Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 12MAYIS2002PAZAR
Oral Çalışiar, İlkay Demır, Necmı Oemir, Tuğrul Eryılmaz,
Oğuz Öçı, Ahllo Keslan, Ertuğrul Küûçü, Oğuzlıon Müfeoğlu,
Muzaffer Oruçoğlu, Ulkû Soğır, Teslim Tore ve Musiala Yalçıner
ürkçü:Doğru
arkadaşlarseçmiştimO güne kadar Manc'ı okuyup dünyayı anlamaya çalışmıştım. O kurultaydaysa dünyayı değiştirmek
için takip etmeye karar verdiğim Türkiyeli bir Marksistle tanıştım. Mahir 24 yaşmdaydı, ben de 21...
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
Onu ilk kez FKF'nın (Fikır Kulüpleri Fede-
rasyonu) Dev-Genç'e dönüştüğü kurultayda
görmüştüm 1969'da. Aduıı biliyordum daha
önceden Aydınlık'ta yazdıgı yazılanndan: Ma-
hir Çayan!.. Ama tanımıyordum.
O günlerde, Türkiye sosyalist hareketi açık
politika alanına çıktığı 1960başlanndanbuya-
na en çalkantılı döneminden geçiyordu. Tür-
kiye Işçi Partisi'nde (TÎP) "parlamenter yol",
"parlamento-dışı" yol tartışması keskinleş-
miş, Türkiye de bir sosyalist devrimin imkân-
lanna ilişkın öngörüler çatışmaya başlamıştı.
TÎP yönetimi Milli Demokratik Devrimcı "es-
ki tüfekler"ı "ihtilalci" olduklan gerekçe-
siyle partiden ihraca başlamıştı. Sovyetler Bir-
liğTnin Çekoslovakya'yı işgali dolayısıyla
uluslararası sosyalist harekette Çın ve Sovyet
Komünist partileri arasındaki karşıtlık, Türki-
ye sosyalizmine daha da keskinleşerek yansı-
mıştı. Küba'nın sunduğu sosyalist model ve
Fidel Castro'nun her iki "büyük sosyalist ül-
ke"ye boyun eğmeyen eleştirel tavn tartışma-
ya yenı bir kutup daha ekliyordu. 1967'de Bo-
livya'da başlattığı gerilla mücadelesi ölümüy-
le sonuçlanmış olsa da Che Guevara'nın
"..iki, üç.. daha fazla Vietnam yaratahm"
çağnsı ahlaki çekiciliğinden hiçbir şey kaybet-
miş değıldi. Ho Şi Minh önderliğinde Viet-
nam'ın knrtuluş mücadelesi güç kazanıyor,
ABD ışgalıni püskürtüyordu. 1967 yenilgisi-
nin ardından Filistin kurtuluş hareketi bir kez
daha dirilmış ve Israil işgalcilerine meydan oku-
yan "fedailik" yeni ve tanıdık bir "model" ola-
rak zihinleri çelmeye başlamış, Türkiye sınır-
lannın içine taşmıştı.Avrupa. ABD, Meksika
ve Latin Amerika'dakı öğrencı hareketinin öz-
gürleştirici idealleri, üniversiteye ve sisteme
yönelik sert eleştirileri yüz bınlerce genç ın-
sanı üç kıtada harekete geçirmeyi sürdürüyor-
du... Türkiye'de faşist hareket "karşı ayaklan-
ma" hazırlığı çerçevesinde muhalefete karşı
iktidann gözetiminde açıktan örgütleniyor,
sosyalistler faili meçhul cinayetlerin kurbanı
olmaya başlıyordu...
