19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 HAZİRAN 2002 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER olay.gorusa cumhuriyet.com.tr AÇI MUMTAZ SOYSAL Kudret Akrabalığı CARNEGIEü uslararası BarışVakfı mensup- larından Robert Kagan, Bush yonetiminin NA- TO'yu ayakta tutrrak içi n harcadığı çabaları ele alnr.ış. IntematıcnaJHerald Tribune'da vardığı so- nuçşu:AmerikaJılaiaAvrupalılar "güçlü" oima- nın uluslararası ilışcilerdeki rolü konusunda ar- tık değışik düşündJkleri için bu çabalar başa- rısız kalıyor. Kudretin yaran \e gücün ahlaki değeri. So- run burada. Avrupa, yasaörte kurallandan, uluslararası gö- rüşme ve işbirliğı yontemlerinden oluşan, kuv- vet kullanımına iyi bakmayan yeni bır düzene geç- tiğıne, hiçbozulnayacak bir "süreklibanş" cen- netini yaraftığına ıranıyor. Orada, güçlü devle- tin tek yanlı eylemire yer yok: Kudretleri ne olur- sa olsun, butün uluslar ortaklaşa kabul edilmiş davranış kurallanna uymak zorundalar. Zayıf oluşunun acısını yakın tarihindeki olay- larla çekmiş olan yaşlı kıta, böyle bir barış kül- türü geliştirmekie neşgul. Amenka ıse hâlâyakın tarihteki gücünün tut- sağıdır: Uluslararası kurallara güvenmez. Ona göre, özgürlükçü düzenınin güvenliği ve ayak- ta tutulması askeri güce sahip olmaya ve kuv- vet kullanımına bağlıdır. Bu bakımdan, uLslararası ilışkilerde "post- modern" banşçılığın havarilıği Avrupa'ya kal- mıştır. Kendi "mucze"sinin değerlerini dünya- ya yayma, Avrupa'nın yeni "uygartık misyonu" sayılıyor. Geçmişteki sömürgeciliğını "beyaz adamın çilesi" diye şık bir kılıfla takdim eden Av- rupa, şimdi düpedüz moral üstünlüğünün dış- satımı peşinde. Tarihin cilvesine bakın ki Avrupa'nın bu duru- ma gelmesi de kencisini Nazi işgalinden ve Sov- yet "tehdidi"nöen kurtaran Amerika'nın gücü sa- yesınde olmuştur. Atlanti k ötesiyle bugünkü an- laşmazJıklann temelinde yine Atlantik ötesiyle geç- mişte kurulmuş yakınlıkların başarısı yatıyor. Avrupa Birligı'nin isteksizliği ile Amerikan it- tifakının sıcaklığı karşısında şaşkınlaşmış bir Türkıye'nin tercıhı de ister istemez, kendi dış ilişkilerinin yakın tarihindeki yöntemlerınden etkılenebilir. O Türkiye ki, diplomasisiyle Ikinci Dünya Sa- vaşı badiresini atlatmanın ardından, en haklı ol- duğu dış sorunları çözmede bıle hep kuvvet kullanmak ya da kuvvet tehdidinden yararlan- mak zorunda kalmıştır: Kıbns harekâtı, Ege'de- kidengenınsavaştehdidiylesürdürülmesi.Gü- neydoğu'ya dıştan karışmanın sınırötesi çıkış- larla önlenmesı, Suriye'ye Apo baskısı. Böyle birTürkiye'nin, ABD'nin etkisinden çe- kilip Avrupa yörüngesine yerleştirilmesi, Avru- pa'yı yönlendirenlerin Kıbrıs ve Ege gıbi konu- larda Türkiye'nin banşçı isteklerine kulak ver- melerıne ve onu bır kez daha eski yöntemlere dönmek zorunda bırakmamalarına bağlı değil midir? EROL MANISALI