu gibi borçlulara yıkmak;
açıkçası Türkiye halkını yoksulluğa mah-
kûm etmek demektir.
Şu anda dünyanın en büyük borçlusu olan
ABD'nin dış alacaklılan "borcunu öde"
talebinde bulunsalar, ABD ekonomisi çö-
küntüye uğrar. ABD'nin kaldıramayacağı
biryüİcü Türkiye ekonomisinin ve halkının
omuzlanna yıkmak insafsızlığmı reddet-
memiz gerekir.
IMF
sorunlaıi
agırlaşürdı
Dış borç krizinin koşullan IMF progra-
mınm vürürhığe girdiğiArahk 1999'da yok
mukü?
Korkut Boratav: Dış borç stoku cari iş-
lem açığından bağunsız büyüdükçe ve bel-
li bir eşiği aştıkça potansiyel olarak bir dış
borç krizi gündeme girmiş ohır. Arahk 1999
IMF programı, Türkiye'yi bir finansal kri-
ze sürükledıği için bu potansiyeli hayata
geçirmiştir. Bu nedenle, dış açık sorununun
olmadığı 1998-99 yıllannda IMF ile yakın
ilişkiler kurmamn da zorunlulugu yoktu.
Ekonominin özellikle iç borç faiz yükün-
den ve daha önce değindiğimiz sermaye
hareketlerinin serbestleşmesinden kaynak-
lanan kronik sorunlan vardı; ancak IMF
programlan bu sorunlan hafifleştirmedi;
aksine daha da ağırlaştırdı.
Programıbütün olarak nasıl değerlendir-
iyorsunuz? Ük olarak ndernedeflendiveln
hedeflerneviamaçlrvordu? Hedeflerintut-
turulduğu yönündeİd iddialan nasıl değer-
lendiriyorsunuz?
Oktar Türel: "Hedefleri rufrurduk. iyi
yoJdavTZ* türünden beyanlar Kasım 2000 ve
Şubat 2001 kazalanndan önce de sık sık du-
yulmuştu. Burada şunu beürtmekle yetine-
biliriz: Bu hedeflerin tutturulması ekono-
mimizi yıkıma götüren IMF patencli poli-
tikalareşiğinde gelecek daha derinbunahm-
lann temellerinin atdması demektir. Bu ana
saptamanın ardından, müsaade ederseniz,
programm kur ve borçlanma politikalanna
yönelik değerlendirmelerimi yapmak iste-
rim. Biündiği gibi, programı uygulayan ve
destek veren çevreler "dalgab kurrejimi,do-
ğaa gereği, keskin döviz kuru hareketlerini
dışladığıiçin, bundan sonra ekonomimizde
bunatun koşullan oiuşmaz" iddiasındadır-
lar. Ancak, gözlendiği gibi, dalgalı kur re-
jimi, ekonomimizi denge döviz kuruna yak-
laşhrmamış. nominal ve özellikle reel kur,
Merkez Bankası'nın döviz piyasalanna mü-
dahale etmekteki isteksizliğinin de etkisiy-
le, son on beş ayda son derece çarpıcı iniş-
çıkışlargöstermiştir. Çok şikâyet edilen ve
girişimcilerin karar almalannı güçleştiren
belirsizlik dalgalı kurrejimi altında da sür-
mekte, keskin ve kısa süreli olanlar yerine
yaygın ve sona ereceği ufukta görülmeyen
bunalım evTeleri yaşanmaktadır.
Borç bataflına saplandı
Borçlann durumu ve
yukandaki diğer gözlemler, bi-
zi şu saptamalara götürüyor (i)
Ödemeler dengesinin sermaye
hesabını denkleştirebilmek için
2003 'te kısa vadeli ve/veya özel
borçlanmalara bel bağlamak zor. Türki-
ye'ye güvenemediği için 2002'de ülkeyi
terk eden uluslararası para sermayesi nasıl
olacak da bu eğilimini değiştirecek? (ii)
2003 'te vadesi gelen ve (döndünileceği var-
sayılan ticari krediler dışında) 12 miryar
dolar civannda olacağı sanılan borç anapa-
ra ödemesi için IMF ve Dünya Bankası kay-
naklanna yaslanmanın bize nasıl bir bedel
ödeteceği şimdiden tahmin edilebüir. (iii)
Benzer şekilde, öngörülebilecek doğrudan
yabancı sermayegirişleri de2003 'ün dış fi-
nansmanı için yeterli olamaz. (iv) Serma-
ye hesabını denkleştirebilmek için Türki-
ye'nin çok yüksek ölçülere varan cari işlem
fazlalan vermesi, toplam gelir ve harcama-
larm radikal bir biçünde kısılması ve itha-
latın daraltılması ile mümkün olabilir. Bu-
nun anlamı, 2003'te Türkiye'nin taşıyama-
yacağı bir resesyondur. Kamu iç borçlann-
daki gelişmelere bakalım. Kamu iç borcu-
nun döndürülebilmesi, sadece yaratılan ve
hedefleri tutturduğu ileri sürülen birincü
fazla ile ilgili değil, aynı zamanda reel fa-
iz hadleri ve ekonomik büyüme ile de ilgj-
lidir. Reel faiz oranını 2002'nin hiçbir ayın-
da yüzde 7'nin altına düşüremeyen ve_^
2002'nin en az üç aymda yüzde 15-25 çev-
resinde reel faiz hadlerini kabule zorlanan
Hazine'nin kamu iç borçlanmasuıı, üstefik
büyüyemeyen bir ekonomide, sürdürebil-
mesi için mucizeler bile yetmez. Türkiye 'yi,
"Bugün içiniç borçlanmada sorun yokrur'1
diyen anlayış, borç batağına saplamıştr.
Yarın. Program krlz yarattı