Büyük sorunlarımız vardı
Bu büyük çalkantı içinde, o FKF Kurulta-
yı, benim gibi, sosyalist harekete 1968 öğren-
ci boykotlan içinde katılmış olanlar için, her-
kes için olduğundan çok önemliydi. Bizler,
TtP ve FKF'deki gerilim ve karşıtlıklar için-
den geçerek gelmemiştik. Sosyalist hareketin
hizip mücadelesi geleneği içinde yetişmiş de-
ğildik. Siyasal söyleme, hizip aidiyetlerine
değil, öğrenci hareketinin gidişi içinde takı-
nılan tavırlara, büyük meselelerde alınan tu-
rumlara bakarak yol almıştık o güne kadar.
Ama seziyorduk İci, bir dönüm anına gelini-
yordu. Büyük sorulanmız vardı ve büyük ce-
vaplar bekliyorduk. Kurultay bütün bu soru-
lann aydınlatılacağı, çözüme kavuşturulaca-
ğı, yol haritasının önümüze serileceği bir bü-
yük forum olacaktı. Hayatlanmızdaki olası
önemini kestiremezdik belki ama fikırlerimi-
zin oluşması, tavırlanmızın şekillenmesi açı-
sından bir dönüm noktası olacaktı. Öyle umu-
yorduk.
Heyhat, kurultay büyük bir hayal kmklığıy-
dı bizler için. Ta ki, söz sırası Mahir Çayan'a
gelinceye kadar... O ana kadar, kürsüye çıkan
herkes göğsünü yumruklamış, avaz avaz "Aren-
Boran oportünizmi"ni lanetlemiş, "ötekf'le-
rin ne kadar "hain" ve "oportûnist" olduğu-
nu kanıtlamak için bin dereden su getirmiş
ama kafalanmızı kurcalayan bin bir sorudan
hiçbirine anlamlı, doyurucu bir yanıt verme-
mişti...
O kurultaydan aklımda bir tek Mahir Ça-
yan'ın konuşması kalmıştı: Bir muhakemeye
dayanan, verili durumla Marksist teorik ilke-
ler arasında bir ilinti arayan. bütün koşullan
ve durumlan bir devrimin olabilirliği açısın-
dan yorumlayan; geleceğe ilişkin bir öngörü-
de bulunmamıza olanak veren, karşıtlannın ne-
den karşıtı olduğunu anlamamızı ve kendisi-
ne hak vermemizi sağlayan tek sunuştu...
Bizi çeken yalnızca konuşmamn içeriği de-
ğil, konuşanın kendisiydi de: Kendinden ön-
ceki kaba sabahklan unutturan düzgün ve akı-
cı Türkçesiyle, belagatıyle; ıkı saat boyunca
hıç kimseyi -sinirlendırse de karşıtlannı bile-
bıktırmayan etraflı anlatımıyla; tribünlerden
atılan laflara zekice alaylarla cevap verişiyle;
gereğinde "efelenişi" gereğinde ders venrce-
sıne konusunu sergileyişiyle ve elbette edasıy-
la. duruşuyla, sözlerini tamamlayan anlamlı yüz
ifadesiyle...
Konuşması bittiğinde, o ana kadar ruhen
koptuğumuz kurultaya geri dönmüştük. Ma-
hir Çayan gençlik hareketine kendisinden ça-
lınan devrimci aklı ve Marksizmi, sosyalist ha-
reket içındeki mücadeleye kalite ve sevıyeyi
iade etmışti bir kez daha... Onun müdahalesi
olmasa da o kurultayda MDD'cıler, Aren-Bo-
rancılan "tasfiye" edecekJerdi belki ama. Tür-
kiye sosyalist hareketinde de\Tİmci bir damar,
devrimci gençlik hareketinde de sosyalist bir
damar o dönemde uç vermiş olmayacaktı.
Mahir Çayan, Ankara Ünrversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisiydi. Fakülte kantininde öğrenci arkadaşlanyla biriikte.