DÜSÜNCELER ATTİLA İLHAN'la NELER TARTIŞTIK! İS «ü1rnn l 13. ULUSLARARASI " I M ! T İŞTANBUL UMKFI TİYATRO FESTIVALI î18 MAYIS - 4 HAZİRAN 2002 Bergama'da Hukukun 'Altın'a Yenilgisi... Prof. Dr. Ruşen KELEŞ Ç evre ile ekonomik kalkınma arasında- ki seçimde ağırlığın hangisinden yana konulacağı, en az otuz yıldır, çevre tartışmalan- nın odağındadır. Birleşmiş Mil- letlerÖrgütü'nün, 1972yılında Stockholm'de topladığı Dünya Çevre ve Kalkınma Konferan- sı'nda, yoksul ülkelerin temsil- cileri önceliğin ekonomide ol- ması gerektiğini ısrarla vurgu- larruşlardı. Çünkü, uzun erimde, çevreyi kurtaracak olan çözü- mün de ekonomik gelişmede ol- duğu inancındaydılar. Bu ne- denle, Stockhoİm Konferan- sı"nda. **en büyük kirfiBğin azge- lişmişlik olduğu" yolunda gö- rüşler dile getirilmıştir. Ekono- misini hızla geliştirmek isteyen bir ülkenin çevrenin korunma- sı ve geliştirilmesi için kaynak ayırmasının savurganlık olaca- ğı uzun süre doğru bir yaklaşım olarak algılanmıştır. Oysa, 1980'liyıllannortala- nnda yine Birleşmiş Milletler Otgütü'nün kurduğu Dünya Çev- re ve Kalkınma Yarkurulu'nun yazanağında (raporunda), bu yaklaşırrun terk edilmiş olduğu dikkat çeker. Bir başka deyişle, Ortak Geleceğimiz adlı bu ya- zanakta "ya çevre ya da ekono- mi" anlayışı bırakılmış, sürük- li ve dengeli (sustainable) kal- kınma kavramı çerçevesinde, bir ülkenin ekonomik kalkınma ve varsıllaşma ereklerinden öz- veride bulunmaksızın da. doğal ve tarihsel çevresini bozulmak- tan, doğal kaynaklannı yitip git- mekten, insan ve çevre sağlığı- nı tehlikeye düşmekten koruya- bileceği savı ön plana çıkmıştır. 1992 yılında Rio 'da yapılan Dün- ya Çc\Te Doruğu'nda benimse- nen Bildiri'de ve Gündem 21 di- ye bilinen Eylem Izlencesi'nde en çok yinelenen kavramlann başında da sürekJi ve dengeli kalkınma yer almaktadır. Böyle olmasına karşın, bir- çok hükümetin tutum ve davra- nışlan. çevreyi savsaklamayan. dışlamayan bir kalkınma anla- yışını ya henüz benimsemiş ol- madıklannı ya da benimsemiş görünmekle birlikte gereğini ye- rine getirmekten kaçındıklannı gösteriyor. Ekonomik kalkın- mayla çevre duyarlılığının bağ- daştınlamayacağı inancı, canlı- lığını bugün de fiilen koruyor. Örneğin, atmosfere püskürtü- len zehirli gazlann belli bir süre içinde azaltılmasını öngören ve böylece önemli bir küresel çev- re sorununun çözümünü amaç- layan Iklim Değişikliği Sözleş- mesi'ni ve bağlayıcı protokolle- rini Amerika Birleşik Devletle- ri"nin onaylamaktan kaçınma- sırıın ardındaki temel neden eko- nomiktir. Türkiye ise, 2872 sa- yılı Çewe Yasası'run 1. madde- sine, yurttaşlann ortak varlığı olan çevrenin korunması, geliş- tirilmesi ve gelecek kuşaklar için güvence altma alınabilme- si amacıyla "yapılacakdüzenle- melerin ve alınacak önlemlerin ekonomik ve toplumsal kalkın- ma erekleriyle uyumlu