Mahir'in arkadaşı diye dövmediler
O güne kadar M a n ' ı okuyup dünyayı anlamaya çalışmıştım. O
kurultaydaysa dünyayı değiştirmek için takip etmeye karar
verdiğim Türkiyeli bir Marksistle tanıştım. O 24 yaşındaydı ben
de 21... Mahir Çayan'la karşılaşıp tarafsız kalmış kimseyi
bihniyorum bu güne kadar... Sıradanlığa, düzen içi değerlere
meydan okuyan ta\Ti onunla karşı karşıya gelenlerde ya ona karşı
derin bir hayranlık ya da onu yok etmeye ant içecek kadar derin
bir nefret doğurdu hep. Kızıldere'de onun yaşamını ahnaya
gelenlerin bütün kuşatma boyunca nasıl herkesten önce onu yok
etme tutkusuyla çırpındıklanna tanık oldum. Bu nefret, o
öldürüldükten sonra bile hâlâ dinmemiş olmahydı ki. resmiyet
dünyasındaki düşmanlan henüz soğumamış bedeninin konulduğu
tabutunu tekmelemekten kendilerini alamamışlardı...
Kızıldere'den sonra kamu vicdanında oluşan sempati, geçmişten
kalan tamamlanmamış hesaplaşmalann üzerini örttü. Ama sol da.
bu "aşk-nefret" geriliminden pek bağışık sayılmazdı doğrusu.
Gene de geleneğe uyulduğu söylenebilir, ölenin ardından
konuşulmadı pek... 12 Eylül gelip hapishanelerin de üzerine
çöktüğünde Malatya "L Tipi" Cezaevi'ne nakledildik Niğde'den.
Cezaevi idaresi "ıslahı gayri mümkün" olarak kategorize
edilmiş olanlar için özel bir "karşılama töreni" hazırlamıştı.
Kapı altından karga tulumba hamama götürülüp soyuluyor ve
sopa yiye yiye hücrenize götürülüyordunuz. Sıra bana geldiğinde
itilip kakıldımsa da fazlaca yaralanıp berelenmeden hücreme
tıkıldım. "Azrailler"ime "neden" diye sorduğumda aldığım
yanıt, 1969 da dinlediğim uzun konuşmamn 15 yıl içinde
Türkiye'nin her yerinden duyulmuş olduğunun, 1972'defeda
edilen hayatın değerinin toplum vicdanında biline geldiğinin bir
işaretiydi benim için: "Sen, Mahir'in, Deniz'in arkadaşısın!"
Kendime doğru arkadaşlar seçmiştim.
YARIN: İLKAY DEMİR, OĞUZ ETCİ ANLATIYOR
-n-
PAZAR
ORHAJN BüRSALI
Itipaf..
ANAP Başkanı Mesut Yılmaz'ın Avrupa Birliği'ne
giremezsek neler olabileceği konusunda bulunduğu
öngörüler (Ferai Tınç. Hüniyet), doğru gözüküyor. Bu
öngörüler arasında;
• AB üyesı Bulgar ve Rumenlerin 10 yıl içinde biz-
den 4 kat daha zengin olacağı,
• Kıbnslı Türklerın sayısının hızla azalacağı ve
• ulusal güvenliğimizin tehlikeye gireceği var.
İlk iki öngörü kesin gibidir (topraklarımızda Arabis-
tan petrolü çıkmazsa!) Üçüncu öngörü ise tartışma-
lıdır. Ama, bu öngörü içinde saklı bulunan fikirleri ir-
delersek şu söylenebilir:
Ordunun hep başrolde ve teyakkuzda kalma ola-
sılığı/özelliği artacak, bu nedenle askerı harcamala-
nmız asla düşmeyecek. Ülke ekonomik durumuna bağ-
lı olarak, örneğın ABD'nin küresel ve bölgesel politi-
kalarında köşe taşı olma özelliğimiz yükselecek, böl-
gede bir Kürt devleti kurma kararlılığı ortaya çıkarsa,
buna karşı konulamayacak.
Türkiye bir Orta Doğu ülkesı olarak, Orta Doğu sat-
rancı içinde kalacak. Ama, sıyası ve ekonomik ba-
kımdan güçlenmiş bir AB ulkesi olarak bambaşka bir
konum ve kimlik ile, komşu olduğu Orta Doğu'daki
satranç oyunundaki rolunü kaçıracak.
Bu iki kimlik çok farklıdır...
• • •
Şank Tara'nın "30 yıl önce AB'ye girseydik bu-
gün nasıl bir Türkiye 'deyaşıyorolacaktık.." konusun-
daki tahminleri de az-çok gerçekçidir. Tara, bugün-
kü sorunlannı önemlı olçülerde aşmış bir ülke pano-
raması çizmektedır...
Yılmaz, AB'ye tam üyelik için müzakere tarihinin,
yıl sonunda yapılacak AB zirvesinde belirlenmesi ge-
reğınin altını çiziyor. Bunun için de Kürtçenin öğre-
tilmesıne izin verilmesi, idamın ve olağanüstü du-
rumun kaldırılması gereğine işaret ediyor.
Kürtçe, idam ve olağanüstü hal, demokratikleşme-
nin şimdilik üç halkası. Bu konuda dıretmek, yan oto-
riter, yan demokratik ülke yapısını sürdürmek istemek-
tir.
Bu ayın sonunda yapılacak MGKtoplantısında, bu
üç konunun tartışma gündeminden düşürülmesi, ön-
celikle ülkemiz insanlanna güven ve saygının di-
le getirilişi olacak. Tabıi, AB ve dünya ile aramızda-
ki sorunlann önemli ölçüde bertaraf edilmesine de...
Böylece AB ile sorun esas olarak Kıbns'a indirge-
necek.
Askeri ve siyasi olarak, 4 sooınlu cephede müca-
dele vermektense, (3'u tamamen bizle ilgili), tek so-
run üzerinde tartışmak daha kolay ve başan şansı da-
ha yüksektir.
Üç sorunun halli, dördüncü sorunda Türkiye'yi
güçlü kılabilır. Ve uzlaşılacak zeminde Türkiye'nin
getırilerinı arttırabilir.
MGK ve hükümetin bu konulardaki tutumu, Türki-
ye'de hangı güçlerin gelecekte ulkeye yön vereceği
konusunda da fikir verebilir.
• • •
Peki Türkiye'nin AB dışındayken, AB refahına ulaş-
ması mümkün değil mi?
Ne yazık ki ülkemizın böyle ulusal hedefleri, poli-
tikalan yok. Böyle hedefleri olup da işbaşına gelebi-
lecek polrtikacılar da ufukta görünmüyor. Aynca şu
küresel oyunda, yann Türkiye'nin her açıdan toplam
refahını yükseltecek bir sihirli değneğin ortaya çık-
ması da gözükmüyor falda.
Bu bir clurum saptamasıdır.
• • •
Yazımızın başına aldığımız Mesut Yılmaz'ın öngö-
rüleri, bir başka açıdan, ülkemizi yöneten bir politi-
kacının iktıdarsızlık. yetersizlik itiraflarıdır da. Yıl-
maz'ın öngörüleri içinde gizli olan bu itiraf diyor ki:
"Yapabildiklerimiz, yapabileceklerimizin göster-
gesidir."
Yani: "Kardeşim bizden bu kadar. Eğer AB'ye gi-
remezsek, Türkiye refahı hayaletmesin. Bizbunuger-
çekleştirecek kıratta değiliz, zaten böyle ulusal he-
def ve politikalanmız da yok. Türkıye'için yapabile-
ceğimin en iyisi, AB üyeliğinı zorlamaktır.. GerisiAI-
lah Kerim..."
Bu görüşe tamamen katılıyorum.
"Temiz toplum - Kaliteli Politikacı - Kaliteli yöne-
tım", "Yolsuzluklarasavaş"vb. konularındayapabil-
diklerimiz de ortada. Türkiye'nin bugünkü kötü ko-
numundan sorumlu politikacı ve bürokrası-devlet ya-
pısıyla kör topal gidiyoruz. Temiz bir değişim yaşa-
yamadık.