olacağı- nı" belirterek bu alanda. eko- nomiyi çevreye yeğlemiş oldu- ğunu göstermiştir. "Çevre de ne> r miş"çikr... Hükümetlerimiz ve siyaset adamlanmız, kıyı. turizm. or- man. imar, enerji ve madencilik gibi her alanda ekonomik geliş- meye açıkça öncelik tanıyan ve çevreyi arka plana iten bir tavır sergilemekten geri kalmamak- tadırlar. Yatağan, Aliağa, Berga- ma, Fuiına Vadisi örnekleri or- tadadır. Adapazan Ovası'na To- yota Fabrikasrmn ve pek çok sanayi kuruluşunun yerleştiril- mesi, devlet ormanlannın bağ- lı olduğu anayasal rejim zorla- narak koruma alanlannda üni- versite yerleşkelerine kuruluş izni verilmesi gibi örnekler de (bkz. R. Keleş, "Bergamalı, Al- ön ve Hukuk". Cumhuriyet, 13 Ocak 2001) devletin bu resmi ve kendi doğrultusunda tutarh gi- bi görünen yaklaşımuun doğal sonuçlan olarak değerlendirile- bilir. Bununla birlikte, bu ör- neklere izin veren, göz yuman ve bu yöndeki kararlan sa\Ti- nan yönetimleri, sürekli ve den- geli kalkınma ilkesine ınanmış saymaya olanak yoktur. Dolayı- sıyla, uluslararası ve ulusal top- lanhlarda, parlamentoda, kamu- oyunda, Dünya Çevre Günü gi- bi fırsatlardan da yararlanarak çevre dostu görünümü vermeye çahşmak, halkı yanıltmaktan başka bir anlam taşımaz. Hükümet. kısa bir süre önce, kendini adeta yargının üstünde görerek Bergama'da altın üreti- mine izin verdiğini kamuoyu- ma açüdamıştır. Damştay ka- rarlanna karşın, hükümetin Ber- gama'da altın üreten ortaklığa izin verebilmek için her çareye başvurmasma salt siyasal tak- dir sorunudur diyerek hak ver- meye olanak yoktur. Çünkü, bir kez, ortada siyanürle altın işle- tilmesini insan ve çevTe sağlığı açısından açık bir tehlike olarak değerlendiren saptamalar var- du". Ilgililerin ek kuyular ve ay- gıtlarla tehlikeyi azaltmış olduk- lan yolundaki savlan tartışma- ya açıktır. Bu gibi durumlarda, yönetim olabildiği ölçüde sa- kınganlıkla davranmak zorunda- dır. Türkiye'nin de imza koy- muş olduğu Rio Bildirisi'nin 15. ilkesine göre, insan ve çevre sağ- lığı yönünden ciddi tehlikelerin söz konusu olduğu durumlarda, yönetimler, konunun bilimsel kesinlikle aydınlatılmamış ol- duğu bahanesine sığınarak ön- lem almaktan kaçınamazlar. Öte yandan, siyanür kullanarak al- tın işletmeciliği yapmanm Av- rupa Birliği üÖcelerinde yasak- lanmış olması, Türkiyi'nin bu tavnnı, AB'ye uyum sürecinin gerekleriyle de çelişkili bir du- ruma sokmaktadır. Türkiye, anayasasmda "hu- kukdevîeti" olarak adlandınlan bir ülkedir. Dolayısıyla yöne- tim, yargı kararlarına saygılı da\Tanmak zorunda olduğu gi- bi (Anayasamad. 138), kendi iş- lemlerinin de, yine anayasaya göre (mad.125) yargı denetimi- ne açık bulundurulması zorun- luluğu vardır. Aynca, devletin yansızlık gerektiren kimi konu- larda, yanlı davranmak yanlış- lığına da düşmemesi gerekir. Osmanlı'yı Yeniden Yaşamamak... Doç.Dr.HÜnerTUNCER.4?