Ben, sadece, ülkemizın ekonomik kalkınmasına
önemli ölçüde katkıda bulunacağı için Avrupa Birli-
ği'ne üyelikten yana değilim. Bu hatta benim açım-
dan üyelığin yan ürünü.
Büyük bir uluslar topluluğu içinde, kimliğimizle,
rengimizle, dılimizle çok daha özgür yaşama fırsatı
bulacağımıza ve her açıdan daha yüksek standart-
larda yaşama şansı doğacağı için istiyorum.
Tabii, en önemlisi, Türkiye'nin kendi kendini aşma-
sına önemli olçülerde katkı sağlayacağı ve ihtiyacı-
mız olan bir paradigma değişikliği yaratacağı için...
obursali@cumhuriyet.com.tr.
rarayı alan adam sİIahları vermedi
Hâseyin tnan, 1%9'da El Fetih'ten aldığı gerilla eğitimi
dönüşü DiyarbaJar'da yakalandı.
TESLtM TÖRE
Deniz'i, tarihini tam olarak ha-
tırlamadığım Siyasal Bilgiler Fa-
kültesi'nde Filistin askeri giysile-
riyle konuşma yaparken gördüm.
Daha sonra Ortadoğu Teknik Üni-
versitesi'nin 202 No'lu yurdunda
Hfiseyin înan tarafuıdan tanışnnl-
dık (Sanırım 1970'te) Tanışhktan
bir süre sonra köye bizim eve git-
tik. Biriikte köyleri dolaşıp geril-
lamücadelesine başlamanın ön ça-
hşmalannı yapük. Butür çalışma-
lann ne kadar sürdüğünü tam ola-
rak haüıiayamıyorum.
Kır periHası
Kır gerillasına başlamanın ön
çalışmalannı yaparken Deniz'le
biriikte, Kılise köyünde yakınım
olan Mustafa Akdeniz'in evüıe
gitmiştik. Evde yere serilmiş dö-
şeklerüı üzerine oturmuştuk. De-
niz oturduğu yerde ayaklannı boy-
dan boya uzatmıştı. Ben Deniz'e,
"Ayaklannı topla.. burada ayıp
karşılanır" anlanunda göz işaret-
leri ediyordum. O da bana öykü-
nür gibi yaparak hiç keyfini boz-
muyordu. Daha sonra biz kalktık
giderken Mustafa Akdeniz'in ba-
bası HacıAmca banau
Biraz dur"
dedi. ve "Bu adam kün?" di^ sor-
du. Ben de Deniz'in gençlik lide-
ri olduğunu söyleyip övgüyle an-
latüm. Ben söylediklerimi bitirin-
ce "Bana bak" dedi "ben senin
nelerle uğraştığını ryi bibyorum"
diyerek ekledi, tsmet lnönü'yü
kastederek "Sen böyle adamlar-
la sağırla başedemezsin. benim
oğlum bile bu adamdan daha
akülı, bn adam daha cemaatte
oturmasını bile bilmiyor" dedi
ve dönüp gitti. (Oğlum dediği Mus-
tafa Akdeniz daha sonra THKO n.
davasında tutuklandı, ağır işkence-
ler gördü, kansere yakalandı; 1974
affiyla çıktıktan bir süre sonrakan-
serden öldü, anılannın önünde say-
gıyla eğiliyorum). Hacı Amca'nın
söylediklerini Deniz'e anlattığun-
da "Amca sadece oturma biçi-
mimi mi beğenmemiş, söyledik-
lerime bir idraa olmamış ama de-
P mi?" dedi ve güldük.
Anlatmak istediğim diğer ortak
anı bizim evde olmuştu:
Sllahların temlnl
Ben Malatya Cezaevi'nden tah-
liye olduktan (1969) sonra Yusuf
Aslan'la Hüseyin Inan da Diyarba-
kır Cezae\i'nden tahliye oldular.