ı/;m Üni. Uluslararası tlişkiler Böl. Öğr. Üyesi K ınm Savaşı önce- sinde Temmuz 1853'te, Vıya- na'da Büyük Güçler'in temsilcileri bir araya gele- rek Rusya ile Osmanlı Im- paratorluğu arasındaki ar- tan görüş aynlıklannı gi- derebihnek amacıyla, bir dıplomatik Nota İcaleme almış ve bu Nota'nın, Os- manlı devleti tarafından Rusya'ya \erilmesini öner- mişti. Babıâli, söz konusu Nota'da yeralan ifadenin, Osmanlı Imparatorlu- ğu'ndaki Ortodokslara ta- nınacak ayncalıklann. yal- nızca padişahın bu halİda- ra verdiği ödünler olarak anlaşılacak biçimde değiş- tirilmediği sürece, Nota'yı kabul etmeyeceğini Bü- yük Güçler'e bildırmişti. Rusya bu değişiklik öne- risüıi reddetmiş ve böyle- hkle, Rusya'nnı, Osman- lı împaratorluğu suurlan içerisinde yaşayan Orto- doks halklann haklarını savunmak gerekçesiyle, Osmanlı 'nın içişlerine ka- nşma hakkını elde etme- yi amaçladığı ortaya çık- mıştı. Bunun sonucunda, Rusya ile Osmanlı devle- ti arasında savaşın patlak vermesi kaçınılmaz olmuş- tu(l). Osmanlılar, Kınm Sa- vaşı'nın sonunda toplanan Paris Kongresi'nden ön- ce, 18 Şubat 1856 tarihin- de Islahat Fermanı'nı çıka- rarak, Osmanlı Imparator- luğu'nda yaşayan tüm Hı- ristiyan ve öteki Müslü- man olmayan halklara ya da topluluklara daha önce tanuımış olan tüm aynca- lıklan ve özel dokunul- mazlıklan güvence altına almakta, bu topluluklara mutlak din özgürlüğü ta- nımaya söz vermekte ve bunlara yönelik siyasal, yasal, ekonomik alanlarda reformlar yapmayı öngör- mekteydi. Paris Kongre- si'nde, Osmanlı Împara- torluğu'nun bağımsızlığı Kongre'ye katılan devlet- lerce onaylanmış ve hiçbir Büyük Güç'ün, padişah ile Hıristiyan uyruklan ara- sındaki ilişkilere kanşma hakkınnı olmadığı kabul edihnişti. Osmanlı devle- ti, Avrupa Uyumu'na da- hil edilmiş ve böylelikle ilk kez, büyük güçlerden biri olarak kabul görmüş- tü. Paris Antlaşması'yla, Osmanlı'nın yaşam süre- si uzatılmıştı. Avrupa top- luluğuna eşit ve egemen bir üye olarak kabul edil- mesine karşüık olarak, A%- rupalı devletler, Osmanlı padişahından "evinidûze- ne sokmasrnı istemişti. Güçler, ayrıca Osmanlı devletinin içişlerine kanş- mama yükümlülüğünü üst- lenmişti. Ancak, Büyük Güçler olarak isimlendi- rilen Ingiltere, Fransa, Rus- ya, Avusturya ve Pnısya, Osmanirnın Avrupa top- luluğunun yazılı obnayan kurallanna uygun biçim- de davranıp davTanmadı- ğını gözlenıleyecekti. Gö- rüldüğü gibi, Paris Ant- laşması'yla, Osmanlı Im- paratorluğu gerçekte Av- rupa topluluğunun koruyu- culuğu altına konulmuş oluyordu. Böylece, Avrupalı Bü- yük Güçler, Osmanlı dev- leti suurlan içinde yaşa- yan Hıristiyan uynıklula- nn iyi yönetilmesi konu- sunda bir yükümlülük üst- lenmişti. Paris Antlaşma- sı'nın imzalanmasından on beş gün sonra Ingilte- re, Fransa ve Avusturya arasuıda ayn bir antlaşma imzalanmış ve bu devlet- ler, ortaklaşa Osmanlı îm- paratorluğu'nun bağım- sızlığını ve bütünlüğünü güvence altuıa ahruştı. On dokuzuncu yüzyılın ortalannda Avrupa, Os- manlı'yı istemeyerek ken- di topluluğunun eşit bir üyesi olarak kabul etmiş; ancak, bu eşitliği hiçbir zaman içine sindiremedi- ğini, Osmanlı devletinin yıkılışına değin bu devle- te yönelik uyguladığı po- litikası gözler önüne ser- mişti. A\Tupalı devletler, her vesileyle Osmanlı Im- paratorluğu ile eşit ilişki- ler kurmak yerine, onu kendi denetimleri altına almayı yeğlediklerini gös- termiş ve Osmanh'ya, ken- di istekleri doğrultusunda politikalar benimsetmeye çahşmıştı. On dokuzuncu yüzyıhn ortalanndan iti- baren gücünü giderek yi- tiren Osmanlı împarator- luğu ise zaman zaman Av- rupalılann isteklerine bo- yun eğmek zorunda kal- mışh(2). Kendi tarihini bitaneyen ya da bundan gerekK der- si çıkartamayan bir ülke- nin yöneticDerinin, özeflik- le dış poMkalannı saptar- ken ciddi yanhşkklar ya- pabileceğigöz ardı edilme- mesi gereken bir gerçek- tir. "Evimizi kendi isteği- mizle düzene soktuktan" yani ülkemizin gereksin- mesi olan reformlan, de- ğişiklikleri kendi istenci- mizle gerçekleştirdikten sonra, Avrupa Birliği'ne üye olarak kabul edilme- mizi istemek ve böylece, tarihte düştüğümüz yanıl- gılan birkez daha yasama- mak daha doğru olmaz mıydı. diye düşünüyorum. (]) M.S. Anderson. The Great Pmvers and the Sear East 1774-1923, London, 1970, ss.77-78. 12) Hüner Tuncer, 19. Yüz- yıldaCknumh-Avrupa llişküe- ri. Ankara, Ümit Yayıncılık, 2000, s. 102. Beyin Hücrelerinin Çalışması... ISTANBUL MINKUL KIYMETUR BORSASI istanbul Kültür ve Sanat Vakfı, 13. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin gerçekleştirilmesinde büyük destek şağlayan Festival Sponsoru İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na teşekkür ediyor. 1İDFestıval Sponsoru Kurumsaf Sponsorlar KOÇBANK RBUDU Bü ılan Cumhun\et Gazetesı'mn katkılarıyla yayır.^nmıştır CumhuriyM Ferhat ÖZEN Türkçe Öğretmeni F MV Özel Ayağaza Işık Ilköğretim Okulu'nun düzenlediği, FazüHüs- nü Dağlarca, Demirtaş Ce> hun, Gülten DavToğlu. OnerYağcı, Hakkı Dev- rim gıbı ondan fazla şaınn, yazann ka- hldığı ve "Khap Işıkür'' ana temasuıın işlendiği şenlikte bir hafta boyunca dört soruya yanıt arandı: Neden okumuyoruz? Neden okuma- hyız? Nasıl okumalıyız? Neler okuma- hyız? Sorulann en can alıcı olanı kuşkusuz ilk iki soruydu. Duyarh kamuoyuyla paylaşıhnası ge- reken çok önemli bu iki yanıt şöyle özet- lenebilir. Türkiye, Atatürk dönemiyle başlayarak 1950'lere değin, dünyanın en iyi eğitim sistemini uyguladı. Ellerin- den kitap düşmeyen bir kuşak yetışti. Kırda koyun, keçi peşindeki köylü ço- cuklanndan dünyaca ünlü yazarlar yetiş- tirildi. Bu mucize, yaparak. yaşayarak, üretim için ve okuma merkezli eğitim ya- pan