Hüseyin înan'la Vusuf Aslan tah-
liye olduktantasabir süre sonrabi-
zim eve geldiler. Evde iki ya da üç
gün, mücadele konusunda neler
yapmamız gerektiğini konuşup tar-
tışmıştık. Belli bir anlayış biriiği
sağladıktan sonra, biriikte Anka-
ra'ya, Ortadoğu Teknik Üniversi-
tesi'ndeki 202 No'lu yurda gittik.
Bir süre sonra Hüseyin înan'la Yu-
suf Aslan tekrardan bize geldiler.
Bu sefer de kır gerillasını başlat-
mak için silahlan nasıl temin ede-
ceğimiz konusunu konuştuk. Hü-
seyin'le Yusuf, Diyarbakır Ceza-
evi'ndeyken, kaçakçılıktancezaevi-
ne düşmüş biriyle tanıştıklannı ve
ona kendilerine silah temin etme-
si için bir miktar (yanıhnıyorsam
27 bin lira) para verdiklerini söy-
lediler. Bu paranm karşıhğı olan si-
lahlan bize vermesi için benimle
Yusuf'un Diyarbakır'a gidip ce-
zaevinde o şahsı görmemizi karar-
laştırdık. Yusuf la gidip adamı gör-
dük. Adam silahlan göndermek
için bizden yer ve zaman belirle-
memizi istedi. Isteneni yapûk ve
tekrar döndük. Randevu verilen
yerde iki gün bekledik.. gelen gi-
den olmayınca YusufTa ikimiztek-
rardan Diyarbakır'a gittik. Adam-
la görüştük. Adam: "O zaman ba-
na para çok gerekiyordu, o ne-
denle de sizden o parayı almak
zomnda kaldım, çıkarsam öde-
rim, şimdi silah falan yok" de-
di. Biz de dönüp geldik. Bu sefer
de benim Gaziantepli cezaevi ar-
kadaşım Mehmet'i gidip görmem,
bize silah temin edip edemeyece-
ğini öğrenmem için oraya gitme-
me karar verdiL Gittim.. iki gün-
de ancak dönebildim.
Döndüğümde annem bana çok
bzmıştı "Kim bu adamlar, geti-
rip eve bırakıp gidiyorsun, gün-
lercegehniyorsnn.. gelenimiz, gi-
denimiz, dostumuz, düşmanımız
var, elâlem ne der ne demez" di-
yerek söylendi. Ben de: "Onlar
benim arkadaşım, yoldaşun bun-
lar için böyle konuşamazsın.. ay-
nca Höseyin de liderimiz, nasıl
böyle konuşursun?" diye karşüık
verdim. "Sen ne anlaşılmaz şey-
lerie uğraşrvorsun, ne lideri, lider
gerekiyorsa neden Deniz gibi la-
ûnı sözûnü bilen birini değil de
bo sümesizi (sümesiz ya da süme-
si kötü sözcükleri bizde hi bir gö-
rünümü ohnayanlariçin kuflanı-
hr) Bder yapıyorsım" diye çıkış-
ti. Ben annemi susturmak için "An-
ne Deniz Sünni, Hüseyin Alevi,
hangisi Bder olsnn" deyince an-
nem hemen "Kötü mötü yine de
Hüseyin olsun oğlum" dedi. An-
nemin bu dedıklerini hemen ora-
da Hüseyin'e Yusuf'a aktardun.
Yusuf "Ana hakh Hüse\ in'in sû-
mesi birkaç gündür çok kötüy-
dü, tek bir laf bile etmedi" dedi.
tşler kötü gitmişti, moralimiz bo-
zuktu biraz neşelenmiştik. Daha
sonra Yusuf'la biriikte aynı espri-
yi Deniz'eaktardığımızda daönem-
li bir mavra konusu olmuştu.