Köy Enstitüleriyle başanldı. Ancak yüzyülarca, bilgisizliğe, bağnazlığa ve kör inançlara dayanarak saltanat sürenler, kendi sınıf çıkarlan açısından haklı bir korkuya ve telaşa kapıldılar. Aynı safta birleşiverdilerhemen. Ük işleri Köy Ens- titüleri'ni kapatmak, okuma eğitimi mer- kezli sistemi ters yüz edip onun yerine smav ve test merkezli, hazu- bilgi aktar- maya dayanan bugünkü ezberci bir sis- temi getirdiler. O gün bugündür, Türki- ye'de okullar, okumayan insan yetiştir- mektedir. "Kitap Işıkür" etkinlikleri içinde ya- nıt aranan ikinci soru da çok önemliydi. Çünkü günümüzde görsel iletişım araç- lan bolluğu içinde, arhk kitaba gerek kahnadı(!) gibi birgörüş yayıhnaya baş- ladı. Oysa bu araçlann geliştirildiği ile- ri Batı ülkelerinde bir şey daha keşfedil- miştı: Beyin hücrelerinin çahşmasıyla ilgiliydi bu. Beyin hücreleri görseli iz- leyerek ya da başka bir etkinlikle değil, harfdediğimiz şifrelerin beyinde çözüm- lenmesi sırastnda çalışıyordu en çok. Bu- nu ilk kez UNESCO'ya bağlı Uluslara- rası Çocuk Edebiyatı ve Okuma Araştır- ması Enstitüsü Müdürü Bamberger, "Okuma Ahşkanhğmı GeKştirme'' adlı kitabında açıklıyordu. Bu nedenle, ileri gitmiş ülkelerin okul- lannda çocuklara okuma ahşkanhğı ka- zandmnak için akla gehneyecek çılgın- lık ölçüsünde uygulamalar yapılıyor, ço- cuklar yahnzca bu konuda tam anlamıy- la şımartılıyordu. Çünkü bu ülkelerde şu çok iyi bilinmektedir: Insanda yal- nızca nabızla, tansiyonla ilgih rakamlar çok düşrüğü zaman değil, kitap okumay- la ilgili rakamlar çok düştüğü zaman da beyin ölümü meydana geknektedir. Bu arada kitap şenliğinde büyük ilgi odağı olan 90 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın beyin hücrelerinin hiç yaş- lanmadan dipdiri kaldıgını gözlerimiz- le görmüş olduk. Bunu da önemle belirt- mek istiyorum. PENCERE Dünyayı Sallamak!.. Orhan Bursalı nın dünkü yazısının başlığı bir çağn gibiydi: "Bor ile Dünyayı Sallamak." Eti Holding Genel Müdürü Ziya Gözler'e Or- han bir soru yöneltmiş: "- Bor konusunda bir ulusal plan çerçevesin- de gereklıyatırımlaryapılır ve ülkemizde bor sa- nayi üretimi ve tüketimi örgütlenirse, 10 yıl için- de Türkiye'nin bordan kazancı olur?.." Genel Müdür Gözler demiş ki: "- Dünyayı sallarız!.." Hoşuma gitti.. Gazetelerde okuyorum, bor ile çalışan otomo- bilden bile söz açılıyor... İster misiniz. benzinin pabucu dama atılsın?.. Gezegenimizdeki bor yataklarının üçte ikisi Anadolu'da bulunduğuna göre gözlerimizi dört açalım!.. • Karesi (Bahkesir) ValisıMehmet Reşat'ın 24 Mayıs 1882 yılında "Tıcaret ve Ziraat Nazıhığı Yük- sek Makamına" yolladığı mektuptan bir alıntı: "Devletli Efendi Hazretleri, Kâinatın sırlarına Eflatun gibi vakıf olan zat-ı devletlerine gizli olmadığı üzere, yurdun kalkın- ması bütün sınıflarıyla yurttaşlann servet ve hu- zura kavuşmalanyla mümkündür. Bu da ancak bu yoldaki girişim ve başvurulann kanun çerçe- vesinde kolaylık görmeleriyle sağlanabilir. Türk vatandaşlarının bu mevzuda yabancılara tercih edilmeleri ise devlet tarafından sonsuz derece- de istenen ve aranan bir husustur. Tann'ya şüküıier olsun ki Osmanlı ülkesinin bir- çok yerleri ve özellikle bu vilayet arazısi her çe- şit kıymetli madenlehe dopdoludur. Ancak ay- lardan beri birçok yerlerde maden aramak iste- yen altı yedi şirketin dilekçeleriyüksek makamı- nıza mazbatalarla sunulduğu halde hiçbirisine olumlu karşılık alınamamıştır. Devlet ve milletçe kalkınmamıza yardımı olacak imkânlann bir an önce hazırlanıp tamamlanması için gereğinin yerine getirilmesiyüce iradelehnize bağlıdır... Baki herhalde emr-i ferman..." 24 Mayıs 1882 tarihli mektup 11 Ekim 1967'de bu köşede yayımlanmış, şu satırlar eklenmiş: "Görüyorsunuz ki hikâyemiz çok acıdır; Kare- si vilayeti Bahkesir ıli, padişahlık cumhuriyet ol- muş, ama, borasitin kaderi değişmemiştir." • Bugün tarih?.. 5 Haziran 2002!.. Aradan 35 yıl geçmiş; peki, Anadolu'daki bor madeninin yazgısı değişmiş mi?.. Hayır!.. Eti Holding Genel Müdürü Ziya Gözler, Os- manlı'dan bu yana 120, Cumhuriyet gazetesinin işi ele aldığından bu yana 35 yıl geçtikten sonra bor davası çözümlenirse ne olacağını söylüyor: "- Dünyayı sallanz!.." Madem ki dünyayı sallayacağız, devletimiz ne- den bu kadar gecikiyor?.. Neden bunca yıldır, durmadan yazılıp çizilme- sine karşın yeraltı kaynaklanmıza dayanan bir ulusal kalkınma seferberliğine giremedik?.. 2002 yılında, yani 21 'inci yüzyıl aşamasında bi- le neden bu geri kalmışlığımız?.. Bizi ne piyasa ekonomisi edebiyatı kendiliğin- den kalkındınr, neAB'ninsihirfideğneği!.. Bizi an- cak bizim çabamız, gücümüz. girişimciliğimiz, ak- lımız ekonomide kalkındınp politikada demokrat- laştıracaktır. "Su akar, deli bakar" meselindeki gi- bi zaman akar, madenler yatar, biz seyredersek kırk yıl sonra da durum değişmeyecektir. Mustafa Balbay Güvercin, Kurt, Bir de An Ele Geçirince İktidarı... politik fabl 6500ooo TL Mustafa Balbay, tıpkı La Fontaine masallarındaki gibi, orman kahramanlarının kılığına büründürdüğü politikacılarımızın serüvenlerini esprili eleştirilerle dilegetiriyor. • www.bilgiyayinevi.com.tr BİLGİ YAYINEVİ Meşnröyet Cad. N0.46/AYenışehır - 06420/ANKARA Tel (0-312) 434 49 98 - 434 49 99 Faks (0-312) 431 77 58 BİLSİ DAÖITIM Nartıbahçe Sok No 17, Kat 1, Cağaloğlu - 34360/İSTANBUL Te) (0-212) 522 52 01 - 520 02 59 Faks: (0-212) 527 4119 BİLGİ KİTASEVİ Sakarya Cad No*AKızılay- 06420/ANKARA Tel (0-312) 434 41 06 - 434 41 07 Faks' (0-312) 43319 36 Yeni kurulan laboratuvanmız için Tıp Fakültesi mezımu Mikrobiyoloji Uzmanı (tam gün), Biokimya Uzmanı (part time) aranmaktadır. Tel: 0 532 595 71 01
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle